Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375
Şubat « 2008 « Gamez

Şubat, 2008 için arşivler

FlatOut 2


En sevdiğim tür yarış oyunları olduğundan her ay elimden geldiğince bir tane yarış oyunu incelemeye çalışıyorum. Flatout’u oynamayanların sayısının çok az olduğu kanaatindeyim, zira oyun geçtiğimiz sene piyasaya çıkmış ve PC sahiplerini sevindirmişti. Çünkü bu tür oyunlar genelde konsol ortamında kök salıyor ve PC’ye pek aktarılmıyor. Sağolsun, Flatout bu gidişata bir dur demişti ve PC oyuncularının da kırmalı, dökmeli, uçmalı yarış oyunları oynamasını sağlamıştı. İşte kısa bir aradan sonra oyunun ikincisiyle beraberiz. Neler değişmiş, neler eklenmiş, oyun daha güzelleşmiş mi, biraz sonra göreceğiz.

KLİŞE İÇERİK
Yarış oyunlarının çoğunda bilindik bir içerik vardır. Nedir bu? İlk olarak basit bir araba alırsınız, yavaş yavaş gidip kolay yarışları kazanırsınız ve para biriktirmeye başlarsınız. Sonra yeni yeni yarışlar ve arabalar açarsınız, sonra da paranızı harcayıp yeni arabalar alır ve daha hızlı yarışlara geçersiniz. İşte Flatout da tam olarak bu klişenin destekçisi olsa gerek ki her şey demin dediğim gibi gelişiyor. Hatta bu geyik o kadar ilerliyor ki eğer para kazanınca o basit arabanıza upgrade yapmazsanız, yarışları kazanmak çok zor hale gelebiliyor. Yani öyle paramı biriktireyim, upgrade ayaklarına girmeden direkman yeni araba alırım� derseniz yarışlarda zorlanabiliyorsunuz. Bu olay aslında çekirdek yerken teker teker yemeyip de ağzınızda 40 tane çekirdeği biriktirmeye ve hepsini birden yeme kuntizliğine benziyor. Dilinizin her yanına çekirdek kabukları batıyor. Sakin yiyin çekirdekleri, bir yere kaçmıyorlar.

Oyunumuz üç ana araç ve dolayısıyla parkur kategorisine sahip. Bunlar Derby, Race ve de Street. Derby, adı üstünde ilk oyunda da en çok gördüğümüz arabaları, yani etrafı darma duman etmek için tasarlanmış arabaları içeriyor. Dolayısıyla yarışlarda da parkurun etrafında dağılan, dökülen bir sürü şey var. Race için Street ve Derby�nin arası gibi diyebiliriz. Street ise çok daha hızlı arabalar ile kumda, toprakta gitmekten ziyade şehir içine kurulmuş parkurlarda yarıştığımız parkurları içeriyor. Eğer Xbox 360 için Full Auto oyununu oynadıysanız, Street’in neye benzediği hakkında daha iyi bir fikre sahip olabilirsiniz. Ne yazık ki Street modunda kontroller hiç iyi değil.

MİNİK STUNTÇIKLAR
Hiç şüphesiz, ilk oyunu diğer yarış oyunlarından farklı kılan ve de en çok sempati toplayan bölüm, arabanın sürücüsünü (yani kendimizi) ön camdan fırlatarak �top� modunda havalarda uçtuğumuz Stunt moduydu. Gerek �gülle� olduk, gerek bowling topu olduk, gerek dart olduk, sürücüyü oradan oraya fırlatıp bir şeyler yapmaya çalıştık. Siz de benim gibi en çok bu bölümden hoşlananlardansanız Flatout 2’de tam 12 tane Stunt oyunu olduğunu duyunca sevineceksiniz. Yerimiz kısıtlı olduğundan her birini teker teker açıklayamayacağım ama isimlerini söylemek istiyorum, artık herkes hayal gücünü veya genel kültürünü kullanıp bunların ne olduğunu anlasın: High Jump, Bowling, Ski Jump, Curling, Stone Skipping, Ring of Fire, Field Goal, Royal Flush, Basketball, Darts, Baseball ve Soccer.
Yeni oyunlar içinden en çok Soccer’ı sevdim. Bir yokuştan aşağıya tüm hızımızla iniyoruz ve yolun bittiği yerde camdan dışarı fırlıyoruz. Frikik kullanıyormuşuz gibi bir durum söz konusu burada. Kalenin önünde dev gibi defans oyuncuları ve de sağa sola hareket eden bir kaleci var. Direklere ve çatala ne kadar yakın bir şekilde gol olursak (her iş bitti, bir de gol oluyoruz!) o kadar yüksek puan alıyoruz. Bu oyunlardan Royal Flush da zevkli ancak çok zor. Bana açık olarak poker destesi versen Royal Flush yapamam, adamı karta çarptırarak nasıl yapayım bilader Diyeceğim odur ki normal yarışlardan daha çok bu bölümde zaman harcayacaksınız. Özellikle arkadaşlarınızla turnuva usulü oynuyorsanız zevk de katlanıyor.

RAG DOLL OLAYLARI
Gerek normal yarışlar, gerek Destruction Derby�ler, gerekse demin bahsettiğim ufak oyunlar olsun, oyunun fizik motorunun farklı olduğunu ancak �iyi� olmadığını belirtmek istiyorum. İlk oyunda sürücüyü böyle et yığını gibi sağa sola fırlatınca hepimiz zevk almıştık ancak bu oyunda artık bu da alışılmış bir şey olduğu için gözüme güzel yanlarından öte çirkin yanları çarpmaya başladı. Oyunun motorunda bir takım hatalar / mantıksızlıklar var. Örneğin bazen ufacık bir ağaca çarpınca araba haşat oluyor. Bazen daha büyük bir ağaca çarptığınız halde bu kez ağaç kökten kopuyor. Hadi onu da geçtik, bazen huniye çarpıyorsunuz ve huni azıcık ileri uçuyor ama dikkat ettim her defasında o inşaat alanındaki el arabasına çarptığımda koca el arabası sanki sapanla fırlatılmış gibi onlarca metre ileriye uçtu. Ben kendimden biliyorum (kullanmışlığım vardır bitirme projesini yaparken) o el arabası denen aletin boşu bile en az 50 kilo vardır. Koca demir yığınının öyle uçmaması gerekiyor. Ayrıca bazen nesneler arabanın önüne mıknatıslıymış gibi yapışıyor.

Oyunun derin olduğunu zaten söylemiştim ama adamlar akıllarına gelen her malzemeyi oyuna eklemişler. Örneğin oyun içinde uydurmasyon karakterler/yarışçılar var. Bunların pek bir işe yaradıkları yok ama işte ortaya karışık meze moduna girip bunları da dâhil etmişler. Ayrıca oyunda nitro özelliği de var. Herhangi bir şekilde arabayı havalandırdığımızda nitro dolmaya başlıyor ve nitroyu kullandığımızda Burnout�dakine benzer (bkz. araklamak) bir blur efektiyle karşılaşıyoruz.

SYMPHONY OF DESTRUCTION
Kısa yazılarımda oyunların müziklerinden pek bahsetmiyorum ancak bu oyundakileri es geçmek olmaz. Adamlar harbiden çok kaliteli bir soundtrack hazırlamışlar. Rob Zombie�den tutun Nickelback�e, Megadeth�ten tutun Audioslave�e kadar bir sürü rock/metal grubunun parçaları var oyunda. Megadeth�in en sevdiğim (ve de solosunu çalmaya çalışırken hala bocaladığım) şarkısı olan Symphony of Destruction oyundaki en iyi parça bence. Çok iyi bir seçim olmuş�

Eğer konsol dünyasından hoşlanmıyorsanız ve konsol sahibi arkadaşlarınızın �olm Burnout acayip bir şey lan�, �ya baba geçen Full Auto�da bir binayı yıktım, görecektin� laflarından bunaldıysanız bu oyunu alabilir ve de �ya abi bende de Flatout 2 var, Burnout serisi veya Full Auto kadar iyi değil ama idare ediyoruz işte� diyebilirsiniz. Buna güzel Türkçemizde �koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir� diyoruz. Siz benim ne demek istediğimi anladınız, oyun Burnout kadar iyi değil ama PC�de o zevkin bir gömlek altını yaşatacak kadar iyi. O yüzden PC sahiplerine Flatout 2�yi mutlaka öneriyorum. Ayrıca oyunun Xbox ve PS2�ye de çıktığını hatırlatalım. Bir sonraki yazıda görüşene kadar hepinize hoşça kalın diyor ve sevgi dolu saygılarımı sunuyorum�

ARTILAR
Bir sürü oyun modu ve de eğlenceli ufak oyunlar, etrafın parçalanabilir olması, nesnelerin sağa sola uçmaları, orijinal müzikler.

EKSİLER
Fizik motorunun bazen sapıtması, Race klasmanındaki arabaların sürüşlerinin çok alakasız olması, markalı arabaların eksikliği.

Grafik: 4/5
Ses: 4/5
Oynanabilirlik: 4/5
Eğlence: 4/5
Multiplayer: 3/5

FlatOut


Career, Quick Race ve Time Trial, oyundaki modlar. Buraya kadar şaşırtıcı pek bir şey yok. Diğer yarış oyunlarındaki klasik modlar FlatOut�ta da var. Ancak Career�a tıkladığınız zaman bambaşka bir oyunla karşılaşıyorsunuz. Normal ve Professional zorluk derecelerinden birini seçtikten sonra bir dizi eski model arabadan istediğinizi satın alabiliyorsunuz. Başlangıçta paranız olmadığı için çok fazla seçim şansınız olmasa da, sonradan kazandığınız paralarla yeni bir araba satın alabiliyor veya elinizdeki arabayı modifiye edebiliyorsunuz. Araba seçim ekranının ardından Bronze kategorisindeki yollarda yarışmaya başlıyorsunuz. Burada yapmanız gereken şey, ilk üçe girmek. İlk üçe girdiğiniz hem para kazanıyor, hem de yeni bir yol açmış oluyorsunuz. Bronze�u bitirdikten sonra da sıra Silver�a geliyor. Burada rakipleriniz daha hızlı, daha saldırgan ve daha kızgın bir şekilde çıkıyorlar karşınıza. Tabiî buna hazır olmanız gerekiyor.
Oyunda para kazanmanın tek yolu rakiplerinizle yarışıp dereceye girmek değil. Bronze�un (veya o anda hangi derecede yarışıyorsanız) yanında bir de Bonus seçeneği var oyunda. İşte FlatOut�u diğer yarış oyunlarından ayıran, oyunun eğlenceisini katlayan bölüm. Yine normal yarışlarda birinci olduğunuzda Bonus�taki mini oyunlar yenileniyor. Peki bunların arasında neler var? Longjump (uzun atlama), Highjump (yüksek atlama), Demolition Dash (Destruction Derby modu), Circle of Eight (sekiz çizmek), darts, bowling, Bonus�ta oynayabileceğiniz mini oyunlardan birkaçı. Farkındayım, bunlar bir araba yarışı oyunu için şaka gibi. Ama yapımcılar mod konusunda sınırları zorlamışlar.
FlatOut�un bir diğer farkı da kazalar. Büyük kazalarda sürücü arabanın içinden fırlıyor ve bu size ufak-tefek çarpmalardan daha fazla zaman kaybettiriyor. Kazalarda adamınız ön camdan fırlayıp diğer arabanın arka camından içeri girebilir. Bunlar FlatOut için çok normal sahneler. Ama Bugbear bunu çok güzel bir şekilde kullanmış. Bonus�taki modların çıkış noktası da bu.Uzun atlamada arabayla hızlanıyor ve yolun sonuna yaklaşırken Nitro tuşunda iyi bir zamanlamayla basılı tutup tuşu bırakarak sürücünün arabanın içinden fırlamasını sağlıyorsunuz. Ardından, Olimpiyat gibi düzenlenen arenadaki uzun atlama pistinde adamınız sürükleniyor.
FlatOut�un son yıllarda oynadığım en eğlenceli ve en heyecanlı yarış oyunu olduğunu söyleyebilirim. Sadece Bonus’taki modlar bile bu oyunu almanız için başlı başına bir sebep.

Dune 2000


Oyunun grafik çözünürlüğü 640*400, arabirimi de C&C’nin ilk bölümü ile neredeyse aynı, bu yüzden C&C’ye çok fazla benziyor. Red Alert’in üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen grafik çözünürlüğün 640*480’e çıkamamış olmasını doğrusu Westwood’a yakıştıramadım. Westwood bu eksikliği bazı özel efektlerle gidermeye çalışmış, mesela kum canavarı küçük yıldırımlar çakıp, “Geliyorum” diye mesaj veriyor, patlamalar sırasında dört bir yana parçacıklar savruluyor, ancak bu yine de grafikleri kurtarmıyor, özellikle de ünitelerin grafikleri Dune II’den bile kötü. Oyunun üzerinde en çok uğraşılan kısmı ise, hiç kuşkusuz ara sahneleri, onlara bir sözümüz yok.
Oyunda hemen hemen hiçbir yenilik olmadığı göze çarpıyor. Red Alert oynadıysanız Dune 2000’de hiç yabancılık çekmeyeceksiniz.
Üç farklı kabile olmasına rağmen bunun oyun üzerinde Starcraft’taki gibi farklı bir etkisi yok, yine hemen hemen aynı ünitelerle oyunu bitiriyorsunuz. Bu da oyunu farklı ırklarda bitirme hevesinizi kursağınızda bırakıyor. Oyunun üç tane zorluk derecesi var (bu arada oyunu ilk çalıştırdığınızda zorluk seçimi yapamıyorsunuz, oyundan çıkıp yeni bir oyun başlatmanız gerekiyor), ancak bu zorluk derecelerinin ünite ve bina maliyetleri dışında oyuna herhangi bir etkisini gözlemlemedim, yapay zeka hep aynı. Yine Starcraft’la bir benzetme yapacağım, Zergling’ler bile Dune 2000’deki en akıllı ünitenin yanında Einstein gibi duruyor. İlk beş görev komik derecede basitken, daha sonraki görevler ise sinirinizden klavyenizi yemenize yol açabilecek kadar zor. Siz daha ilk betonunuzu atmaya hazırlanırken, birden üsse doğru abartı bir tank saldırısı başlıyor.
Bu arada seslendirmeler gayet başarılı ve oyun sırasında orkestral müzikler dinleyebiliyorsunuz. Ama yine de Dune 2000’i bir kere bitirmiş birinin bu oyunu arşivinden bir daha çıkarmayacağına dair herkesle bahse girmeye hazırım. Dune manyağı iseniz (kitabını okuyup, filmini de izlediyseniz), bu oyunu alın ve oynayın derim. Aksi takdirde, sakın haaa!

Blade Runner


Anlaşılan oyun dünyası da geçmişe özlem duyuyor. Ridley Scott’ın aynı adlı efsane filminden uyarlanan Blade Runner bir kez daha sahnede. Bir Kopya Avcısı olarak göreviniz belli ama olaylar sizi farklı kararlar vermeye yöneltebilir ve unutmayın ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Yoğun sis altında neonların aydınlattığı bir Los Angeles üzerindeki giz perdesini kaldırmak için sizi beklemekte. Davayı çözmek için karakterleri sorgulayacak, deliller toplayacak, analizler yapacak ve zaman zaman da silahınıza davranmak durumunda kalacaksınız. Blade Runner görsel anlamda inanılmaz. Mekanların çoğu filmden uyarlama ve oyuna Vangelis’in film için bestelediği soundtrack eşlik ediyor.

Blackmoon Chronicles


Blackmoon Chronicles, ünlü bir Fransız çizgi romanının konusundan esinlenerek hazırlanmış, tahmin edemeyeceğiniz kadar sağlam bir oyun. Sıra tabanlı ve Real Time stratejiyi bünyesinde birleştirmeyi oldukça iyi bir şekilde başarmış. Alıştığınız Real Time Stratejilerden bazı farklılıklar taşıyor. Oyun Wishermill adında bir karakter etrafında gelişiyor. Oyuna başladığınızda tek seçeneğiniz olan Initiation senaryosunda uzun süre Wismerhill’ı tek başına yönetiyorsunuz, bu sırada ak sakallı (ama köse) bir dede size tavsiyelerde bulunuyor. Bir nevi Training olayı. Eğer bu senaryoyu tek parça halinde geçebilirseniz, oyundaki dört ırktan istediğinize katılıp yolunuza devam edebiliyorsunuz. Toplamda altmıştan fazla görev var, bunlara haritada karşılaştığınız diğer ırkların ordularıyla yapılan meydan muharebelerini katmıyorum bile. Yani elimizde sizleri uzun süre oyalayacak bir oyun var.
Konusu bellil bir senaryoya bağlı olan oyunda özellikle kahramanlar çok kilit bir konumda. Eğer güçlü bir büyücüye sahipseniz herkesi ezip geçiveriyorsunuz. Rakiplerinden çok daha farklı olan yapısı ve değişik oynanabilirliğiyle sizi oyalayacaktır. Özellikle müzikleri bir harika…