Turning Point: Fall of Liberty ilk duyurulduğu zaman oldukça heyecanlanmıştım. Vaat ettiği yenilikleri ve hikayesi ile en çok beklediğim oyunlar listesine üst sıralardan girmeyi hak etmişti. Sonuçta duyurulduğu zamanlarda ortalık 2. Dünya Savaşı konulu oyunlardan geçilmiyordu. Turning Point: Fall of Liberty’de de konu olarak 2. Dünya Savaşı işlenecekti ancak savaşın öteki yüzü gösterilecekti. Eğer Amerika savaşı kazanmasa ve Almanya durdurulmasa ne olacaktı? İşte Turning Point: Fall of Liberty’de bize tüm bu soruların cevaplarının verileceği belirtiliyordu. Oyunun geliştiricisi 2004 yılında bize başarılı Call of Duty: Finest Hour’u sunan Spark Unlimited’dı. Bu yüzden oyunu daha büyük bir heyecanla bekliyordum. Oyun piyasaya sürülene kadar yapımcı firma bizi oyundan yeni ekran görüntüleri ve videolarla oldukça heyecanlandırdı. Nihayet bir sıcak Mart sabahı (Mart ayının sıcak olduğunu da ilk benden duyun, ama sıcaktı gerçekten o gün) oyun piyasaya sürüldü. Peki bu oyun gerçekten bizlerin heyecanla beklediği ve sıradan 2. Dünya Savaşı oyunlarının arasından sıyrılabilmiş bir oyun mu? Bu soruya yazının devamını okuyun diyerek cevap vermek isterdim, ancak bu kez bir değişiklik yapacağım. Bu oyun bu sene oynadığım en kötü FPS oyunlarından bir tanesi ve tamamen bir hayal kırıklığı başka birşey de değil. Evet, şimdi isteyenler yazının devamını okuyabilirler.

2. Dünya Savaşı Eğer Bildiğimiz Gibi Sonlanmasaydı Ne Olurdu?

Turning Point: Fall of Liberty aslında hayli ilginç bir konuya sahip (yapımcı firmanın bu güzel konuyu nasıl harcadığını görmek ise işin en ilginç tarafı). Oyunumuzun konusu alternatif bir tarih üzerine kurulmuş. Herşey 2. Dünya Savaşı’ndan 8 yıl önce yani 1931 yılında Winston Churchill’in bir taksi kazası sonucu ölmesi ile başlıyor ve oyun bize Winston Churchill’in liderliği olmadan Avrupa’da ve tüm dünyada neler olabileceğini anlatıyor. 1940 yılında Almanlar tarafından İngiltere, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Sovyetler Birliği ve Avrupa’nın geri kalan kısmı işgal ediliyor. Almanlar bununla da sınırlı kalmıyor Japonlarla ittifak sağlayıp 1953 yılında Amerika’ya saldırıyorlar ve oyunumuz işte tam bu noktada başlıyor. Turning Point: Fall of Liberty’de New York’ta bir çalışan inşaat işçisi olan Dan Carson isimli karakteri yönetiyoruz (inşaat işçisi acaba nasıl bu kadar iyi silah kullanabiliyor diye soruyorsanız bunu biz de bilmiyoruz, en yakınınızda bulunan bir inşaat işçisine bu soruyu sorabilirsiniz). Carson inşaatta çalışırken karşısında birden Alman zeplinlerini görüyor ve kaçmaya başlıyor. Bu tür tüm oyunların aksine Turning Point: Fall of Liberty’deki amacımız tüm savaşı tek başına kazanmak değil, sadece hayatta kalmaya çalışan bir insanı yönetiyoruz (tabii sadece oyunun başlarında). Oyun boyunca New York, Washington ve Londra gibi şehirlerde dolaşıp Nazi avlıyoruz. Evet, sadece Nazi avlıyoruz başka da birşey yapmıyoruz. Oyunumuz oldukça sığ bir hikaye akışına sahip, hatta hikaye akışına sahip olduğunu söylemeye bile dilim varmıyor. Güzelim hikayeyi bu kadar kötü bir şekilde işleyen bir oyun daha olduğunu sanmıyorum. Ah pardon Soldier of Fortune: Payback’i unutmuşum, gerçi onda hikaye de yoktu ama olsun.