Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375
Mayıs « 2008 « Gamez

Mayıs, 2008 için arşivler

Crysis’i Neden Orjinal Almalı?

Yıllardır Süren Kısır Döngü

Bunun niye böyle olduğunu biraz açayım isterseniz. Türkiye’de orjinal oyunların satılmasının önündeki büyük engeli, kısır döngüyü anlamalıyız önce.

– Türkiye’de orjinal oyun satılmıyor çünkü bu ülkenin şartlarına göre çok pahalı oyunlar
– Öyleyse firmalar Türkiye’ye daha ucuz fiyat uygulasalar orjinal oyun satılır
– Ama Türkiye’de fiyatlar İngiltere ve AB fiyatlarının altında olursa birisi burdan oyunları toplar, oralara kaçak olarak satıp firmaları zarara uğratır (geçmişte çokça yaşandı)
– O zaman oyunları tamamen Türkçe yapsınlar, Türkçe konuşan, Türkçe yazılı bir oyunu AB’ye satamazlar.
– Ama Türkiye’de orjinal oyun satılmıyor, şu an ki satış adetleri Türkçeleştirme masraflarını bile kurtarmaz.

Yıllaryılı bu kısır döngü yüzünden bu ülkede orjinal oyun satılmadı ve orjinal alan arkadaşlar da cidden yüksek fiyatlara ciddi bir fedakarlık yaparak aldılar. Ülkemizde vergiler yüksek olduğu için bugün orjinal oyun alan biri AB ve ABD’deki bir oyuncudan daha fazla para ödemek zorunda. Oyun ithalatçıları kendi kâr marjlarından kısarak bu fiyatları dengelemeye çalışıyor. Ama konsol oyunlarında olduğu gibi ithalatçı firma kendi hissesinden düşürmezse astronomik fiyatlara çıkıyor oyunlar.

CRYSIS Neden Bir Şans?

Yerli Kardeşler hiç bir maddi kaygı olmadan, ciddi zararlar etmeyi göze alarak Crysis’in Türkçeleştirmesini sağladılar. Tek dertleri ülkelerine fayda sağlamak, Türk oyuncularına bir hediye verebilmiş olmak. Dünki görüşmemizde de defalarca üstüne basarak “Eğer CRYSIS bu ülkede satılırsa, diğer firmalar da Türkiye’nin potansiyelini görür ve oyunlarını Türkçe çevrimi ile çok daha ucuza satmaya başlarlar” dediler. Gerçekten de CRYSIS başarılı olursa yıllardır içinde olduğumuz kısır döngüyü kırıp, gelişen bir oyun sektörü oluşturabiliriz. Bunun faydaları şunlar olur:

– Bütün oyunlar Türkçe olur, oyunları kendi dilimizde, adam gibi anlayarak oynarız. Yarım yamalak anladığımız, bir yandan oynarken bir yandan sözlük karıştırdığımız oyunlar mazide kalır.
– Bugün orjinal oyun alan arkadaşlar bunun yarı fiyatına almaya başlarlar oyunları.
– Orjinal oyun ESRB ve PEGI gibi sistemleri kullandığından oyuncuların yaşlarına uygun oyunlar almaları sağlanır. Medya’nın oyunlara saldırmak için bir gerekçesi kalmaz.
– Oyunlarımız orjinal olunca tüm oyunları adam gibi resmi sunucularından çok kişili oynamaya başlarız. Hem daha çok zevk alırız oyunlardan hem de profesyonel oyunculuk gelişir.
– Türkiye’de oyun geliştirmeye çalışan firmaların önü açılır. Bugün bir Türk firması yabancı bir dağıtımcı ile görüşme yaparken ilk sorulan ve asla cevaplanamayan soru “Siz kendi ülkenizde kaç oyun satabilirsiniz ki?”. Bu soruya cevap verebildiğimiz gün EA, Ubisoft, Vivendi gibi firmalar Türk geliştiricilerini desteklemeye başlayacak, bu ülkede oyun geliştirmek maceraperestlik ya da hobi olmaktan çıkıp gerçek bir iş haline gelecek.
– Oyunlar çok daha geniş kitlelere yayılır. Bugün pek çok casual oyuncu kopya oyun almak yerine hiç almamayı tercih ediyor.
– Kopya oyunlar üzerinden yayılan virüsler azalır.
– Bütün dünya bizi yazılım hırsızı olarak bilmez.

Ama CRYSIS başarılı olmazsa bundan sonra oyununu Türkçeye çevirmeyi düşünen firmalar CRYSIS bile satmadıysa bizim hiç şansımız yok, boşuna uğraşmayalım diye düşünecekler haklı olarak. Türk elinden çıkma, yılın en bomba oyunu, %100 Türkçe ve seslendirmeleri çok başarılı, fiyatı sadece 49 YTL (Kimi yerlerde 46’ya kadar düşürüyor) bir CRYSIS satmazsa bu ülkede, hangi oyun satar?

TÜRKÇE CRYSIS’i KOPYALATMA, KOPYASINI SATTIRMA

Az önce bu oyunun Türkçeleştirilmesinin bizlere bir hediye olduğunu söylemiştim değil mi? Bu hem de sadece seslendirmesi için 75.000$ harcanmış bir hediye. Yerli Kardeşler bu 75.000$’ın havaya gidebileceğini bile bile yıllar süren bir kararlılıkla yaptılar bunu. Bu bir hediye, yani artık bizim. Burda bir oyunun satış rakamını veya EA’in mali tablolarını tartışmıyoruz, Türk oyun sektörünün geleceğini konuşuyoruz. Bu bizim geleceğimiz, yıllarca daha kopya oyunlara mahkum kalmak istemiyorsak, adam gibi orjinalinden oynamak istiyorsak bütün oyunları ve bunun için eskisinden daha az ödemek istiyorsak işte fırsat, işte şans ve emin olun bu son şans. Bu oyunu başarıya ulaştırmak zorundayız. Yoksa ikinci bir CRYSIS olmayacak.

Neler Yapabiliriz

Türkçe CRYSIS’in başarılı olmasının ilk şartı kırılmaması elbette. Ancak İngilizce versiyonu şimdiden kırıldı ve Yerli kardeşlerin söylediğine göre bir dil kırıldı mı diğerlerini kırmak pek zor değil. Yine de orjinal Türkçe’si çıkmadan kopyası çıkamaz. Bu yüzden hareket etmek, birşeyleri değiştirmek için vaktimiz var. Benim aklıma gelen yapılabilecekler şunlar.

– Tüm arkadaşlarımızı oyunun orjinalini almaya ikna edelim. Kopyasını alan arkadaşlara aslında kendilerine kötülük yaptıklarını anlatalım.

– Genelde hack ve crack grupları gururlu kişilerdir ve dertleri yazılım devlerinin kullanıcılarını sömürmesine karşı çıkmaktır. Tanıdığınız crack gruplarına ulaşıp bunun ne kadar önemli olduğunu, CRYSIS’i kırmanın nasıl bir zarar vereceğiniz anlatalım.

– Kopya oyun satan dükkan sahiplerine ricada bulunalım Türkçe’sini satmamaları için. Bu oyun tutarsa ileride orjinal oyun satabileceklerini 2 milyona oyun satıp 1 milyon kazanacaklarına 50 milyona oyun satıp 10 milyon kazanacaklarını, baskınlardan korkmaları gerekmiyeceğini anlatalım.

– Elimizden geldiğince her yerde bu davanın sesini duyuralım, basında tanıdıklar varsa bu konuda haber üretmelerini istiyelim, forumlara ve topluluk sitelerine yazalım.

– Oyunlarla ve bilişimle alakalı her türlü websitesi, dergi, gazete köşesinden bu kampanyaya katılmalarını istiyelim. Bu kampanya Oyungezer’in değil Türk Oyuncularının kampanyası. Bu sayfada yazan herşeyi benim ya da dergimizin ismini kullanmaksızın olduğu gibi alabilir isteyenler. İsterlerse kendi kampanyaları gibi duyursunlar hiç sorun değil, yeterki herkes desteklesin bu davayı.

Benim aklıma gelenler şimdilik bu kadar. Ama lütfen siz de bu konuda düşünün somut öneriler getirin. Elbette ben 49 YTL de vermem bir oyuna illa kopyasını oynarım diyenler çıkacaktır. Ama onlar da İngilizcesini oynasın bir zahmet. En azından Yerli kardeşlerin özverisine ihanet etmemiş olurlar, vicdan azabı çekmeden oynarlar. Birileri bu oyunun kopyasını satacaksa da İngilizcesi olsun bu. Biz Türkçe CRYSIS’i sonuna kadar koruyalım.


Turning Point Fall of Liberty

Turning Point: Fall of Liberty ilk duyurulduğu zaman oldukça heyecanlanmıştım. Vaat ettiği yenilikleri ve hikayesi ile en çok beklediğim oyunlar listesine üst sıralardan girmeyi hak etmişti. Sonuçta duyurulduğu zamanlarda ortalık 2. Dünya Savaşı konulu oyunlardan geçilmiyordu. Turning Point: Fall of Liberty’de de konu olarak 2. Dünya Savaşı işlenecekti ancak savaşın öteki yüzü gösterilecekti. Eğer Amerika savaşı kazanmasa ve Almanya durdurulmasa ne olacaktı? İşte Turning Point: Fall of Liberty’de bize tüm bu soruların cevaplarının verileceği belirtiliyordu. Oyunun geliştiricisi 2004 yılında bize başarılı Call of Duty: Finest Hour’u sunan Spark Unlimited’dı. Bu yüzden oyunu daha büyük bir heyecanla bekliyordum. Oyun piyasaya sürülene kadar yapımcı firma bizi oyundan yeni ekran görüntüleri ve videolarla oldukça heyecanlandırdı. Nihayet bir sıcak Mart sabahı (Mart ayının sıcak olduğunu da ilk benden duyun, ama sıcaktı gerçekten o gün) oyun piyasaya sürüldü. Peki bu oyun gerçekten bizlerin heyecanla beklediği ve sıradan 2. Dünya Savaşı oyunlarının arasından sıyrılabilmiş bir oyun mu? Bu soruya yazının devamını okuyun diyerek cevap vermek isterdim, ancak bu kez bir değişiklik yapacağım. Bu oyun bu sene oynadığım en kötü FPS oyunlarından bir tanesi ve tamamen bir hayal kırıklığı başka birşey de değil. Evet, şimdi isteyenler yazının devamını okuyabilirler.

2. Dünya Savaşı Eğer Bildiğimiz Gibi Sonlanmasaydı Ne Olurdu?

Turning Point: Fall of Liberty aslında hayli ilginç bir konuya sahip (yapımcı firmanın bu güzel konuyu nasıl harcadığını görmek ise işin en ilginç tarafı). Oyunumuzun konusu alternatif bir tarih üzerine kurulmuş. Herşey 2. Dünya Savaşı’ndan 8 yıl önce yani 1931 yılında Winston Churchill’in bir taksi kazası sonucu ölmesi ile başlıyor ve oyun bize Winston Churchill’in liderliği olmadan Avrupa’da ve tüm dünyada neler olabileceğini anlatıyor. 1940 yılında Almanlar tarafından İngiltere, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Sovyetler Birliği ve Avrupa’nın geri kalan kısmı işgal ediliyor. Almanlar bununla da sınırlı kalmıyor Japonlarla ittifak sağlayıp 1953 yılında Amerika’ya saldırıyorlar ve oyunumuz işte tam bu noktada başlıyor. Turning Point: Fall of Liberty’de New York’ta bir çalışan inşaat işçisi olan Dan Carson isimli karakteri yönetiyoruz (inşaat işçisi acaba nasıl bu kadar iyi silah kullanabiliyor diye soruyorsanız bunu biz de bilmiyoruz, en yakınınızda bulunan bir inşaat işçisine bu soruyu sorabilirsiniz). Carson inşaatta çalışırken karşısında birden Alman zeplinlerini görüyor ve kaçmaya başlıyor. Bu tür tüm oyunların aksine Turning Point: Fall of Liberty’deki amacımız tüm savaşı tek başına kazanmak değil, sadece hayatta kalmaya çalışan bir insanı yönetiyoruz (tabii sadece oyunun başlarında). Oyun boyunca New York, Washington ve Londra gibi şehirlerde dolaşıp Nazi avlıyoruz. Evet, sadece Nazi avlıyoruz başka da birşey yapmıyoruz. Oyunumuz oldukça sığ bir hikaye akışına sahip, hatta hikaye akışına sahip olduğunu söylemeye bile dilim varmıyor. Güzelim hikayeyi bu kadar kötü bir şekilde işleyen bir oyun daha olduğunu sanmıyorum. Ah pardon Soldier of Fortune: Payback’i unutmuşum, gerçi onda hikaye de yoktu ama olsun.

Penumbra Black Plague

Fhilip, 30 yaşında bir fizikçi… Herşey annesinin ölümünden sonra babasından gelen esrarengiz bir mektupla başladı. Mektupta yazanlardan yola çıkarak Grönland’da terk edilmiş bir madene kadar geldi Philip, babasını bulma ümidi ve kafasındaki bir çok soru işaretiyle. Fakat aradığı cevapları bulmak bu eski, terk edilmiş, karanlık ve olabildiğince ürkütücü ortamda pek de kolay olmayacaktı onun için.

2006 Teknoloji Demosu

Böyle başlıyordu Penumbra’nın hikayesi. Oyun yapmaya gönül vermiş 2 amatör bu oyunla yüreklerimizi hoplatmayı fazlasıyla başardılar. Kendi evlerinde geliştirdikleri ve HPL Engine adını verdikleri oyun motoruna sürükleyici, gerilimli ve bulmacalarla dolu bir senaryoyla can vererek karşımıza çıktılar. Geliştirdikleri motorun yapabileceklerini 2006 yılında bedava yayınladıkları bir teknoloji demosuyla gözler önüne serdiler. Bu demoyla Penumbra’nın oynarken bizi bazen gereceğini, bazen korkutacağını, bazen de fazlasıyla düşündüreceğini anlamıştık.Klasik FPS oynanışının dışında bir oyunanışa sahipti bu demo. Bu tarza aslında Adventure-FPS desek daha doğru olur. Daha önce 2006 yılında çıkan Call Of Cthulhu : Dark Corners Of The Earth tarzında bir oynanışa sahip Penumbra. Fakat Call Of Cthulhu’ya ek olarak Newton Game Dynamics’in gelistirdiği fizik motorunu kullanarak bulmacaların çok daha gerçekçi olmasını sağlamış Frictional Games.

Overture

Birinci bölüm olan Penumbra: Overture 2007’nin Mart ayında oyuncularla buluştu ve yayınlanan demoya rağmen çok büyük kitleler tarafından beklendiği söylenemezdi. Fakat oynayan herkesi memnun etmeyi ve hikayenin devamı için bir sene daha merakla bekletmeyi başardı. Peki neydi Penumbra’da bizi içine çeken şey? Harika grafikleri mi, muhteşem ses efektleri mi yoksa müzikleri mi? Hayır, sadece sıradışı oynanışı ve harika atmosferiydi. Gerçek zamanlı gölgeler, olabildiğince az ışık kaynakları, sesler ve daha birçok öğe atmosferi destekliyor, olabildiğince ürkütücü bir ortam oluşturuyor. Bu atmosferin üzerine bir de zekice kurgulanmış gerçekçi bulmacalar eklenince oyun tadından yenmez bir hal alıyor. Overture’da, bizimle madendeki megafonlar ile bağlantı kuran ve kendine Red diyen birisi sesiyle bize eşlik ediyor ve sayesinde ayakta kalabiliyoruz. Bulmacaları bir bir çözüp oyunun en heyecanlı olduğu bir anda ışıklar sönüyor ve Black Plague’a geçme zamanı geliyor.

Black Plague

Teknik olarak Black Plague, HPL Engine eklenen bazı yeni efektler dışında bir çok özelliğiyle Overture ile aynı. Fakat üzülerek söylemeliyim ki Black Plague’nin fizik motorunda bazı aksaklıklar baş gösteriyor. İlk oyunda objelerin birbirlerinin içinden geçmesi gibi olaylara neredeyse hiç rastlamamışken Black Plague’da bu durum sürekli göze batıyor malesef. Grafik konusunda ilk oyundan farklı olarak su efekti, buzlu cam efektleri (refraction), heat haze gibi yeni efektler eklenmiş.

FIFA Interactive World Cup

FIFA Interactive World Cup, Sony PlayStation ve FIFA sponsorluğunda yapılan bir interaktif dünya kupası. İlk olarak 20′den fazla ülkeden katılımcı ile online elemeneler yoluyla başlayacak turnuva, 32 oyuncunun katılımı ile, finale giden yolda tüm heyecanı ile sürecek.

Turnuvaya kayıtlar ise başladı. Online elemeler PlayStation Network üzerinden yapılacak. Ve online elemelerde başarılı olan 32 oyuncu, final için Berlin’deki Sony Center’a davet edilecek. Turnuvanın bu seneki ödülü ise, 20.000 $. 2006 yılının Aralık ayında, Westergasfabriek, Amsterdam’da 17 yaşındaki Andres Smit’in kazandığı ve 5.547 oyuncunun katılımı ile gerçekleşen turnuvaya katılımın bu sene artması bekleniyor.

Rainbow Six Vegas 2

Ne zaman üzerinde Tom Clancy yazan bir oyun piyasaya sürülse, o oyunu içeriğine bile bakmadan hemen alırım. Çünkü şu ana kadar çıkan hiçbir Tom Clancy oyunu kötü olarak nitelendirilmemiştir (Tom Clancy’s Rainbow Six: Lockdown’ı unutun gitsin). Tom Clancy’nin Rainbow Six serisi ise benim en sevdiğim oyun serilerinden birisidir, Tom Clancy’nin aynı isimli romanından oyun dünyasına uyarlanmış olan bu seri, oyunlarda taktiksel oynanış isteyenlerin gönlünde ayrı bir yere sahiptir. İlk Rainbow Six oyunu 1998 yılında PC platformu için piyasaya sürülmüş ve bizi taktik FPS oyunları ile tanıştırmıştı. O zamana kadar bir kurşunla ölmenin ne demek olduğunu bilmeyen bizlere ise çok güzel bir ders vermişti. Rainbow Six serisinin tarihini burada uzun uzadıya anlatmak istemiyorum, ancak Rainbow Six oyunlarını Tom Clancy Rainbow Six 3: Raven Shield’den öncesi ve ondan sonrası diye ikiye ayırmak istiyorum. Raven Shield ile bana göre zirve yapan Rainbow Six serisi, ondan sonra çıkan Rainbow Six oyunları ile bir düşüş gösterdi. Bunda büyük ölçüde konsolların yaygınlaşmasının ve firmaların gözlerini bu piyasaya dikmesinin payı var, çünkü genelde oyunlarını konsollarda oynamak isteyen oyuncular taktik yapmaktan çok oyunun eğlence ve aksiyon yönlerine odaklanıyorlar. Nitekim 2006 yılında piyasaya sürülen Rainbow Six: Lockdown bünyesinde taktik namına hiçbir özellik bulundurmuyordu. Tüm oyunu dümdüz ilerleyerek rahatlıkla bitirebiliyorduk (Rainbow Six serisinin birçok kişiye göre en kötü oyunudur). Bu oyundan sonra Rainbow Six oyunlarına korkulu olarak yaklaşmaya başlamıştım. Ancak Ubisoft da yaptığının farkında olacak ki, 2006 yılının sonlarında Tom Clancy’s Rainbow Six: Vegas’ı piyasaya sürdü. Evet, bu oyunda Rainbow Six 3 gibi üst düzey taktik öğeler içermiyordu ancak yine de aksiyon yönüyle ve sınırlı taktik sistemi ile oldukça başarılı bir yapımdı ve oldukça tutuldu. Ubisoft da bu büyük başarının ardından oyunun 2.’sinin yapıldığını müjdeledi. Bu haberden birkaç ay gibi kısa bir süre sonra da Rainbow Six: Vegas 2 piyasaya sürüldü. Las Vegas’ın büyülü gecelerine tekrardan dönmek istiyorsanız doğru yerdesiniz.
We Only Got 4 Minutes To Clear The Base
Tom Clancy’s Vegas’ı ilk oynadığımda birçok kişinin aksine sevmemiştim. Vegas’tan bir önceki Rainbow Six oyunu olan Lockdown’ı da sevmemiştim. Çünkü bu oyunlarla birlikte Tom Clancy’nin o güzel hikayeleri ve oyunun taktik isteyen yapısı gitmiş yerine aksiyon ağırlıklı önüne geleni vurduğumuz bir oyun yapısı gelmişti. Ancak Tom Clancy’s Rainbow Six: Vegas’ı diğer Rainbow Six oyunlarını unutarak oynamaya başladığımda ondan zevk almaya başlamıştım. Her ne kadar oyunda eski oyunlarda olduğu gibi göreve başlamadan planlama yaptığımız taktik haritası olmasa da, oyun içinde değişik taktikler izleyerek görevimizi yerine getirebiliyorduk. Ubisoft, Vegas 2’yi (artık kısaca oyuna Vegas 2 diyeceğim) duyurduğunda ise açıkcası heyecanlanmamıştım, bir buçuk yıl içerisinde geliştirilen bir oyunda çok fazla yenilik olmayacağını adım gibi biliyordum, nitekim öyle de oldu. Ama buradan oyunun kötü olduğunu anlamını çıkarmayın ve yazının devamını okuyun.
Vegas 2’de ilk oyun gibi Las Vegas’ta geçiyor. Hatta ilk oyunda olduğu gibi yine oyunun ilk bölümü (Prologue bölümü) Vegas dışında geçiyor. Oyunun hikayesinin ise ilk oyunla bir alakası bulunmuyor. Açıkcası buna oldukça şaşırdım çünkü ilk Vegas’ın sonunda oyunun devam edeceği belli oluyordu, ancak Ubisoft’un bu hikayeyi devam ettirmeyip başa bir hikayeye geçiş yapması bana oldukça garip geldi. Hatta Vegas 2’de hikaye bile yok diyebilirim, tüm oyun boyunca Bishop adındaki tim liderini yönetip, takım arkadaşlarınızla birlikte Vegas’ı işgal eden teröristlerden şehiri kurtamaya çalışıyorsunuz. Evet, hikayeyi bu kadarla özetlemek ne yazık ki mümkün. Eski Tom Clancy oyunlarını hatırlarım da, bırakın oynanışlarını sırf hikayeleri için bile oynanacak yapımlardı.