Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375
exellanc « Gamez

exellanc olarak etiketli yazılar

Silent Hill 5

[Resim]
Bu Kasabada İki Kural Vardır; Öl Yada Yaşa…
‘ Burada hiçbir şey beklediğiniz gibi gitmez. Gözlerinizi kapattığınız anda etrafınızı saran o kabus, ilginç rüyalar ve garip şekiller, aklınızın içine yerleşmiş gibidir. Gerçekle rüyayı ayırt edemez olursunuz bir süre sonra. Belki burada bulunmuyorsunuz bile, belki gördüğünüz her şey bir yalandan ibaret. Sanırım cevabı asla bulamayacağım. Buradan çıkıp evime gitmek istiyorum, hasta annemin yanına. Babam ve kardeşim gibi yalnız bırakmayacağım onu. Ama öncelikle neden ortadan kaybolduklarını bulmalıyım. Neden beni bu cehenneme sürüklediklerini… Bu savaşın içinde neden yer aldığımı bilmeliyim. Savaşmak benim için uzak bir eylem değil, ne de olsa bir askerin geçmişi kanla yazılıdır. Yine kan görmek değil beni ürküten. Sadece bazı cevaplar istiyorum ve beklediğim cevapları almadan bu kasabadan çıkasım yok. Aslına bakarsanız, buranın bir kasaba olup olmadığını dahi bilmiyorum. Belki de cehennemin tam ortasındayım. Eskiler haritada böyle bir kasabanın yer aldığını söyler, ama ben buradan bahsedildiğini hiç duymadım.
[Resim]
Nerede olduğumu dahi bilmiyorum. Tek bildiğim şey, girişteki koca tabelada yazan o ilginç isim; Silent Hil… Sanırım buraya sessiz tepe diyorlar. Neden sessiz diye çağırıldığını anlayabiliyorum. Ölüm kadar sessiz ve soğuk bir kasaba burası; insanı sessizliğin ve karanlığın içine sürüklüyor. Buradan çıkış sansım o karanlıkta ilerledikçe azalıyor, biliyorum. Ama en azından ölmeden önce onları bulmalıyım. Neler döndüğünü öğrenmeden ölmeye hiç niyetim yok. Adım Alex Sheppard, bu yazıyı otel odasında bulduğum bir kağıda yazıyorum. Olur da bir gün bu satırları okursanız söyleyebileceğim tek şey, buradan acilen uzaklaşın. Burada hiçbir sorunun cevabı garanti değil, ve bulacağınız tek şey geçmişinizin acı izleri olacaktır. Sirenler çalmaya başladığında arkanıza bile bakmadan koşun. Bu kağıdın üzerindeki kan izleri benim değil. Yaralı değilim, en azından şimdilik. Kimin kanı olduğunu bilmiyorum, açıkçası öğrenmek de istemiyorum. Cevaplanması gereken onca sorunun yanında ufak detaylara takılmıyorum artık… ’’
[Resim]
SİLENT HİLL:
Korku kavramına yeni bir boyut kazandıran efsanevi bir oyundur. Şimdiye dek birçok korku oyunu ile karşılaştık, yüzlerce korku filmi izledik. Ama hiçbiri Silent Hill kadar derinden yaralamayı başaramadı bizi. Silent Hill’in formülündeki bu sır insanı psikolojik olarak etkilemeye çalışmasında gizlidir. Önce insanı içine çeker, sonra rahatsız etmeye başlar, daha sonra etkilerini yavaş yavaş gösterir oyuncu üzerinde. Fakat içine çekildikten sonra o kasabadan kurtuluşunuz yoktur, Silent Hill ilginç bir şekilde sizi kendine bağlar. Korksanız da, çekinseniz de son sinematiği izleyene kadar ekranın karşısından ayrılmak istemezsiniz.
[Resim]

Her Silent Hill oyunu kendine özgü bir deneyim yaşatmayı başarmıştır. Oyunun temelleriyle oynamadan hikaye her seferinde farklı bir bakış açısından kasabamızı ve içinde dönenleri anlatır. Genel olarak bu kasabaya yolu düşen kahramanlarımızın çoğu geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Silent Hill bu bağlamda insanların kendi çelişkileri ile yüzleştiği bir metafor gibidir. Buna rağmen Silent Hill’in ne olduğu konusunda açık bir cevap verilmez oyunlarda. Bir kısım her zaman boş bırakılır ve o boşluk oyuncu tarafından doldurulur. Tüm oyuncular kendine göre yorumlar bu kasabayı, herkes görmek istediği gibi görür. Yeni oyun serinin bakış açısını tekrar değiştirmeye kararlı gözüküyor. Bu sefer daha aksiyon odaklı, daha hareketli bir Silent Hill tecrübesi yaşayacağız.

[Resim]

PS 3 platformunda boy gösterecek olan Silent Hill 5, bizlere aslen bir asker olan Alex Sheppard’ın kaybolan babası ve kardeşi peşinden kasabaya yolunun düşüşünü anlatacak. Kahramanımız asker olduğu için savaşmaktan hiç kaçınmayacak, gerekirse bileğini konuşturarak aradığı cevaplara ulaşmaya çalışacak. Bizler de oyuncular olarak Sheppard’ın kasabadan çıkışına yardımcı olmaya çalışacağız. Mutlu yada hüzünlü olsun, Sheppard şanslı ise o kasabadan çıkabilecek. Belki de hiç çıkamayacak, kim bilir? Oyunu oynayarak biz de sır perdesini aralayacak ve onunla birlikte cevapları keşfedeceğiz.

Titan Quest Immortal Throne

Diablo 1 ve 2’yi kim unutabilir ki? Birincisiyle çığır açan Diablo serisi, ikinci oyunu ile resmen tavan yapmıştı. Saatlerce zindanlarda yaratıkları kesmek, özel ve set eşyalar bulmak için teker teker yeniden Baal’ı, Diablo’yu, Mephisto’yu öldürme çılgınlığı. Ben bunları yaptım ve yeri geldiğinde halen yapıyorum. Eğer bir oyun çıktıktan seneler sonra dahi kendini oynatıyorsa, bu yapım gerçek bir külttür. Hatta şu oyun dünyasında Diablo bir efsanedir. Adını bilmeyen oyuncu pek yoktur. İlk Diablo’yu daha dün gibi hatırlıyorum. Tristam’ın yeşilliğinden cehennemin dibine kadar gitmiştik. Butcher’ın karakterimin peşindeki halini, nefesini hissetmeyi hiç unutmam. Kutsal metinleri okuyup, hikayeyi öğrenmemiz. Yeri geldiğinde bize artılar sağlayan sunakların, bazı zamanlar lanet okuması. Sonunda karakterimizin kafasına Soul Stone’u dayayıp, alnından içeri sokması. Diablo 2’de peki nasıldı? Diablo’nun geri dönmesi. Çöllerde koşuşturup, doğru mezarı aramalar. Tristam’ın yok edilmesi ve ilk oyundaki dostumuz Griswold’un bize olan saldırısı. Ormanlarla kaplı yerlere gelip Khalim silahını tamamlamak için kalp, beyin ve gözü aramamız. Mephisto’nun inine girip onu yok edip, Diablo’la olan hesabı kesmek için Gate’ten içeri geçiş. Sonunda Daiblo’yu öldürüp oyunu bitirmiştik. Ama Baal kalmıştı ortalıklarda, o da Soul Stone’u ele geçirip kaos yaratmıştı. Ama onunda işini bitirip World Stone’u da Tyrael yok etmişti. İnek bölümünü ise kim unutabilir. Diablo aslında anlatılmaz, yaşanır diyebilirim.

Blizzard’tan ayrılan, Flagship Studios’u kurup Hellgate: London’nın yapımına başlayan Bill Roper; Diablo 3 acaba yapılmayabilir mi? Sorusunu aklımıza getirdi. Yıllar yılı Blizzard’ın iş ilanlarından “Diablo 3 geliyor. Diablo 3’ün yapımı için arayışlar var” diye içim içimi yedi. Ama geçen bunca zamana karşılık şimdilik kesin bir kanıt yok. Fakat Blizzard bugün yarın öbür gün lak diye Diablo 3’ü önümüze koyar, ekran görüntülerini bile yayınlayabilir. Oyun dünyası sürprizlerle doludur. Diablo, Diablo diye bağırırken arada klon birçok yapım çıktı. Kimileri iyi, kimileri kötüydü. Ama çoğu kötü olan klonlar, Diablo’nun temelinde giden formülü tamamen kopyaladığı için başarılı olamadı. Kendi atmosferini yaratıp, Diablo’nun gölgesinden çıkamadı. İyi yada kötü zaman geçirtecek bir çok projeyi gördük. Bunlar arasında özellikle mitolojiyi temelden alan Titan Quest gerçekten güzeldi. Birçok kişi “Bu da Diablo takliti” diye veryansın etti. Ama arada bir fark vardı, ne olursa olsun Titan Quest’in mitolojiyi kullanması, ona ayrı bir atmosfer ve değer gösterilmesine neden oldu. Birçok oyun sitesinden ve dergilerden de iyi puanlar aldı. Ancak oyundaki bazı hatalar ve bana göre basit bir şekilde biten sonu oyunun eksi kısımlarındandı. Böylesine bir yapım için ek görev paketi gelmesi kaçınılmaz oldu. Zaten sonunda mutlu haberi duyurdular ve Immortal Throne piyasaya çıktı.

Yeraltının acımasız tanrısı Hades

“Hades, Zeus’un kardeşidir. Zeus’un önderliğindeki Tanrılar, Titanları yerin altına gönderip savaşı kazanırlar. Böylece iktidarı paylaşırlar. Poseidon denizleri, Hades yeraltı dünyasını, Zeus ise göğü ve tüm evrenin hakimiyetini elde eder. Hades, yukarıdaki dünyadan kaçırdığı Persephone ile evlidir ve yeraltı dünyasını onunla beraber yönetir. Yer altı dünyasından ayrılmaz. Tanrılar arasında en çok korkulanı ve acımasızıdır. Fakat verdiği sözü her zaman tutar, asla sözünden dönmez. Hades’in simgeleri vardır. Bunlar; Bolluk Boynuzu ve Görünmez Miğfer’dir.”

Kısaca konudan bahsedersek Typhon’u öldürdükten sonra, sevinç naraları atıyorduk. Ancak kazın ayağı böyle olmuyor ve ortalığı yıkmak için can atan titanların halen cirit attığını öğreniyoruz. Bu vesileyle Rhodes şehrine gidip, Hades’in peşine düşüyoruz. Yine kılıcımızı hazırlayıp mücadeleye başlıyoruz. Aslında ek görev paketi için yeterli bir senaryo, zaten fazla derinleri karıştırmaya gerek kalmıyor.

Immortal Throne sadece yeni senaryo ile sınırlı değil. Her şeyden önce birçok oyunun ek görev paketleri gibi kendisinin de belli yenilikleri var. Bunların en başında artık karavan denilen yeni bir sistemin ana oyuna eklenmesi. Böylece üzerimizdeki eşyaları koyup, diğer karakterlerle değişme imkanımız oluyor. Eğer ana oyunu hatırlayacak olursak, envanter sistemi sağ olsun bazı eşyaları almamak lüksüne, hatta görmemezlikten gelmeye sahiptik. Ama yeni sistemle beraber bu olay değişiyor.

Yetenekler

Oyundaki asıl büyük yenilik ise yeni gelen yetenek ağacından oluşuyor. Bu yeni ağaca “Dream Mastery” adı verilmiş. Rüyaları kontrol altına alma ve kabus yaşatma gibi bir izlenim bırakmasın. Dream Mastery; İyileştirme, Damage (Büyülerin hasarı) ve yanımızda savaşan yardımcı hayvanları çağırma kısımlarını tamamen içine alıyor. Eklenen büyüler ile birlikte gerçekten oyundaki bazı şeyler değişebiliyor. Özellikle yardımcıları çağırmak oldukça işe yarıyor. Bu büyüleri kullanmakla karakter oldukça değişik bir tat veriyor. Ana oyunda oynadığınız Hero sanki değişmiş, başka biri olmuş hissine kaptırabiliyor. Yeni büyüler oldukça dengeli, işimize yarayan ve karakteri cidden değiştiren yapıya sahipler. El atmanızı tavsiye ederim, şahsen ben öyle yaptım ve memnun kaldım.

Immortal Throne’da değişiklikler bunlarla da sınırlı değil. Aslında birçok RPG oyununda karşımıza çıkan silahları ve eşyaları geliştirme özelliği, Titan Quest’e gelen yeniliklerden. Artık oyun içinde silahımızı yada eşyamızı geliştirebiliyoruz. Bu geliştirme yani güçlendirme işlemi içinse gerekli olan parşömene sahip olmamız lazım. Parşömene sahip olduktan sonra köydeki Enchanter’a giderek işlemi gerçekleştirebiliriz.

Grafik ve işitsel anlamda değişiklik yok. Titan Quest’i nasıl bıraktıysanız öyle bulacaksınız. Ama Immortal Throne ile beraber oyundaki bazı ufak tefek grafiksel hatalar da ayıklanmış. Hatta bu hataların ayıklanması daha akıcı hale getirmiş bile diyebilirim. Zaten ana oyun görsel anlamda güzeldi, aynı şekilde bozuntuya vermeden ek paket devam etmiş. Yine sesler bakımından da ben bir fazlalık veya noksanlık bulamadım. Onlarda aynı kalitede devam ediyorlar.

Immortal Throne güzel ve yenilik getiren bir ek görev paketi olmuş. Başka başka oyunlarda karşımıza çıkan sadece iki adet eşya ve düşman ekleyen paketler gibi değil. Gerçekten “Bazı şeyler fark ediliyor, değişiklik var” diyebiliyorsunuz. Diablo 3 gelene kadar oyalayabilen kaliteli oyunlardan biri olan Titan Quest’i sevmişseniz, ek görev paketini de seveceksinizdir. Zaten büyük ihtimal şuanda Titan Quest sevenler, Hades’in peşine çoktan düşmüşlerdir bile. İyi oyunlar…

STALKER Clear Sky


Yalnızlık kötü bir şeydir değil mi? Bazen iyi olarak ta nitelendirebiliriz, ama genel olarak kötüdür. Peki ya yalnız savaşmak. Daha doğrusu yok olmuşluğun hüküm sürdüğü dünya denen gezegende yaşamaya çalıştığımız bir yalnızlık. Bazen yardımımıza koşanlar da olur, ama ya o sırada kimse yoksa. İşte bu sırada duygularımıza tercüman olarak STALKER çıkageldi yaklaşık beş yıllık bir çalışma sonrasında. Şimdi ise Clear Sky, macerayı devam ettirmeye, yok olmuşluk ile mücadelemizde bize yardım etmeye geliyor.

Kurtuluş yok

Clear Sky, ilk oyundan bir yıl öncesinde vuku bulan olayları konu alıyor. Bu süre zarfında yönetmekle yükümlü olduğumuz karakterimiz ilk oyundaki Market One değil, farklı bir Stalker. Doğuştan kelle avcısı olduğumuz oyunda mesleğimizi icra etmemiz için pekte engel bulunmuyor. Bu kez tek de değiliz üstelik. Günümüzün popüler oynanış yöntemi Takım oyunu kavramı geçerli Clear Sky için. Tabii ki bu durum ilk oyunda bazı büyük operasyonlarda kendini göstermiş olsa da, yeni oyun ile birlikte daha da ileri seviye bir oynanışa tanıklık edecek.

Özgür irade faktörünü daha da iyi kullanabileceğiz. Yine karşımızda birbirinden farklı sekiz Stalker grubu bulunuyor ve aralarından bir tanesini seçerek ona katılmak başlıca görevimiz. Maceramız boyunca bu gruplarla ilerlemek zorunluluğumuz bulunmuyor. İstersek tek başımıza da mücadele edebileceğiz. İlk oyuna nazaran araç gereç envanteri ve diyalog sisteminde bazı geliştirilmelere gidiliyor.

Kİşisel PDA mızda daha fazla detay bulunacak. Artık önemli birkaç mekan dışında herhangi bir Stalker ile daha kapsamlı alışverişler yada sohbetler yapabileceğiz. Kullanımımıza sunulmuş silahlar da geliştirilebilir olacak. Aynı şekilde elbiseler veya diğer araçlarda onarılabilecek veya yenilenebilecek. Karakterlerin yapay zekalarında da birkaç oynamaya gidiliyor. Clear Sky ile birlikte karakterler arası iletişim daha da etkin bir şekilde sağlanabilecek. Buna en önemli faktör olarak ise Telsiz unsuru gösterilebilir. Zamanında yapılabilecek telsiz konuşmaları sayesinde duruma göre destek çağırılabileceği gibi, acil durumlar hakkında da bilgi alışverişi yapılabilecek. Yeni düşmanlarımız yanında oyuna yeni eklenen yaratıklarda bizim için tehlikeli olacak. Örneğin oyuna yeni eklenen psişik güçleri bulunan bir yaratık türü var.

Amaçsızca gezinmek çözüm değil

Clear Sky daki en önemli amaçların başında gelen konu Kayıp şehir . Yapımcı Bolshakov’un söylediğine göre, Limansk şehri en büyük savaşların nedenlerinin başında geliyor.
Henüz bir hüküm koyucusunun bulunmadığı bu mekan, bulunması ve ele geçirilmesi gereken önemli bir nokta. Bu sayede burayı elinde bulunduran grup, bölgeyi daha da iyi kontrol edebilme ve yeni yollar bulabilme imkanına da sahip olabilecek. Oyundaki diğer bir önemli yer ise Kırmızı Orman olarak göze çarpıyor. Baktığımızda Clear Sky da ilk oyunda bulunan mekanlarla tekrar karşılaşacağımız gibi yeni eklenen yerlerde de yaşam mücadelesi vereceğiz. Bu dengeleme yarı yarıya olarak belirlenmiş.

Görsel takviye olarak ise ilk oyunda kullanılan grafik motorunun geliştirilmiş 1.5 versiyonunu kullanacak. Tek yenilik bu değil. Directx 9 yanında Directx 10 teknolojisini de bünyesine katan Clear Sky, daha da gelişmiş bir görüntü kalitesini amaçlıyor. Bu özellikleri, dinamik hava koşulları ve ışık oyunlarıyla daha da iyi görebileceğiz. Geçtiğimiz E3 oyun fuarında oyuna ait bir demo oynanış videosu yayımlanmıştı. Oyunda, çevresi uzun otlarla çevrili bir bataklıkta bulunuyoruz. Yalnız değiliz ve gizleniyoruz. Daha doğrusu doğanın olanaklarından yararlanıyoruz. Karşıda bir Stalker kampı ve gözcü kuleleri bulunuyor. Bir de hava da devriye gezen helikopter. Bastığımız yerlere dikkat etmemiz gerekiyorken (Bataklığa da saplanabilirsiniz) ayrıca saklanmaya da özen göstermelisiniz. Bu kısa oynanış videosundaki görsellik ne denli bir ilerleme kaydedildiğini gösterir nitelikte. Üstelik oyunun geliştirme aşamasında ve bu videonun da beta oynanış olduğunu göz önüne alırsak. Özellikle karanlık bir kulübeye girerken ki, pencereden içeri sızan gün ışığının oluşturduğu etki gerçekten çok etkileyici.

Zırh ve silahlarınızı hazırlayın

Clear Sky, görünüşe göre eşsiz STALKER atmosferini devam ettirecek yeni üye gibi görünüyor. Her oyun için vaat edilen gelişmiş oynanabilirlik, ilk oyundaki optimizasyon sorunlarının ve hataların kapatılma sözü bu oyun için de geçerli. Multiplayer modları için araçların eklenmesi ise düşünülüyor. Shadow of Chernoby in çok uzun bir süre bekleyişten sonra, bizlerle olması gerçeğinin yanında, Clear Sky için şuan ki yapılan açıklama; hem beni biraz şaşırttı hem de pek de inanası gelmeyecek bir tarih belirlendi. Buna göre oyun 29 Ağustosta PC için piyasada olacak. Yani yaklaşık bir ay gibi kısa süre zarfı içerisinde tekrar radyasyonlu topraklara adım atacağız. Siz şimdiden zırh ve silahlarınızı hazırlayın.

Lost Planet Extreme Condition

[Resim]

Sonbahar ve kışın gelmesi, tatilin bitmesiyle oyun dünyası iyi bir ivme kazanmış oldu.Özellikle 2005 senesine Resident Evil 4 ismiyle damgasını vuran Capcom’un yaptığı son iki oyun olan Dead Rising ve Lost Planet’in; Xbox360 platformunu canlandırmaya ve tanımaya yönelik projeler. Başarılı olduklarını düşünüyorum.

Geçtiğimiz sene 2 adet demo’su çıkan Lost Planet’in, 12 Ocak itibariyle Amerika ve Avrupada piyasaya çıkması bekleniyor. Japonya ise 1 aydır tadını çıkarıyor. Oyunun en baştan beri Xbox360 oyunu olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İlk önce emektar PlayStation 2 için yapılmaya başlanmış. Daha sonra Xbox360’a geçirip tüm çalışmaları orada yapmışlar. Şu anda tabi ki Capcom tarafından da Xbox360’a özel olarak belirtilmekte. “Capcom daha önce Xbox’a özel oyun yaptı mı?” diye soranlar olabilir. Hit olmamakla birlikte Dino Crisis 3 ismini verebilirim.

Soğuk

Lost Planet, insanlığın soğuk ile baş başa kaldığı bir gezegende – hazır ısı kaynaklarına ihtiyaç duydukları bir gezegende – Kar Korsanları’na ve Akrid ırkına karşı vermiş olduğu mücadeleyi; ayrıca gezegeni tamamen ısıtmaya yönelik bir projeyi anlatıyor. Senaryoda tabi ki belirli başrol oyuncuları ve onlara ait ilginç hikayeler var. İşin sürprizini kaçırmamak için sizlere anlatmak istemediğim bu hikaye çok derin olmasa da, iyi bir aksiyon filmi senaryosu olabilecek kalitede olmuş.

Oyunda tamamen karla kaplı çok soğuk bir gezegendeyiz, dolayısıyla bir dayanma gücümüz var. T-Eng (Termal Enerji) olarak adlandırılan bu enerji, öldürdüğümüz canlılardan, parçaladığımız mekanik donanımlara kadar her şeyden elde edilebiliyor. Bunları alarak dayanma gücümüzü artırabiliyoruz. Dayanma gücümüz demo’daki gibi 999 ile sınırlı değil. 10.000 ile sınırlı. Tabi ölmeniz Bu enerjiye bağlı olmayabiliyor her zaman. Enerjimizi Bir depoda topluyoruz. Belimize bağlı olan ve tekne motorunu andıran bu ısı kaynağı hem bizi sıcak tutmaya hem de enerjileri toplamaya yarıyor. Eğer darbe alırsak enerjimiz düşüyor ve Bu kaynak sayesinde bir süre sonra tamamlanıyor. Tamamlanmadan tekrar darbe alırsanız, isterseniz 8000 enerjiniz olsun ölmeniz kaçınılmaz oluyor. Gerek God of War, Gerek Ninja Gaiden gerekse de Devil May Cry… Tüm bu oyunlarda ölenlerin ardından çıkan Orb yöntemi bu şekilde mantıklı bir sebebe bağlanmış ve bence gayet güzel de olmuş.

Aksiyon

Tek Kişilik oyunda kontrol edebildiğimiz esas oğlanımız Wayne’in hareketlerine geçecek olursak, en geçerli ve iyi düşünülmüş şeyin asılma halatı olduğunu söyleyebilirim. Tomb Raider Legend’da gördüğümüz bu halat belli yerlerin aksine her yere tutunabilme özelliğine sahip. Eğer halatın uzanma menziline giren herhangi bir yer görürseniz X tuşu ile atabilir ve kendinizi çekip o yüksek noktaya çıkabilirsiniz.

[Resim]

Bu özellik tam tersi bir durum için de geçerli. Eğer yüksek bir yerden yanlışlıkla düşerseniz adamınız otomatik olarak halat atıp düşmenize engel oluyor. Böyle durumlarda yavaşça sarkıp yere atlayabilir ya da tekrar yukarı çıkıp yolunuza devam edebilirsiniz. Gears of War’da bol bol yaptığımız yuvarlanma hareketini yapmak ise gayet basit. Adamı yönlendirdiğimiz sol analog tuşunu bastırarak eğildiğimizde kaçmak istediğimiz yöne doğru çekip zıplama ile o yöne doğru yuvarlanabiliyoruz. Zıplama tuşu dedim. Gears of War’da zıplamayı özleyenler bu oyunda zıplamayı tekrar hatırlayabilirler. Zira öyle yerler karşımıza çıkacak ki, zıplamasız ve halatsız asla geçilmeyecek. En önemli diğer nokta ise kamera değiştirmeye veya zoom yapmaya yarayan Digital Pad. Yukarı ve aşağı ile Zoom ve kamera işlerini yapabiliyor. Sağ ve Sol ile de fenerimizi açıp kapayabiliyoruz.

Silah ve taşıma

Wayne ancak 2 çeşit silah ve 1 çeşit bombayı üzerinde taşıyabiliyor. Silahlardan birisi elinde, diğeri ise sırtında duruyor. Gerçekçilik açısından gayet iyi bir karar olmuş; fakat yer yer sizi oldukça zorlayacak seçimler yapmanıza sebep olabiliyor. Elinizdeki silah Kar Korsanları’nı öldürmek için biçilmiş kaftan olan Sniper olabilir. Bunu, Mech’leri patlatmaya yarayan ve 6 mermisi olan bazuka ile değiştirip değiştirmemeniz sizi birkaç saniye düşündürebilir. Oyunun akışına göre zaten biraz sonra neye ihtiyacınız olacağını saptayabilir ve ona göre silah seçimi yapabilirsiniz. Her silahta olan bir diğer özellik ise onları B tuşu ile doğrudan düşmana vurabilmek. Donmuş düşmanları merminin yanı sıra B tuşuyla vurarak da parçalayabiliyoruz.

Biraz Silahlardan bahsetmek gerekirse güzel bir silah yelpazemiz olduğunu söyleyebilirim. Klasik makineli silahtan, pompalı tüfeğe, Sniper’dan, el bombasına kadar şu anda dünyada görebileceğimiz türden silahlar zaten var. Bunun yanında plazma tüfeği, enerji silahı, lazer tüfeği gibi sizin ısı enerjinizden yararlanan sınırsız mermili silahlar var. Yapışkan bombalar ise metal yüzeyli olan Mech’ler için birebir. Bunun yanında Frizbi gibi fırlatabildiğimiz bir diğer bomba olan “Disk Grenade” ise uzaktaki cisimleri rahatça hedef alabilmeniz için düşünülmüş. Tabi bunlar yaya iken kullanabildiğimiz silahlardı. Bir de Vital Suit adı verilen ve Matrix’in 3. film olan The Matrix Revolutions’dan hatırladığımız Mech Robotlarının takılıp çıkarılabilen devasa olanlar var. Bu silahlar dev makineli Gatling Gun, büyük pompalı tüfek olan Shotgun, roketatar, füze atar, bomba atar ve top atar (Rocket Launcher, Missle Launcher, Grenade ve Cannon). Bunların yanında dev lazer ve plazma silahları, takip eden Hum lazer ve çeşitli diğer teknolojik silahlar. Tabi yakın dövüş için mekanik testere ile deliciyi de söylemek gerekiyor. Yaya iken bu devasa silahları kendimiz alıp ayakta kullanabildiğimiz gibi Mech’lere tekrar geri takabiliyoruz. Mech’lerdeki silahları içindeyken de değiştirebiliyoruz.

Robotlar

Söz Robotlardan açılmışken ne tür robotlara bineceğimizi de şöyle bir sayalım; İki ayaklı klasik olanlar en basit modelden, 2-3 defa geliştirilmişine kadar rastlayabiliyoruz. Bunlar aralarında şöyle farklılık gösterebiliyor. Bindiğinizde sizi dışarıda bırakan ve 1 kere zıplayabilen turbosuz modeller.

Sizi içine alıp zırhla örtebilen ve iki kere zıplayabilen (ikinci seferde turboyu yakıyor) gelişmiş modeller. İki ayaklı başka bir Vital Suit (VS) ise Y tuşu ile kar motoruna dönüşebilen tek silahlı ve başka silah takamadığınız bir model. 4 Ayaklı bir adet VS var. Lazer tabancası ve top mermi atışı yapabilen sabit silahlara sahip ve Y Tuşu ile tanka dönüşebilen turbolu bir model. Y tuşu turbolu VS’lerde ani manevra yapmaya, tankta ise hızlanmaya yarıyor. Oyunun sonlarında kullanacağımız VS ise bambaşka onu size sürpriz olsun diye bahsetmeyeceğim.

TPS tipi olan oyunumuz ilginç bir kontrol mekanizması kullanıyor. Hedef rkranda sabit değil. Belli bir daire boyunca serbest olarak hareket ediyor. Bu sınıra gelince de kamera dönmeye başlıyor. Eğer bu mekanizma garip geldiyse menüden değiştirebilirsiniz; fakat bana oldukça kullanışlı ve hedef almayı kolaylaştırıcı geldi. Oyundaki diğer önemli nokta ise hedef aldığınız yerdeki düşmana odaklanmayı sağlayan algılama özelliği. Bunu bence kapayın(Auto Aim). Çünkü bazen düşmanlardan başka şeyler vurmak istediğinizde zorluk çıkartıyor. Diğer bir problem ise adamımızın tam tepesine nişan alamaması. Bu size bazı anlarda zorluk yaşatabilir. Onun dışında gayet rahat edebileceğiniz bir kontrol şemasına sahip Lost Planet. Gears of War’daki “Aktif Reload” özelliği bizi şarjör takmanın ustası haline getirmiş ve ilginç zevk ve yenilik sunmuştu. Lost Planet’de ise sağ analoga tıklayarak silahımızı dolduruyoruz. Şarjörümüzün doluluk oranını ise hedefimizin altındaki yarım çemberden biraz daha küçük boyutta olan bar sayesinde görebiliyoruz.

Çevre tasarımı

Oyundaki bölümler birbirini tekrar etmeyecek şekilde yapılmışlar. Bir bölümde karla kaplı tepelerde yol alırken, diğer bölümde müthiş görünen mağarada Akrid ırkı ile mücadele ediyoruz. Boss’lar ise devasa yaratıklardan ya da sizi oldukça zorlayabilecek çeviklikte ve işlevleri iyi düşünülmüş Mech Robotlardan oluşuyor. Boss’lar hakikatten zor yapılmış; fakat işi çığırından çıkaracak kadar da yapmamışlar. Tadında bırakılmış. Her zaman karşımıza bölüm sonlarında çıkmayabiliyorlar. Bölüm aralarında çıktıklarında ise onları öldürmek zorunda değiliz; fakat öldüklerine bol bol Achivement puanı kazanıyoruz. Oyunda düşman olarak bizim gibi insan ırkı olan Kar Korsanları ve yaratık ırkı olan Akrid’ler bulunuyor. Akrid’lerin çeşitleri oldukça fazla. Oynadıkça farklı farklı düşmanlarla karşılaşacaksınız.

Save noktaları Dead Rising’de oldukça zorlayan bir etmendi. Bu defa Lost Planet’te daha akıllıca bir yol; yol gösterici ile enerji verici ünitelerin yanına gelerek, sürekli B’ye basarak uyduyu çalıştırıyor ve PDA’ya bilgi vermesini sağlıyoruz. İşlemi başarıyla tamamlayınca size hatırı sayılır bir termal enerji vermekle birlikte kayıt noktasını da aktif hale getirmiş oluyor. Oyundan çıkarken “Quit” yapıp kaydetmesini bekleyince, o noktadan başlıyoruz. Aksi oyunu tekrar baştan açtığınızda, o bölümün başından başlayınca ufak çaplı bir şok geçirebilirsiniz.

Yapımdaki problemlerden biri de maalesef yapay zeka. İleriki bölümlerde akıllansalar da Kar Korsanları gerçekten çok aptal. Size ateş etmeye çalışıyorlar vuramıyorlar. Bomba atıyorsunuz çabuk kaçamıyor ölüyorlar. Fakat ilerde daha çevik olduklarını ve yuvarlanma gibi akıllı şeyler yaptıklarını söyleyebilirim.

[Resim]

Özellikle bazukalı ve plazma silahlı korsanlardan kaçınmanız gerekiyor. Bazukanın götürdüğü enerji malum. Plazma silahı ise termal enerjinizi gerçekten müthiş derecede alıyor. Yinede yapay zekanın parlak olmadığını, hele hele Gears of War’dan sonra söyleyemem. Eğer Boss’ları geçebileceğinizi düşünüyorsanız “Hard” zorluğu düşünmeden seçin. Bir kere oyunu bitirince en zor olan “Extreme” zorluk derecesi açılıyor. Extreme’i denedim gerçekten de oldukça zor.

Teknik aksam

Grafiklerden söz etmek gerekirse gerçekten etkileyici olduklarını söyleyebilirim. Patlamalar ve duman efektleri ise gördüklerimin en iyilerinden. İç mekanlarda, özellikle mağaralardaki grafikler sizi ilk görüşte büyülüyor adeta. Yağlı boya tablosu gibi duran iç mekanlar nefes kesici. Dış mekanlar da kaliteden nasibini almış görünüyor. Karların parça parça dağılması, iz bırakması, karla kaplı ve yarısı yakılmış binalar, çeşitli tarihi köprüler vs… çok iyi yapılmış. Karakter modellemeleri bir Gears of War olmasa da Japon oyunlarından alıştığımız tarzda ve kaliteli. VS adı verilen robotlar ise her tarafları oynak ve gerçekten robota bindiğinizi size yaşatacak cinsten. Ara sahne ve demo’lar ise oyun içi motorla yapılmış. Frame Rate çok stabil.

Asıl can alıcı nokta olan yön fizik motoru. Gerek karların dökülmesi, gerek araçların parçalanması, gerekse de turuncu enerjilerin civa tarzı birleşip büyümesi bir yana;
soğuktan donan yaratıkların bizim vurmamızla onlarca parçaya ayrılması, Boss’ların yıktığı devasa büyüklükteki duvarların parçalarının etrafa saçılması adeta Ageia PhysiX testini hatırlatıyor.

Sesler ise tam yerinde ve atmosferi sağlamaya büyük ölçüde yardımcı oluyor. VS robotların kendine özgü mekanik hareket sesleri, karlar, buzların parçalanması, silahların ve patlamaların sesleri çok iyi. Karakterlerin seslendirmeleri ve Japonca’dan İngilizce’ye yapılan dublaj gerçekten kaliteli. Müzikler de gayet güzel ve film tadında.

Çoklu oyuncu

Oyunun Multiplayer kısmında Team Elemination (Takım Elemesi), Elemination (Kişisel Eleme), Post Grab (Yer ele geçirme), Fugitive (Hayatta Kalma mod’u)
bulunuyor. Multiplayer demo’sundaki tüm hatalarından arındığını ve Lobby’nin geliştiğini söylemek mümkün. Oyun sırasında yine Xbox Live’ın devrimi olan maç yaparken ortama mikrofonla konuşma yerini koruyor. Sesimizin tanınmamasını istiyorsak maskelememiz mümkün. 4 Çeşit maskeleme var. Ne dediğimiz pek anlaşılmasa da 4. maskeleme metodu sesimizi kalınlaştırıyor ve ne dediğimiz de anlaşılıyor. Player Match’de puanlama sistemi olmadan eğlencelik oynuyorsunuz. Ranked Match ise sizin Rep’inizi değiştirebiliyor ve kayıtları tutuluyor. Size önerim bir süre Player Match yapıp geliştikten sonra Ranked Match’a dalmanız. Ranked Match’de sizin bir level dereceniz bulunuyor ve durumunuza göre level atlıyorsunuz. Buna göre ödüller almanız da mümkün Örneğin level 50 olduğunuzda bir Achivement Puanı açılıyor.

Lost Planet son zamanlardaki en iyi aksiyon oyunlarından ve orijinal yanlarıyla rakiplerinden ayrılıyor. Single Player kısmını bitirdiğinizde Multiplayer kısmında yine uzun uzun takılabilirsiniz. Herkese önerebileceğim bu Capcom Klasiğini kaçırmayın.

Medieval II Total War

[Resim]

Türk Birlikleri Anadolu’ya girmişlerdi artık. Yeni vatanlarını burası olarak görmekteydiler. İlerlemelerini hiç bir kuvvet engelleyemiyordu. Caesarea kalesinin kapılarına dayanmışlardı. Türk’ün gücünü dünyanın görmesini istiyorlardı. Bu yoldan ölmek var dönmek yoktu onlar için. Tüm askerler aynı görüşteydiler. Bizans birliğinden kopmuş olan isyancıların elindeydi kale. Burası onlar için bir geçiş noktası, ilerleyişin çetin bir adımı idi aslında. Durmak yok dediler. “Yüce yaradan bizim yanımızdadır, elbet yardımı bizimle olacaktır” diyorlardı. Başarıları sanki bunu kanıtlar gibiydi. Caesarea kalesinde çetin bir harp başlamıştı. Ellerinde küçük mancınıklar vardı Türk birliğinin. Düşman kalesine bombardımana başlamışlardı. Herkesin yüreğinde heyecan ve garip bir mutluluk vardı. Türk ocağının ateşi her geçen gün daha gür yanıyordu. Bu ateşi yüreklerindeki heyecan ve ateşle harlayacaklarından emindiler.

Kale duvarlarının çökmesiyle büyük Türk kumandanından saldırı emri geldi. Harp anıydı artık. Ölüm anıydı. Gözlerinde öleceklerini bilseler dahi en ufak korku belirtisi yoktu. Düğüne gider gibiydiler sanki. O kadar istekliydiler. İmanları korkularını tamamen bastırmış görünmekteydi. Düşman askerlerinde ise korku ve endişe hâkimdi. Türk birlikleri tüm ihtişamlarıyla karşılarındaydı. Kalenin duvarlarına ve kapılarına dayanmıştı sonunda birlikler. Çarpışma başlamıştı. Var güçleriyle savaşıyorlardı. Karşılarındaki düşmanın zırhına cüssesine bakmıyorlardı, sadece kılıçlarını, mızraklarını sallamaktaydılar. Kalenin yıkılan duvarları, yıkılan kapısı arasından birlikler düşmanı yavaş yavaş geri püskürtmeye başlamışlardı. Muzafferiyetin ilk adımıydı bu. Düşmanı kalenin merkezine doğru geri püskürttüler. En iyi birimler meydanda beklemekte, karşılaşacakları Türk birliğine olanca güçleriyle saldırıp geri püskürtmeyi planlamaktaydılar. Kale duvarlarının sol tarafından gelen bir düşman piyade birliği Türk birliklerini bir anlık gafil avlamış ve büyük zafiyete yol açmıştı. Fakat cesur Türk askerleri bu bir anlık saldırıyı atlatmayı başardılar. Birlikler şehrin etrafına serpiştirilmişçesine duran evlerin ve devlet binalarının arasından 3 kola ayrılmış şehrin merkezine doğru ilerlemekteydiler.

Artık fethin son noktasına doğru gidiyorlardı. Atlar bile askerlerin heybetine heybet katarcasına yürümekteydiler. Meydana yaklaşınca 2. hücum emri geldi. 3 kola ayrılmış olan tüm birlikler hep birlikte saldırıya geçtiler. Bu noktadan sonra artık dönüş yoktu. Ya ölüm ya istiklal diyerek saldırıyorlardı. Şehrin meydanında toplanmış düşman birlikleri var güçleriyle savunuyorlardı kalelerini. Türkler hem ilerlemek hem iyi yönetilemeyen bu topraklara huzur getirmek amacıyla burayı almak istiyorlardı. Savaşıyorlardı. Gözlerinin önünde arkadaşları ölen askerler daha bir hırs ile savaşıyorlardı. Düşman birlikleri büyük bir hızla azalmaktaydı. Düşman komutanı savaşın ortasında kalmış son ana kadar mücadelesini sürdürüyordu. Fakat çok asker kaybetmişler, Türk birlikleri ise sanki hala savaşın başındaymışçasına kalabalık görünüyorlardı gözüne. Bitmişti aslında savaş onlar için ama burası şehir meydanıydı. Kendi topraklarıydı. Kaçacak hiç bir yer yoktu. Düşman komutanı tüm askerlerini kaybettiği anda bile savaşmaya devam etti. Ta ki kahraman bir Türk askeri onu atından düşürüp esir alıncaya kadar. Savaş bitmişti artık. Türk gücünü bir kez daha göstermişti dünyaya. Düşman komutanına ve diğer esirlere hiç bir kötü muamelede bulunulmamıştı. Onlara buradan gitmeleri için süre verilmiş, kale emiri ve diğer devlet görevlileri de aynı şekilde Türk birliklerinin kontrolünde kaleden uzaklaştırılmışlardı. Artık Türk Milleti’nin önünde ilerlemelerini engelleyebilecek hiç bir neden yoktu. Daha şimdiden Bizans’ı korku salmaya başlamıştı. Türkler tüm güçleriyle ilerlemekteydiler.