Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375
Haziran « 2008 « Gamez

Haziran, 2008 için arşivler

Silverfall

[Resim]

Büyülü dünyalar, fantastik öğeler, hikayeler, efsaneler vs… RPG tarzı her zaman ilgimi çeken bir tür olmuştur. O veya bu şekilde birçok RPG oyununa el attığımı iyi biliyorum. Yeri geldi sadece konuşarak, yeri geldi sadece dövüşerek türlü çözümler ürettiğimi hatırlıyorum. Zaten RPG’yi sevdiren kısımlardan biri de bul değil mi? Çeşitli çözümler sunması, diyalogları, hatta tek başına olan derin senaryosu. Tamam hikaye kısmı bazı zamanlar klişe kalabilir, ama her zaman böyle değildir. Elbet belli bir derinliği ve güzelliği bulunur. Bu aralar Jade Empire ile haşır neşir durumdaydım. Bioware’in normal RPG oyunlarına göre olan aksiyonu bol, hoş grafiklere sahip harika bir port oyunu. Halen oynamayan varsa el atsın pişman olmayacaktır. Jade Empire sonuçta bitti, yine güzel bir şeyler ararken aslında Hack’n Slash’e daha yatkın olan Silverfall’a el attım.

Monte Cristo’dan deneme atışı

Daha önce kalburüstü stratejilere imza atan ve birkaç tane aksiyon denemesi yapan Monte Cristo, Silverfall’ı geliştirmiş. Ciddi anlamda ortaya güzel bir şeyler çıkartmışlar gibi. Detaylara girmeden önce oyunun konusu üstünden şöyle bir geçelim. Fantastik bir diyarda fantastik bir ırk var. Tamamen büyülerle ilgililer ve bunların üstünde yoğunlaşmışlar. Zaman içinde kendilerine dört büyük tanrı seçiyorlar ve sonunda ayrılıyorlar. İlerleyen ve geçen zamanla dört büyük tanrıya inanan, dört farklı ırk meydana geliyor. Ama bunlardan ikisi yok oluyor ve sadece iki tane geriye kalıyor. Kalanların güçleri tanrıları için yaptıkları tapınaklarda yer alıyor. Bu tapınaklardan biri ise oyuna ismini de veren Silverfall adlı bir şehirde bulunuyor. Şehir saldırıya uğruyor ve macera başlıyor.

[Resim]

Oyuna ilk girdiğimiz zaman bir karakter yaratmamız gerekiyor. Human, Elf, Troll ve Goblin arasından birini tercih edebiliyoruz. Yalnız direk olarak yetenekler en başta gelmiyor, çünkü oyundaki gidiş hata göre yeteneklerimizi biz seçeceğiz. Karakteri yarattıktan sonra direk olarak aksiyon içindeyiz. İlk bölümde kuvvetli bir büyücüyü kontrol ediyoruz ve burası oyunun antrenman kısmını oluşturuyor. Tam olarak ne nedir öğreniyoruz. Klavye kısa yol tuşlarından, envanter sistemine kadar gösteriliyor. Zaten RPG’di, Hack’n Slash türü oyunları oynayanlar için buları tanıdık gelecektir. Güçlü büyücü ile şehirde düşmanları alt ederken, sonunda rakiplerin liderleri ile karşılaşıyoruz onu yok ettiğimiz zaman, büyücü kötü kuvvetlerin etkisi altında kalıyor. Böylece alışma kısmı biterken, asıl yarattığımız karakterle ana oyuna giriyoruz.

Serbestlik

Yapımdaki haritalar cidden geniş ve serbest bir dolaşım imkanı sağlıyor. İllaki gideceğimiz belli bir yol yok. İster görev yerine dolaşa dolaşa deneyim puanı kazanarak, isterseniz kısa yoldan koşturarak gidin sizin seçiminize kalmış. Ama haritaların böylesi imkan tanıması ve büyüklüğü oyuncuyu ferah tutuyor. Görev yapısı aslında bildiğimiz şekilde. Birileri ile konuşup görevi alıyoruz. İlk görevler aslında kolay. Mesela ana kampın çevresindeki zombileri öldürmek, bilmem kaç tane Goblin’i ortadan kaldırmak gibi değişiyor. Ama zaman içinde görevler biraz daha zorlaşıyor, zincirleme gibi oluyor ve daha uzak noktalara gönderiliyoruz. Bizden bir şey isteniyor, belli olan noktaya gidiyoruz. Ama gittiğimiz yerdeki karakter başka bir yerdeki, bilmem hangi kişiyi öldürürsek istediğimizi yapacağını söylüyor. Yani aslında görevler bilindik temelde de olsa, oyun içinde güzel bir şekilde yedirilip yerleştirilmiş.

Düşmanlarımız oldukça çok çeşitli. Daha ilk bölümün ilk görevinde birçok düşmanla karşı karşıya kalabiliriz. Çöldeki yaratıklardan, bataklıkta yaşayanlara kadar. Tabii ki klasik olan Undead gibi düşmanlarımız olmazsa olmazlardan. Rakipler bazı zamanlar kalabalık olurlarsa ve karakterinizden seviyeleri yüksekse oldukça zararlılar. Ama karakter geliştikçe düşmanları alaşağı ediyoruz. Yine de dikkatli olmakta fayda var.

[Resim]

Özel olanlardan korkmak lazım. Ölürseniz Diablo tarzı gibi ana kampta yarı çıplak bir şekilde yeniden doğuyoruz. Ölümüz ise bir mezar taşı simgesiyle, öldüğümüz yerde gösteriliyor. Öldüğümüz yere gidip mezar taşına dokunursak, eşyalarımız üstümüze geçiyor. Ama bu kısım özellikle uzak noktalarda öldürsek can sıkıcı olabiliyor. Çünkü yolda çıkan düşmanlar bizi bu savunmasız halimizle haklayabilirler.

Yetenek grubu

Yeteneklerimiz Combat, Magic ve Other denilen üç ana bölümden meydana geliyor. Bu bölümlerde kendi aralarında ayrılıyorlar. Combat; Mele, Shot ve Technique olarak sınıflandırılıyor. Magic’te Light, Shadow ve Element büyücü sınıfları var. Light iyileştirme gibi iyi kısımları alırken, Shadow ise Necromancer kısmı oluşturuyor. Çeşitli lanetler, ölüleri yardıma çağırma gibi büyüler var. Element Magic’te Fire (Alev), Ice (Buz) ve Lighting bulunuyor. Other kısmında da üç farklı dal var. Bunlar; Race, Nature ve Technology. Yalnız Race’in diğerlerinden bir farkı var. Aslında bir çeşit bonus sağlıyor diyebiliriz. Çünkü kendi içinde gelişmiyor, hazır ekstra sağlayan özellikleri var. Mesela Black Magic dayanıklılığına +10 verebiliyor. Bu yeteneklerden birine veya iki tanesine iyice karar verip, yetenek puanlarınızı yatırabilirsiniz. Böylece seçtiğiniz ırkın kendi yeteneklerine takılmıyorsunuz. İsterseniz doğadan yana bir büyücü, isterseniz teknoloji ile uğraşan bir savaşçı olabilirsiniz size kalmış. Bu geliştirme kısmı diğer Hack’n Slash oyunlarından Silverfall’ı biraz daha ayırıyor.

Yapımdaki en çok hoşuma giden kısım tabii ki grafikler oldu. Oyundaki grafikler cidden ilgi çekici ve fantastik atmosferi tamamlıyor. Gerek çevre olsun gerekse modellemeler olsun cidden hoş duruyorlar. Çizgi film havasında gibi duran görsellik, aslında Silverfall’a bir epiklik sağlamış. En güzel kısmı ise büyülerin efektleri oluşturuyor. Yapılan büyüler sonucunda ortaya güzel manzaralar çıkabiliyor. Kısaca grafikler tarza tam gitmiş ve ilgi çekici olmuş. Al benisi oldukça bulunuyor. Sesler de grafikler gibi, ama bazı yerlerde kısır kalmışlar. Dövüşlerde çan çun diye çıkan çatal bıçak sesleri yok. Yerli yerinde kılıç vuruşları yer alıyor. Yine büyülerde ortaya çıkan ses, tıslayıp insanı korkutmuyor. Seslerdeki yine güzel kısmı müzikler oluşturmuş. Aynı grafikler gibi müziklerde ortama ve oyunun atmosferine güzel uyum sağlıyor.

Oyunda Ageia desteği de bulunuyor. Ama elimde fizik kartı olmadığından bu kısmı tam olarak deneme şansım olmadı. Gene de patlamayla bir yere fırlayan rakibin görüntüsü, ölen düşmanın cesedinin savrulması gibi detaylar var. Yine aynı şekilde etrafta kırıp dökebildiğiniz bazı kısımlar bulunuyor. Oyunda belli bir fizik sistemi yer alıyor ve bu Silverfall’ı göze daha hoş getiriyor.

[Resim]

Her güzelin bir kusuru vardır

Oyunda ilerledikçe çeşitli eşyalar buluyoruz. Bunları ya ölen düşmanlardan, ya kırıp döktüğümüz sandıklardan ya da görev sonucu verilen ödüllerden bulabiliriz. Ama görev sonunda aldığımız eşyaların veya silahların vs… normal bulduklarımıza göre daha değerli ve iyi olduklarını belirteyim.

Silverfall genel olarak hoş bir oyun. Ama gene de belli bir eksikliği var. Yapımda bazı grafik ve program hataları bulunuyor. Multiplayer olarak arkadaşlarınızla beraber ana senaryoyu oynama imkanınız bulunuyor. Ayrıca oyunun sistem ihtiyacı da düşük değil, rahat oynamak için cidden sağlam bir sistem istiyor. Bunlara rağmen Silverfall güzel bir oyun. Kendine ait hikayesi, grafikleri, yetenek çeşitleri, atmosferiyle oynanmayı hak ediyor. Bu türde hoşlanıyorsanız bir kere deneyin, pişman olmazsınız.

RACE The WTCC Game

[Resim]

Race… Ne kadar basit bir oyun ismi öyle değil mi? Ben bir dövüş filmi çeksem ismini “Dövüş” koymazdım açıkçası. Ama dünyanın en iyi dövüş filmini çeksem ve insanlar bunu izlese, sizce bir insan gelip bana karışır mı? Tabi ki hayır!

Sanırım ilk paragraftan, bu yazının ne kadar iddialı bir şekilde gideceğini kestirdiniz. GTR2 için bunu yapmamıştım, fakat Race için artık zamanının geldiğini düşünüyorum.

Yine emektar ama bir o kadar da güçlü Sidewinder Force Feedback direksiyonumu masama monte ettim. Sonuçta GTR2 grafik motoruyla yapılan bir oyunu gönül rahatlığıyla oynayacaktım. Beklentim “bir iki araba farklı, pist farklı, hafif değiştirilmiş; yine böyle jpeg dolu bir menü, önden çekişli 200km sürat yapan dandik arabalar. O kadar.” idi. Evet, idi diyorum. Çünkü oyuna başladığım anda kendi kendime yemin ediyorum. “Saçmalama! Bu ne!” dedim. Aynı grafik ve fizik motorunu 3 ay içinde bu kadar geliştiremezler. Hayır, imkansız! Ne kadar zamanda nasıl yorum topladın, nasıl eksiklerini giderdin, nasıl aynı oyundan bam başka bir oyun yarattın ey Simbin? Mısırlıların nasıl piramitleri yaparken uzaylılardan yardım aldığı tartışılıyorsa, artık Race’i de bu kategoriye koyabiliriz arkadaşlar. Tek kelimeyle, “İnanılmaz!”.

Race – The WTCC Game, adından da anlaşılacağı gibi WTCC klasmanı için yapılmış özel bir oyun. Yani sadece WTCC arabaları ve pistleri var. Tabi ki hepsi lisanslı ve şu anda pistlerde cirit atan o muazzam derecede modifiyeli arabaları ve sürücüleri içermekte. Oyunda tüm bu sürücülerin ve arabaların zamanlamaları, herşeyi yasal olarak kayıtlı. Hatta sürücülerden daha iyi zamanlama yapmayı denememize (denemeye diyorum, inanılmaz zamanlamalar çünkü) şans tanıyan Driver Duel bölümü bulunmakta. Yani siz İstanbul Parkta en hızlı zamanlamayı yapan sürücü ile kapışabileceksiniz. Denemesi bedava.

Simbin’in yaptıklarından beni ikinci kez şok eden şeyi menüsü oldu. Şu âna kadar oynadığım tüm simulasyon oyunlarının menüsü bir iki yazı, bir iki jpeg ve hani sıkmasın insanları diye kayan yazı konulmuş saçma menülerdi. Ama bu da ne! Bu kadar klas bir menu hayatımda bir Flight Simulator’da, bir Rainbow Six serisinde, bir de Gran Turismo’da gördüm. Renk seçimi, uyumlar tek kelimeyle mükemmel. Özellikle bunu belirtmek istedim. Simbin sadece oyunun oynanışına değil, her şeyine yüzde yüz emek sarf etmiş.

[Resim]

Gelelim Race’in GTR2’den farklarına. Birincisi, grafikler. İnanın bu kadar ışıklandırma farkı hiç ama hiç beklemiyordum. Oyunu full’de açtıktan sonra resmen şok oldum. Biraz yarıştıktan sonra düşündüm “Acaba şu önde olan kaza gerçek miydi?”. Bugün piyasada bulunan en iyi grafikli yarış simulasyonu diyebilirim. Özel efektlerin artık vıcığını çıkarmaya başlamışlar. Özellikle herkes GTR2’de kokpitten oynarken ki yağmur efektini hatırlar. Tamam; iyiydi diyelim, ama RACE’in ki tek kelimeyle mükemmel. Kendimi resmen yağmurda araba kullanıyormuş gibi hissettim.. Artı olarak, oyun çok iyi optimize edilmiş. (Özellikle son güncellemeyle, öncesinde bazı ölümcül performans sorunları yaşanabiliyordu.) Yani GTR2 gibi saçma sapan ayarları açınca çok fazla sistem yememeye başlamış. Tabi sisteminize göre değişir. Oyun gerçekten iyi bir kart istiyor. Şahsen oyunu 7800 SLI sistemimle gayet rahat oynadım. Tek bir 7800gt ile çalıştırdığımda bayağı hissedilir derecede performans düşüşü yaşadım ve grafikleri bayağı bir kısmak zorunda kaldım.

[Resim]

İkinci olarak, fizikler. İlk sebep; WTCC arabalarının GTR2’deki o canavarlardan çok daha güçsüz oluşları nedeniyle fiziklerde oynamaya gidilmiş. Yani o 200km/s’yi hissettirmek için oldukça uğraşılmış. Sonuçta önden çekişli bir super salon araba kullandığınızı hissetmenizi sağlamışlar. GTR2 de 130 km ile RACE’de 130 km gerçekten farklı. Ayrıca oyundaki arabalar nedeniyle ve doğal olarak hızları GTlere göre limitli olduğu için oyun biraz daha kolay hale gelmiş. Direk tüm yardımlar kapalı tam bir simulasyon modunda başlamama rağmen, oyun oldukça kolaydı. Fakat bunu Simbin’e kesinlikle yormayacağım. Çünkü olay tamamen arabaların farklılığıyla ilgili.

Gelelim online kapışmalara. Oyun Valve’ın STEAM’ini destekliyor. CD-Key’imizi yazdıktan sonra gayet rahat oyunlara bağlanabiliyoruz. Özellikle bilgisayarla değil de, multiplayer oynamak aşmış zevkli. Hele güç geri tepmeli bir direksiyonunuz varsa, tadından kesinlikle yenmiyor. Yarışlara yine ister Practice > Qualify > Warm Up > Race 1 > Race 2 sırasıyla, ya da direk Race 1 veya 2 ile başlanılabiliyor. Online oynarken genelde herkes once bir warm up yapıp, sonra direk yarışa geçmek istiyor. Oyunda ayrıca yarışa başlamadan önceki formasyon turunda çok rahat lastik ısıtabiliyorsunuz. Lastiklerin ısısının ne kadar önemli olduğunu GTR2 incelemesinde bulabilirsiniz. Oyunda herhangi bir bağlantı sorunu yaşamadım. Gayet rahat ve lagsız bir şekilde oyun oynamak mümkün. Yarış başlamadan yeşil ışık zamanı tüm bilgisayarlar kendi zamanlarını birbirilerine bildirip, herkesin aynı anda başlamasını sağlıyor. Bir nevi senkronizasyon yapılıyor diyebilirim.

WTCC’de özellikle dikkatimi çeken, yapay zekayı ne kadar zorlasam da hep saçma sapan hareketler yapmış olması. Mesela ısınma turu atarken herkes lastik ısıtıyor (evet, yapay zeka bile), beni geçmeseler bile bana çok rahat çarpabiliyorlar. Resmen çok dikkatli olmanız gerekiyor. Kesinlikle acil duruş gibi bir alışkanlıkları yok. Sanırım bu da yapay zekanın çok sıkı olmasına çalışılıp, ufak detayları atlamalarından olmuş diyebilirim. Kıracağım tek not buradandır.

GTR2’nin o vahşiliği olmasa da, WTCC şu anda simulasyon açısından GTR2’den bir adım önde. Gerek giderilmiş grafik bugları, gerek yeni arayüzü, gerek çok detaylı tasarlanmış pistleriyle şu anda her simulasyoncunun elinde, hatta dvd-rom’unda olması gerekiyor. Fakat eklemeden geçemeyeceğim, oyun için kesinlikle bir direksiyon ya da analog kontroller kesinlikle farklı bir deneyim sunuyor. Güç geri besleme olması tabi ki ayrı bir avantaj. Çünkü direksiyonun tepkileriyle arabanın ne zaman yoldan çıkabileceğini çok rahat anlayabiliyorsunuz. Evet, bir diğer Simbin yazımız bitmiş bulunmaktadır dostlarım. Şimdi ne yapılır? Tabi ki Race oynanır. Kalın sağlıcakla…

Trapt

[Resim]

Bundan tam kaç sene öncesine ait çizgi filmler halen televizyonda yayınlanır. Özellikle Walt Disney’e ait olanlar, gerçekten eski ve yaşlıdırlar. Ben bildim bileli birçoğu vardı ve hep olacakta. Peki neden bu kadar bahsettim? Bunların içinde bir karakter diğerini yakalamak için tuzaklar kurardı. O kadar ince bir detay işi olurdu ki, zincirleme felaket tuzaklar yapanın başında patlardı. Birde “Acme” markalı ilginç silahlar, eşyalar olurdu. Tuzak demişken gelelim asıl temel noktaya; yani Trapt.

Vahşet

Oyunumuz aslen oldukça ilginç. Yapmamız gereken yegane olay; tuzak kurup, arkasından kurbanlarımızı vahşi bir şekilde öldürmek. Genelde hedeflerimizin sonu pekiyi olmuyor ve bolca kan görebiliyoruz. Trapt lanetli bir şatoda geçiyor. Tuzaklarımızı da şatoda bulunan ilginç yerlere koyarak, avını bekleyen örümcek gibi kurbanlarımızı bekliyoruz. Zaten lanetli şatomuza girmeye çalışan kişilerle meşgul oluyoruz.

[Resim] Combo gücü ve gelen hitler İlginç tuzaklarımız bulunuyor. Yeri geldiğinde birinin kafasına balta sallarken, diğer tarafta büyüyü de işin içine katıp ilginç tuzaklar oluşturuyorsunuz. İşin içine sihir girdiği zaman Trapt biraz daha eğlenceli oluyor. Bunların yanında işin güzel kısmı kendi Combo’larınızı da yapabilmeniz. Elinizdekileri birleştirerek, oldukça hit yapabilecek combo seri tuzaklar yapabilirsiniz. Zaten amacınız en hızlı ve en kolay şekilde katli vacip yapmak.

Yetersiz

Grafikler ne yazık ki geride kalmış durumda. Tonlamalar ve kaplamalar gerçekten çok basit duruyor. Buna birde sesleri de eklersek tam olur. Trapt’taki tüm konuşmalar Japonca ve çevirimler de oldukça yoksul kalmış durumda. Ama ben Japonca biliyorum derseniz, o zaman size zevkli gelebilir. Sürekli aynı mekanlarda tuzak kurmak, birbirinin benzeri bölümler, olmayan yapay zeka ve çıldırtan bir kamera açısı da eksi olan taraflar.

[Resim] Kaldırsana beni! Yapım konu olarak ilginç, ama kısa bir senaryoyu ele alıyor. Üvey annesinin zulmünden ve son anda ölümden kurtulan bir prensesin; kaçıp saklandığı eski şato meğer lanetliymiş. Bu lanet prensesin ruhunu esir almış. Bizde prensesi aramaya gelenleri, tuzaklarımızın inceliklerini gösteriyoruz. Ayrıca ilgi çekici diğer tarafı; şatoya gelen kurbanlarımızın hepsinin aslında ayrı birer amaçları olduğunu ve kendilerine ait geri plan bir hayat hikayelerinin olması. Hani öldürdüğümüz zaman, “Adamcağız ne için gelmişti, ama mecbur öldürdük üzüldüm” gibi pişmanlık haykırışları edebiliriz.

Farklı sonlar

Trapt’ta farklı birkaç son bulunuyor. Toplam 14 ana görev yer alıyor. Tuzak kurmak ve biraz katliam yapmak en başlarda zevkli gelse de, bir süre sonra açıkcası sıkıyor. Oyunun o ilk zamandaki verdiği zevk kayboluyor. Öğrenmesi de zor bir yapım. Ayrıca tuzaklar çalışmaya başladığı zaman, Frame Rate’in düşmesi gibi ilginç bir sorun daha var. Biraz zaman geçirmek ve ilginç bir tür denemek isterseniz, Trapt’i oynayabilirsiniz. Ama öbür türlü tavsiye edebileceğim bir yapım değil.

Killzone Liberation

[Resim]

Sony’nin büyük yankılar uyandıran el konsolu Play Station Portable, diğer konsollar gibi bir oyuna vurulduğumuz için kendilerini aldırtmaktan çok, PSP’de kendiyle özdeşleşen kesin bir yapım olmamasına rağmen albenisi bir hayli fazla. Ülkemizdeki fiyatı diğer konsollar ile yarışır durumda olmasına rağmen cazibesi ile oyuncuların dikkatlerini çekmeyi başarıyor. Killzone, yapımcısı Guerrilla tarafından yalnızca PlayStation 2 için yapılmış ve çıktığı zaman büyük yankı uyandırmıştı. Yalnız PS2 için geliştirilen bir fps-aksiyon oyunu olması bir yana, zamanın ötesinde grafikleri ve sesleri ile de bir hayli dikkat çekmişti. Firmanın yalnız Sony’ye çalışma politikası devam ediyor ve Killzone PSP ile buluşuyor. Bu arada küçük bir hatırlatma… Firma yeni nesil Killzone’u yeni nesil PlayStation, yani PS3 için hazırlama aşamasında.

Özgürlük İçin

Killzone Liberation, çok kaliteli grafik ve efektlere sahip bir video ile açılıyor. PSP’nin tüm nimetlerinden sonuna kadar faydalanıldığı gözlerden kaçmıyor. Yapım gelecekte geçmesine rağmen uzaylı ya da robot düşmanlarla savaşmıyoruz. Düşmanlarda sizin gibi komandolardan oluşmakta. Savaşçı bir topluluk Helghan adlı gezegende kendi hükümetlerini kurmak için sivrilmiştirler. Ancak geçen zaman içinde gezegen bu topluluğu Helghast isimli insanlık dışı varlıklara dönüştürmeye başlar. Artık İnsanlık ve Helghast’lar karşı karşıyadır. Bir önceki oyunun bittiği yerden giriş yapıyor ve insan askerlerden Templar olarak özgürlük mücadelemizi vermeye başlıyoruz. Amacımız basit, insan askerler Helghast’leşmeden düşmanı alaşağı etmek. Basit sayılabilecek hikayemizi dinledikten sonra kumandayı ele alıyoruz.

Hikayeyi bağlayan çok büyük bir oynanış bulunmamakta. Peş peşe gelen bölümler içerisinde size verilen görevleri yerine getimeye çalışmaktasınız. Yapım hala bir Shooter olmasına rağmen bakış açımız değişmiş durumda. Artık izometrik kameradan, haritaya yukarıdan bakarak oynuyoruz. Karakterimizin elindeki ilk silahımız Assault Rifle. Başta elimizde güçlü olmayan silahlar bulunmasına karşın, zamanla “Unlock” sistemi ile daha güçlü silahları açarak kullanabiliyoruz. Killzone Liberation’da siz ne kadar güçlü iseniz, düşmanda bir o kadar çetin. Yapay zeka gerçekten çok iyi iş çıkartmakta. Düşmana ateş ettiğiniz vakit bütün dikkatler sizin üzerinize çekiliyor ve canla başla sizi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Gerek silahlar gerek bombalar ile saklandığınız noktaya saldırmaktalar. Düşmanın üzerine koşarak gitmek ve ateş etmek muhtemelen sizin ölmeniz ile sonuçlanacaktır. Zira yapım salt bir FPS’den uzak. Yapım daha çok bir Taktik-FPS havasında geçiyor. İlerlerken her daim saklanılacak nesneleri kollamanız gerekmekte. Genellikle yaya olarak tamamladığımız haritalarda bazen tank ve benzeri taşıtları kullanabilmemizde ayrı bir zevk veriyor. Etrafta yalnızca saklanılacak noktaları aramaktan başka gizli kutuları da bulmaya çalışmalısınız. Bu kutuları kırarak içlerinden çıkan silah, sağlık, para, cephane gibi şeylerden faydalanabilirsiniz. Özellikle sağlık ve cephaneler hayat kurtaran etkenler. Her bölümde bu kutuların içerisinde ayrıca belli miktar para çantası bulunmakta. Bunları ne kadar çok toplarsanız o kadar iyi. Biriken paranız ile ileride silah ve techizat edinebilirsiniz.

[Resim]

Checkpoint

Zaman zaman bazı bölümleri yardımcı askeriniz Rico ile birlikte oynuyorsunuz. Bu bölümlerde onun sağlığı da size bağlı. Yaralandığı ya da sağlığı kritik noktaya geldiği zaman haritadaki kutulardan temin ettiğiniz şırıngalar ile askerinizin sağlığını yüksek seviyede tutmaya çalışmalısınız. Askerlerinize komut verebilir ve bazı görev atamaları yaparak kritik noktalarda yardımını alabilirsiniz. Campaign mod’u belli yerlerde checkpoint noktaları ile donatılmış. Öldüğünüz taktirde “Emin olun çok fazla öleceksiniz” en son Checkpoint noktasından devam etmektesiniz. Böylece Checkpoint’ler sayesinde görevi en baştan oynama zahmetinden kurtulmuş oluyoruz. Yapım her ne kadar tek bir çizgide ilerliyor gibi görünsede bir noktadan başka bir noktaya ulaşmanın farklı yolları bulunabilmekte. Single player mod’u yaklaşık 5-6 saatte bitmesine rağmen oynarken eğleneceğinizden hiç şüphem yok. Eğer bir arkadaşınızda oyuna sahipse Wi-Fi ile Multiplayer olarak oynamak gerçekten ayrı bir zevk. Multiplayer’da düşman biraz daha akıllı ve sayı olarak fazla. Ayrıca cephane ve sağlık sayısıda çok daha az. Yapım böylece 2 arkadaşa karşı gücünü biraz daha arttırmış oluyor.

Karakter modellemeleri başarılı Karakter modellemeleri ve animasyonları tek kelime ile süper. Özellikle patlama sahnelerinde düşman karakterin verdiği tepkiler bez bebek modellemesi üzerinde çalışıldığını gösteriyor. Patlama ve kurşun darbeleri sonucunda nesnelerin partikülleri havada uçuşuyor. Karakterimiz bir su birikintisinden geçerken bastığı yerlerde dalgalanmalar oluyor. Kısacası yapım grafik ve fizik modellemesi açısından PSP’nin tüm olanaklarından sonuna kadar faydalanıyor. Seslere gelirsek; oyundaki temponun hiç azalmadığını düşünürsek çalan askeri marşlar ve tempolar oyunun ritmini yakalıyor. Patlama, silah ve karakter sesleri çok iyi kotarılmış. Sonuç olarak single player’ın biraz kısa olması ve hikayenin biraz havada kalması dışında oyunda eksi puan getirecek pek fazla şey yok. PSP’de bulabileceğiniz en iyi Aksiyon-Shooter’lardan. Hatta PSP’de ki en iyi oyunlardan biri dahi diyebiliriz.

Jacked

[Resim]

Yarışın başlamasına saniyeler vardı. Birinci olmaktan çok yarışı tek parça bitirmeyi diliyordum çünkü rakiplerim çok acımasızlardı. Her türlü pisliği yapıp, müsabakayı kazanmaya çalışacaklarından şüphem yoktu. Başlama işareti verilip, motorsikletime gaz verdiğimde bunları düşünüyordum. Artık aklımı meşgul eden soruları bir kenara atıp, hayatta kalma savaşı vermeliydim. Tabi kazanmam gereken bir de yarış vardı. Oyunu kuralına göre oynarsam, onu da kazanabilirdim ama…

Oyunu kuralına göre oynamak

PC kullanıcılarının motorsiklet yarışı oyunlarından yana yüzü gülmüyor. Zira bu türe, PC platformunda pek oyun yapmıyorlar. Aralardan tek tük bir kaç yapıma şahit oluyoruz ama onlarında akibetleri kısa sürede uninstall ile sonuçlanıyor. Tabi bunların arasından Moto GP serisini çekip, ayırmak gerek. Motorsiklet yarışlarını simülasyon tadında bize yaşatan yegane yarış serilerinden biri olarak adını altın harflerle yazdırdı Moto GP. Şimdilerde türe yeni bir soluk daha geldi. Yapımın ismi Jacked. Simülasyon değil, kanlı canlı bir Arcade.

Jacked’ın yapımcı firması Sproing Interactive Media. Firma daha önce Beyond Normandy – Assignment: Berlin isimli, İkinci Dünya Savaşı konulu, 3B aksiyon oyunuyla karşımıza çıktı. Aradan geçen 3 yıllık süreçte, Jacked onların yegane projesi oldu. Bakalım onca uğraşa, onca çabaya değmiş mi?

Kazanmak için sadece sürüş kabiliyetinize güvenmeyin

Jacked göze hoş gelen, kısa bir video ile karşılıyor bizleri. Birbirlerine hiç de sportmence davranmayan yarışçıların, rakibini geçmek için türlü pisliğe başvurduğunu görüyoruz. Yanındakine yumruk atanlar, rakibini düşürüp onun motorsikletine atlayanlar, kaza yapıp motoru alevler içinde kalanlar… O an anlıyoruz ki, Jacked sıradan bir yarış oyunu değil.

İlk olarak Profile yaratarak başlıyoruz Jacked’a. Ancak öyle ayrıntılı birşey değil, sadece oynayacağımız karakterin tipini seçiyoruz. Bunu da hazır oyunda bulunan 6 karakterden birini seçerek yapıyoruz. Options ekranı yapımdaki 2. durağımız oluyor. Grafik ayarlarında detay aramayın. Zira sadece efekt ve çözünürlük olarak 2 ayar mevcut! Options’taki tüm işlerimizi bitirdikten sonra Mission Mode ile oyuna başlıyoruz.

Karşımıza Amerika haritasında şehirler geliyor. Bunlara aynı zamanda bölüm olarak da bakılabilir. Zira birinde başarılı olduktan sonra diğer şehirler açılıyor. Başlangıçta sadece New York açık. Buradaki yarışlarda ilk 3’e girmeniz başarılı olmanız için yeterli. Oyunda 500cc, 750cc, 1000cc ve MTT Turbinebike olmak üzere 4 tip motorsiklet seçeneğiniz var. Toplamda ise 500cc, 750cc ve 1000cc’de 5’er tane, MTT Turbinebike’da ise kullanabileceğiniz 3 adet motor mevcut. Ancak başlangıçta size böylesine geniş bir seçenek yelpazesi sunulmuyor. 500cc’lik bir kaç motor ile idare ediyorsunuz.

[Resim]

Kazanmak için savaşmalısınız!

Oynanıştan bahsedecek olursak, ilk olarak şunu belirtmekte fayda var; Jacked sıradan bir motorsiklet yarışı oyunu değil. Zira rakiplerinize yarış anında yumruk atmak, levye ile vurmak, hatta kalıcı(!) bir hasar için bomba atmak bile mümkün! Yani sırf yarış değil, aynı zamanda savaşıyoruz da. Tabi bu saldırıları hareket halinde yaptığımız için, çok başarılı bir oynanabilirlik gerekiyor. Aksi halde bu özellikler heba oluyor. Maalesef Jacked’da da öyle olmuş. Zayıf bir oynanabilirlik yüzünden, yanınızdaki motorcuya vurmak ve onu düşürmek adeta hayal oluyor. Zira bir tane vuruyorsunuz, gerisi gelmiyor çünkü bu sırada rakibinizle senkronize gitmeniz gerekiyor. Onun hareketlerini önceden bilemeyeceğiniz gibi, kontrollerdeki hantallık da elinizi kolunuz bağlıyor. Özellikle dönüşlerde büyük sıkıntı çekiyorsunuz. Zaten sadece ok tuşlarıyla viraj almak neredeyse imkansız! Bunun için “w” tuşuna basarak öne eğilmeli ve o şekilde sağ/sol ok tuşlarını kullanmalısınız. Böylelikle daha iyi bir dönüş açısı yakalıyorsunuz ama bu da yeterli olmuyor. Bir çok arcade yapımda unuttuğumuz veya en az kullandığımız tuş olan ‘fren’ , Jacked’da sıklıkla sarılacağımız bir dost gibi. Bu özelliğiyle biraz simülasyonu kokuyor Jacked, ancak geri kalan tüm özellikleriyle tipik bir Arcade.

Başlangıçta sadece yumruklarınızı konuşturuyorsunuz, diğer silahları yoldan temin ediyoruz. Yolun sağında solunda duran silah logolarıyla temas ettiğimizde, elimizde levye veya bomba beliriveriyor. Böylelikle rakiplerimizi ekarte etmemiz kolaylaşıyor. Tabi aynı durum size karşı da kullanılabilir. Yolda gördüğünüz bir levyeyi sizden önce rakibiniz alıp, sizinle kıyasıya bir mücadeleye tutuşabilir. Böyle durumlarda motorsikletinizin üzerinde kısa bir süre baygınlık geçiriyorsunuz. Bu süre zarfında darbe almaya devam ederseniz, bariyerlere çarpıp, kendinizi yerde buluyorsunuz. Yok eğer darbe almazsanız, bir süre sonra karakteriniz kendini toparlıyor ve yarışa devam ediyor.

Nitro’suz olur mu? Olmaz!

Yarış oyunu yapıyorsanız, iyi ya da kötü nitro koyacaksınız. Son yıllarda nitro özelliği olmayan yarış oyunu göremez olduk. Jacked’da nitro kullanan yapımlardan biri. Motorsiklette ne kadar kullanışlı olur bilemiyorum ama Jacked’da varlığı ile yokluğu arasında öyle büyük bir fark yok. Kullanın, özellikle viraj alırken kullanın. Böylelikle daha dar bir açıyla dönmüş olursunuz.

Oynanabilirliğin ne kadar zayıf olduğundan bahsettikten sonra yapımın grafiklerine geçelim. Jacked’ın görselliği, günümüzün bir hayli gerisinden geliyor. Öyle ki çevre tasarımı çok kötü. Işıklandırmalar berbat! Gece yarışı yapıyorsunuz, yarış pistiniz nereden aydınlanıyor belli değil ama epey aydınlık. Ancak dış dünyaya göz attığınızda (yani binaların arkasına) kapkaranlık bir şehir fotoğrafı görüyorsunuz. Herhalde ay ışığının tek bir noktaya odaklamayı bulmuşlar(!) Motorsiklet ve karakter çizimleri de epey başarısız.

Seslere gelince, Jacked’ın genel başarısızlığı burada da devam ediyor. Maalesef pek fazla ses efekti kullanılmamış. Bu yüzden hep aynı sesleri duyuyorsunuz. Hatta motorsikletin patlama efekti iyice sıkıcı bir hal bile alıyor…

Nasıl oynanır ne yapılır?

Jacked’ın minimum sistem gereksinimi, 1 GHz işlemci, 256 MB RAM, en az GeForce 4 (MX hariç) veya Radeon 9200 ekran kartı. İşletim sistemi olarak ise 98/ME/XP/2000 yeterli oluyor. Bizim kullandığımız sistem, oyunun önerilen sistemi ile aynı. Öyle ki 2.4 GHz işlemci, 512 MB RAM ve 128 MB GeForce FX5700 LE ekran kartı. Bu sistemle tüm grafik ayarları sonda (zaten 2 ayar var) çok rahatlıkla oynadık. Eğer Jacked’ı sorun yaşamadan oynamak istiyorsanız, böyle bir sisteme ihtiyacınız var. Yoksa da üzülmeyin. Zira hiç birşey kaçırmıyorsunuz. Açıkçası Jacked vasatın altında kalmış, adı hiç anılmayacak motorsiklet yarışı oyunlarından biri olarak tarihe geçiyor. Zamanınızı ve paranızı daha değerli yapımlara harcamanız dileğiyle. Oyuna dalıp gerçek hayatı unutmayın…