Baglantilar

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

1 küçük ağa
2 robin cook
3 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
4 SİMYACI
5 BİZ İNSANLAR
6 Çatıdaki Rüzgar
7 ERMENİ İDDİALARI VE GERÇEKLER
8 HUZUR
10 ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI
11 VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR
12 KÜÇÜK AĞA
13 ATEŞTEN GÖMLEK
14 AŞK-I MEMNU
15 AKŞAM GÜNEŞİ
16 ÇATIDAKİ NEFES
17 EKSİK PARÇALAR
18 KAŞAĞI
19 THE SUCCESSFUL LIEUTENANT
20 SEMERKANT
21 BİR KADIN DÜŞMANI
22 BUGÜNÜN SARAYLISI
23 ANKARA
24 TOPRAK UYANIRSA
25 ACIMAK
26 MAİ ve SİYAH
27 VAHŞİ BİR KIZ SEVDİM
28 Yaprak Dökümü
29 ADI AYLİN
30 TOPRAK UYANIRSA
32 YILANLARIN ÖCÜ
33 VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR
34 ÜMİT DÜNYASI
35 BOMBA
36 ÇALIKUŞU
37 KİRALIK KONAK
38 YALNIZIZ
39 YABAN
41 KAN VE ONUR
42 ŞİŞHANEYE YAĞMUR YAĞIYORDU
43 FARELER VE İNSANLAR
44 CEZMİ
45 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ
46 OLIVER TWIST
47 Taif’te Ölüm
48 Ankara
49 KURTULUŞ SAVAŞÇILARI
50 YÜKSEK ÖKÇELER
51 GAZİ VE FİKRİYE
52 Gerileme Hipotezlerini Onaylama Testleri
53 CEZMİ
54 EYLÜL
56 SİLAHLARA VEDA
57 SODOM VE GOMORE
58 İKİ GÜZEL GÜNAHKAR
60 HEPSİNDEN ACI
62 ANAHTAR
63 KAYIP ARANIYOR
64 BEYAZ KALE
65 ALDATACAĞIM
67 DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
68 Korkunç Yıllar
69 İHTİYAR DOST
72 AŞK-I MEMNU
73 MUTLU ÖLÜM
74 Simyacı
75 İnce Memed
76 BİZ İNSANLAR
77 Anamın Kitabı
78 HUZUR
79 Benövşeler Üstte Göz Yaşları
81Yezidin Kızı
82 ANAHTAR
83 DAĞLARI BEKLEYEN KIZ
85 ÖLÜM DİYETİ
86 Ankara Ekspresi
88 DAĞA ÇIKAN KURT
89 SODOM VE GOMORE
90 MARTI
92 DAMGA
94 ADI AYLİN
95 KİRALIK KONAK
96 BEYAZ GEMİ
99 KORKUNÇ YILLAR
100 FATİH-HARBİYE
101 Mikinler Tekkesi
102 GÜNEŞ ÜLKESİ
103 YÜZÜKLERİN EFENDİSİ
104 KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ
107 İDEOLOJİK DEVLET FAALİYETİNİN ÖNEM KAZANMASI
108 DAĞLARI BEKLEYEN KIZ
111 Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçinde
112 LÜZUMSUZ ADAM
113 Sessiz Ev
114 YABAN
115 Ankara’da Savaş Rüzgarları
116 DAMGA
118 Güneydoğu’dan Öyküler III Geride Kalanlar
119 DUDAKTAN KALBE
120 Yaprak Dökümü
127 Mikinler Tekkesi
128 Gulyabani
138 SAVAŞÇI
139 AGO PAŞA’NIN HATIRATI
140 NEMİDE
141 GÖDELİ MEHMET
142 Ateş Geçitleri
143 KIRIK HAYATLAR
147 BALTACI MEHMET PAŞA VE KATERİNA
149 The Cyprus Peace Operation:
150 GÖLGELİ BAHÇE
152 SERGÜZEŞT
153 TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI
154 DOĞUNUN LİMANLARI
155 Cemal Paşa’nın karargahı(4. Karargah)
156 ESKİ HASTALIK
157 The Balkan Wars (1911- 1913)
159 HANDAN
160 ÇANAKKALE ASKERİNE RÜTBE GEREKMEZ
163 cengiz aymatov Bütün Eserleri-2
164 Korkunç Yıllar
165 NEHİR TANRISI
166 The Battle of Arnhem (Operation Market Garden)
167 KENTE GİDEN YOL
168 İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
170 Ramses, Kadeş Savaşı
171 U.S. WOMAN IN VIETNAM
173 ATEŞ GEÇİTLERİ
175 PEARL HARBOR(On 7 December 1941)
176 KUSURSUZ KADINLAR
177 YÜREĞİMİ SANA BIRAKTIM
181 HAYVAN ÇİFTLİĞİ
185 ZAMBAKLAR AÇARKEN
187 NESL-İ AHİR
191 FATİH-HARBİYE
193 KORKUNÇ YILLAR
194 NEVA
197 Lider ve Demagog
198 ATAÇAĞ
199 YALNIZIZ
201 Üç İstanbul
202 Sarıkamış Dramı
203 Çanlar Kimin İçin Çalıyor
204 YAPRAK DÖKÜMÜ
205 İçimizdeki Çocuk
207 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
208 SEVDALİNKA
210 DİRİLİŞ
212 ONLAR DA İNSANDI
213 KÖPrÜ
216 SUÇLU
219 Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye
221 MAVİ TÜY
224 KEŞANLI ALİ DESTANI
225 SİLAHLARA VEDA
226 Tek Adam
227 ANADOLU NOTLARI
229 OYUN
230 ZELİŞ
235 BİR ÇİFT YÜREK
238 Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye
239 NAKARAT
241 Kurt İzi
247 ATEŞTEN GÖMLEK
251 KAN DAVASI
252 YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT
253 FÜREYA
254 KENDİ AYAKLARI ÜSTÜNDE
255 İBNİ SİNA’NIN TALEBESİ HEKİM
256 CEMİLE
257 EYLÜL
258 DOĞUNUN LİMANLARI
259 ANA
260 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ
262 AYLAK ADAM
263 ÇALIKUŞU
265 Sınıf Arkadaşım ATATÜRK
267 İNTİBAH
268 MATEMATİĞİN AYDINLIK DÜNYASI
269 NAMUS (ANDY JESSUP)
270 Ankara Ekspresi
273 RAMSES ,KADEŞ SAVAŞI
276 MİLİİ SAVAŞ HİKAYELERİ
277 EYLÜLÜN GOLGESiNDE BiR YAZDI
279 ÖLÜDEN MEKTUP VAR
280 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
281 KUMARBAZ
283 ÇATIDAKİ NEFES
284 MAHŞER
286 GÜN OLUR ASRA BEDEL
287 TOPRAK ANA
288 İZMİR HİKAYELERİ
292 MEMLEKET HİKAYELERİ
295 SARAY VE ÖTESİ
297 ARMAĞAN
298 GURBET HİKAYELERİ
300 Handan
301 Davud
302 Zambaklar Açarken
304 Çölde Bir İstanbul Kızı
306 Bir Kadın Kayboldu
307 Ölü Ozanlar Derneği
308 GELİBOLU
310 MARTI
315 Ümit Dünyası
316 YÜKSEK ÖKÇELER
318 Yemin
320 GÖDELİ MEHMET
321 Gençliğim Eyvah
323 İNTiBAH
326 HAYVAN ÇİFTLİĞİ
327 ERİKLER ÇİCEK AÇTI
329 Saray Ve Ötesi
330 Hıçkırık
331 KARLI DAĞDAKİ ATEŞ
332 TREN
333 BİR DEVRİN ROMANI
334 Zeytindağı
335 Doğu Ekspresinde Cinayet
336 Tek Çarık Yüzbaşı
338 Solan Umut
339 YAPRAK DÖKÜMÜ
345 İBN BATUTA SEYAHATNAMESİ’NDEN SEÇMELER
346 HAREM
347 PANORAMA
348 GÖNÜLÇELEN
349 SİNEKLİ BAKKAL
350 Benim Adım Kırmızı
351 SON SIĞINAK
352 Yağmur Beklerken
353 YALNIZ EFE
355 Eski Hastalık
357 FİLLER DE HATIRLAR
358 SÜRGÜN
360 KİRALIK KONAK
364 GECE UÇUŞU
367 ERİKLER ÇİÇEK AÇTI
368 Ayaşlı İle Kiracıları
369 AŞK BEKLİYOR
371 Bir Devrin Romanı
373 Solan Umut
374 Fırtınaya Karşı
375 Bir Kadın Düşmanı
377 Son Tren
378 İÇİMİZDEKİ BİZ
381 CANAN
387 GELİBOLU, YENİLGİNİN DESTANI
389 ÖLÜ CANLAR
391 İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ
392 DAĞA ÇIKAN KURT
394 CADI
396 DOSTLUĞUN GÜCÜ
399 ATEŞTEN GÖMLEK
400 FERDİ VE ŞÜREKÂSI
403 KIRIK HAYATLAR
404 KÖPrÜ
407 KURTLAR SOFRASI
409 Suç ve Ceza
413 SARI ZEYBEK
417 BEYAZ GECELER
418 Güneydoğu’dan Öyküler 1
422 ATEŞ GECESİ
428 KIZILCIK DALLARI
429 YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI
432 Subay Ve Centilmen
434 AY BATTI
435 DAVA
442 SİNEKLERİN TANRISI
444 Toprak Kurşun Geçirmez
446 Robinson CRUSOE
447 SON YENİÇERİ
448 Zulüm Dağları Aşar ÇANAKKALE İÇİNDE
452 CANBAZ
456 Hayvan Mezarlığı
457 Korkunç Yıllar
462 KUMARBAZ
474 DOĞUNUN LİMANLARI
481 Ölü Canlar
482 MİLLİ SAVAŞ VE HİKAYELERİ
484 Uzun-Beyaz-Bulut GELİBOLU
486 Veronika Ölmek İstiyor
489 Yağmur Beklerken
491 AŞK-I MEMNU
492 Cahit KÜLEBİ Bütün Şiirleri
494 BUDALA
495 Çarpışma
496 MİSKİNLER TEKKESİ
497 KIZIL ELMA
500 İhtiyar DOST
501 Yüzleri Arayan Adam
502 BİR KADIN DÜŞMANI
504 BİR AKŞAMDI
505 GÜNEŞE DÖN YÜZÜNÜ
507 FİGAN
509 YAPRAK DÖKÜMÜ
510 HABABAM SINIFI
511 ALEMDAĞ ’ DA VAR BİR YILAN
512 YEŞİL GECE
513 ŞIPSEVDİ
514 HÜKÜM GECESİ
515 DAVA
516 Safiye Sultan
518 TANRININ KIRBACI ATTİLA
519 NİMETŞİNAS
520 Cezmi
521 Sergüzeşt
522 KİRALIK KONAK
523 ALDATACAĞIM
524 MEZARINDAN KALKAN ŞEHİT
525 RAMSES, KADEŞ SAVAŞI
526 MAVİ-II,GÖRSEL SANATLAR ÜZERİNE DENEMELER VE ELEŞTİRİLER
530 Hayatınızın Amacı
531 BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
532 BEYAZ LALE
533 YEŞİL GECE
534 Vurun Kahpeye
535 SULARI ÜRPERTEN GECE
537 Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini
538 GENÇLİĞİM EYVAH
541 Biz İnsanlar
542 MİLLİ SAVAŞ HİKAYELERİ
545 YÜZÜNCÜ AD
546 PASİFİK DRAMI
548 Dağ yolu
549 Sarıkamış Dramı
552 GELİBOLU – UZUN BEYAZ BULUT
553 GÜNEBAKAN
554 Ak Topraklar
555 Gülen Ada
556 Eğil Dağlar
558 BOŞLUKTA SALANAN ADAM
559 Mustafa Kemal ve Latife
560 Ateş Gecesi
561 DOĞUNUN LİMANLARI
562 SAVAŞ PİLOTU
563 BİR SÜRGÜN
564 KADIN PENÇESİ
565 YEZİD’İN KIZI
566 KALP AĞRISI
568 PANORAMA
569 ATEŞ GECESİ
571 Nehrin Dönemeci
572 ESKİCİ VE OĞULLARI
574 “KAR”
575 “FERDİ VE ŞÜREKASI”
576 SOFİ’NİN DÜNYASI
577 RUHSAR HANIM
580 Kırık Hayatlar
582 Yüzüncü Ad
584 KAMİL VE MERYEM’E DAİR
586 ZAMBAKLAR AÇARKEN
588 Tek Adam 1
589 KOKU
592 MEYYALE
593 BİR YAZIN TARİHİ
596 GÜLNİHAL
597 CANAN
599 Dağa Çıkan Kurt
600 FÜREYA
601 BİR KUCAK ÇİÇEK
604 Geçmişin Geleceği
606 BİR İÇİM SU
607 KANUNSUZLAR
608 YEŞİL GECE
609 BOGAZİÇİ ŞINGIR MINGIR
610 Fazladan Bir Adam
611 KORKUNÇ YILLAR
613 Bir Kadın Düşmanı
615 FARELER VE INSANLAR
616 MEDYUM
617 TARİHİN TANIKLIĞINDA ERMENİLER VE RUMLAR
618 Kosova Balkanları Anlamak İçin
620 BİR DÜĞÜN GECESİ
625 DÖNÜŞÜM
626 KERTENKELENİN UYKUSU
627 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
629 BOMBA
631 Miskinler Tekkesi
635 Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçinde
637 TANRI DAĞI ZİYARETİ
639 Nehir Tanrısı
640 YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI
641 HÜKÜM GECESİ
642 FERDİ VE ŞÜREKASI
644 HEPSİNDEN ACI
645 BİR YAZIN TARİHİ
646 YANLIŞ ADRES
647 ESKİ HASTALIK
650 İrtica ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi
651 BEYAZ KALE
652 Benövşeler Üstte Göz Yaşları
654 İNCİ
657 SARAY VE ÖTESİ
659 ATEŞ GECESİ
661 MAHŞER
662 SİNEKLİ BAKKAL
663 KADIN PENÇESİ
664 Yavuz Sultan Selim Ağlıyor
666 DUDAKTAN KALBE
667 KALP AĞRISI
669 Panorama
670 SON TREN
673 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
676 BEYAZ GECELER
681 EUGENİE GRANDET
683 İHTİYAR BALIKÇI
685 YAĞMUR BEKLERKEN
687 STAR
688 KURTLAR SOFRASI
691 Hıçkırık
692 FEDAİLERİN KALESİ ALAMUT
694 GÜNEŞ ÜLKESİ
695 SÜRGÜN
696 VAHŞİ BİR KIZ SEVDİM
698 Ölü Canlar
702 ERİKLER ÇİÇEK AÇTI
703 KAN DAVASI
705 ÇETE
706 Yeşil yol
709 EYLÜL
713 Zeytindağı
717 Acı Kahve
720 Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya’da
721 Ada
726 BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR
728 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
731 AERITH’Lİ MORGAN
733 AGO PAŞA’NIN HATIRALARI
737 Ağaç Kurdu
738 AH BEYOĞLU VAH BEYOĞLU YANDI GİTTİ KÜL OLDU
740 TANRININ KIRBACI ATTİLA
742 Şeytan Dönemeci
745 AJAN
746 AK DAĞLAR
754 HITLER’S PROBABLE BEHAVIOR IN THE FUTURE
756 CEMİLE – SULTAN MURAT
757 Al Midilli
759 Altın Postu Ararken
767 Anamın Kitabı
769 ANIT AĞAÇLAR
772 ARABA SEVDASI
779 Aşk-ı Memnu
781 Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
782 Atatürk’ün Fikir Sofrası
783 ATATÜRK’ün İzinde Bir Arpa Boyu
784 ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİĞİ
785 Atatürk Olmasaydı
786 Atatürk’ün Avrasya Devleti
792 Ayaşlı ve kiracıları
794 GENİŞ ZAMANLAR
795 HUZUR
797 Yaralı Aşklar
798 BABALAR VE OĞULLAR
799 ONLAR DA İNSANDI
804 Satranç
808 BENİM ADIM KIRMIZI
814 BEYAZ DİŞ
817 BEYAZ KALE
821 Uzun Beyaz Bulut Belibolu
824 BİR AVUÇ SAÇMA
825 Bir Bardak Süt
830 BİR DEVRİN ROMANI
832 Bir Dinazorun Anıları
833 BİR DÜĞÜN GECESİ
836 BİR İÇİM SU
837 Bir Kadın Düşmanı
839 BİR KADIN KAYBOLDU
841 Bir Mahzun Büyücü
849 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
851 BİR TÜRK AİLESİNİN ÖYKÜSÜ
854 Akşam Güneşi
855 Harem
858 PRIMO TÜRK ÇOCUĞU NASIL OLDU
863 EKMEK ELDEN SU GÖLDEN
864 Bugünün Saraylısı
867 BİR SÜRGÜN
870 BUYUK ÜMİTLER
872 BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
882 Çatıdaki Rüzgar
891 Yağmur Beklerken
892 Cinayet Nedeni
897 BİR KADIN DÜŞMANI
899 DUDAKTAN KALBE
900 KUMARBAZ
901 ÖLÜDEN MEKTUP VAR
902 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
903 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
904 KAN VE ONUR
905 CUMBA’DAN RUMBA’YA
906 Cüceler
907 Cüzzamlı
908 DAMGA
914 ÇANKAYA
918 ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI
922 Dağların Gözyaşları II. Cilt
923 Dağların Gözyaşları 1
926 Dağ yolu
933 KırkYıl
934 DİRİLİŞ
939 Doğunun Limanları
946 Dördüncü Protokol
948 DUDAKTAN KALBE
951 ATEŞ GECESİ
955 RAMSES BATI AKASYASININ ALTINDA
956 Mefküreci Zabit
957 ÜÇ İSTANBUL
959 Eğil Dağlar
967 YALNIZIZ
969 BİR KUCAK ÇİÇEK
971 DELİKANLI ADAMIN EL KİTABI
977 AŞİNA YÜZLER
979 AY BATTI
985 Nehir Tanrısı
986 OLIVER TWIST
987 Yağmur Beklerken
990 ŞEKER PORTAKALI
991 BUGÜNÜN SARAYLISI
993 Osmanlıların stratejik sorunları
998 Eski Hastalık

   İndirmek İçin:

http://rapidshare.com/files/73932/ingegnere.rar

Zip şifresi:  ingegnere

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Hayatı:

Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre’nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir.  Yunus’un  bazı mısralarından,  1273’de Konya’da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus’un 1240’larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır.Yunus Emre’nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh,Geyikli Baba ve Seydi Balum’dan bahsetmektedir.

Yunus Emre Türbesi   Sarıköylü ve Karamanlı  oluşu meselesi hala belli  değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy’de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde  yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu’da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy’de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yunus Emre’nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yunus Emre’nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus’la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
YUNUS ve HACI BEKTAŞ

Hacı Bektaşi Veli
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus’un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş’a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yunus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar.O da: “Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?” diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: “İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!” dedi.Yunus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: “İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim” dedi.Yunus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yunus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre’ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı.

Salihli kazası civarında Emre adlı,yetmiş evlik bir köyde.taştan bir türbenin içinde,Taptuk Emre ve çocukları ile torunları yatmaktadır.Türbenin eşiğinde de,bir başka mezar vardır.Bu,Yunus’un bir çok mezarlarından biridir.Yunus Emre kapı eşiğine kendisinin gömülmesini vasiyet etmiş…Şeyhini ziyaret edecekler,kendi mezarını çiğneyerek geçsinler diye.
YUNUS EMRE  VE TASAVVUF
Yunus EMRE, İslam tarihinin  en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran’ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah’dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez

***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde

Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah’ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu “Efal Alemi” dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da “Şehadet Alemi” olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği  alemdeki çokluk Tek’in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.

Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken.”
“Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.

Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk’dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım.”

“Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım.”
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran’ı Kerimde “Altı günde yaratıldı” ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal’e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,”İnsan benim sırrımdır” sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk’tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak “An” vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) ‘i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen  Keşfül Gıta  kasidesinde ;
“Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada… ”
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zâtına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuştur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuştur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmiştir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamıştır.Biraz daha açarsak; “La ilahe” demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,”illallah” demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmiştir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. “Muhammedün Resulullah” ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemiştir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah’ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah’ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.
“Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni ”  ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah’a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüştürmek ise Vahdet’tir.
İnsanı Allah’a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah’ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O “göklerin ve yerlerin nuru” (Kurân-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir.  “O her an yeni bir şe’ndedir.” (Kur’ân-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı… Mânâ, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur’an’da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
“Feeynema tuvellu fesemme vechullah” (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah’ın Vech’i oradadır.) Allah’ın Vech’i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah’ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech’ini görebilmesine vesile olur.
“Hu vel Evvelu vel Ahiru ve’z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O’dur)
“Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd”
(Biz O’na (insana) şah damarıdan daha yakınız) “Ve fiy enfisukim efela tubsirun”(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; “De ki, O Allah Ahâd’dır. Allah Samed’dir. Lem yelid ve lem yuled’dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad’dır.” .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar. Doğmamıştır, herhangi bir varlık O’nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah’ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ’L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid’in diğer yönlerine; Birinci mânâda “la ilahe” “tanrı yoktur “, ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah’ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. “Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!..” demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm”  Hz.Ali(r.a)  ,   “Görmediğim Allaha ibadet etmem”  Hz.Ali(r.a)
“..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife..” (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O’nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna’nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; “Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn” (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma’nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kâmil’dir.
Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh’un, (İnsan-ı Kâmil’in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, “Halife” adını almasına neden olmuştur.
Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni.  (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yunus Emre tarafından dile getirilmiştir.
“Her kancaru bakar isem O’ldur gözüme görünen “    ve  “Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem.”
“Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi”
***
“Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
“Hakk cihana doludur, kimseler Hakk’ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz.”
***
“Çün ki gördüm ben Hakk’ımı, Hakk ile olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.
***
“Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?”
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz.Şöyleki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940’lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98’i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960’lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram’a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. Ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde Evren’in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm’un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız “TEK” bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. Üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmıştır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz

Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 3

Vezin, kafiye gibi kayıtlara bağlı olan; ölçülü ve düzenli bir anlatma yolu. Nazım ahenge göre ayarlanır. Manzum eserlerde de, ahenk ön plânda alındığı için, cümle kuruluşları, sözdizimi kurallarına göre değil, ahenge göre ayarlanır. Manzum eserlerde (nazımda) 4 unsur bulunur: Vezin, kafiye, şekil, konu. Vezin, nazımda hecelerin düzenli şekilde sıralanması esasına dayanan bit söz ölçüsü dür. Kafiye ise, kelime ve eklerin son heceleri arasında ki ses benzerliğidir. Şekil, bir eserin dış yapısıdır.

Türk edebiyatında kullanılan nazım şekilleri, başlıca üç gruba ayrılır: 1 – Halk edebiyatı nazım şekilleri, 2 – Divan edebiyatı nazım şekilleri, 3 – Yeni nazım şekilleri.

Halk edebiyatı, Türk halkının milli edebiyatıdır. İslâmlıktan önceki çağlardan bugüne kadar, halkın içinden yetişen saz şairleri tarafından sazla söylenerek sürüp gelen bu edebiyatın nazım birimi dörtlüdür.

Halk edebiyatında genel olarak yarım kâfiye ve hece vezni kullanılır.

Halk edebiyatında belli nazım şekilleri vardır. Bunlar, dörtlüklerle kurulan şekiller ve bağlamlı şekiller diye başlıca iki gruba ayrılırlar. Dörtlüklerle kurulan şekillerin başlıcaları mani, koşma, destan, semai, varsağı şekilleridir Bunlar, mısra kümelenişleri ve kâfiye düzeni bakımından bir olmakla beraber, dörtlüklerin sayısı vezinleri ve musikileri bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Bağlamalı şekiller, bentlerle bağlama adı verilen değişmez mısraların birleşmeşinden meydana gelen nazım şekilleridir.

Türk halk edebiyatında, konulara göre adlar alan çeşitli nazım türleri vardır. Başlıcaları: Güzelleşme, taşlama, koçaklama, ağıt, ilâhî, nefestir.

Türkler İslâmlığı kabul ettikten sonra medreseden yetişen aydın kimselerin edebiyatı olan Divan edebiyatı zamanla Halk edebiyatını da etkilemiş; halk şiirinin dili, özellikle XVI. yüzyıldan sonra eski saflığını kaybederek yabancı kelime ve kurallarla karışık bir durum almıştır. Divan Edebiyatında kullanılan nazım şekilleri, İslâm medeniyeti çerçevesine giren bütün milletlerin ortaklaşa kullandıkları birtakım değişmez şekillerdir.

Divan nazımının ana birimi Beyit tir. Beyit, başlı başına bir bütün sayılır. Beyitler arasında bir konu birliği olması şart değildir.

Bunun dışında, dört, beş, altı mısralık bentlerden meydana gelen nazım şekilleri de yer almıştır.

Divan edebiyatı nazım şekillerinin büyük bir bölümü Arapların malı olmakla beraber, İslâm medeniyeti çerçevesine giren Farslar ve Türkler de bunlara birkaç şekil katmışlardır. Başlıkları şunlardır: Kaside, Gazel, Kıta, Musammat, Mesnevi, Rubai, Şarkı, Tuyug.

Yeni nazımda kullanılan şekiller, Tanzimattan sonra başlayan Batı medeniyeti etkisi altındaki Türk edebiyatında kullanılan ve hepsi Batı edebiyatından alınan şekillerdir.

Tanzimat edebiyatının ilk devirlerinde şairler yeni düşünceleri eski şekiller içinde ifade etmişlerdir.

Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen Abdülhak Hâmit Tarhan şekil meselesini ele almış, eski şekilleri atarak yeni şekiller kullanmaya baslamış, bu yüzden eski geleneklere bağlı olanlarla yeniler arasında çetin tartışmalar olmuştur. Edebiyatı Cedide (1896 – 1901) devrinde Hâmitin başladığı iş daha da genişletilmiş, eski şekiller büsbütün bırakılmıştır. O devirden bu yana, Batı edebiyatının şekil anlayışı benimsenerek sanatçılar eserlerinin şekillerini kendileri icat etmektedirler.

Yeni nazımda konu birliğine önem verilir. Yani, her manzume baştan sona kadar bir bütündür ve her birinin konusuna göre bir adı vardır.

Bendler bir plâna göre sıralanır, bunlar konu bakımından birbirlerine bağlı oldukları için, yerlerini değiştirmek mümkün değildir.Yeni edebiyatta nazım birimi mısradır; fakat mısra, şiirin bütünlüğünü tamamlayan bir parçadır.Mısra kümelenişleri ve kafiye düzeninde ise hiçbir kural yoktur.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Tek basina anlami olmayan, anlamca birbiriyle ilgili cümleleri veya cümlede görevdes sözcük ve söz öbeklerini baglamaya yarayan kelimelere baglaç denir..

açikçasi ama

ancak bile

çünkü dahi

dE dE…..dE

demek ki fakat

gene gerek….gerek(se)

ha……..ha hâlbuki

hatta hele

hem hem de

hem…..hem (de) ile

ise ister…..ister(se)

kâh……….kâh kisacasi

ki lâkin

madem(ki) nasil ki

ne var ki ne yazik ki

ne……ne (de) nitekim

oysa oysaki

öyle ki öyleyse

üstelik ve

veya veyahut

ya da ya….ya (da)

yahut yalniz

yeter ki yine

yoksa zira

Özellikleri ]Edatlardan farki, zaten var olan anlam ilgilerine dayanarak bag kurmasidir. Edatlar ise yeni anlam ilgileri kurarlar.

]Baglaçlarin yerine noktalama isaretleri kullanilabilir. ]Baglaçlar cümleden çikarilinca anlam bozulmaz, ama daralabilir. Baglaçlar (ile hariç) önceki ve sonraki kelimeden ayri yazilir. Bitisik yazilanlar baglaç degil, ektir.

Eve gittim, fakat onu bulamadim. (baglaç) Konusmak üzere ayaga kalkti. (edat)

Sözlüden yine zayif almis. (zarf) Ben de seninle gelecegim. (baglaç)

Evde rahat çalisamadi. (çekim eki) Sözde Ermeni soy kirimi (yapim eki)

Sen ki hep çalismami isterdin… (baglaç) Seninki de lâf iste… (çekim eki)

Evdeki hesap (yapim eki) BAGLAÇ ÇESITLERI

a. Siralama Baglaçlari “ve”Cümleleri, anlam ve görev bakimindan benzer veya ayni olan kelimeleri, sözleri ve ögeleri birbirine baglar.

Duygu ve düsünce bir olmalidir. özneleri Köyünü, yasli dedesini ve ninesini özlemisti. nesneleri

Siir ve roman okuma aliskanligi edinin. nesneleri Bana bakti ve güldü. cümleleri

Anlatilanlari dinliyor ve çocuga hak veriyordu. cümleleri Aylarca ve yillarca sustu. benzer kelimeleri

Binlerce yerli ve yabanci turist geldi. sifatlari ] “ve” baglaci yerine virgül veya “-Ip”, “-ErEk” zarf-fiil ekleri de kullanilabilir:

Masaya yaklasti ve kitabi aldi. Masaya yaklasti, kitabi aldi.

Masaya yaklasip kitabi aldi. Masaya yaklasarak kitabi aldi.

Not: “ve” baglacindan önce noktalama isareti kullanilmaz, bu baglaçla cümle baslamaz. Çagdas siirde söze etki ve çekicilik katmak için kullanilmaktadir, ama dogru degildir. “ve” baglaci yerine & isaretini kullanmak son derece yozlastiricidir.

“ile, -lE” “ve” ile görevleri ayni olmasina ragmen her zaman birbirinin yerine kullanilamazlar. “ile”nin kullanim alani daha dardir.

“ile” cümleleri birbirine baglamaz; sadece ayni görevdeki kelimeleri baglar. Duygu ile düsünce bir olmalidir.

Yasli dedesi ile ninesini özlemisti. Edebiyatimizda en çok eser verilen türler siir ile romandir

Not: Edat olarak kullanilan ve zarf yapan “ile”den farklidir. Mehmet ile Ali sinemaya gittiler. (baglaç)

Mehmet, Ali’yle sinemaya gitti. (edat) Mehmet heyecanla yerinden kalkti. (edat)

b. Esdegerlik Baglaçlari “ya da, veya, yahut, veyahut”

Ayni degerde olup da birinin tercih edilmesi gereken iki seçenek arasinda kullanilirlar. Biriniz gideceksiniz: Sen ya da kardesin.

Bisiklet veya motosiklet alacagim. Sen, ben veya baskasi…

Sen olmasan yahut (veyahut) seni görmesem dayanamam. c. Karsilastirma Baglaçlari

“ya….ya” Iki seçenek sunuldugunda kullanilir.

Bunlar birbirinin zitti olabilir Biri yapilmadiginda digerinin yapilmasi gerekebilir.

Ya beni de götür ya sen de gitme. Ya gel ya gelme.

Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin“hem…..hem (de)” Her ikisi de geçerli olan iki durumu anlatir. Bunlar zit da olabilir, esdeger da.

Hem çalismiyor hem (de) yakiniyorsun. Hem kitap okuyor hem de müzik dinliyor. Ayni anda

“ne……ne (de)” ]Ayni görevdeki kelimeleri, kelime gruplarini ve ögeleri birbirine baglar.

Ne sis yansin ne kebap. özneleri Gönül ne kahve ister ne kahvehane. nesneleri

Ne Izmir’e gitmis ve Bursa’ya. dolayli tümleçleri ]Cümleleri de birbirine baglar:

Üç yildir ne bir telefon açti, ne de bir mektup yazdi. Onu ne gördüm ne de tanidim.

Ne aradi ne (de) sordu. Ne kizi verir, ne de dünürü küstürür.

Ne dogan güne hükmüm geçer, Ne halden anlayan bulunur.

]Cümleleri -yapi bakimindan olumlu olduklari hâlde- olumsuz yapar. Yüklem olumlu durumdadir. Ne kendi rahatsiz oldu ne de halki huzursuz etti. (kendisi rahatsiz olmadi, halki da huzursuz etmedi)

Yüklem olumsuz çekimlenirse anlatim bozuklugu meydana gelir. Ne çay ne kahve içmedi.? “Ne çay içti ne kahve” olmaliydi.

] Zit anlamli iki sifatla birlikte kullanilarak onlarin arasinda bir durum ifade eder. Disaridaki hava ne soguk ne sicak.

Yaptigi ise ne kolay ne de zor denebilir. Not: “Ne zor, ne aci günler yasadik” örneginde “ne zor” ve “ne aci” sözleri ayri ayri da (biri olmadan) kullanilabilecegi için buradaki “ne”ler baglaç olusturmaz.

“dE….dE, gerek……gerek, olsun…..olsun, kâh……kâh, ha……ha” Ögeleri ya da cümleleri birbirine baglarlar.

Ögretmeni de arkadaslari da onu çok merak ettiler. özneleri baglamis. Annesini de babasina da özlemisti. nesneleri baglamis.

Tatil boyunca dinlenmis de gezmis de. yüklemleri baglamis. Izmir’e de Aydin’a da ugrayacagiz. dolayli tümleçleri

Fizikten de anlamam kimyadan da. Gerek sen gerek(se) o, güzel çalistiniz.

Gerek baba gerek anne tarafindan bir akrabaliklari yok. Ali olsun, Ahmet olsun, ikisi de çaliskan ve zekîdirler.

Kâh yikiliyor, kâh kalkiyor, ama yilmiyor. Ha Ali ha Veli, ne fark eder?

d. Karsitlik Baglaçlari “ama, fakat, lâkin, yalniz, ancak, ne var ki, ne yazik ki”

“ama, fakat, lâkin” ayni anlamli baglaçlardir. “yalniz, ancak, ne var ki, ne yazik ki” de bunlara yakin baglaçlardir. ]“ama, fakat, lâkin, yalniz, ancak, ne var ki, ne yazik ki” baglaçlari, aralarinda zitlik bulunan iki ayri ifadeyi, cümleyi birbirine baglar.

Çok tembeldi, ama basarili oldu. Yemek az, ama doyurucu.

Yerinde ve zamaninda konusmaya dikkat ediyorum, ama bazen yanlis anlasiliyorum. Hizli yürüdü, ancak yetisemedi.

Bu ise basliyorum, ancak bugün bitiremem. Hava nemliydi, fakat yagmur yagmiyordu.

Altmis yasinda, kir saçli; fakat dinç bir adam bagirdi. Bunlari götür, yalniz digerlerini getirmeyi unutma.

Not: Bir cümle bu baglaçlardan biriyle baslayabilir. Bu durumda bu baglaçlar iki bagimsiz cümleyi birbirine baglamis olur.. … Ne var ki sanatçiyi bu yüzden elestirmek dogru olmaz.

] “ne yazik ki” baglaci çok kötü ve aci sonlari bildirir. Insanlara hep vefa gösterdi; ne yazik ki kendisi onlardan vefa görmedi.

] “ne var ki” baglaci çaresizlik ifade eder. En yüce duygularin tohumlari ekildi; ne var ki dünya, insanlari kendisine benzetmisti.

]“ama, fakat, lâkin, yalniz, ancak”, neden, sart, uyarma bildirir Arkadasinin kalbini kirdi, ama çok pisman oldu.

Bizimle gelmene izin veririz, ama yolda fazla soru sormayacaksin. ] Sadece “ama” baglaci pekistirme anlami katar.

Güzel, ama çok güzel eserler birakmis atalarimiz. ]Yine sadece “ama”, cümle sonunda, dikkat çekmek için kullanilir.

Bak kizarim ama! Böyle söylersen darilirim ama!

“hiç olmazsa” ve “hiç degilse” Çarsidan elimiz bos döndük. Hiç olmazsa iki kaset alsaydik.

“oysa, oysaki, hâlbuki” Aralarinda zitlik, aykirilik bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -dIgI hâlde” anlamlariyla birbirine baglar.

Onu özledim, oysa gideli çok olmadi. Gelemeyecegini söyledi, hâlbuki vakti vardi.

Not: Bu baglaçlar anlam bakimindan zit olmayan cümleler arasinda kullanilirsa anlatim bozukluguna yol açar. Her zaman birinciydi, oysa çok çalisirdi. (anlatim bozuk)

e. Gerekçe Baglaçlari “çünkü”

“Sundan dolayi, su sebeple” anlamlarina gelir. Neden bildirir.

Eve gittim, çünkü babam çagirmisti. Otobüse yetisemedik; çünkü evden geç çikmistik.

“madem(ki)” Madem gelecektin, haber verseydin.

“zira” “çünkü” anlaminda kullanilir.

Allah’a sigin sahs-i halîmin gazabindan Zira yumusak huylu atin çiftesi pektir

“yoksa” Ver diyorum, yoksa yersin dayagi.

“nasil ki” Acele etmez, agirdan alir; nasil ki bu aksam agirdan aliyor.

“degil mi ki” f. Özetleme Baglaçlari

“kisacasi, demek ki, açikçasi, öyleyse, yani, özetle, o hâlde, anlasiliyor ki” … Kisacasi kendimizi toparlamaliyiz.

… Demek ki ülkemiz bunlardan dolayi gelismiyor. … Açikçasi bu isi istemiyorum.

… Öyleyse gidelim arkadaslar. g. Pekistirme Baglaçlari

“bile, dE, hem de, dahi, üstelik, hatta, ayrica, bundan baska” Bu baglaçlardan bazilari bazi durumlarda birbirlerinin yerine kullanilabilirler.

]“bile” kullanilan bir cümle daha önce kullanilmis bir cümlenin ya devamidir ya da devami gibi görünür. Bunu sen bile basarabilirsin.

Bagirsan bile duymaz. Tembel adam, olur, demis. Demis ama yerinden bile kalkmamis.

Hatta parasini bile ödemisti. / Hatta parasini ödemisti bile. Çölde suyun bir damlasi bile degerlidir.

] “bile” yerine “de” veya “dahi” de kullanilabilir. Bunu sen de basarabilirsin.

Bagirsan da duymaz. Tembel adam, olur, demis. Demis ama yerinden dahi kalkmamis.

Hatta parasini dahi ödemisti. / Hatta parasini ödemisti dahi. Çölde suyun bir damlasi dahi degerlidir.

] “hatta, hem de, ayrica, üstelik” Belle, kazmayla, hatta elleriyle kazidilar.

Gördüm, hatta konustum da. Konusmuyor; üstelik gülmüyor da.

Çalisiyor, hem de sabahtan aksama kadar. h. “de, ki, ise” baglaçlari

“dE” ] Her zaman kendinden önceki kelimeden ayri ve de, da seklinde yazilir; bitistirilmez, te, ta seklinde yazilmaz. “ya” ile birlikte kullanildiginda da ayri yazilir: “ya da”

Kelimenin son hecesine kalinlik-incelik bakimindan uyar. ] Genellikle “dahi, bile, üstelik, hatta” baglaçlariyla özdestir.

Bu soruyu Ali de bildi dahi, bile Artik gönlümü alsa da önemi yok. dahi, bile

] Cümleleri, ayni görevdeki kelimeleri ve sözleri birbirine baglar ve degisik anlamlar katar: Sorsan da söylemem asla

Erzakini hazirla da piknige gidelim. Cümleleri baglamis, burada piknige gitmek için erzak hazirlama sarti var.

Biraz müsaade etsen de isime baksam rica, istek, yalvarma Büyüyecek de bana bakacak. Küçümseme, alay

Çalisip da kazanacaksin. sart Dün bizi bekletti de gelmedi. yakinma

Çalisayim da gör neler yapacagimi. övünme Düzenli çalisti da basarili oldu. için, neden-sonuç

Kossan da yetisemezsin. degismezlik Bütün yil okumamis da simdi kitap kurdu oluverdi.

Zit anlamli cümleler arasina girmis. ] Tekrarlanan kelimelerin arasina girerek anlami güçlendirir:

Ev de ev olsa bari küçümseme Çalis da çalis… abartma

] “ama” baglacinin yerine kullanilabilir; cümleleri ve ögeleri birbirine baglayabilir: Hizli hizli kostu da yetisemedi. cümleleri baglamis

] Edattan ve zarftan sonra gelerek anlami pekistirebilir: O kadar da soguk degil.

Böyle davranmaniz hiç de iyi olmadi. “ki”

Sadece “ki” biçimi vardir. Kendinden önceki ve sonraki kelimelerden ayri yazilir.

Türkçe degil, Farsça bir baglaçtir ve Türkçe cümle yapisina aykiri olarak kullanilir. ]Anlam bakimindan birbiriyle ilgili cümleleri birbirine baglar.

Bir sey biliyor ki konusuyor. (sebep-sonuç) Baktim ki gitmis. (saskinlik)

Ancak ne yazik ki böyle olmadi. ]Birisinden alinti yapilacagi zaman kullanilir.

Atatürk diyor ki: … (açiklama) ]Özneyle veya tümleçlerle ilgili açiklama yapilacagi zaman kullanilir. Bazen “ki” ile baslayan bu açiklama iki kisa çizgi arasinda verilir.

Ben ki hep sizin için çalistim. (pekistirme) Siz ki beni tanirsiniz, neden böyle düsünüyorsunuz?

O yerden -ki herkes kaçar- sen de kaç. ]”ki” kullanilan bazi cümlelerin “ki”den sonraki kismi söylenmez.

Sinavi kazanabilir miyim ki… (kusku) Bu adama güvenilmez ki! (yakinma)

Acaba çocuga kizarlar mi ki? (endise) ]Tekrar edilen kelimeler arasinda kullanilir.

Adam belâ ki ne belâ… ]Abartma anlami katar.

Bugün öyle yorgunum ki… ]Bu baglaç birkaç örnekte kaliplasarak bitisik yazilmaktadir.

Belki, çünkü (burada ünlü uyumuna girmis), hâlbuki, mademki, megerki, oysaki, sanki. “ise”

Karsilastirma ilgisi kurar, karsitligi güçlendirir. Yagmur yagiyor, evim ise çok uzakta. (baglaç)

Adam konusuyor, çocuksa hep susuyordu. (baglaç) Ek-fiilin sart çekimiyle karistirilabilir.

Çocuk basariliysa sinifini geçer. (ek-fiilin sarti) YAPI BAKIMINDAN BAGLAÇLAR

1. Basit Baglaçlar Ek almamis (kök hâlindeki) zarflardir. ve, ile, de, fakat, eger…

2. Türemis Baglaçlar Yapim eki almis zarflardir. kisaca, yalniz, üstelik…

3. Birlesik Baglaçlar Birden fazla kelimeden olusurlar ve bitisik yazilirlar. yoksa, hâlbuki…

4. Öbeklesmis Baglaçlar

Birden fazla kelimeden olusur ve ayri yazilirlar. ya da, ne var ki, hem de.

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 14

BÜYÜK HARFLERİN YAZIMI: Özel adlar büyük harfle yazılır: (yeryüzü, kişi, ülkeler, diller…) Minik kedisine hep Pamuk diye seslenirdi. Kurum ve kuruluş adlarını oluşturan kelimelerin ilk harfler:Devlet demir Yollarında …  Milli Eğitim Bakanlığına yazılan … Dergi, kanun, eser, gazete, isimlerinin her kelimesi: Tarihi Galata KöPrüsünün … Birden çok kelimeden oluşan kişi, yer adlarının ilk harfleri:Gazi Osman Paşa Mahalle sakinleri … Mahalle meydan, bulvar, cadde ve sokak adları:Bu gün Akdeniz Caddesi’nde ..

Cümlelerin ilk kelimesi büyük yazılır. Nokta, soru, ünlem işaretlerinden sonra gelen her cümlenin ilk harfi:
Dışarı çıktı. Acaba paradan kıymetli olan neydi? Düşündü ama bulamadı.

Şiirde mısraların ilk kelimesi:
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,

Mektup başlıklarının ilk kelimesi:
Sevgili yeğenim.

Levha ve açıklama Yazılarının ilk harfi:
Giriş, Vezne, Müdür …

İki noktadan sonra bir kimseden alınıp tırnak işareti içinde verdiğimiz sözlerin ilk kelimesinin ilk harfi:
O yıl soğuk ülkelerden gelen biri: “Ne olur beni geri götür.” demiş.

Gazete ve dergi adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Genç Kalemler, Resmi Gazete …

Kitap adları ve yazı başlıklarının her kelimesi büyük harfle başlar. Başlıklarda geçen “ve, ile, ya, veya, ki” bağlaçlarıyla “mi” soru ekleri küçük harfle yazılır.
Bin Bir Gece Masalları, Ali Baba ve Kırk Haramiler …

İsimlerle birlikte kullanılan unvanların da baş harfleri: Sayın Profösör

SAYILARIN YAZIMI

Sayılar gerekli görülen yerlerde yazıyla yazılabilir. Bu durumda sayı adları yazıya ayrı ayrı geçirilmelidir:
Pazardan beş kilo patates, üç kilo elma aldım.

Banka işlemlerinde ve parasal işlemlerde araya başka sayı katılmasını önlemek amacıyla sayılar bitişik yazılır:
Birmilyondokuzyüzbin gibi…

TARİHLERİN YAZIMI

Bilinen bir tarihi anlatan ay ve gün adları her yerde büyük harfle yazılır:
31 Mart ayaklanması …

Ay ve gün adları yanlarında sayı olmadan kullanıldıklarında küçük harfle başlayarak yazılır.
Bu yıl şubat ve mart ayları çok soğuk geçti.

Gün bildiren tarihler aşağıdaki gibi yazılır:
19 Mayıs 1919 – 19.05.1999 – 19 / 05 / 2000

Tarih bildiren sayılardan sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılır.
23 Nisan 1920′de TBMM açıldı.

DÜZELTME İŞARETİNİN KULLANILIŞI

Yazılışları birbirine benzeyen, anlamları ayrı birtakım yabancı kelimeleri ayırt etmen için uzun ünlülerin (sesli) üzerinde düzeltme işareti konur:
adet=sayı – âdet=alışkanlık – aşık=küçük kemik – âşık=tutkun …

Arapça ve Farsça kelimelerde “g” ve “k” ünsüzlerinin (sessiz) ince okunduğunu göstermek için bu ünsüzlerden sonra gelen “a” ve “u” ünlülerinin üzerinde:
dükkân, gâvur, hikâye, kâğıt, kâr, tez âh, mekân …

Ayrıca Arapça ve Farsça’dan gelen kelimelerde ” l ” ünsüzünün ince olunduğunu göstermek için de bu işaret kullanılır:
ahlâk, evlât, felâket, hilâl, ilâç, ilân, istiklâl, lâle, selâm, sülâle, lâmba, lâhana, plâk, plâj, plân

İKİLEMELRİN YAZILIŞI

İkilemeler ayrı yazılır:
Baka baka, konuşa konuşa, kem küm, ev bark, soy sop …

“m” ile yapılan ikilemeler de ayrı yazılır:
Dolap molap, kitap mitap, çocuk mocuk …

İsmin hâl ekleriyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır:
Baş başa, göz göze, diz dize, yan yana …

İyelik eki almış ikilemeler de ayrı yazılır:
Boşu boşuna, ucu ucuna, günü gününe …

isim ve sıfatları tekrarlayarak yapılan ikilemeler de ayrı yazılır:
Akın akın, ağır ağır, kara kara, çeşit çeşit, uslu uslu …

İkilemeler arasına virgül konmaz:
Ağır ağır konuşursak daha iyi anlaşılır.

BİRLEŞİK KELİMELERİN YAZILIŞI

Dilimizde önemli bir yer tutan pekiştirme sıfatları bitişik yazılır:
Apaçık, kapkara, kupkuru, sipsivri, sapasağlam, dümdüz …

Birleşik kelime durumuna girmiş kelimeler bitişik yazılır:
Babayiğit, dedikodu, delikanlı, gecekondu, kabadayı, yelkovan …

Ev, ocak ve yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır:
Bakım evi, aş evi, radyo evi, sağlık ocağı, öğrenci yurdu, sağlık yurdu …

Hane kelimesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
Pastahane, hastahane, yatakhane, yemekhane …

Birleştirmede yer alan kelimeler eski anlamlarını koruyorlarsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır:
Kara yolu, gül suyu, kuru üzüm, ay tutulması, balık yumurtası, yıl sonu…

Yardımcı fiillerle yapılan birtakım birleşik fiiller ayrı yazılır:
Yardım etmek, yol olmak, göç etmek, hayret etmek, gelin olmak…

Dilimizdeki “af, his, ret, zan” gibi birtakım kelimeler “etmek, olmak, eylemek” yardımcı fiilleriyle birleşirken söylenişlerine uyularak yeni ses alırlar. Bu kelimeler bitişik yazılır:
af + etmek __ affetmek, His + etmek __ hissetmek …

“Emir, hüküm, keşif, nakil, kayıp” gibi birtakım kelimeler “etmek, eylemek, olmak” yardımcı fiilleriyle birleşirken ikinci hecelerdeki ünlüleri düşürürler. Bu kelimelerle yapılan birleşik fiiller bitişik yazılır:
emir + etmek __ emretmek, kayıp + olmak __ kaybolmak …

“-a, -e, -ı, -i, -u, -ü” ekleriyle yapılan birleşik fiiller bitişik yazılır:
Bakmak + kalmak __ bakakalmak
yapmak + bilmek __ yapabilmek …

İki ya da daha çok kelimeden oluşan yerleşim merkezi adları bitişik yazılır:
Karaköy, Dörtyol, Gürgentepe, Tepeköy …

Sıfat ya da isim tamlaması biçiminde oluşmuş ve bu şekilde kalıplaşmış yer adları ve dağ, deniz, ova adları bitişik yazılır:
Kızılırmak, Çukurova, Uludağ, Akdeniz, Ulukışla…

KURULUŞUN ADLARININ YAZILIŞI

Kurum, kuruluş, işletme, okul, birlik ve derneklerin resmi adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Devlet Demir Yolları, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, Fatih İlköğretim okulu …

Kurum ve kuruluş adlarında geçen kelimeler cins isim olarak geçtiğinde küçük harfle yazılır:
Hava kuvvetlerinin güçlendirilmesi için …
Demir çelik işletmelerinin …

DE EKİNİN YAZILIŞI

Hal eki olan “de” kelimeye bitişik yazılır. Özel isimlerin sonuna geldiğinde kesme işaretiyle ayrılır. Kendisinden önce gelen kelimenin son ünlüsüne göre büyük ünlü uyumuna uyar.
Ayakta durmaktan canım çıktı.
Otomobil bozulunca yolda kalmışlar.
Yurtta sulh cihanda sulh!
Dolabın anahtarı Ali’de olmalı.

Bağlaç olan “de” ayrı yazılır. Kendisinden önce gelen kelimenin son ünlüsüne göre büyük ünlü uyumuna uyar.
Onları da gördünüz mü?
Kerem de çalışmasını tamamlamış

Kİ EKİNİN YAZILIŞI

Ek olan “-ki” ünlü uyumuna uymaksızın kendinde önce gelen kelimeye bitişik yazılır:
Bu sayfadaki yazıyı okudunuz mu?

Bağlaç olan “ki” ayrı yazılır:
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
Atatürk diyor ki: …

“Ki” bağlacı bazı kelimelerle zamanla kalıplaştıkları için bitişik yazılır:
Halbuki, oysaki, sanki, mademki …

Mİ EKİNİN YAZILIŞI

Soru eki olan “mi” kendinden önce gelen kelimeden ayrı yazılır.Kendinden önceki kelimenin son ünlüsüne göre ünlü uyumuna uyar.Kendisinden sonra gelen ekler bu eke bitişik yazılır:
Oğlunu işe almadılar mı?
Bitirdiğinde bana verecek misin?
Tahtadaki şekli görüyor musun?

YOR EKİNİN YAZILIŞI

“-yor” eki ünlü uyumuna uymaz. Eklendiğini fiilin ünlüsünü ince de olsa, bu ekin ünlüsü kalın kalır:
Atatürk Mudanya yolu ile Bursa’ya gidi-yor-du.
gel-i-yor,sür-ü-yor,sev-i-yor,sor-u-yor,görüş-ü-yor…

Fiil kökü ünlü ile bittiğinde, bağlantı ünlüsü almıyor.Ancak sondaki, “-a” sesi “-ı” veya “-u” ya,”-e” sesi “-i” veya “-ü” ye dönüşüyor.
başla + yor __ başlıyor: -a ünlüsü -ı’ ya dönüştü

İLE EKİNİN YAZILIŞI

“ile” sözü, ünlüyle biten kelimelere ek olarak geldiğinde başındaki “-i” ünlüsü “y”‘ye dönüşür ve büyük ünlü uyumuna uyar:
balta + ile __baltayla – çifte + ile__çifteyle

III.şahıs iyelik ekinden sonra ek olarak geldiğinde başındaki “-i” ünlüsü “y”‘ye dönüşür, büyük ünlü uyumuna uyar:
annesi + ile __ annesiyle -arkadaşı + ile__arkadaşıyla

Ünsüz ile biten kelimelere ek olarak geldiğinde başındaki “-i” ünlüsü düşer ve büyük ünlü uyumuna uyar.
kardeş + ile __kardeşle – ayak + ile __ayakla

KEN EKİNİN YAZILIŞI

“-ken” (iken) büyük ünlü uyumuna uymaz.; getirildiği kelimenin ünlüleri kalın da olsa, bu ekin ünlüsü ince kalır:
okur + iken __ okurken
bakar + iken __ bakarken
çalışır + iken __ çalışırken
durmuş + iken __ durmuşken

İMEK EKİNİN YAZILIŞI

İmek ek fiili ayrı yazıldığında ünlü uyumuna uymaz:
Aldığı elbise oldukça kaba idi.
Meğer bana kırgın imiş.
Her yıl yaz tatilinde Antalya’ya gider idim.

İmek ek fiili bu gün daha çok bitişik olarak kullanılmakta ve ses uyumuna uymaktadır. Ünlü ile biten kelimeye eklendiğinde “-i” ünlüsü düşer ve araya “y” girer:
tatlıcı idi __ tatlıcıydı – ne ise __neyse
yabancı imiş __yabancıymış – sinirli imiş __ sinirliymiş

Ünlüyle biten kelimelere eklendiğinde “-i” ünlüsü düşer:
gider imiş __gidermiş – kerpiç imiş __kerpiçmiş
bakar ise __bakarsa – görecek ise __ görecekse

DEYİMLERİN YAZILIŞI

Deyimler birden çok kelimeden oluşan, gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kelime gruplarıdır.

Deyim ya da deyim niteliği taşıyan kelimeler ayrı yazılır:
Can kulağıyla dinlemek.
Canını dişine takmak .

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Paragraf, bir düşünceyi tam olarak anlatabilmek için bir araya getirilen cümleler topluluğudur. Yani paragrafın bütün cümleleri aynı konuyu işler ve aynı düşünceyi açıklar ya da destekler. Tek bir düşünce etrafında oluştuğundan kendi içinde bir bütünlük gösterir; kendinden önceki ya da sonraki paragraflara bir bağlılık göstermez.Bu konudaki sorular paragrafın değişik özellikleriyle ilgilidir. Genellikle paragrafın ana düşüncesi, yardımcı düşünceleri, konusu, başlığı sorulur ya da paragrafın oluşturulmasıyla ilgili özellikler üzerinde durulur. Bir veya iki tane soruda da paragrafın anlatımıyla ilgili bilgiler sorulabilir.

Paragraf sorularının çözümünde bazı noktalara dikkat etmeliyiz. Bunlardan en önemlisi paragrafa yorum karıştırmamaktır. Paragrafı okurken önyargılarımızı, kabullerimizi bir kenara bırakıp paragrafta sözü edilenler üzerinde durmalıyız. Bazen bize göre çok yanlış bir düşüncenin doğruluğu savunulabilir. Paragrafta ne savunulursa onun doğru olduğu kabullenilerek soruya yaklaşmak gerekir.

PARAGRAFIN KONUSU

Paragrafta hakkında söz söylenen düşünce, olay ya da durumlar konuyu verir. Konuyu bulmak için “Parçada neden söz ediliyor?” diye sorabiliriz. Yani üzerinde durulan neyse konu da odur. Bununla ilgili sorular değişik soru kökleriyle karşımıza çıkar.

“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden söz edilmektedir?”

“Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir?”

“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden yakınılmaktadır?”

gibi sorular konuyu sorar.

Parçada konuyu soran bir diğer soru şekli de paragrafın bir soruya cevap olarak verilmesidir. Elbette bunlarda yazara sorulan sorunun konusu neyse cevap da o konuda olacaktır.

Konumuzun paragraf olması, konu, başlık, anadüşünce vs. gibi soruların sadece paragraftan olacağı anlamına gelmez. Bazen bir şiir parçası verilerek de bu tür özellikler sorulabilir.

PARAGRAFIN BAŞLIĞI

Paragrafın bir düşünce etrafında döndüğünü ve daima bir konudan söz ettiğini söylemiştik. Bir bakıma paragraf, bir makalenin, bir denemenin, bir fıkranın küçültülmüş şekli gibidir. Öyleyse nasıl bu tür yazıların bir başlığı varsa, paragrafın da bir başlığı olur. Ancak yazı başlıklarının dikkati çekme, ilgi uyandırma ya da şaşırtma gibi özellikleri vardır. Oysa paragrafın başlığı bu amaçla seçilmez. Konuyu en iyi şekilde yansıtan bir veya birkaç söz başlık olarak belirlenir.

PARAGRAFIN ANADÜŞÜNCESİ

Anadüşünce, parçada yazarın okuyucuya vermek istediği mesajdır. Buna yazarın paragrafı yazma amacı da diyebiliriz. Her paragrafın belli bir anadüşüncesi vardır. Bu düşünce bazen paragrafın herhangi bir yerinde bir cümle halinde verilir. Diğer cümleler bu düşünceyi açıklar ya da destekler. Bazen ise belli bir cümleyle verilmez, paragrafın bütününe sindirilir.

Paragrafın anadüşüncesini bulabilmek için kendimize “Yazar bu parçayı hangi amaçla yazdı?”, “Bize ne demek istedi?” gibi soruları sorabiliriz.

Anadüşünce, değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.

“Bu paragrafın anadüşüncesi aşağıdakilerden hangisidir?”

“Bu paragrafta anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?”

“Bu parçada aşağıdakilerden hangisi vurgulanmıştır?”

gibi sorular anadüşüncenin sorulduğu soru tiplerinden bazılarıdır.

Anadüşünceyi veren cümleler kesin bir yargı bildirir, açık ve anlaşılır bir anlam taşır.

Anadüşünce, parçada sözü edilenleri en kapsamlı bir biçimde bildirir. Parçada olmayan konular anadüşünce içinde yer almayacağı gibi, parçanın bir kısmını bildiren cümleler de anadüşünceyi vermez. Parçanın tümünü kapsayacak biçimde olması gerekir onun.

“Bir dilin söz dağarcığıyla o dili konuşan toplumun yaşama biçimi arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Sözgelimi sözcük sayısı Türkçeye oranla çok fazla olan İngilizcede yeşil için birkaç sözcük bulunurken, Türkçede, doğayla içli dışlı olmanın bir sonucu olarak yosun yeşili, çağla yeşili, tirşe, ördekbaşı gibi birçok sözcük vardır. Bunun gibi, söz dağarcığını oluşturan öğelerin somutluğu, soyutluğu da yine toplumun yaşama biçimine bağlıdır.”

Yukarıdaki parçaya baktığımızda toplumun yaşayış biçimiyle söz dağarcığı arasında ilgi kurulduğunu görürüz. Yazar bize vermek istediği mesajı ilk cümlede vermiş. Daha sonra “sözgelimi” diyerek ileri sürdüğü bu düşünceyi örneklendirmiş. İlk cümlenin genel ve kesin bir yargı bildirmesi de anadüşünceyi vermesinin diğer bu yanıdır. Bu parçadan “Türkler doğayla iç içe yaşadığı için doğayla ilgili birçok sözcüğe sahiptir.” yargısını çıkarabiliriz. Ancak bu yargı anadüşünce olmaz; çünkü parçanın sadece bir kısmını karşılar. “Söz dağarcığının genişliği toplulukların gelişmişlik düzeyini gösterir.” gibi bir yargı ise gerçekte doğru olsa bile parçada sözü edilmediğinden parçanın anadüşüncesi olamaz.

PARAGRAFIN YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ

Her paragrafın tek bir konu üzerinde durduğunu ve bir anadüşünce etrafında döndüğünü söylemiştik. Paragrafta bunun dışında, anadüşüncenin daha iyi açıklanmasını sağlayan, onu daha belirgin hale getiren, işlediği konunun sınırlarını çizen düşünceler de vardır. Bu düşüncelere de paragrafın yardımcı düşünceleri denir. Bir paragrafta anadüşünce bir tane iken yardımcı düşünce sayısı birden fazla olabilir.

Yardımcı düşünceyle ilgili sorular çoğu zaman olumsuz biçimdedir.

“Bu paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?”

“Bu paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?”

“Bu parçadan aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?”

gibi sorular hep yardımcı düşünceleri sormaktadır. Bir parça üzerinde yardımcı düşünceleri inceleyelim.

Gündelik dil bilincimiz ile algımız, ister istemez birtakım toplumsal kalıplarla koşullanmıştır. Oysa şiirin, öykünün, romanın sunduğu kurmaca dünya, bizim yeni bir algı durumuna girmemizi gerektirir. Gerçekte, okuma sırasında bir beklentiden ötekine, bir varsayımdan ötekine geçerek sürdürdüğümüz bilinç etkinliği, bu yeni algı konumunun aranışından başka bir şey değildir. Haşim’in şiirindeki karanfil, bizim gündelik deneylerimizden tanıdığımız karanfil olmaktan çok uzaktır.”

Şimdi bu parçadan hangi düşüncelerin çıkabileceğine bakalım.

Toplumsal kalıplar algımızı ve bilincimizi koşullandırır.

Şiir, öykü, roman gibi türler bize kurmaca bir dünyanın kapılarını açar.

Şiirin kurduğu dünya ile romanınki birbirinden oldukça farklıdır.

Okuma sırasında bilinç etkinliğimiz sürekli değişir.

Şiirin etkileme gücü, düzyazıdan daha çoktur.

Gündelik hayatta karşılaştığımız nesneler, şiirde karşımıza farklı nesneler olarak çıkabilir.

Haşim şiirinde karanfili en güzel biçimde betimlemiştir.

Parçayı incelediğimizde, şiirle romanın karşılaştırmasının yapılmadığını görürüz. Öyleyse c’deki cümle parçadan çıkmaz. Eserlerin etkileme gücünden söz edilmediğinden e, Haşim’in karanfili nasıl betimlediğinden söz edilmediğinden g parçadan çıkarılamaz. Diğerlerine ise parçada yer verilmiştir.

PARAGRAFIN YAPISI

Paragrafın; bir makalenin, denemenin ya da başka bir yazının küçültülmüş biçimi olduğunu önceki sayımızda söylemiştik. Nasıl bu tür yazıların giriş, gelişme ve sonuç bölümleri varsa, bir paragrafın da bu tür bölümleri vardır. İşte paragrafın yapısıyla ilgili sorular böyle bir bölümlemeyi ortaya çıkarmak için sorulur.

Paragrafın yapısı değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.

Bazı sorular paragraf oluşturmayla ilgilidir. Yani bir paragraf oluşturabilecek cümleler dağınık olarak verilir ve öğrencinin bunlardan bir paragraf oluşturması istenebilir. Bu tip sorularda cümlelerin anlamca ve yapıca birbirine bağlanabilmesi aranmalıdır.

Bir paragraf kendi içinde bir bütünlük oluşturur. Bu yüzden kendinden önceki veya sonraki paragraflara yapıca bir bağlılık göstermez. Öyleyse paragrafın ilk cümlesi onu kendinden önceki cümlelere bağlayan herhangi bir anlam veya bağlayıcı öğe taşımamalıdır. Bir başlangıç ifade etmelidir. Aynı zamanda kendinden sonraki cümlelere de anlamca bağlılık göstermelidir.

Paragraf tamamlamanın sorulduğu bir diğer soru tipinde de son cümle sorulur. Parçanın son cümlesi bir bitiş bildirir. Ya anlatılanlardan bir sonuç çıkarılır ya da bir olayın bitişini gösterir. Bu soruların çözümünde cümlelerin anlamca bağlılığı yanında yapısal olarak bağlanmalarına da dikkat edilmelidir.

Son yıllarda sorulan paragraf oluşturmayla ilgili diğer bir soru tipi, paragrafın içine cümle yerleştirme şeklindedir. Bu tip sorularda cümlelerin hem anlam hem yapı bakımından uygun olduğu yer aranmalıdır.

Gittikçe soru sayısı artan diğer bir paragraf tipi, düşüncenin akışının bozulmasıyla ilgili olanlardır. Bir paragrafın tek bir düşünceyi aktardığını, cümlelerin hep bu düşünce etrafında döndüğünü önceki bölümlerde anlatmıştık. İşte bir paragraf içinde, paragrafın düşünce bütünlüğüne uymayan cümle varsa, bu cümle anlatımın akışını bozmaktadır.

Düşüncenin akışıyla ilgili bir diğer soru tipi de, parçanın iki paragrafa bölünebilmesiyle ilgilidir. Bu tip parçalarda, parçanın bir bölümünde bir düşünce, ikinci bölümünde başka bir düşünce işlenir.

Bazı tip sorularda ise düşüncenin akışı cümlelerin yanlış yerde bulunmasından dolayı bozulmuştur. Bu tür sorularda numaralanmış cümlelerin uygun bir biçimde düzenlenmesi istenir.

PARAGRAFLARDA SORULAN  KAVRAMLAR VE DUYGULAR

Bazı paragraf sorularında kişilerin nitelikleri üzerinde ya da yazının özellikleri üzerinde durulur. Bu tip sorularda seçeneklerde geçen kavramların duyu ve duyguların bilinmesi gerekir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Özgünlük: Başkasına benzememe, kendine has olma demektir. Parçalarda genelde taklitçilikten kaçınma ve yenilikçi olmayla açıklanır.

Doğallık: Yapmacıksız, süs ve özentiden uzak, günlük hayatta olduğu gibi olma demektir.
Duruluk: Açık ve anlaşılır olma, kapalı ifadelerden kaçınma, söylenmek isteneni imgeler arkasına gizlemeden anlatma demektir.

Akıcılık: Okuyucuyu sıkmayan, sürükleyici bir anlatıma sahip olma demektir.

Özlülük: Az sözle çok şey ifade edebilme, sözü uzatmaktan kaçınma demektir.

Yoğunluk: Birçok anlamı bir arada verme, anlam içinde anlam bulunması demektir.

Kimi zaman da parçada ağır basan duyu ve duygular sorulabilir. Duyu ve duyguyu birbirine karıştırmamak gerekir. Duyu dışarıdaki nesneleri algılama yolumuzdur. Nesneler beş duyu organıyla algılanır. Duygu ise içimizden geçen hislerdir. Sevinç, keder, hoşgörülü olma, alçak gönüllülük…

ANLATIM BİÇİMLERİ

Paragrafta yazarın herhangi bir düşünceyi ya da durumu ortaya koyma biçimine anlatım denir. Yazar aktaracağı duruma uygun bir anlatım biçimi seçemezse, yazısının etki gücü azalır. Bir bilgiyi aktarmakla bir olayı hikaye etmek ya da bir manzarayı betimlemek farklı bir anlatım gerektirecektir.

Bu biçimleri şu şekilde açıklayabiliriz.

1. Açıklama

Öğretici özellik gösteren bir anlatım biçimidir. Yazarın amacı bilgiyi en kısa yoldan okuyucuya anlatmak olduğundan, yazar sanatlı söyleyişlere, imalı sözlere pek yer vermez. Açık, anlaşılır bir dil kullanır. Soyutluktan, kişisellikten kaçınır. Tanımlarla, örneklerle konunun en iyi biçimde anlaşılmasını sağlar. Ansiklopedilerde daha çok bu tür bir anlatım görülür.

2. Tartışma

Yazarın, bir düşüncenin, bir önerinin doğru olmadığını ortaya koymak amacıyla hazırladığı yazılarda başvurduğu bir yöntemdir. Yazar okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir üslupla yazısını oluşturur. Devrik cümlelerle, soru ve cevaplarla yazısına akıcılık kazandırır. Sonuçta burada da bilgi ortaya konmuş olabilir; ancak bir görüşün başka bir görüşe karşı savunuculuğunun yapılması onu açıklamadan ayırır. Yazar, görüşlerini inandırıcı kılmak için kanıtlama yoluna başvurur. Kanı niteliği taşıyan yargılardan kaçınır, nesnel olmaya çalışır.

3. Betimleme

Yazarın, gördüklerini okuyucunun gözünde canlanacak biçimde anlatmasıyla oluşan bir anlatım biçimidir. Betimlemede asıl olan görselliktir. Bu nedenle gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına büyük yer verilir.

Betimlemeler iki grupta incelenir.

a. Ruhsal betimleme : İnsanların iç dünyasıyla tanıtıldığı, tavır ve davranışlarının ele alındığı betimleme türüdür. Görsellikten çok, izlenim ve sezginin ağır bastığı bu betimlemeler sadece insanlara özgüdür.

“İçli, çok duygulu bir adamdı; konuşurken hem ağlar hem ağlatırdı…” sözleri bu tür betimlemedir.

b. Fiziksel betimleme : Gözle görülenin anlatıldığı betimlemelerdir. Kişinin dış görünüşüyle betimlenmesi ya da dış dünyanın anlatılması bu türdendir.

Betimlemelerde yazar nesnel olabileceği gibi gözlemlerine duygularını da katabilir.

4. Öyküleme

Belli bir zaman diliminde gelişen olayların anlatıldığı durumlarda başvurulan anlatım biçimidir. Olayın olmadığı yerde öyküleme olmaz. Anlatım yönüyle betimlemeye benzer; ancak betimlemelerde yazarın izlenimleri söz konusu olduğu halde, öykülemede olayın aktarımı, durumların değişmesi, zaman süreci söz konusudur.

DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI

Her paragrafın belli bir düşünceyi aktarmak için yazıldığını söylemiştik. Yazar bu düşünceyi okuyucuya değişik şekillerde ortaya koyarak anlatır. Burada anlatım biçimiyle düşünceyi geliştirme yollarının farklı şeyler olduğunu da söylemeliyiz. Ancak anlatım biçimi dört tane olduğundan bir soru haline getirilemez. Bu nedenle geliştirme yollarıyla birlikte sorulur.

Şimdi sorularda karşımıza çıkan “düşünceyi geliştirme yolları”nı açıklayalım.

1. Tanımlama

Kavramların tanımlar halinde verilmesi şeklinde ortaya çıkar. Tanımın ne olduğunu cümle anlamında görmüştük. Parça içinde bir tanım cümlesi varsa, tanımlama var sayılır; bütün paragrafın tanım olması gerekmez.

2. Karşılaştırma

İki farklı düşünce, kavram ya da durumun mukayese edilmesiyle ortaya çıkan bir yöntemdir. Karşılaştırmada, karşılaştırılan olgular arasında bir derecelendirme söz konusudur. Bir kavram diğerinden üstün, aşağı ya da diğeriyle aynı seviyede olması yönünden başka bir kavramla karşılaştırılır. Üslup olarak “Bu böyledir; şu ise şöyledir. “ ifadesi hakimdir.

3. Örneklendirme

Anlatılan konuyla ilgili örneklerin verilmesiyle ortaya çıkar. Konuyu daha anlaşılır ve zihinde daha iyi kalıcı bir niteliğe kavuşturur. Verilen örneğin okur tarafından bilinen, çağrışım yaptırıcı bir nitelik taşıması gerekir.
Bazen bir fıkra, bir öykücük bile örnek olarak verilebilir.

4. Tanık Gösterme

Yazarın, düşüncesini inandırıcı kılmak için, o konuda sözüne güvenilir birinin sözünü parçasına alıntı yaparak almasıyla oluşur. Genellikle bu söz tırnak içinde verilir. Sözün olmadığı yerde tanık gösterme de olmaz.

5. Benzetme

Bir olguyu anlatırken başka olgularla benzerlik kurma şeklinde oluşur. İki olgu arasında sağlam bir benzerlik olmalıdır.

6. İlişki Kurma

İki kavram arasındaki ilgiden üçüncü bir hüküm çıkarma durumudur. Genellikle kavramlar arasında ilişki kurulduğu için bu adla verilir.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Halk Edebiyatı: Eserleri yazılı olmayan ancak ağızdan ağıza geçmek suretiyle yayılan ve yaşayan edebiyata denir. Halk edebiyatı günümüzde de canlı bir işekilde yaşamaktadır annelerin yaktıkları ağıtlar, kına geceleri vb. bunlara örnektir. Divan Edebiyatı bu kesimden insanların duygu, düşünce ve zevklerini yansıtırken, Halk Edebiyatı bunların dışındaki kitlelerin beğeni, düşünce ve ideallerini yansıtma aracı oldu. Ama gerçek anlamda halk edebiyatı kavramı ancak 2’nci Meşrutiyet’ten sonra yerleşti ve halk geleneklerinin ürünleri olan yapıtlar bu dönemden sonra “Halk Edebiyatı” olarak adlandırılmaya başlandı.

Bu yapıtlar, genellikle öğrenim görmemiş köylüler, kasabalılar ya da kentliler ile yeniçeri ve tekke çevreleri gibi yine halktan kopmamış zümreler arasında, zaman içinde dinin, tasavvufun, tarikatların ve Divan Edebiyatı’nın etkisiyle değişikliklere uğramış eserlerdir.

İslamiyet’in kabulünden sonra anonim halk edebiyatının temel ürünleri sayılan atasözü, destan, masal, bilmece, mani, türkü, ağıt, mesnevi gibi türlerde büyük gelişme görüldü. Türk Halk Edebiyatı’nın ilk gerçek örnekleri Karahanlılar döneminde ortaya çıktı.

Kaşgarlı Mahmud’un “Divân-ı Lügati’t-Türk” adlı eserindeki manzum örnekler Türk halk şiirinin temel biçimi olan dörtlüklerle söylenmiş ve genellikle yedili, sekizli ve on ikili hece ölçüleriyle düzenlenmişti. Bu eserde atasözleri de bulunuyordu. Yine Karahanlılar döneminde oluşmuş “Satuk Buğra Halk Destanı” ve 11 ve 12’nci yüzyıllarda Türkistan’da Yedisu bölgesinde doğduğu sanılan eski Türk destanlarından motifler taşıyan Manas Destanı da bu dönem halk edebiyatının önemli eserleri arasındadır.

Türk Halk Edebiyatında Hece  [değiştir]Türk Halk Edebiyatı nazımda hece ölçüsüne (veznine) dayanır. Bu nedenle hece ölçüsünün tanımlanması gerekir. Hece, tek bir sesli harften ya da bu sesli harfin başına ya da sonuna gelen bir ya da birden çok sessiz harften oluşan ses öbeğidir. Örneğin, o, ot, bir, git, kırk gibi. Kapalı ya da engelli denilen heceler sessiz harfle, açık ya da engelsiz heceler sesli harfle biter.

Türk Halk Edebiyatında Hece Ölçüsü  Şiirde mısralardaki hece sayısının eşit olmasına dayanan ölçüdür. Türkçe’nin yapısına uygun bir ölçüdür. Hecelerin sayısı parmakla sayıldığı için “parmak ölçüsü” adıyla da bilinir. Türkçe’de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir. Bu yapısal özellik şiirde hece ölçüsünün kolayca kullanılmasına imkan verir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece ölçüsüne uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t Türk eserindeki şiirler de hece ölçüsüyle yazılmışlardır. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra divan edebiyatı ve aruz ölçüsünün yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve aşık edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı.

Hece ölçüsünde kalıbı dizelerdeki hecelerin sayısı belirler. Her dizesinde 11 hece bulunan bir şiirin kalıbı “11’li hece ölçüsü” olarak gösterilir. Bir hecenin belli bölümlere ayrılmasına “durgulanma”, bu bölümlerin okuma sırasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de “durak” denir. Kalıplar 2’liden başlayarak 20’lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2’liden 6’lıya kadar kalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum öğesi olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları dizenin sonundadır.

Hece ölçüsünde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 duraklı olabilir. Bir durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hece kalıpları duraklar ve duraklardaki hece sayıları bakımından bölümlenir. Bu kalıplar içinde en çok kullanılanlar 7’li, 8’li, 11’li, 13’lü ve 14’lü olanlardır. 7’li ölçü daha çok mani türünde kullanılmıştır. 8’li kalıp semai, varsağı, destan ve türkülerin ölçüsüdür. 11’li ölçü ise başta koşma ve destan olmak üzere aşık ve tekke debiyatı şiirlerinde kullanılmıştır. 14’lü hece ölçüsüne ise daha çok tekke şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır.

Tasavvuf veya Tekke Edebiyatı  Halk ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla şiirler yazdılar. Tekke şiirinin genel adı, özel bestelerle okunan ve tarikatlara göre değişik isimlerle anılan ilahilerdi. Nazım birimi dörtlüktü. Ama gazel biçimde yazılmış ilahiler de vardır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur.

Aşık Edebiyatı  Halk edebiyatının aşık adı verilen halk sanatçılarının ürünlerinden oluşan koludur.16’ncı yüzyılın başlarında ortaya çıkan “aşık edebiyatı” türünde söz ve müzik birbirini tamamlayan iki unsurdur. Günümüzde varlıklarını sürdüren aşıklar, bir yandan eski destan geleneğini yaşatırken, bir yandan da doğaçlama aşk şiirleri söyler, başka sanatçıların ürünlerini yayar, çeşitli törenlerde bir eğlence unsuru olarak yer alırlar. Aşık şiirinin nazım biçimi de dörtlük olmakla birlikte dize sayısı çoğalıp azalabilir.

Bu edebiyatın başlıca türleri destan, güzelleme, taşlama, koçaklama, ağıt ve muammadır.Uyak yapısı bakımından koşma,semai,varsağı gibi kısımlara ayrılır.Genellikle yalın ve yapmacıksız bir dil kullanılan aşık şiirinde yinelemeler, boş tekerlemeler, ölçü ve uyak tutturmada kolaylık sağlayan yakıştırmalar bulunur.Mısra sonlarındaki ses benzerliklerini sağlamak için kullanılan bu yinelemelere ayak denir.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

ABSOLUTİZM
Mutlakçılık. Herhangi bir eserde ya da ilkede bir ebedinin varlığına ve değişmezliğine inanmak, eseri ya da ilkeyi bu değişmeze göre incelemek.

AÇIK HECE
Türkçe sözcüklerde sesli harf ile belirtilen kısa heceler. Örneğin a-na-do-lu, a-şı-la-ma gibi. Arapça ve Farsça’da ise sözcüklerde sesli harflerle yazılmayıp hareke ile gösterilen kısa hecelere verilen isim. Örneğin ka-de-me, ha-se-ne gibi. Aruz vezninde bütün açık heceler kısa hece olarak kabul edilir.

AÇIKLAMA
Edebi bir eseri geniş okuyucu kitleleri için anlaşılabilir hale getirmek için yapılan yazılı çalışmalar. Sanatçılar eserlerinde anlamı herkes tarafından bilinmeyen sözcükler, deyimler, durumlar ve düşüncelerle, sanatlar kullanır. Bunların her biri bir olay, bir durum ya da düşünceyi ifade eder. Okuyucu bunları çözmeden eserin bütününü anlayamaz. Açıklamanın amacı bu anlamayı sağlamaktır.

AÇIKLIK
Bir metinde belirtilmek istenen duygu ve düşüncelerin kolay, anlaşılır, herhangi bir ek yoruma açıklamaya gerek kalmadan kavranılabilir olmasıdır.

ADAPTE
Herhangi bir dilde yazılmış bir eseri, başka bir dile yer ve kişi adlarını değiştirerek, olayları örf ve adet, duyuş ve düşünüş bakımından aktarıldığı dili konuşanların hayatına uygulamak yöntemli serbest çeviri tarzıdır. Türk edebiyatında daha çok tiyatro eserlerinde kullanılır. Örneğin Tanzimat edebiyatı yazarlarından Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den yaptığı adapteler gibi.

ADAPTASYON
Farklı türde bir eserin (roman, öykü, anı gibi), sahne veya sinemaya uyarlanması ya da farklı türde bir eserden (roman, destan, öykü gibi) farklı bir edebi eser (örneğin oyun) meydana getirilmesidir.

AED
Eski Yunanlılarda şiirlerini lirle söyleyen saz şairlerine verilen ad.

AFROZİM
Çeşitli konularda mutlak bilinmesi gereken ana özellikleri kısa, açık ve anlaşılır bir biçimde anlatma sanatı. Yazarların derin anlam yüklü vecizelerine de afrozim denir.

AĞIZ
Bir anadilin herhangi bir şivesi içinde var olan söyleyiş farkıdır. Ağızlarda dilbilgisi ve sözcükler farklı değildir ancak bazı sesler değişik söylenir. Rumeli ağzı, Karadeniz ağzı gibi.

AHREB ve AHREM
Rubai vezinlerinin ana ölçüsüdür. Mef’ulü ile başlayanlara ahreb, mef’ulün ile başlayanlara ahrem denir.

AHSENÜ’L KASAS
Kıssaların, hikayelerin en güzeli. Bu deyim, Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Suresi’nde geçen Yusuf kıssasını anlatır.

AKD Ü HALL
Düğümleme ve çözülme. Divan edebiyatında nesir bir eseri nazma çevirmeye akd, nazım bir eseri nesire çevirmeye hall denir.

AKICILIK
Sözcük ve cümlelerin dile takılmadan kolayca okunabilmesi için anlatılmak istenen düşüncenin rahatlıkla anlaşılır şekilde ifade edilmesi. Akıcılık, düşüncelerin bir düzenleme kapsamında sıralanması, bu düşüncenin herkes tarafından bilinen ve kolay söylenebilen sözcüklerle anlatılması, cümlelerin kısa ve yapı bakımından doğru olması ile sağlanır. Akıcılık, içerikten çok bir üslup özelliğidir.

AKROSTİŞ
Bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralandığında anlamlı bir sözcük meydana getirmesi. Divan edebiyatında akrostiş’e muvaşşah ya da istihrac denir. Eski Yunan ve Latin edebiyatında ise akrostiş “üç dize” anlamına gelir.
Örneğin:
Varolan bir sen, bir ben, bir de bu bahar
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukaddes
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler
Âlemde bu andır bize dost esen rüzgar
Cahit Sıtkı Tarancı
Şiirin dizelerinin ilk sözcükleri alt alta okunduğunda “VEDİA” ismi çıkıyor.

AKS, AKİS
Bir cümlede, bir dizede iki sözcüğün ya da sözcük topluluklarının yerleri değiştirilerek yapılan söz sanatı. Cümle ya da dizede bir sözcük diğerinin önüne ya da arkasına getirilerek cümle ya da dize tekrarlanır. Tard ü aks veya aks ü tebdil de denir. Aks-i tam (tam akis) aks-i nakıs (eksik akis) olmak üzere iki türü var.
Aks-i tam, cümle ya da dizenin anlamlı iki parçası kalıp halinde yer değiştirir, ekleme ve çıkarma yapılmaz. Örneğin:

Mümkün değil Hudâyı bilmek de bilmemek de
Mâtem görünür şâdi şâdi görünür mâtem

Aks-i nakıs, Cümle ya da dizelerde anlamlı sözcük topluluklarının yerlerinin bazı ekleme ve çıkarmalar yaparak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin:

Hayran oluyor kudretine, sun’una insan
Hayran oluyor kudretine, sun’una hayran
İsmail Safa

Gelse der-gâhına ikrâm görürler küremâ
Kürema dergehine gelse görürler ikrâm
Ziya Paşa

AKSAN
Vurgu demektir. Söyleyiş farkını belirtmek için bazı seslerin üzerine konur.

AKS-İ MÜFRED
Bir sözcükteki harflerin sondan başa doğru alınması halinde yine anlamlı bir sözcüğün meydana gelmesidir. Örneğin ayak-kaya gibi.

AKSİYON
Bir edebi eserde olguların akışıdır. Örneğin bir romandaki aksiyon, tanımlama, düşünce ve moral bölümlerinin çıkarılmasından sonra kalan olaylardır.

ALAKA
İlgi. Bir sözcüğü gerçek anlamının dışında bir anlamda (mecazi) kullanmak için düşünülen ilgiye alaka denir. Edebi sanatların çoğunda bu durum söz konusudur. Bu ilişki ne kadar uygun olursa edebi sanat o derece yerinde ve güzel sayılır.

ALEGORİ
Bir düşüncenin canlı bir varlık olarak anlatılması. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek gibi. Örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla anlatılması gibi.

ALİTERASYON
Şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla aynı sesleri taşıyan sözcükleri sık sık ve art arda tekrarlamak. Örneğin:
Seherlerde seyre koyuldum semayı, deryayı
Tevfik Fikret

Karşı yatan karlı kara dağlar kayıptır.
Dede Korkut

ANA DUYGU
Bir düşünceden çok bir duyguyu dile getirmek, okuyucu ya da dinleyiciye hissettirmek, onların benliğinde yaşatmak amaçlı yazı ya da konuşmaların öne çıkarmak istediği asıl duyguyu anlatır. Ana duygu bir metnin özünü oluşturur. Metinde bu duyguyu destekler haldeki bütün yardımcı duygu ve düşünceler hep ana duyguya bağlanarak onun daha anlaşır ve duyulur olmasını sağlar. Ana duygu konu anlamına gelmez. Konu anlatılan şey, ana duygu ise bu anlatılanlardan çıkan sonuçtur.

ANA FİKİR
Belirli bir konuda yazılmış eserlerin temelini oluşturan ve okuyucuya verilmek istenen asıl düşünce.

ANAGRAM
Bir sözcükteki harfleri kullanarak başka bir sözcük kurmak. Örneğin sahip anlamındaki “malik” sözcüğü ile tamamlamak anlamındaki “ikmal” sözcüğü kurulabilir. Anagram çoğunlukla özel isimlerde yapılır. Gerçek isim yerine o isimdeki harflerle yapılan bir başka isim kullanılır.

ANAKRONİZM
Meydana geliş tarihi kesin olarak bilinen bir olayı yaşadığı zaman belli olan bir kişiyi, değişik bir tarihte gerçekleşmiş ya da yaşamış gibi gösterme. Örneğin Nasrettin Hoca’nın Timur ile ilgili fıkraları gibi. Anakronizm bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir ya da bir amaç için bilinçli olarak yapılabilir.

ANALİZ
Bir bütünü parçalarına ayırarak detaylı inceleme. Bir edebi eserin analizi, olayların, kişilerin ve üslupların ayrı ayrı incelenmesi yöntemiyle yapılır. Analizden çıkarılan sonuç bir tartışma konusu olursa bu duruma eleştiri (tenkit) denir.

ANEKDOT
Bir edebi eserde anlatılan bir olayın başlı başına ayrı bir bütünlük gösteren parçasıdır. Kısa hikaye, fıkra, menkıbe anlamlarını da taşır.

ANJANBMAN
Şiirde cümlelerin bir dize ya da beyitte bitmeyip diğer dize, beyit veya bendlere kaymasıdır. Türk şiirine Fransız şiirinden geçti. Servet-i Fünun döneminde yaygınlaştı. Düzyazıyı şiire yaklaştıran önemli bir üsluptur. Örneğin:

Geçen akşam eve geldim. Dediler:
Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
– Nesi varmış acaba?
– Bilmeyiz, oğlu haber verdi
geçerken bu sabah.
– Keşke ben evde olaydım… Esef
ettim. Vah vah!
Bir fener yok mu, verin… Nerde
sopam?
Kız çabuk ol…
Gecikirsem kalırım beklemeyin. Zira
yol
Hem uzun, hem de bataktır…
Mehmed Âkif

ANLAM
Her sözcüğün anlattığı düşünce. Sözcükler birden fazla anlama gelebilir. Bu durumda anlamlardan biri öz anlam diğerleri mecaz anlamdır. Sözcükler zamanla yeni anlamlar alarak zenginleşebilir. Zamanla anlamlarının kaybetmelerine anlam daralması denir. Dar anlamı bulunan sözcüklerin anlamlarının genişlemesine de anlam genişlemesi denir.

ANLATIM
Duygu ve düşüncelerin sözlü ya da yazılı ifadesi. Edebiyatta daha çok yazılı anlatım için kullanılır. Anlatımın aracı sözcüklerdir. Sözcüklerin dilbilgisi kullarına uygun olarak sıralanmasıyla anlatım ortaya çıkar. Edebiyatta anlatım genel olarak iki türde yapılır. Biri nesir (düzyazı) diğeri nazım (şiir).

ANTOLOJİ
Gerçek sanat eseri değerindeki örneklerin bir araya getirildiği derleme yapıtlar. Yunanca anthos (çiçek) ve legein (toplama) sözcüklerinden türemiştir. Batı’da ilk örneklerini Yunanlılar verdi. Gadaralı Meleagros ile Makedonyalı Filippos’un Stephanos (Çelenk) isimle derlemeleri ilk antolojidir. Türkçe’deki ilk antoloji ise Ömer bin Mezid’in 1436’da yaptığı Mecmuatü’n Nezâir’dir. 83 şairin 397 şiirini kapsayan bu antolojiyi Prof. Dr. Mustafa Canpolat 1978’de Latin harfleriyle yayımladı.

ANTONİM
Ters anlamlı sözcükler. Sıcak-soğuk, iyi-kötü, acı-tatlı, kısa-uzun, güzel-çirkin gibi.

APOSTROF
Kesme işareti. Özel isimleri eklerinden ayırmak için (Ali’nin kalemi), sözcükteki düşen bir harfi belirtmek için (n’olur=ne olur), sözcüğün ekiyle karışmaması için (kola’nı içtin mi) kullanılır.

ARAÇSIZ ÜSLUP
Bir fikri, bir duyguyu söyleyenlerden doğrudan doğruya aktarmak. Monolog ve diyaloglar araçsız üslup örnekleridir.

ARKAİZM
Bir dilin eskimiş sözcüklerini ya da cümle kuruluşlarını kullanarak edebi eser yaratma. Bu eserlere arkaik denir.

ASALET
Edebi eserlerde terbiye dışı, çirkin, bayağı, müstehcen ve galiz sayılan sözcüklerden kaçınmak. Edeb-i kelam ya da mümtaziyet de denir. Tersi eserlere hasaset adı verilir.

ASKI
Halk edebiyatında saz şairleri aralarındaki şiir yarışmalarında kazananlara verilmek üzere duvara tüfek, kılıç, heybe, saz gibi şeyler asardı. Bunlara askı, askıyı kazanmaya da askı indirmek denir.

ÂYÎNE
Sözcük anlamı aynadır. Herhangi bir şeyi veya hali yansıtan, gözönünde canlandıran anlamında kullanılır. Tasavvuf edebiyatında dünya, Allah’ın tecelli ettiği bir aynadır.

B

BAB
Bir edebi eserin düzenlenmesinde, konuların ele alınıp işlenmesine göre ayrıldığı bölümlerden en geniş olanı.

BÂDE
Üzüm şarabı. Ama tasavvuf edebiyatında aşk anlamındadır.

BAHR-I TAVÎL
Vezinli, kafiyeli uzun nesir cümlelerden kurulan Divan edebiyatı nazım türü. Fe’ilatün, mefa’ilün, müstef’ilün gibi cüzler arka arkaya tekrarlanır. Türk edebiyatında çok az kullanılmıştır.

BALAD
Üç uzun bir kısa bendden oluşan Batı edebiyatı nazım türü. Uzun bendlerin dize sayısı 6-10 arasında değişir. Kısa bend ise 4-5 dizedir. Bu bend tanrıya, krala, prense ithaf bendidir. Her bendin sonundaki mısra bir tür nakarattır. Masal ve hikaye niteliğindeki bendleri ele alıp işleyen, kısa ve hikayesi olan şiirlerdir.

BASİTNAME
Divan edebiyatında yalın Türkçe ile yazılmış gazeller. Bunlara Türkî-i basit gazel de denir. Basitnamelerde Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalar çok azdır. Örneğin:

Düşdi bu gönlüm sana hey sevdüğüm
N’ola yakışsan bana hey sevdüğüm

Çün seve geldi seve gider seni
Bu gönül önden sona hey sevdüğüm

Ayruluk derdi bana bir bun durur
Kim döyer imdi buna hey sevdüğüm

Turmadım uçmak diler gönlüm kuşı
Yüce köşkünden yana hey sevdüğüm

Yüzüni gözler güzel bu uyüzden ay
Giceler kalur tana hey sevdüğüm

Ağzını öpmek ana ol kim senün
Söğme yok yire ana hey sevdüğüm

Cânı dahi bir kez ana hey sevdüğüm
Edirneli Nazmi

BEDÎ
Sözü, kulağa hoş gelecek ve ruha heyecan verecek şekilde güzelleştirme yollarını gösteren bilim. İlm-i bedî de denir. Bu isim altında toplanan sanatlar iki gruba ayrılır:
Sözle ilgili sanatlar (Sanayi-i lafziye): Cinas, iştikak, seci, kalp, tedvir, aks, teddil, tasri, tarsi gibi.
Anlamla ilgili sanatlar (Sanayi-i mâneviye): İlhan, tevriye, tenasüp, mübalağa, leff ü neşr, tensik, mügalata-i mâneviye, tecahül-i ârif, hüsn-i ta’lil, tezat, istifham, rücu, tekrir, telmin, insal-i mesel, istidrak, tevcih, iktibas gibi.

BELÂGAT
Düzgün ve yerinde söz söyleme sanatı. Sözün düzgün, açık, anlaşılır, güzel olmasını, söyleme nedeniyle, söylenene göre düzenlenmesini öğreten bir bilimdir.

BERÂAT-I İSTİHSAL
Sözün başında eserde anlatılanları belirten sözcük ya da söyleyişler. Berâat üstün gelmek, istihsal yeni ayın görünmesi, yağmurun yağması, çocuğun doğarken çığlık atması anlamlarına gelir. Bu edebi sanata hüsn-i ibtida adı da verilir. Amaca iki yolla ulaşılır. Bir ilişki kurularak ya da ilişki kurulmadan. İlişki kurulmasına tahallüs, kurulmamasına iktidab denir. Sinan Paşa’nın Tazarru’namesi, Fuzuli’nin Hüsn’ü Aşk’ı, Cevdet Paşa’nın Belagat-ı Osmanniye adlı eserlerinde bu sanatın güzel örnekleri vardır.

BERCESTE
Öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya da beyit. Dize için daha çok mısra-ı berceste, beyit için de beyt-i berceste tanımlamaları kullanılır. Genel anlamda bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit de denebilir. Bazı berceste örnekleri:

Uyduk dil-i divâneye dil uydu hevâya
Ruhi

Su uyur düşmen uyur hasta-i hicrân uyumaz
Şeyh Gâlib

Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da
Şeyh Gâlib

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Muhibbî (Kanuni)

Şîrler pençe-i kahrımda olurker lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebun etdi felek
II. Selim

BERDAR
Asılmış, darağacına çekilmiş. Divan ve tasavvuf edebiyatında sevgilinin saçlarına vurulan “âşık”ı tanımlamak için kullanılır. Örneğin:

Ayağı yire mi basar zülfine ber-dâr olanun
Zevk ü şevk ile virür cân ü seri döne döne
Necati

Dâr olam gerdâr olam ber-dâr olam mansûr olam
Yunus Emre

BEZM
Sohbet, muhabbet, içki meclisi. Daha çok divan edebiyatında kullanılır. Tamlamalar halindedir. Örneğin bezm-i nûşânûş durmadan içilen meclis demektir. Bezm-i vüslat kavuşma meclisidir. Bezm-i muhabbet aşk meclisidir. Bezm-i mey içki meclisidir. Tasavvuf edebiyatında bezm-i elest şekli kullanılır. Başlangıcı olmayan zaman demektir.

BİLADİYE
Beldeleri konu edinen edebi eserler. Sanatçılar gördükleri, gezdikleri, sevdikleri ya da görmek istedikleri beldeleri nazım ya da nesir şeklinde anlatır. Divan edebiyatında Ferdi, Derviş Ömer Efendi gibi şairlerin biladiyeleri vardır.

BOZLAK
Halk edebiyatımızda bir ezgi türü. Konusunu aşiret kavgalarından, kan davalarından, aşk maceralarından alır. Çoklukla Güney ve Orta Anadolu bölgelerinde söylenir. Afşar bozlağı, Urum bozlağı gibi türleri vardır.

C Ç

CEM’İYYET
Birbirine uygun veya birbirine karşıt anlamlı sözcükleri bir arada bulundurma. Böyle sözlere cem’iyyetli adı verilir.

CEVAZ-Î EDEBÎ
Sözcüğü vezne uydurmak amacıyla bazı değişikliklerle kullanılması, hecelerin, seslerin ucun ya da kısa okunması şeklinde yapılan yanlışları hoş karşılama. Şiirde böyle kullanışlar “kusur” kabul edilir.

CEZÂLET
Söyleyişleri kulağa sert gelen sözcükleri tanımlar. Uyumu konuya göre ayarlayan önemli bir anlatım şekli. Örneğin, sanatçı şiddet, büyüklük, vakar, ölüm, korku, savaş gibi konuları anlatırken ya da işlerken, sözcükleri de anlattığı konuya uygun düşecek kalın sesliler arasından seçer. Savaşı anlatırken çekâçâk, gülbank gibi sözcüklerin kullanılması gibi. Bu tür kalın seslilere elfâz-ı cezele, taşıdıkları niteliğe de cezâlet denir. Örneğin:
Saflar düzüp hücum hücum edilecek hayl-i düşmene
Dehşet âsimân u zemîn pür-figân olur

Evc-i havâda çekâçâk ı tigden
Âvaz-ı ra’d u sâika reh-gümkünân olur
Nef’i

CÖNK
Halk edebiyatı ürünlerinin yazıldığı defterler. Bir tür antoloji sayılırlar ve yazarlarının kim olduğu çoğu zaman bilinmez.

ÇAPRAZ KAFİYE
Dörder mısralı bendlerle kurulan nazım şekli. Her dörtlüğün tek sayılı dizeleri ile çift sayılı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Her tür konuya uygun olduğu için çok kullanılır. Çaprazlama da denir. Örneğin:
Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şîrâz-ı hayâl ettiren âhengiyle
Yahya Kemal Beyatlı (Rindlerin Ölümü)

D

DANDİZM
Yapmacık üslup. Bu üslup sanatçıların taklit edilmemek amacıyla kullandıkları üsluptur.

DARAYAK
Âşık edebiyatında kafiye olma olasılığı düşük sözcükler. Âşıkın karşılaşma ya da atışma sırasında en azından dört ayak kafiye bulması gerekir. Diğer âşık da aynı ayakta dört sözcük söylemek zorundadır. Darayak bu durumda işe yarar. Darkapı olarak da adlandırılır.

DARB-I MESEL
Meydana gelen bir durumu, olayı bir örnekle anlatmakta kullanılan kalıplaşmış, anlamlı sözler. Durûb-ı emsâl diye de bilinir.

DEKANLIK
Edebiyatı soysuzlaştırdıkları öne sürülen sanatçı ya da akımlara verilen isim. Örneğin Ahmet Mithat Efendi, Edebiyat-ı Cedide şairlerini gülünç göstermek için onlara dekanlar demiştir.

DELÂLET
Söz ile anlam arasındaki bağlantı. Bir sözcüğün okunduğu ya da söylendiği zaman beyinde canlandırdığı anlam. İki başlıkta incelenir:
Sözle alakalı olmayan delâlet (gayr-i lafzi delâlet): Bu da ikiye ayrılır:
Delâlet-i vaz’iyye: Sözcükle anlamı arasında sözle ilgili olmayan çağrışıma dayalı bir bağlantı vardır. Şemsiyenin yağmuru anımsatması gibi.
Delâlet-i akliye: Parçanın bütünü, eserin yayıncısını, kainatın Allah’ı anımsatması gibi.
Sözle alakalı delâlet (Lafz-ı delâlet): Bu da üçe ayrılır:
Delâlet-i mutabıkiye (Uygunluk): Sözün, ifade ettiği şeyin bütününü ifade etmesi. Örneğin ev denince bütün odalarının akla gelmesi gibi.
Delâlet-i tazammuniye: Sözün ifade ettiği şeyin bir bölümünü ifade etmesi. Musluktan çeşme, evden oda gibi.
Delâlet-i iltizamiye: Sözün kendi anlamı için gerekli olan bir başka anlamda kullanılması. Eli açık, gönlü geniş, ağzı sıkı gibi.

DEVR ya da DEVİR
Tasavvufa göre, yaratılış (madde) ve sona eriş (mead) arasındaki safhaları anlatan sistem. Tasavvufçular bu sistemi bir daireye benzettiği için bu ismi aldı.

DEVRİYE
Tasavvuf edebiyatında devr konusunu işleyen şiirler.

DEYİM
Çoklukla gerçek anlamlarının dışında bir anlam taşıyan kalıplaşmış sözler. En az iki sözcükle kurulur. Kısa ve özlü anlatım aracıdır. Teşbih, istiare, mecaz ve kinaye unsurlarıyla bir olayı tanımlar ya da ifade eder. “Ağır başlı”, “Dostlar alışverişte görsün” gibi.

DEYİŞ
Türk halk edebiyatında hece vezniyle söylenen şiirler. Türkü, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, nefes, koşma, tekerleme türlerinin hepsine deyiş adı verilir. “Deme” sözcüğü de kullanılır.

DEYİŞME
Halk edebiyatında âşıkların karşılıklı şiir söylemesi. Atışma da denir. En az iki âşık kendi kendilerine ya da bilirkişiler ve dinleyiciler karşısında belli kurallar çerçevesinde şiir yarışı yaparlar. Birbirlerini denerler, ustalıklarıyla öne çıkmaya çalışırlar. Deyişme şu sırayla yapılır:
Merhabalaşma, giriş bölümüdür. Âşıklar, birbirlerini ve dinleyicileri “Hoşgeldiniz”, “Sefa geldiniz”, “Merhaba” gibi sözcüklerle rediflerine bağlanan kafiyelerle dörtlükler kurarak selamlar.
İkinci bölümde âşıklar kendi ustalarının şiirlerinden örnekler söyler.
Tekerleme bölümü denilen üçüncü bölüm asıl deyişme bölümüdür. Ev sahibi ya da yaşlı bir kişi düz ya da geniş ayakla deyişmeyi açar. Âşıklar konu ve bend sınırlaması olmaksızın verilen oyun üzerinden deyişmeye başlar. Âşıklar asıl ustalıklarını ve sanatçılıklarını burada göstermeye çalışır. İlk ayak bitince diğer âşık yeni bir ayak açar. Deyişme sürdükçe ayaklar darayak halini alır. Deyişme karşılıklı soru-yanıt şekline döner. Âşıklar böylece birbirlerinin bilgi ve sanatlarını ölçer. Bir şekilde karşısındakini söz söylemez haline getiren âşık deyişmeyi kazanır.
Söz söyleyememe durumuna “lebdeğmez” denir. Deyişmenin sonunda da âşıklar birbirlerini rahatlatmak, gönül almak için karşılıklı koşmalar söyler. Birbirlerini överek hoşgörü örneğiyle deyişmeyi bitirirler. Örneğin âşık Şenlik ile âşık Feryadî’nin deyişmesi:

Şenlik:
Şöhretin vezir payında
Rütbesiyle şana layık
Oturuşun o duruşun
Hem sultana hana layık

Feryadî:
Sefa geldin gözüm üzre
Olsam mihmana layık
Şeyhülislam, sadrazam
Doğru Al’Osman’a layık

Şenlik:
Seninle oldum taaşşuk
Gözlerime geldi ışık
Duymadım sen kime aşık
Dillerin Kur’an’a layık

Feryadî:
Bu düşkün gönlüm açarsın
Selim Sırat’ı geçersin
Kevser ırmaktan içersin
Olasan cihana layık

Şenlik:
Kul şenliği eder hürmet
Rikabın kıldım ziyaret
Sana nasip olsun cennet
Huriye gılmana layık

Feryadî:
Sefil Feryadî göresen
Meram maksûda eresen
Sancak altında durusan
Habîb-i Rahman’a layık

DİBÂCE
Çoklukla mensur, bazen de mazmun eserlerin başında yer alan ve eserin yazılış nedeni ile içeriğini açıklayan başlangıç kısmı. Önsöz, mukaddime, medhal, sözbaşı, başlarken, birkaç söz gibi sözcükler de dibâce karşılığıdır.

DİPNOT
Yazarın yararlandığı kaynakları ve alıntıları metnin geçtiği yerlerde belirtmesi.

DİYALOG
İki kişinin karşılıklı konuşmasını tanımlayan Yunanca sözcük. Roman, hikaye, tiyatro gibi türlerde kahramanların karşılıklı konuşmalarının olduğu gibi yazılmasını ifade eder. En çok dram türünde görülür ve üsluba canlılık katar. Devrik cümleler kullanmaya elverişlidir. Örneğin Eflatun’un diyalogları ünlüdür.

DÖRTLEME
Halk edebiyatımızda dört dizelik kıtalardan meydana gelen nazım şekillerinin genel adı.

DÖŞEME
Türk halk hikayelerinin başında geçen seçili sözler. Ayaklı saya da denir. Arapça mukkaddime ve medhal, Farsça dibâce’nin karşılığıdır. Döşeme başlama adlı girişle başlar. Sonra duruma göre yalan veya tanrı, yaratılış üzerine bir destan, bir yurt veya savaş destanı söylenir. Ardından asıl esere ya da anlatıma geçilir.

DRAMATİK
Sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.

DURAK
Hece vezniyle yazılmış şiirlerde dizelerin belli bölümlere ayrıldığı yerler. Durakta sözcükler bölünmez, kulağa uyumlu gelen söz öbekleri oluşturulur.

DÜBEYT
İki beyit anlamındadır. Divan edebiyatındaki rubai türünü belirtmek için kullanılır.

E

EDA
Söz ve yazıdaki ifade şekli, uslup tarzı, anlatış yolu. Belagatçılar bunun hakikat, mecaz, kinaye olmak üzere üç türlü olduğunu söylerler.

EDEB-İ KELÂM
Acı, hoş olmayan, ayıp, çirkin, kaba veya uğursuz sayılan şeyleri kendi adlarını söylemeden başka sözle ifade etmek. Buna asâlet ve mümtaziyet adları da verilir. Edeb-i Kelâm, bir düşünceyi, bir olayı incelik, asâlet ve nezaketle ifade etmek için anlam, kendine ait olmayan kelimeyle karşılanır. Genellikle şu üç durumda bu yola başvurulur:
1. Sözü kabalıktan kurtarmak için.
Ölen birisi hakkında “ölüm” yerine “Rahmet-i Ralman’a kavuştu”, “sizlere ömür”, işi elinden alındığını bildirmek üzere “Affedildiniz” denmesi gibi.
2. Ta’zim veya ifadeyi süslemek için. Şeyh Galib’in aşağıdaki iki beyitten ilki ta’zim, ikincisi tezyine (süslemeye) örnektir:

Bir şeb ki Sarâ-yı Ümmehânî
Olmuşdu o mâhın âsumânî
Giydikleri âftâb-ı temmûz
İçtikleri şûle-i cihan-sûz

3. İfadeyi fesahat yönünden bozacak ses, kelime ve terkiplerin tekrarından kaçınmak için.

EDİSYON KRİTİK
Eleştirel basım. Farklı nüshaları bulunan yazma veya matbu eserlerin aralarındaki ayrılıklar tespit edilerek aslına en uygun şekilde yayınlanır. Farklar dip notlar halinde gösterildiği gibi açıklayıcı bilgiler de verilebilir.

EFSANE
Tabiatüstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının ve olayların anlatıldığı hikayeler. Efsane halkın hayalgücüyle yarattığı “ideal insan tipi”ni verir ve nesilden nesile anlatılır. Efsane ile masallar arasında uygunluk vardır. İki türde de olağanüstü olaylar işlenir. Yalnız efsane daha inandırıcıdır. Bu yönüyle hikaye ve destana yaklaşır.
Efsaneler şöyle ayrılır:
1. Yaradılış efsanesi (Dünyanın yaradılışı, tabiat varlıklarının meydana gelişi, kıyamet günleri.)
2. Tarihi efsaneler.
3. Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçleri konu alan efsaneler.
4. Dini efsaneler.
Türk efsanelerinde kahramanlık, fedakarlık, cesaret, ahlaki davranışlar, sosyal düzene bağlılık, Ahlah’ın kudretine iman, doğruluk, cömertlik, samimiyet gibi konular yer alır. Genç Osman, Boş Beşik, Çakıcı EFe, Çoban Çeşmesi, Gelin Kaya, Cennet Dağı, Kan Kuyusu, Yusufçuk Kuşu gibi efsaneler halk arasında söylenegelmektedir.

EGLOG
Çoban şiiri. Birkaç çobanın aşk, kır hayatının güzellikleri üzerine karşılıklı konuşmaları bçiminde yazılır. Latin edebiyatında gelişen bu şiir türü genellikle Batı edebiyatında görülür. Bir olaya dayandığı ve karşılıklı kişileri konu aldığı için küçük bir piyesi andırır. Eglog, Türk edebiyatında kullanılmayan bir türdür.

EKLEKTİZM
Felsefede uyuşabilir tezleri toplayıp uyuşamayanlarını bir yana bırakma eğilimini, edebiyatta ise birbirine aykırı çeşitleri bağdaştıran geniş sınırlı zevki ifade eder.

ELFİYE
Binlik karşılığıdır. Bin mısradan meydana gelen manzum eserler için kullanılır. Elfiyeler edebiyatla ilgili olduğu gibi, hadis, fıkıh, feraiz, nahiv ilimleriyle de ilgili olabilir.

ELGAZ
Bilmece anlamına gelen lügaz kelimesinin çoğulu.

ELİFNÂME
Genellikle mısra başlarındaki kelimelerin ilkharflerinin alt alta elif’den ye’ye kadar alfabetik tarzda devam etmesi ile meydana gelen şiir. Divan ve halk edebiyatımızın ortak mahsulleri arasında yer alırlar. Dini-tasavvufi ve din dışı konularda örneklerine rastlanır.

EMOSYANALİZM
Sanat ve edebiyat eserlerinde duyguya önem veren estetik anlayış.

EMPRESYONİZM
Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu. XIX yüzyılın sonlarında Fransa’da doğdu. Önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.
Empresyonistler dış dünyanın kendi içlerinde bıraktığı izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları ve bunları anlatma yöntemidir. Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir.

ENTİMİZM
İçtencilik. İnsan ruhunun mahrem ve gizli sırlarını içtenlikle anlatma eğilimi. Bu sanat anlayışına sahip edebiyatçılara entimist denir.

ENTONASYON
Cümlede heceler, kelimeler ve daha büyük anlamlı gruplar üzerindeki seslerin alçalıp yükselmesi. Konuşmacının anlatmak istediği anlama yardımcı olur. Dinleyicileri duygulandıran, heyecanlandıran, coşturan özellikler taşır. Cümlenin yapısına göre değişiklikler gösterir. Bazen cümlelerin anlamını da belirler.

EPİFONEM
Bir sözlü ya da yazılı eserde anlatılanların hikmetli bir sözle son bulması.

EPİGRAF
Bir yapının özelliklerini belirten ve genellikle bir plaka üzerine binanın ön yüzüne iliştirilen yazıya (kitabe) bir kitabın, bir kitabı meydana getiren bölümlerin başına konan, o kitapta veya bölümdeki yazılanları özetler mahiyette sözler, şiir parçaları, atasözleri, vecizeler.

EPİGRAM
Eski Yunan’da mezar taşlarına yazılan kısa ve epik nazım şekli. Romalılar’da çok kısa hiciv manzumesi.

EPİZOT
Hikaye, roman veya şiirde ana konuya bağlı ikinci derecede olay; müzikte temaları birbirinden ayıran serbest yazılmış bölümler; tiyatroda bir aksiyona (harekete) katılmış ikinci derecede bir aksiyon; Yunan trajedisinin unsurlarını meydana getiren diyaloglu bölümlerin her biri. Bu bölümler modern tiyatroda perde adıyla bilinir.

EPOPE
Kahramanlık konusunu işleyen uzun şiirler. Kelimenin aslı “konuşma, nutuk, sohbet” anlamına gelen Yunanca epospoien’e dayanır.

ESREM
Aruzdaki fe’ülün cüzünden fe ve n’yi kaldırıp ûlu yerine getiren fa’lü cüzü.

EŞHAS
Şahıs kelimesinin çokluğu. Eskiden tiyatro eserlerinde ve romanlarındaki kahramanlara veya kadroya bu ad verilirdi.

EŞTER
Aruzdaki mefa’ilün cüzünden m ve y harflerinin kaldırılıp yerine getirilen fâ’ilün cüzü.

F

FABL
Hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler arasında geçtiği hayal edilen öğretici masallar. Teşhis ve intak sanatı üzerine kurulur. Olaydaki kişilere insan karakteri ve davranışı verilir. Asıl masallardan kısadır.

FALNAME
Fal ile ilgili kitap. Falın her bir çeşidine göre düzenlenen eserler. Yıldızname, tefe’ülname, hurşîdname, ihtilacname, kıyafetname, kehanetname adlarıyla da bilinirler.
Falnameler çokluk manzum yazılırlar. Nesir halinde yazılanlarına genellikle yıldızname denir. Falnameler Kur’ân falı, kur’â falı gibi dallara da ayrılırlar.
Kur’a taşları veya bir kağıt üzerine çizilmiş noktalar ve noktaların meydana getirdiği şekilleri konu edinen kur’a falları daha çok Hz. Ali’ye nispet edilir. Edebiyatımızda Cem Sultan’ın Divan’ında yer alan Faly-ı Reyhan-ı Sultan Cem adlı kur’a falı meşhurdur.

FASIL
Ayırma, bölme. Bir kitabın bölümlerinin her biri.
Mevsim mânâsına da gelir. Fasl-ı zayf (yaz mevsimi), fasl-ı şitâ (kış mevsimi), fasl-ı hazan (sonbahar mevsimi).
Tiyatro oyunlarında perde anlamında kullanılır.
Türk sanat musikisinde bir defada çalınan aynı makamdan parçaların tamamına denir.

FASİH
Dilin bütün kaidelerine uyularak doğru, güzel ve açık şekilde konuşup yazılması, ifadenin anlam ve âhenk bakımından kusursuz olması.

FESÂD-I TELİF
Söz veya yazıda anlamın anlaşılmayacak kadar karışık olması.

FESAHAT
Sözün ses ve anlam kusurlarından kurtarılması yolları. İfadenin kusurlardan uzak bulunması hali fasîh’tir. Sözün söylenişi ve işitilişi tatlı olmalı, anlaşılmasında güçlük çekilmemelidir. Divan edebiyatında fesahat, kelimede fesahat, kelâmda fesahat diye ikiye ayrılır:
1. Kelimede fesahat: Aynı veya yakın mahreçten çıkan harflerin bir kelimede toplanmamasına (tenâfür-I hurûf), (er kalkılınca); kelimeleri meydana getiren harflerin kaynaşmasında telaffuz zorluğu olmamasına (mütenâfir) (ör. tartırttı); anlamı herkes tarafından bilinmeyen kelimelere yer vermemeye (garâbet), kelimeyi vezne uydurmak için şeklini değiştirmemeye, çok anlamlı bir kelimeyi meşhur olmayan anlâmında kullanmamaya gramer hatası yapmamaya (kıyasa muhalefet) dikkat edilir.
2. Kelâmda fesahat: Telaffuzu güçleştiren kelimelerin yan yana getirilmemesi (tenafur-I kelimât). (Örneğin: Şu köşe yaz köşesi şu köşe kış köşesi), zincirleme tamlama (tetâbu-I izâfât) yapmamaya (Örneğin: Ali’nin ceketinin cebinin içi); Cümle kuruluşunun sağlam olmasına, önce söylenecek sözü sona, sonra söylenecek sözü öne almamaya, sözün düğümlenmemesine dikkat edilir.

FİKSİYON
Bir sanat eserinde uydurularak bulunmuş şey. Günümüzde, roman, kısa hikaye gibi nesir halindeki edebi eserler kastedilir. Romanla eş anlamlı kullanıldığı da görülür. Açık bir şekilde bir olaya bağlı bulunmasından dolayı edebi şekiller içindeki birçok şahıs hakkında kullanılmasına imkan verir.

FİKTİF
İtibari, gerçek olmayan, var sayılan demektir. Roman, hikaye, masal, halk hikayesi, destan gibi edebi eserler için kullanılır. Yazar, dış dünyaya zihninde bir şekil verir ve bunu eserine aktarır. Bu tür eserler, tasvir esasına dayandığı için olaylar ve kahramanlar fiktiftir.

FRAGMATİZM
Parçacık diye adlandırılabileceğimiz bir edebiyat akımıdır. İlk defa XX. Yüzyılın başlarından İtalyan yazarı A. Soffici’nin başlattığı bu akımda, gerçekten alınmış kısa kısa parçalar, küçük tablolar ve hayattan görüntüler (enstanteneler) en belirgin özelliği oluşturur.

FUAYE
Tiyatro salonlarında, perde arasında oyuncuların ve seyircilerin dinlenmesi için ayrılan yer.

G

GALAT
Yanlış anlamına gelir. Bir kelimenin ilk veya kitapta yazılmış şeklinden başka söylenmesi. Çokluk şekli galâtat’tır. Yanlış olduğu bilindiği halde kullanılmasında sakınca görülmeyen kelime veya kelime grubuna galat-ı meşhur adı verilir. Örnek:
Aslında çokluk olan evlat, eşkıya, evrak kelimelerinin evlatlar, eşkıyalar, evraklar şeklinde tekrar çokluk yapılarak kullanılması gibi.
“Galat-ı meşhur, lügât-ı fasîhten evlâdır” sözüyle yanlış kullanılan yerleşmiş kelimelerin tercih edilebileceği belirtilir.
Genellikle latife, alay isteği ile bir kelimeyi şekil, üslûp ve anlam bakımından dildeki kullanışına aykırı kullanmaya galat-ı tahakkumi veya kıyasa muhalefet denir.

GARABET
Dilden düşmüş veya çok az kullanılıp henüz ayılmamış kelimelerin kullanılmasıyla meydana gelen fesahat bozukluğu. Böyle kelimeler için garib, vehşî isimlerinin kullanıldığı görülür.
Bu durum eski edebiyatta çok ortaya çıkardı. Şair ve yazarlar ya ustalık göstermek için ya da seci, kafiye zorlamalarından dolayı Arapça ve Farsça’dan işitilmedik kelimeler alarak kullanmışlardır.
Söylendikleri zaman uygun olan, ancak bugün terkedilmiş sözler garib-i hüsn, hiçbir devirde benimsenmemiş sözler de garib-i kubh diye adlandırılır.
Bir mecburiyet karşısında kullanılan garip kelimelere muvafık, zorunluluk olmadan kullanılanlara ise muhalif denir.

GEÇİŞ
İki parafraf arasında bir düşünceden diğerine geçilirken bu fikirlerin bağlanması. Paragraflar arasındaki geçişin azlığı veya çokluğu yazının açık, doğal oluşuna göre değişir. Bağlanma açıksa geçişe gerek kalmaz. Geçişlerin kısa olmasına dikkat edilir. Geçiş için, fakat, bundan dolayı, kaldı ki gibi edatlar yeterli görülebilir.

GEZMECE
Aşıkların yolculukta uğradıkları yerleri anlatan methiyeli veya taşlamalı deyişler. Gezmeceler onbirli destan veya sekizli kesik (semai) biçiminde söylenir. Gezilen yerler sırayla anlatılırsa, deyiş, sıra gezmece veya sıralı gezmece adını alır. Kerem’in (Aslı’nın âşığı) Pasin, Erzurum köyleri için söylediği deyişler bilinen en eski gezmecelerdir.

GİRİZGÂH
Kasidelerin nesip bölümünden sonra medhiye bölümüne geçerken söylenen beyit veya beyitler. Aslı girizgâhdır ve kaçış yeri anlamına gelir. Kasideler çokluk bir tasvirle başlar. Ardından girizgahla asıl amaca geçilir. Şair esprili bir sözle övgüye başladığını belirtir.

GNOMİK
Anlamlı sözleri nazımla anlatan manzum türü.

GRAMER
Bir dili meydana getiren ses, sözcük yapılışı, sözcük haznesi, anlam değişmeleri, cümle kuruluşu gibi unsurları inceleyip kurallara bağlayan dil bilgisi. Yunanca gramma kökünden geliyor.

GÜLDESTE
Seçme manzum ya da nesir yazılarının toplandığı dergi. Antoloji de denebilir.

GÜNLÜK
Bir kişinin düşüncelerini, duygu ve gözlemlerini günü gününe yazdığı ve o günün tarihini koyduğu yazılar. Ruzname olarak da bilinir. Günlük bir tür anıdır. Ancak günlük günü gününe yazılır, anı ise olayların yaşanmasından sonra kaleme alınır.

HÂBNAME
Bir olay, bir kişiyle ilgili düşünceleri sanki rüyada görmüş gibi anlatarak yazılmış eserler. Hâbnameler nesir ya da nazım olabilir. Ziya Paşa ile Namık Kemal’in “Rüya” adlı eserleri bu türe örnektir.

HÂCİB
İki ya da daha fazla kafiyeli olan manzumelerdeki bazı sözcük ya da sözcükler. Sözcük anlamı perdeci, perde ağasıdır. Bu şekildeki kafiyelere mahcub adı verilir. Örneğin

Âlem esir-I dest-I meşiyyet değil midir
Âdem zebun-I penç-I kudret değil midir
Avnî

HÂFIZ-I KÜTÜB
Kitapları koruyan kişi. Eskiden kütüphaneciler bu isimle adlandırılırdı.

HANE
Divan ve halk edebiyatında dörtlüklerden kurulu nazım türlerinin her bir dörtlüğü.

HASASET
Sözcük anlamı cimrilik. Ahlaka aykırı sayılan sözcükleri edebi eserlerde kullanmaya denir. Ters anlamlısı “asalet”tir.

HAŞİYE
Bir metnin altına ya da kenarına konuyla ilgili açıklayıcı bilgiler yazmak. Eskiden yeni kitaplar yazmak yerine mevcuk kitaplar bu notlarla zenginleştirilirdi. Haşiye yazmaya tahşiye, tahşiye yazan kişiye muhaşşi, haşiyeli eserlere de muhaşşa ismi verilir.

HAŞV ya da HAŞİV
Yazıda gereksiz söz bulunması. Eş anlamlı sözcüğü sık sık kullanmak, anlam için gerekli olmayan kelimeler bulundurmak, aynı fikri değişik kelimelerle tekrar etmek, aynı anlama gelen kelimeleri art arda söylemek, yazıya yabancı fikir ve hayal karıştırmak haşivdir. Eskiler seci, söz sanatları ve vezin için yazı veya şiire fazla söz katarlardı. Edebiyatımızda haşiv örnekleri çok fazladır. Ü (ve) edatıyla bağlanan eş anlamlı sözler sık sık kullanılmıştır. Örnek:
Ahd ü peyman, bey ü füruhi, ceng ü harb, etraf ü cevanib, feth ü küşad, ferid ü yekta, ilm ü irfan, medh ü sitayiş, sehl ü asan, vak ü zaman…
Şeyh Galib’in şu beyti haşvin açık bir örneğidir:

Var mı hele söylenmedik söz
Kalmış mı meğer denilmedik söz

Haşv müfsid ve gayr-i müfsid olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Haşv-i müfsid: Anlatımı bozan söz kalabalığı için kullanılır. Yazarın neyi nasıl anlatacağı hakkında kesin fikri olmazsa fikir anlaşılmaz hale gelir, maksat ifade edilmez.
2. 2. Haşv-i gayr-i müfsid: Fikri anlaşılmaz hâle sokmayan söz kalabalığı için kullanılır. Kabîh, malih ve mutavassıta olmak üzere üçe ayrılır.
a. Haşv-i kabîh: İfadeye çirkinlik veren fazlalıklar. Söylenmiş bir fikrin eş anlamlı kelimelerle tekrarlanmasında kabîh haşiv görülür.
b. Haşv-i melih: Söze güzellik ve kuvvet kazandırmak için söylenir. Gereksiz gibi görünen bu sözler ikinci derecede anlam ifade ederler.
c. Haşv-i mutavassıta: İfadeye güzellik vermediği gibi çirkinlik de vermeyen fazla söze denir. Pek fark edilmeyen eş anlamlı kelimelerin tekrarıyla meydana gelir.
Bir beytin iki mısrasının baş ve son parçaları arasında bulunan parçalara da haşiv denir.

HATIRAT
Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede gördüğü veya duyduğu olayları anlattığı yazılardır. Hatıratı, otobiyografiden ayıran özellik şudur: Otobiyografilerde yazar doğrudan kendi hayatını anlatır, duygu ve düşünceleri geniş yer tutar. Hatıratta ise, kendi hayatıyla birlikte dönemini ve çevresini anlatır. Bazen yazarın kendisini geriye çekerek sadece çevresini verdiği de görülür.

HAYFA
“Yazık, eyvah!” anlamlarına gelen bu kelime Arap harfleri ile bir kelime, noktalı, bir kelime noktasız düzenlenen yazıların adıdır. Tarih mısralarında keder ifadesi için kullanılır.

HÂYÎDE
Ağızdan ağıza dolaşmış, herkes tarafından kullanılmış, çok duyulmuş söz. Edebiyatta bu tür sözlerin kullanılması kusurlu sayılır. Örnek:

Hâyîde edâya sanma kim el
Bir kerre daha demişler evvel

Şeyh Galib

HAZF
“Giderme, kaldırma” anlamına gelir. Bir ifadedeki kelimelerin bir veya bir kaçını ya da bazı cümleleri kaldırma suretiyle yapılan söz kısaltmasına denir. Kasdedilen anlamı tek bir kelime ile söylemeye de hazf ü takdir denir. Arap harfi Türçe metinlerde noktasız harflerle meydana getirilen söz için de bu tabir kullanılır. Bî-nukat, tecrid gibi sözcükler de aynı anlama gelir.

HİCVİYE
Kişilerin veya toplumun kötü yönlerini, kusurlarını, gülünç durumlarını alaylı bir dille ortaya koyan manzum yazılar. Medhiye’nin tersi kabul edilir. Yergi de denen hicviye halk edebiyatında taşlama adını alır. Hicviyelerde mübalağalı üslûp kullanılır. Hicvedilen kişi şahsiyetinin gerçek yönleriyle ilgisi olmayan yergi ve sövgülerle aşağılanır.

HİKMET
Doğadaki nesnelerin mahiyetini, asıllarını anlatan bilgi, ahlaki ve öğüt verici sözdür. Edebiyatta, dini-ahlaki konuları işleyen, nasihat eden, atasözleri ve öğütlerle süslü nazma denir. Bu tür şiirler hikemi şiirler diye bilinir.

HİLYE
Hz. Muhammed’in iç ve dış vasıflarını anlatan yazılar. Kelime, “Süs, ziynet, cevher, güzel yüz, güzellikler” anlamında. Hilyelerde Hz. Muhammed’in göz ve saç rengi, şekli, boyunun uzunluğu, konuşması, sesinin tonu, belli başlı tavrı, bedeni ve diğer maddi özellikleri tanımlanır. Mevlid ve mirâciyeler gibi İslamiyet’in gelişme döneminde ortaya çıktı. Osmanlı döneminde yaygınlaşarak orijinal eserler yazıldı. Hilye ismi de bu dönemde verildi.

HİTABET
Söz söyleme sanatı. Bir topluluğa bir fikri, bir davayı aşılamak, bilgi vermek için yapılan konuşma.

HÜSN-İ TA’LİL
Anlamla ilgili edebi sanat. Divan edebiyatında bir olayın meydana gelişini hayali ve güzel bir nedene bağlama yoluyla yapılır. Bu nedenin gerçekle ilgili olmaması ve kesin bir etkeninin bulunması gerekir. Hüsn-i tevcih diye de anlandırılır. Eğer neden, güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle olasılıklara dayandırılırsa şibh-i hüsn-i ta’lil (yani yarım hüsn-i ta’lil) yapılmış olur. Örnek:

Aceb bi bağ kenârında dursa lâle hacil
Ki lâlezâr-ı cemâlinde hûr u zârındır
Ahmet Paşa
(Lale bağ kenarında utungaç dursa şaşılır mı? Çünkü o lale bahçesine benzeyen yüzünün güzelliği yanında senin bir düşkünündür. Yani şair, sevgiliye, “senin yanakların o kadar kırmızı ki, lale bile onun yanında utanır kızarır” diyor. Lalenin kırmızılığı güzel bir nedene bağlanıyor.)

I İ

İBDA
Yaşanılan dönemin sanat anlayışı içinde olağanüstü bir eser yaratma. Örneğin Fuzûlî’nin Leyla vü Mecnun’u, Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk’ı birer ibda kabul edilir. İbda eser verebilenlere mübdi, ibdakâr, eserleri de bedia olarak adlandırılır.

İBHAM
Bir edebi eserde isteyerek ve bilinçli olarak yapılan kapalılıktır. Sanatçı, sözün anlamını hemen anlaşılmayacak şekilde kapalı tutarak, okuyucusunu düşündürmeyi amaçlar. Sanatçının istemeden, bilinçsiz olarak yaptığı kapalılığa ise “te’kid” adı verilir. Örnek:

Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak
Yarı yoldan ziyade yerden uzak
Yarı yoldan ziyade mâha yakın

Ahmed Haşim

İCAZ
Bir düşünceyi çok az sözcükle özlü bir şekilde anlatmadır. Kısaltmanın anlamı güçleştirmemesine dikkat edilir. Buna icaz-ı muhil denir. Az söz yüklü anlamla ifadeye makbul icaz denir. Atasözleri, vecizeler, hikmetli sözler bu gruba girer. Makbul icaz iki türdür: Hafz yoluyla icaz: Anlama zarar vermeyecek şekilde bazı sözcükler atılır. Bu cümle çıkarılarak da yapılabilir. Sözcük çıkarmaya icaz bi’l-harf denir. Örnek:

Bir pâreye bini âferinin
Pâpûşu atıldu Gevherî’nin

Ziya Paşa

Şair burada “papucu dama atıldı’yı “papucu atıldı” diye kısaltmış.
İcaz, cümle çıkarılarak yapılırsa icaz bi’l cümel adını alır. Örnek:

“Ahmet ders çalışsaydı…” Burada “başarılı olacaktı” cümlesi çıkarılmış.
Tazammum yoluyla icaz: İfadeden sözcük ve cümle atılmadan yapılan icazdır. İki türü vardır.
İcaz bi’t-takdîr: Amaç az sözcükle anlatılırken ihatalı anlam da çıkar. Örneğin “Ateş düştüğü yeri yakar”.
İvaz bi’l-kasr: Hiçbir sözcük atılmadan anlamca zengindir. Örneğin “Akacak kan damarda durmaz” gibi.

İDGAM
Birbirine yakın iki harfi tek yazarak vurgulu okumak. Örneğin çakal yazıp çakkal okuma gibi.

İDİL
Eski Yunan şiirinde mitolojik, epik ve pastoral şiirlerin genel adı. Günümüzde sevgi ve mutluluk işleyen şiir türü.

İDMAC
Sözcük anlamı sıkıştırmak. Edebiyatta sözde ve yazıda övgü içinde övgü ya da aşagğılama içinde aşağılama yapmayı tanımlar. Övgü içinde övgü yapmaya istitbâ adı da verilir. Örnek:

Sadrında seni eyleye Hak dâim ü bâki
Hep âlemin etdikleri şimdi bu duâdır

Nedim
Şair sadrazama dua ediyor ama bu duanın herkes tarafından yapıldığını belirterek övgü içinde övgü yapıyor.

İFRAT
Bir sıfatı aşırı ölçüde şiddetlendirmektir. Mübalağa (abartma) sanatının bir türüdür.

İGARE
Bir şairin şirinin bir başka şair tarafından benimsenmesi anlamındaki sirkat’ın türü. Benimsenin şiirde bazı değişiklikler yapılır veya sadece bazı sözcükler alınırsa sirkat, igare (nesh olarak da adlandırılır) olur. Şiirin sözcükleri değil anlamı benimsenmişse ilmâd ya da selh adı verilir. Örnek:

Rıza Tevfik’in 1925’te yazdığı Cüniye başlıklı şiirin ilk dörtlüğü:
O gece ne kadar güzeldi kâinat
Havvâda bir safâ cereyânı vardı
Dağlardan taşlardan taşıyordu hayat
Guyibâr-I aşkın fezeyânı vardı

Nihal Atsız’ın 1933’te yazdığı Dün Gece başlıklı şiirin ilk dörtlüğü:
Dün gece ne kadar güzeldi âlem
Göklerin şanlı bir mehtâbı vardı
Sevdânın topraktan taştığı bu dem
Günâh-I aşkın da sevabı vardı

İHAM
Anlamla ilgili edebi sanat. İki ya da daha fazla anlamı olan sözcüğün en uzak anlamıyla kullanılması. Eğer sözcügün iki anlamının da konuyla ilisi olursa “ilham”, sözcüğün özellikle gerçekten çok mecaz anlamı kastedilirse “kinaye” yapılmış olur. Örnek:

Sahn-ı çemende durma saalınsun sabâ ile
Azâdedir nihâl bugün berg ü bârdan

Bakî
(“Fidan bugün yaprak ve bardan kurtulup serbet kaldı, artık bahçenin ortasında rüzgarla salınsın.” Bâr sözcüğü hem meyve hem yük anlamındadır. Bâr’dan kurtulmakla ağaçlar hem meyveden hem de yükten kurtulurlar. Şair burada bâr’ın bu iki anlamını kastederek iham yapıyor.

İHTİRA
Daha önce hiçbir şairin kullanmadığı sözcük, deyim ve üslupları tanımlar.

İHTİSAR
Bir düşüncenin az sözle anlatılmasıdır. Geniş açıklamalara, tanımlamalara girilmeden konu yalın ve doğal bir şekilde anlatılır. Bu bakımdan icaz’a benzer.

İKMAL
Bir cümledeki anlamı, ardından gelen cümleyle tamamlamak. Her iki cümlenin öznesi de çoğunlukla ortaktır ve ilk cümlede yer alır. Örnek:

Merd olan kizbe tenezzül etmez
Zillet-i kizbe tahammül etmez

Nabî

İKSAR
Kusur sayılan sanatlardandır. Bir düşünceyi gereksiz şekilde uzatılan ve tekrarlanan sözcüklerle anlatmaktır. Örneğin “Ali gitti mi?” sorusuna karşılık “evet” ya da “hayır” yerine “Ali gitti, gelmedi” yanıtı vermek gibi.

İKTİBAS
Anlamı güçlendirmek için söze ayet ve hadisler katılmasıyla yapılan sanat. Ayet ve hadisler aynen kullanılabilir ya da çevirisinin bir bölümü tercih edilebilir. Örnek:

Zalimlere bir gün dedirtir kudret-i Mevlâ
“Tallahi lekad âsereke’llahü aleyna”

Ziya Paşa
(Yusuf Suresi ayet 91: Tanrı hakkı için Allah seni bize üstün kıldı.)

İLMAM
Bir şairin, başka bir şairin şiirini biraz değiştirerek sahiplenmesi. Örnek:

Şâdî-i vuslat niçin tahammîl-i nâz eyler bana
Rind-i şâdî-düşmenim ben gam niyâz eyler bana

Nâil-î Kadîm

Tiğ-ı istisnâ çekip gamzen ne nâr eyler bana
Afet-i aşkın kazâ arz-ı niyâz eyler bana

Namık Kemal

İLTİFAT
Sözü konuyla ilgili bir başka yöne çevirme şeklindeki edebi sanat. Bir yeri, olayı, duyguyu, düşünceyi anlatırken birden söz yine konuyla ilgili başka bir yere, olaya, düşünceye, duyguya çevrilir.

İLTİZAM
Şiirde kafiyeyi sağlayan ya da düzyazıda “seci” olarak kullanılan sözcükten önce gelen ve kafiye ile aynı sayıda harf içeren benzer sözcükler kullanarak yapılan sanattır.Örnek: Merasim-i tevkîr-i tevfirinde ihmal-ü taksîr olunmayup hıl-i fâhire ve in’âmât-ı zâhire ve ziyâfât-ı vâfire ile Zülkadiroğlu tâifesi muğtenem oldular.

İNSİCAM
Sözün düzgün, tutarlı ve birbirine bağlanak söylenmesi. Sözcükler titizlikle seçilir, art arda gelen cümlelerde anlamlı bir diziliş aranır.

İNŞA
Divan edebiyatında edebi sanatlarla yüklü, süslü düzyazılara verilen isim. İnşa yazanlara “münşi” denir. Günümüzdeki anlamı kompozisyon.

İNTİHAL
Başkasına ait eserlerden parçalar alıp kendisininmiş gibi gösterme. Aşırma veya ahz u sirkat tabirleri de aynı anlama gelir. İntihal şiirde olursa şirkat-ı şi’r bu işi yapan da düzd-i sühan (söz hırsızı) diye anılır. Sünbülzâde Vehbi, Sirkat-ı şi’r (şiir çalma) olayı için şu beyti söylemiştir:

Sirkat-ı şi’r edene kat’i zeban lâzımdır
Böyledir şer-i belâgatle fetâvâ-yı sühan.

İRSAL-I MESEL
Anlamla ilgili sanatlardandır. Söylenen fikri kuvvetlendirmek için araya atasözü veya atasözü değerinde örnekler katmaya denir. İleri sürülen düşünce, kendisiyle ortak nokta bulunmayan başka bir düşünceyle birlikte kullanılır. İrad-ı mesel de denir. Örnekler genellikle herkes tarafından bilinen, söylenen, kabul edilen atasözleri, vecizeler ve hikmetli sözlerden seçilir.

Örnek: Tok olanlar bilemez çektiğini aç kalanın
Sırtı pek kimseye ahvâl-i şita yaz görülür

Samî

İSTİDRAD
Uygun bir yerde konu dışında bir şey anlatmak. Konuya açıklık getirmek, okuyucunun veya dinleyicinin istifadesini sağlamak için bu yola başvurulur. Bu tür ara girişler “İstidrad” başlığı ile yazılır, bitiş yeri ayrıca belirtilirdi. Sonra bu yöntem bırakıldı, başlık koymadan açıklama yapıp “Sadede gelelim” sözüyle asıl konuya dönülmeye başlandı. Zamanımızda istidradlar kısa olmak kaydıyla parantez veya iki çizgi arasında yapılır.

İSTİDRÂK
Anlamla ilgili sanatlardandır. Över gibi görünerek yerme ve yerer gibi görünerek övmek.
1. Övme yoluyla yerme: Eskiler te’küdü’z-zemm bi-mâ yüşebbihü’l medh derlerdir. Kişi övmeye benzer sözlerle, kuvvetle yerilir.
Ali Paşa’nın Girit’teki başarısızlığını dile getiren Ziya Paşa’nın Zafernâme’sinden alınan şu beyitler bu sanatın en güzel örneklerinden.

Bârek-Allah zehî kevkebe-i âlel’al
Levhaş-Allah, aceb nusret-i feyz ü ikbâl!

Hak bu kim görmedi ağaz edeli devre elek
Böyle bir tefh ü zafer böyle şükûh ü iclâl…

Lerze saldı feleğe nâre-i “Hayyâk Allah”
Râşe verdi küre’yi gulgule-i “Ya Müteâl”

Kimseler olmadı bu feth-i mübîne mazhar
Ne Skender ne Hülâgâ ne Sezar ü Anibal.

Âferin himmetine âsaf-ı âli-kadrin,
Oldu şâyeste-I tevfik-i Cenâb-I Müteâl

Girid’I aldı geri himmet-i seyf ü kalemi
Hakkına gelmiş iken dâiye-i istiklâl

Devleti eyledi bir öyle belâdan âzâd
Yoksa pek müşkil olurdu şu zamânda ahvâl…

İhtiyar eyledi bu kışda şu müşkil seferi,
Yoksa kim etmiş idi kendisini istiskâl!

2. Yerme yoluyla övme: Eskiler te’kîdü’l-medh bi-mâ yüşebbıhü’z-zemm derlerdi. Kişi yermeye benzer sözlerle kuvvetle övülür. Örnek:

Dehrde anlamayup bilmediği varsa meğer
Tama’u buğz u nifak u hased u gadr u sitem
Nabî

İSTİFHAM
Anlamla ilgili sanatlardandır. Cevap alma gayesi gütmeksizin art arda sorulan sorularla yapılır. Sevgi, nefret, teessür, üzüntü, öfke, kin, kıskançlık, ümitsizlik, acz, şaşkınlık, hayret ve hayranlık gibi heyecan verici duygular bu yolla ifade edilir. Şair duyguya bağlı olarak kendi kendisine, herkese veya her şeye soru yöneltebilir. Düşünce ve kavram üzerine dikkati çekmek için bu sanata başvurulur. Aşırı heyecan ve gerilim istifham’ı alelâde soru cümlelerinden ayrılır. Örnek:

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Cahit Sıtkı Tarancı

İSTİHDAM
Anlamla ilgili sanatlardandır. İki anlamı olan bir kelimeyi, bu iki anlama gelecek şekilde kullanmak. Birinde gerçek, diğerinde mecazlı anlam kasdedilir. Örnek:

Bahar erdi açıldı sevdiğim hem fasl-ı dey hem gül
Bir sahn-i gülistandan biri fasl-ı gülistanda.
Muallim Naci
Bu beyitte açıldı fiili birinci mısrada fasl-ı dey (kış mevsimi)nin uzaklaşması, sona ermesi; ikinci mısrada ise, çiçeğin açılması anlamına geliyor.

İSTİHLAF
Türkçedeki sesli harfleri bazı durumlarda uzatmak. Örnek:

Verseydi âh-ı mecnûn feryadumun sedâsın
Kuş mı karâr iderdi bâşımdaki yuvâda

Fuzûlî
“başındaki” ve “yuvadaki” kelimelerinde “a”lar uzun okunur.

İŞTİKRAR
Sözle ilgili sanatlardandır. Aynı kökten türeyen veya aynı köke bağlı harflerin benzerliğinden dolayı aynı kökten türemiş gibi görünen seslerin birarada kullanılmasına denir. Örnek:
Kılmagıl muhkem gönül dünyaya akd-i irtibât
Sen bir avâre müsafirsen bu vîrân ribât

Fuzûlî
Ribât ve irtibât aynı kökten gelir.

ÎTİLÂF
Uygunluk. Kelimenin anlamla uygunluğu, kelimelerin vezinle uygunluğu, kelimelerin diğer kelimelerle uygunluğu, anlamının vezinle uygunluğu ve anlamın anlamla uygunluğu.

İTNAB
Sözü, gerektiğinden fazla kelime veya cümle ile uzatma. İcaz’ın karşıtı. İkiye ayrılır:
1. İtnab-ı makbul: Makbul sayılan söz katmadır. Bu çeşitte anlam pekiştirilir, anlatılacak şey abartılır, kastedilen husus fazla tasvir edilir ve üçü birden sağlanır. Örnek:
“Yalıların en tabii ve en lüzumlu gezinti vasıtası sandallar! Sade yalıların mı? Boğaziçi’nde herkesin her an, en çok, onlar işine yarıyor. Mehtapla gezginci, sâzende köşkü onlar, saz dinleyicilerin mevkibi onlar, yerine göre madrabazların balık deposu onlar, sebze dükkanı, dondurmacı dükkanı, onlar; yörük manav sergisi onlar, tatlı su damacanalarının ambarı onlar, hasta sedyesi onlar…”
Ruşen Eşref Ünaydın

2. İtnâb-ı mümel: Makbul sayılmayan söz katmadır. İtnab-ı mühil de denir. Haşv-ı kabih’ler ve tekrarlar makbul sayılmayan söz katmanlarıdır. Örnek:
Duâ ile sözü hatmedelim, zîrâ hakikatte
Sözün gevher olursa yeğdir itnâbından îcâze

Nef’î

K

KALB
Sözle ilgili sanatlardandır. Arap harflerine göre bir kelimenin harflerinin yerleri değiştirilerek yapılır. Cinas sanatının bir çeşididir. Cinas-ı kalb, tecnis-i kalb ve maklûb adlarıyla da bilinir. İkiye ayrılır:
1. Kalb-i kül: Tersinden okunduğu zaman da anlamlı olan kelime çıkan sanattır. Buna kalb-i muntazam veya aks-i müfred de denir. Örnek:

Mûr gibi emrine kılmış itâat halk-ı Rûm
Râm olupdur nitekim Mûsâ’ya ey şeh şihr-i mâr

Sururî Kadim
Mûr: Karınca, Rûm: Anadolu, Râm: İtaat etme, Mâr: Yılan anlamına gelir.

2. Kalb-i ba’z: Bir kelimenin harfleri değiştirilerek kelime yazma sanatıdır. Buna maklûb muavvec de denir. Örnek:

Tahlîsine yok mu duâcı
Câniler içinde kaldı Nâcî

Muallim Naci
Câni: Katil, Nâci: Şairin adı.

KARAVELLİ
Asıl hikaye arasına katılan küçük, müstakil hikayeler. Hikayelerin içinde manzum parça bulunmaz. İbret verici veya güldürücü niteliktedirler. Genellikle uzun hikayelerin anlatıldığı toplantılarda zaman zaman dikkatleri başka noktaya çevirmek ve sahneyi değiştirmek için söylenirler.

KAT’
Anlamla ilgili sanatlardandır. Susmanın söylemekten etkili olacağı yerde sözü kesmeye denir. Heyecanın doruğa ulaştığı noktada bu yola başvurulur. Genellikle nesirde kullanılan bir sanattır. Örnek:

Bu dağın çilesi dolmaz,
Bu dağın çilesi solmaz,
Bu dağ bir…
Sus şair,
Hepsini demek olmaz!

Halide Nusret Zorlutuna

KATAR
Halk edebiyatında alt alta sıralanan dörtlüklerin hepsine birden katar denir.

KAYABAŞI
Halk edebiyatımızda bir koşma türü. Özel ezgiyle okunur. Türkülerin ezgilerine göre bölümlenmesinde usulsüz okunan türküler bölümüne girer. Konuları kır ve köy hayatıyla ilgilidir. Çobantürküsü olarak da bilinir.

KELAM-I KİBAR
Ulu söz demektir. Velilerin, büyük kişilerin, ahlakçıların özlü sözlerini tanımlamak için kullanılır.

KEREM HAVALARI
Saz, bağlama, bozuk düzenler eşliğinde özel bir ezgiyle söylenen türkülerdir. Adını öykü kahramanı Kerem’den aldığı sanılıyor. Akıcılığından dolayı çok tutulan bir üsluptur. Anadolu’nun hemen bütün bölgelerinde söylenir. Kerem, yanık Kerem, kesik Kerem, kandilli Kerem gibi bölümlere ayrılır.

KESİK
Halk edebiyatımızda hece sayısı 7 ve 8 olan şiirlerin genel adı.

L

LÂEDRİ
Arapça sözcük anlamı “bilmiyorum” demek. Yazarı bilinmeyen eserler için kullanılır.

LEBDEĞMEZ
İçinde “dudak sessiz harfleri” (yani b, f, m, p, v) diye tanımlanan harfler bulunmayan sözcüklerle yazılmış şiirlerdir. “Dudakdeğmez” adı da verilir. Divan edebiyatında az başvurulan bir yöntemdir. Asıl halk edebiyatımızda kullanılır. Bu türde şiirler söylemek bir ustalık işareti sayılır. Örnek:

Tarik-i aşka gir ehl-i Hüdâ ol
Gönül gel layık-i her itilâ ol

Dilersen dehrde âzâde serlik
Gurur-i câhı terk eyle gedâ ol

Cidâl-i kîl ukale yok nihâyet
Ricalû’llah ile hâl-âşina ol

Çekil izzetle uzlet gûşesine
Azîz ol derd-î şöhretten cûda ol

Dokunmaz leb lebe Remzi okurken
Dehân-i dil-bere nükte nümâ ol

Ahmet Remzi Dede
(Sadece son beyitte dudak sessiz harfleri var)

LİRİK ŞİİR
Din, doğa, aşk, özlem, gurbet, vatan, ölüm gibi konularda kişisel duygulanımların dile getirildiği, çoşkulu bir anlatımın kullanıldığı şiirlerdir. Eski Yunan edebiyatında şairler şiirlerini genellikle lir eşliğinde söylediği için isim buradan kaynaklanır. Türk edebiyatında bir dönem bir tür telli saz olan rebab ile şiir söylendiği için lirik şiire “rebabi” denildi. Divan edebiyatında gazel, murabba, şarkı, halk edebiyatımızda koşma ve semailer lirik şiire örnek verilebilir

M

MAKLUB
Harfleri tersten sıralandığında yine aynı sözcük çıkan sözcükler. Örneğin mum, bab, aba gibi.

MAZMUN
Bir dizenin bir ifadenin taşıdığı ve onlardan herkesin anladığı gerçek ya da mecaz anlama, asıl anlamı yanında taşıyan bir isme, bir atasözüne, âyete, hâdise, olaya, bir şeyi onun özelliklerini çağrıştıracak sözcük ya da sözcük gruplarının veya dizelerin içine yerleştirmeye mazmun denir. Örnek:

Çıhma yârim giceler ağyar te’nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksândır sana

Fuzulî
(Sevgilim, gece yarıları dışarı çıkma, yabancıların ayıplarından sakın. Sen güzellik göğünün en yüksek yerindeki dolunaysın, gece çıkmak sana yakışmaz, kusur sayılır.)
Fuzuli’nin bu beytinde sevgili, güzelliğin doruğundaki aya benzetiliyor. Ayın en güzel hali dolunaydır. Dolunay güneşin batmasından önce doğar. Dolunayın gece yarısı çıkması ay tutulmasıyla olabilir. Ay tutulduğunda noksandır, kusurludur, güzelliğini kaybeder. Fuzulî, bu beytinde “noksan” ve “ta’n” sözcükleriyle bir ay tutulması mazmunu yapıyor.

MEKTUP
Birbirinden uzakta bulunanların haberleşmesini sağlayan bir yazı türü. En eski haberleşme araçlarından biri. Sözcük anlamı Arapça “yazılmış şey.” Farsçası name, eski Türk dillerindeki karşılığı bitig, betik ya da bittidir. Tarihte rol oynamış ünlü kişilerin, yazar, bilimadamı ve sanatçıların mektuplarıyla birlikte bir edebi eserler türü olarak kimi zaman ele alınmıştır. Sadece mektuplardan oluşan kitaplar da vardır.

MELHAME
Divan edebiyatında gelecek olayları anlatan nazım ya da nesir eserlerin ortak adı.

MENKUT
Divan edebiyatında sözcüklerinin tümü noktalı harflerden oluşan şiirler.

MENSURE (Mensur şiir)
Duygu, düşünce, yaşam ya da hayalleri şiir inceliğinde anlatan düzyazı türü. İç uyuma önem verildiği için dilbilgisi kurallarına uygunluk aranmaz. 19. Yüzyılda Fransız edebiyatında ilk örnekleri görüldü. Şinasi’nin Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleri edebiyatımızdaki ilk örneğidir.

MESEL
Atasözleri, öğretici, ahlaki özellikleri bulunan küçük hikayelerdir.

MEŞTÜR
Divan edebiyatında dört cüzlü (yani 4 mefâ’ilün 4 müstef’ilün) ile yazılmış vezinleri ikişer cüze indirerek yazılmış şiirlerdir.

MONOGRAFİ
Bir kişi ya da bir konu ile ilgili özel bir görüşle yazılmış incelemeler. Ele alınan konu ya da kişiyi her yönüyle açıklamaya çalışır.

MONOLOG
Tek kişinin konuşması, tiyatro oyunlarında kahramanlardan birinin sahnede kendi kendine yaptığı uzun konuşmaların tamamı. Tek kişinin oynaması için yazılmış komedilere de monolog adı verilir.

MUAMMA
Başta Esmâ’yı Hüsnâ (Allah’ın doksan dokuz güzel ismi) olmak üzere konusu insan ismi olan manzum bilmeceler. Kelime “gizli, örtülü, anlaşılması güç veya işaret remiz yoluyla söylenmiş söz” anlamlarına gelir. Muammalar lügazlardan farklıdır. Muammalar Allah’ın isimlerinden biri veya insan ismi için düzenlenirken lügazlar her şey hakkında düzenlenirler. Yalnız muammaların bazen lügaz, hatta âşık edebiyatında bir çeşit bilmece (âşkı -muamma) karşılığı olarak da kullanıldığı görülür. Muamma alanında en çok eser veren şairimiz Emri (Edirneli Emrullah Çelebi) olmuştur. Muammanın düzenlenmesinde ebced hesabı kullanılır. Örnek:

Bende yok sab-ü sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre

Nâbi

MUAŞŞER
Onar mısralık bendlerle kurulan musammatlar. Divan edebiyatı nazım şeklidir.

MUCEM
Arap alfabesindeki noktalı harfler. Alfabetik olarak düzenlenmiş sözlük, hâl tercümesi, ansiklopediler böyle adlandırılır. Mucem tarih, ebced hesabı ile sadece noktalı harflerin hesap edilmesine dayanılarak düşülen tarihlerdir.

MUHAMMES
Beş mısralık bendlerden oluşan divan edebiyatı nazım şekli. Kelime “beşlik” anlamındadır. En az 4, en çok 8 bend arasında yazılmıştır.

MUKABELE
Aralarında tezat ve karşıtlık bulunan kelime, tamlama ve sözleri birarada kullanmak. Örnek:

Safa-yı aşkın dide gamınla pürnem
Bir evde ayş u şâdî bir evde ye’s ü mâtem

(Safa ile gam, ayş u şâdi ile ye’s u mâtem arasında karşıtlık bulunmasına rağmen birarada kullanılmıştır.)

MUKATTA
Arap alfabesinde kendisinden sonra gelen harfle bitişmeyen harfler (elif, dal, zel, rı, ze, vav) kullanılarak söylenen söz.

MUKTEZA-YI HÂL
Uslûpta zamana, yere, duruma ve hitâp edilen kişilere göre dili ayarlama, sözün söylendiği yerin, zamanın gerçek ve gereklerine uygun olması. Mukteza-yı makam, itibar-ı münasib sözleri de aynı anlamda kullanılır.

MURAFAKAT
Üslûbun, ele alınan konuya göre düzenlenmesi, dile getirilen düşünce, duygu ve hayallare uygun düşmesine, üslûp ile içerik arasında bir ilişki kurulması. Anlatılan konuya uygun kelime, kelime grubu ve isimler seçilir.

MURASSA
Nesirde iki ibarenin, nazımda ise iki mısranın kelimelerinin sayıca denk, karşılıklarıyla vezin ve kafiye bakımından birlik olması. Örnek:

Şâh melekût arş-pâye
Mâh-ı ceberût perş-sâye

Şeyh Gâlib

MUSARRA
Mısraları birbiri ile kafiyeli olan beyitler. Beyt-i musarra, gazellerin ilk beyitleri (matla’) musarra’dır. Her mısrası aynı kafiyede olan şiirlere de musarra denir. (Musarra tuyuğ gibi) Bu şekilde düzenlenen şiirlerin bir başka adı müselseldir.

MUTABAKAT
Anlatım içinde kullanılan kelime ve deyimlerin içeriğe uygun seçilmesi. Karşıtı mübayenet’tir (aykırılık, zıtlık).

MUVAFAKAT
Kelimenin anlamla, kelimenin vezinle, kelimenin kelimeyle, anlamın vezinle, anlamın anlamla uygunluğu.

MUVAZENE
Nesirde seci, nazımda kafiye yerindeki sözcüğü yalnız vezin bakımından eşit olması. Örnek:

Münderic nüsha-i zâtında kemâlat-i vücûd
Mündemic tıynet-i pâkinde havass-i icâd

Nâdî
(Münderic ve mündemic kelimeleri arasında muvazene vardır.)

MÜLEMMA
Bir şiirin bazı mısraları, bölümleri veya bir mısranın bazı sözcüklerin değişik dillerde yazılması. Divan edebiyatında Arapça, Farsça, Yunanca’nın Türkçe ile birlikte kullanıldığı şiirler yazılmıştır. Tanzimat’tdan sonra bu dillere Fransızca da eklenmiştir. Örnek:

Eyyüha’r-rağibûne fi’l-evkat!
Edrikûhâ fe-mâ madâ kad fât.

Fevt-i fursat me-kün çü vakt-i safâst,
Ki besî hestder-cihân âfât.

İrdi bir dem ki behcetinden anın
Sekiz Uçmâğ’a döndü Altı Cihât.

İş ke-mâ âşe âşikun va’lem!
Tâvet in-nefsü tâbet il-evkat.

MÜNAKKAHİYET
Gereksiz sözlerden arındırılmış özlü ifade, konuyu gerektiği kadar işleme; anlamlı sözcükler arasında eşitlik bulunması.

MÜNŞEÂT
Mensur yazı veya mektupların bir araya getirdiği dergiler. Divan edebiyatında edebi değeri olan yazılar bir defterde toplanır ve meraklıları okurdu. Münşeatlardaki nesirlerde konu birliği aranmaz. Bu eserlerde çeşitli tarih belgeleri yanında edebi metinler ve özel mektupların biraraya getirildiği görülür. Münşeât-ı Feridun Bey, Nergisi ve Veysi’nin münşeatları ünlüdür. Son münşeât örnekleri arasında Münşeât-ı Akif Paşa önemlidir.

MÜNŞÎ
Sanatlı düzyazı yazan kişiler. Münşilerin yazılarını toplayan dergiler münşeat’tır.

MÜNTEHABÂT
Seçilmiş şeyler. Çokluk aynı türde kaleme alınmış, bir veya daha fazla yazarlara ait yazılar arasından yapılan seçmelerle meydana getirilmiş eser; seçmeler, antoloji.

MÜSTEŞRİK
Doğulu milletlerin tarih, din, dil, edebiyat ve kültürlerini araştırıp inceleyen Batılı bilginler. Şarkiyatçı, oryantalist, doğubilimci kelimeleri de aynı anlamda kullanılır.

MÜŞAARE
Karşılıklı şiir söyleme. Edebiyat araştırmacıları müşaareyi üçe ayırır:
1. Bir divan şairinin manzum eserine diğer bir şairin aynı vezin ve kafiyede nazire yazması.
2. Âşıklar arasında karşılıklı şiir söyleme. Bir âşığın okuduğu beyit veya kıtaya diğer bir şair aynı vezin ve kafiyede şiir söyleyerek cevap verir.
3. Edebiyat meraklılarının şiir okumaları, herhangi bir mazmunu ihtiva eden beyitler okunur veya birinin okuduğu beyte karşılık onun son kelimesiyle başlayan bir beyti başkası okur.

MÜŞAKELE
Birden fazla anlamı olan sözcüklerin art arda gelecek şekilde, iki anlamı ile kullanılması, birinin söylediği bir sözü bir başkasının değişik anlama gelmek üzere tekrarlaması. Karşılıklı konuşan iki kişiden birinin gerçek veya mecazi anlamda söylediği bir sözü, diğeri başka bir düşünceye yanıt olacak şekilde tekrarlar. Birinci anlamı gerçek olursa çoklukla ikinci kullanıştaki anlamı mecazidir. Örnek:

“Tezer
Yine mi kanmıyorsunuz sözüme
Ne için bakmıyorsunuz yüzüme
Beni bir kere okşasanız ne çıkar?
Melik
Sen çıkarsın… Demek ki fitne çıkar!”

Abdülhak Hâmid Tarhan

MÜTAKARRİN
Kafiyeleri birbirinin peşinden gelen ve iki kafiyeli olan şiir. Örnek:
Hangi âkıl der ki ancak râh-i gülşenden geçin
Bir de gafiller şu nâilgâh-i şîvenden geçin

Muallim Naci

MÜTEKERRİR
Murabba, muhammes, müseddes gibi nazım şekillerinde bendlerin sonlarında tekrarlanan mısra veya beyitler.

MÜTELEVVİN
Divan edebiyatında bir beytin okunuşu sırasında küçük bir değişiklikle veznin bir başka vezne çevrilmesi.

MÜZDEVİC
Murabba, muhammes, müreddes benzeri nazım şekillerinde bendlerin sonundaki mısraların birinci bend ile kafiyeli olması.

N

NAKARAT
Şiirlerde bendlerin sonunda tekrarlanan mısra veya mısralar. Bu bölüm, anlam bakımından her bendi şiirin ana duygusuna bağlar. Şiirin, nakarat bölümlerinde ifade olunan duygu ve düşünce etrafında gelişmesini sağlar. Nakarat, halk şiirinde bağlama veya kavuştak diye bilinir. Sözlü musiki eserlerinde aynı söz ve ezgi ile tekrar edilen bölüm de nakarattır.

NÂME
Mektup, kitap, risâle, ferman gibi anlamlar taşıyan Farsça bir kelime. Eskiden kitap türü olarak çok kullanılmıştır. Kıyafetnâme, kâbnâme, Hamzanâme gibi. Resmi nitelikteki kağıt ve mektuplar da nâme diye bilinirdi.

NÂT
Hazreti Muhammed’i övmek için yazılan şiirler.

NAZIM
Dizelerden oluşan vezinli ve kafiyeli anlatım şekli. Kelime, “dizmek, ipliğe inci dizmek” anlamlarını taşır. Nazımda sadece anlam değil, seslerin musikisi de önemlidir. Akılda kolay kaldığı için ezberlenmesi istenen bilgilerin çoğu bu yolla ifade edilir. En küçük birim dizedir (mısra). Ayrıca beyit, kıta, bend gibi nazım birimleri de vardır. Şiirler de nazım şeklinde yazılır, ancak her nazım, şiir değildir.

NAZİRE
Bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı şekil, vezin, kafiye ve redifle yazılan şiir. Divan edebiyatı nazım türüdür. Kelime Arapça “eş, değer” anlamlarındaki nazir’den gelir. Nazire yazma, tanzir, tanzir etme diye anılır. Nazire geleneği Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. İranlı şairler nazireye cevâb adını verirler. Alay ve şaka yollu yazılmış nazirelere tezhil veya hezl denir. Örnek:

Fuzûlî’nin gazeli
Hayret ey büt sûretin gördükte lâl eyler meni
Sûret-i hâlim gören sûret hayâl eyler meni

Mihr salmazsın mana rahm eylemezsin munca kim
Sâye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler meni

Za’fı tâli mân-i tevfik olur her nice kim
İltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler meni

Men gedâ şahâ yâr olmak yok ammâ neyleyem
Ârzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler meni

Tir-i gamzen atma kim bağrım deler kanım döker
Akd-i zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler meni

Dehr vakf etmiş meni nev-res civanlar aşkına
Her yeten meh-veş esîr-i hatt u hâl eyler meni

Ey Fuzûlî kılmazsam terk-i tarîk-i aşk kim
Bu fazilet dâhil-i ehl-i kemâl eyler meni

Fuzûlî

Nedim’in Fuzuli’nin bu gazeline yazdığı nazire:

Bûs-ı la’lin şöyle sîr-âb-ı zulâl eyler beni
Kim gören âb-ı hâyât içmiş hayâl eyler beni

Şâire söz bulmağa minnet yok amma neyleyim
Âh kim hâyret seni gördükçe lâl eyler beni

Sevdiğim câm-ı meye hâcet nedir la’l-i lebin
Bir şeker handeyle mest-i bî mecât eyler beni

Bağda zülf ü ruhun andıkça bu kimdür deyü
Sünbül ü gül birbirinden sûal eyler beni

Nükhet-î zülfünle geldikçe nesîm-i nev-bâhar
Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni

Nâ-tüvânım şöyle çeşmin hasetinden kim gehî
Sâye-i müjgân-ı âhü pây-mâl eyler beni

Gerdişin gördükçe sâkî-mülâyım meşrebin
Arzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler beni

Hasret-i çeşminle ben hâk-i siyâh olsam dahi
Baht âhir sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni

Güldürür ya ağlatır ya lütf eder yâhud itâb
Hâsılı neylerse ol ruhsâr-ı âl eyler beni

Arz-ı hâlim çok efendim hak-i pây devlete
Lütfun ammâ bî-niyâz-ı arz-ı hâl eyler beni

Ben kulun lâyık değildir aslına ammâ yine
İltifâtın ârzü mend-i visâl eyler beni

Gûyyâ bilmez efendim bende-i dîrinesin
Kim Nedîmâ bu mudur deyü suâl eyler beni

Nedîm

NESİR
Duygu, düşünce ve hayallerin dilgilgisi kurallarına uygun cümleler içinde anlatılması şeklindeki edebi eser. Edebiyatın iki anlatım yolundan biridir. Diğeri nazımdır. Nesirde aklın kontrolü altında duygu, düşünce ve hayallere yer verilir. Nazımdan daha geç doğmuştur. Düşüncelerin fadesi için nazımdan çok daha zengin imkanlara sahiptir. Hikaye, roman, tiyatro, masal, hatırat, makale, sohbet, deneme, gezi yazısı, biyografi gibi edebiyat türlerinde hep nesir kullanılır. Nesrin en küçük birimi tek başına bir anlam ifade eden cümledir. Nesir, kullanılan üslûba göre sade nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere çeşitlere ayrılır.

NİDA
Divan edebiyatımızda bir sanat türü. Şairin korku, sevinç, şaşkınlık, acı, ızdırap, öfke gibi pekiştirilmiş, duygu ve düşüncelerini okuyucuya hissettirebilecek şekilde işlemesi. Çokluk “ey!, hey!, vay!” gibi ünlemlerle seslenilir. Tekrîr ve teşhis sanatlarıyla birlikte kullanılır. Örnek:

Ey mi’delerin zehr-i tekazası önünde
Her zilleti bel’eyleyen efvâf kadide;
Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün’im
Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ve âkim
Her ni’meti, her fazlı, hep esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen züll-ı tevekkül ki…

Mürâyî

O Ö

OTOBİYOGRAFİ
Bir kimsenin kendi hayatını yazdığı eser. Biçim ve içeriğiyle bir edebi değer taşımalıdır.

OTOGRAF
Yazarın kendi el yazısı. Eskiden hatt-ı dest (el yazısı) deyimi kullanılırdı.

OTTOVA RİMA
Sekiz mısralı bir nazım şekli. Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatında, buradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Batı edebiyatında kafiye şeması, abababcc’dir. Bu şema bizde değişikliğe uğrayarak ababcccb şeklini almıştır. Aabbccdc şekli de görülür. Bu nazım şekli lirik tür için elverişlidir. Ottova Rima’yı edebiyatımızda daha çok Abdülhak Hamid kullanmıştır. Örnek:
(MAKBER’den)
Bu makberdir o bâba makdem,
Bilmem ne duyar girince, adem?
Sûzişlerimin budur esâsı
Hep şüphelerin bu en fenâsı
Benlik acebâ kalır mı ol dem?
Sönmüş erimekte o nûr-i dîdem.
Ben gözler idim bu hâli ey yâr
Senden daha çok zaman akdem…
Abdülhak Hâmid

OZAN
Kopuzla türkü söyleyen en eski Türk şairleri. Osmanlı döneminde halkı şairleri için kullanılırdı. Âşık sözünün karşılığı olduğu gibi meddah anlamını da taşıyordu. Ozanların toplumda önemli yerleri vardı. Beylerin huzurunda, dini törenlerde, elindeki kopuzunu çalarak kahramanlık destanları okurlar, halk arasında kıssa söylerlerdi. Memluk ordusunun mızıka takımında ozan denilen çalgıcılar olduğu tarihi kaynaklarda yazar. Selçuklular’da da benzer durum görülür.

ÖNSÖZ
Eserin niçin ve ne amaçla yazıldığını belirtmek için kitabın başına eklenen yazı. Bu bölümde yazar ya kitabın özetini verir veya hangi nedenle yazdığını açıklar. Eskiden, “sebeb-i telif-i kitab” (Kitabın yazılışının sebebi) sözü kullanılırdı. Tanzimat’tan sonra edebiyatçılar, mukaddeme başlığı altında yazdıkları önsözlerde edebiyat anlayışlarını belirleyici açıklamalar yaptı. Namık Kemal’in Celaleddin Harzemşah, Recaizade Mahmud Ekrem’in Zemzeme, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Makber mukaddemeleri bunlardandır.

P

PARAGRAF
Bir fikrin işlendiği yazı bölümü. Bir veya birkaç cümleden meydana gelebilir. Satırbaşı yapılmış her bölüm bir paragraftır.

PASTORAL
Çoban ve kır hayatını, köylerdeki yaşayış şeklini anlatan şiir. Grekler’in bukolik dedikleri bu türü Edebiyat-ı Cedide’ciler eş’ar-ırâiyâne (Çoban şiirleri) diye adlandırmışlardır. Pastoral şiir, süsten, kelime oyunlarından, yapmacılıktan uzak sade bir dille yazılır. Eski Yunan edebiyatında Theokrites ile Latin edebiyatında Vergillius, pastoral şiirin ilk ve en güzel örneklerini verdi.

PELTEKNÂME
Kekeleme şiiri. Lisan-i pepeği adı da verilir. Halk edebiyatı nazım şeklidir. Âşık, kelimelerin ilk hecelerini, bazen de kelimelerin çoğunluğunu kekeleyerek söyler. Bu tekrarlar ölçüye dahildir. Örnek:
Bu bu bugün gö gö gördüm yü yü yüzün dilberâ
Ba ba baktım gö gö gönlüm oluptur ziyaâ
Di di dilim pe pe peltek sö sö söyler zebanımı
Ne ne ne derse de de desin dimesin tek sana
Abdi İmam

PLOT
Roman, hikaye, tiyatro gibi eserlerde, baştan sona devam eden hareketlerin yapısı. Bir bakıma eserin planıdır. Kahramanların ve olayların meydana getirdiği devamlılığı ifade eder. İkinci, üçüncü derecedeki kişi ve olaylar, görünüp kaybolan bir başka zaman, mekan ve olayla ortaya çıkan kişiler, duygusal davranışlar plotu tamamlar ve zenginleştirir. Plot, yapısına göre çeşitlere ayrılır. Bazı plotlar trajik olayları, bazıları komedi, masal ve hiciv gibi konuları göstermek için kurulur. Eser, bu plota göre kimlik kazanır.

POETİKA
Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü. Bu kelime eskiden Fransızca’da yalnız şiirin değil, güzel sanatların teorisini güzelliğin feslefesini, bir bakıma estetiği ifade ederken, bugün şiir sanatı anlamına gelen bir terim olmuştur. Batı dillerinde poetika konusuna giren birçok eser var. Türkçe’de ise, bazı şiirlerin ve grupların bildiri niteliğindeki, genellikle savunmaya dayalı birkaç önsözü görülür. Necip Fazıl Kısakürek’in de bir Poetika’sı var.

PROZODİ
Kelimelerin taşıdıkları seslerin değerlerine ve hecelerin taşıması gereken seslere göre söylenmesi. Tonlamaya, hecelerin vuruşuna kelimelerin uzunluk ve kısalıklarına dikkat edilerek söylenir.

R

RAKTA
Arap harflerine göre bir harfi noktalı, bir harfi noktasız kelimeleri kullanarak şiir yazma.

REKÂKET
Kelime veya cümlelerin düzensiz sıralanmasından ileri gelen okumayı zorlaştırıcı durum. Divan edebiyatında yazıda kusur sayılırdı.

RİKKAT
Anlatımda söylenişleri kulakta ince, hafif, hoş etki bırakan sözcüklerin kullanılması. Sanatçı sevgi, şefkat, muhabbet, güzellik gibi konuları anlatırkenn sözcükleri de uygun düşecek şekilde ince sesle kurulanlardan seçer. Bu sözcükler kelimâ-ı rahika, taşıdıkları özellik de rikkatdiye adlandırılır.

RİSALE
Küçük kitap, broşür. İlim veya sanata dair yazılar. Önceleri çokluk dini konuları ele alan küçük hacimli kitaplar bu adla anılırlardı.

RİTM
Şiirde, hecelerdeki vurgu, uzunluk, kısalık, kalınlık, incelik, yükseklik gibi ses özelliklerinin ve duraklarının düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan uyum.

RONDELET
Yedi mısralı ek bendden meydana gelen Fransız nazım şekli.

RÜCÛ
Divan edebiyatı sanatlarından. Bir düşünceyi daha güçlü hale getirmek için, söylenen sözden vazgeçer gibi davranılır. Espri, üzüntü, sevinç, dehşet, hayret durumlarında ifadeyi daha güçlü ve canlı kılmak için kullanılır. Vazgeçme döngü halinde de yapılabilir. Örnek:

Eder isyanıma gönlümde nedâmegalebe
Neyleyeyim yüz bulamam ye’s ile afvime talebe
Ne dedim? Tövbeler olsun, bu dafi’i şerdir
Benim özrüm günehimden iki kat beterdir
Nûr-i rahmet niye güldürmeye rûy-i siyehim
Tanrı’nın mağfiretinden de büyük mü günehim?
Şinasi

S Ş

SADR
Bir beyitte birinci mısranın ilk parçası ile nesirde cümlenin ilk parçası.

SAGU
İslamiyet öncesi Türk edebiyatında ölen kimselerin arkasından söylenen şiirler. Sevilen, sayılan özellikle gösterdiği kahramanlıklarla tanınmış kimselerin ölümü üzerine ozanlar tarafından, yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur, ölen kişinin yiğitliği, iyiliği, cömertliği, faziletleri dile getirilirdi.

SAKİNAME
Sakiye (içki sunana) seslenmek yoluyla içkiyi (çokluk şarabı) ve içki meclislerini, adetlerini, içkiyle alakalı bütün düşünce, duygu ve kavramı bazan tasavvufi, bazan da dünyevi işleyen şiirler. Mesnevi şeklinde yazılır. Terkib-i bend, terc-i bend veya kaside şeklinde de görülür.

SALİYE
Divan edebiyatımızda yeni yılı kutlamak için yazılan şiirler. Bu şiirlerde daima girilen yılın tarihini tespit eden bir beyit de bulunur.

SARMA KAFİYE
Dört mısralık bendlerle kurulan nazım şekli. Her dörtlükte birinci ile dördüncü, ikinci ile üçüncü mısralar kendi aralarında kafiyelidir. Kafiye şeması şöyledir: Abba, cddc, effe. Örnek:

Rûhumu bu çarmıha kendi ellerimle gerdim:
Bir nebi ızdırabı kaynıyor her yerimde.
Ölüm, siyah bir tütsü yakıyor gözlerimde
Aldığım her nefesi son nefes gibi verdim!
Yusuf Ziya Ortaç

SATRANÇ
Saz şairleri tarafından aruzun müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün kalıbıyla ve musammat gazel şeklinde yazılan şiirler. Musammat beyitlerden oluştuğu için, her mısra kafiyeli iki eşit parçaya bölünür. Bu parçalar alt alta yazıldıklarında dörtlüklerden meydana gelen yeni bir şekil ortaya çıkar. Bu şeklin kafiye şeması şöyledir: abab cccb dddb… Örnek:

Sevdi gönül bir püsteri / Sanatı terzi güzeli
Hüsnünü bir muhtasarı / Şerh ederek söylemeli

Matlanın fâikını / Sohbetinin lâyıkını
Ben gibi bir âşıkını / Eylemiş aşkıyle deli

Düştü gönül çâresine / Kaşlarının karesine
Çehre-i menâresine / Yandı derûnum göreli

Vardı ellerim eline / Tutuldu dilim diline
Kâkülünün bir teline / Bağladı bu cân ü dili
Emrahî

SAYA
Aşık edebiyatında nesir. Mensur karşılığı olarak da sayalı kullanılır. Secili (müsecca) nesre ise ayaklı saya adı verilir.

SEBK-İ HİNDÎ
Divan edebiyatında kullanılan bir üslup. Terim, “Hint tarzı, Hint üslûbu” anlamına gelir. Türk edebiyatına XVII. İran şairlerinin etkisiyle girdi. Bu nedenle sebk-i İsfahâni diye de bilinir. İran edebiyatına ise Hindistan’dan geçmiştir.

SECİ
Cümlelerin veya bir cümle içinde birden çok kelimenin sonlarındaki ses benzerliği. Nesirde kullanılan bir çeşit kafiyedir. Secili nesre müsecca adı verilir. Edebiyatımıza Arap edebiyatından geçmiştir.

SEHL-İ MÜMTENİ
Söylenmesi kolay görülen ama benzeri yapılmak istendiğinde güçlüğü ortaya çıkan söz. Bu tür sözler sade ve derin anlamlıdırlar. En güzel örneklerini Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Mehmed Akif Ersoy vermişlerdir. Örnek:

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm
Yunus Emre

SELÂMET
Cümlelerin doğru ve sağlam olması. İfadenin düşük, eksik olmaması gerekir.

SELÂSET
Bir yazıda cümle ve kelimelerin akıcı, âhenkli, kolay ve anlaşılır olması. Selâset, sözüklerin birbirine uygun seçilmesiyle sağlanır.

SELH
Başkasına ait bir şiirin anlamını alıp kelimelerini değiştirerek yeniden yazmak. Selh intikal’in bir çeşidi sayılır.

SELİS
Halk şiiri nazım şekli. Aruzun fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün kalıbıyla gazel şeklinde yazılır. Murabba, muhammes, müseddes şeklinde yazılmış selislere de rastlanır. Kafiye düzeni divan, semai ve kalenderi nazım şekilleri ile aynıdır. Örnek:

Benden özge sana yok âşık-ı âvâre güzel
Sûziş-ı firkat ile yakma beni nâre güzel

Dün gece dîde-i hunkâr ile ettikte nigâh
Ciğerim başına açtın yine bir yâre güzel
Nûrî

SERBEST NAZIM
Bend, vezin ve kafiye kurallarına bağlı olmayan nazım şekli. Bendlerin, mısraların ve hecelerin sayıları belli düzene bağlı değildir. Şair isterse kafiyeli yazar. Bendleri sınırlayabilir veya sınırlamaz. Önce Fransız sembolistleri arasında yayıldı. Türk edebiyatına Servet-i Fünûn döneminde Batı edebiyatından girdi. Serbest nazmın uygulanışı üç aşama geçirdi:
1. Vezinli-kafiyeli serbest nazım: Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti döneminde görülür. Mısralar bir kelimeye kadar kısaldı, kafiye belli bir kurala göre sıraland. Aruz veznine yer verildi, bir şiirde birkaç aruz kalıbı veya bu kalıpların çeşitli cüzleri kullanıldı.
2. Vezinsiz-kafiyeli serbest nazım: 1925-1930 yıllarında görülmüş, 1930’dan sonra yaygınlık kazanmıştır. Vezin bırakılmış, bir heceye kadar küçülen dizeler kurulmuştur. Bu dizeler hiçbir dış düzene bağlı değildir. Şair belirtmek istediği fikri taşıyan kelimeyi öne çıkarır. Büyük harfler sadece cümle başlarında kullanılabilir. Kafiyeli mısraların arası açılarak kafiye örgüsü gevşetilir.
3. Vezinsiz-kafiyesiz serbest nazım: 1940 yılından sonra yaygınlaşan bu anlayışta vezin ve kafiye tamamen bırakıldı şiirde iç uyum önem kazandı. Örnek:

Yolcu Yolunda Gerek

Hastalar,
Kar isterler
Kafdağının ardından
Ve buluttan döşek,
Onlar,
Yaramaz çocuklardır,
Sallar durur,
Dünyanın balkonundan,
Düştü düşecek!
Gölgen kaçıyorsa senden,
Düşmüşse gökte yıldızın,
Kavga başlar canla ten arasında
Ne bilelim;
Hangi pınarın suyu,
Ya da çiçeğin özünde derman,
Büyük yerden geldi ferman
Yolcu yolunda gerek
Ali Akbaş

SONE
İlk iki bendi dörtlük, son iki bendi üçlük on dört mısradan oluşan nazım şekli. Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatına, oradan da diğer Avrupa edebiyatlarına geçmiştir. Edebiyatımızda ilk Cenab Şahabeddin’in sone şeklinde şiir yazdığını görüyoruz. Servet-i Fünûn şairlerinin hemen hepsi bu nazım şeklini benimser. Sone kafiye sistemi üçe ayrılır.
1. İtalyan tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, ede
2. Fransız tipi: Kafiye şeması abba, abba, ccd, eed
(İtalyan ve Fransız tipi sone arasındaki tek fark son üçlüğün düzenindedir.)
3. İngiliz tipi: Mısra sayısı değişmemekle beraber ilk on iki mısra tek bir bend, son iki mısra da ayrı bir bend halinde yazılırlar. Kafiye şeması: a b a b c d c d e f e f g g. Örnek:

Yüksük

Yüksüğün ince şeklini yazmak
Bana pek güç gelir kadınlardan
Sorunuz belki bir güzel parmak
onu tersim için bulur imkan

Bunu bir çekmenin içinde gören
Mu’teber bir refik-i hane sanır;
Kadrini pek bilirler elde iken,
Düştüğü anda mutlaka alınır.

O da layık nezâketin eline:
Tenine saplanır iken iğne,
Yine pekçok sever iş işlemeyi;

Bin letâfetle çırpınır her ân…
Sanki bir nahl-i nev-hayâta konan
Küçücük bir kuşun küçük yüreği!
Ali Ekrem (Bolayır)

SÖZLÜK
Bir dilin veya dillerin kelime haznesini (sözvarlığını), söyleyiş ve yazılış şekilleriyle veren, kelimenin kökünü esas alarak, bunların başka unsurlarla kurdukları sözleri ve anlamlarını, değişik kullanışlarını gösteren eser. Sözlükler tek dilli veya çok dilli olabilir. Madde başlarını a-be-ce sırası takip eder. Genel veya özel alanlarla ilgili sözlükler hazırlanabilir. Arap harfli eski sözlüklerde madde başı Arapça kelimenin üç harfli kökünün son harfi esas alınarak sıralanırdı. XIV.-XV.yüzyıllar arasında yaşamış olan el-Kamûsü-ı-Muhît (Okyanus Sözlüğü) adlı eseri Türkçeye çeviren Mütercim Asım bu sistemi kullandı. İlk sözlük olarak İskenderiye Müzesi kütüphanecisi Bizanslı Aristophanes’in hazırladığı eser kabul edilir. İslam dünyasında en önemli sözlük X. yüzyılda yaşayan Fârâblı İsmail Cevheri’nin Sihâh adlı Arapça eseri. Vankulu Lügatı diye bilinen Müteferrika’nın bastığı ilk kitap da bir Sihâh çevirisidir. Türk kültüründe ilk sözlük ise Kaşgarlı Mahmud’un Türkçe’den Arapça’ya Divanü Lügati’t-Türk’üdür.

ŞAHESER
Nesilden nesile geçen, benzeri yazılamayan yüksek değerdeki edebi eser. Şaheserlerin başlıca özellikleri şöyle sıralanır: Zengin bir kültür birikimi sonucu yazılır, her devrin okuyucusu tarafından aranır, okunur ve takdir edilir, zamanla yayılır, ulusal ve uluslararası unsurlar içerir, pekçok yabancı dile çevrilir, türünde yazılan yeni eserlere örnek olur.

ŞİVEYE MUGAYERET
Şivesizlik. Dili kuralları dışında kullanmak. Türk dilini iyi bilmemekten, dilimizin özelliklerini gözönüne almaksızın yabancı dillerdeki bazı kullanış şekillerini tercüme edip uygulamaktan doğar. “Meşrubat içmek” yerine “meşrubat almak”, “banyo yapmak” yerine “banyo olmak” gibi.

T

TA’KİD
İfadeye açıklık getirememe, anlatamama halidir. İkiye ayrılır.
1. Lafzi ta’kid: Bir cümlede kelimelerin yerli yerine kullanılmamasından doğar. Örnek:

Ben fakîrî etme terk memnûn-i ebnâ-yı zaman
Hasıl etmezsen değil gam matlabım yâ Rab bana
Râgıp Paşa

2. Manevi ta’kid: Bir cümlede kelimeler yerli yerince kullanılmakla beraber bir anlam çıkmamasına denir.
Örnek: Âlemin cânı değilsin cân-ı âlemsin sen
Nef’î

TA’RİFAT
Mevki sahipleri ve bazı görevlileri tasvir eden şiirler. Divan edebiyatı nazım türüdür. Birkaç beyitlik bendler halinde yazılırlar. Sâfi Kasım Paşa’nın, Kalkandelenli Fikri’nin, Gelibolulu Mustafa Ali’nin, Yenişehirli Avni’nin ta’rifatı vardır. Örnek:

Nedür bildüm mi defter-dâr efendi
Eğerçi bir iki üç var efendi
Kiminün işini altun iderler
Kimin ma’zül kimin mağbûn iderler
Olardur sâ’i-i genc ü hazînle
Olardur sâhib-i mâl u define
Kalkandelenli Fikri

TA’ŞİR
Bir gazelin her beytinin veya bir beytinin üzerine sekiz mısra eklenerek yapılan mu’aşşerdir. Divan edebiyatı nazım şeklidir. Edebiyatımızda örneği fazla görülmez. Yahya Bey’in Muhibbî’nin (Kanunu Sultan Süleyman) gazeline yaptığı ta’şiri örnek olarak verilebilir.

Haste olmak gûşmâl-i Hazret-i İzzet gibi
Her kişinün yalımın alçak ider gurbet gibi
Değme bir kimse göre gelmez refahiyyet gibi
Nâleler gûyâ derây-ı rıhlet-i râhat gibi
Dâr-ı dünya cây-ı fürkat menzil-imihnet gibi
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
Sağlıgun bünyâdı yok âyinede sûret gibi
Matla’ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Yahya Bey

TAŞTİR
Bir gazelde her beytin iki mısrasının arasına iki veya üç mısra ekleyerek manzume meydana getirmek. Divan edebiyatı nazım şeklidir. Kelime, Arapça “bir şeyin yarısı, iki cüzünden bir cüzü” anlamındaki şatr kökünden gelir. Taştirde, aynı vezin ve kafiyede, araya iki mısra girerse terb-i mutarraf, üç mısra girerse tahmis-i mutarraf olur. Edebiyatımızda XVIII. yüzyıldan sonra örnekleri görülen taştir çok az kullanılan bir şekildir. En çok Halveti şeyhlerinden Aydi Baba yazmıştır.

TAZMİN
Bir şairin, bir mısra veya bir beytin bir başka şairce kullanılması. Divan edebiyatı nazım türüdür. Tazmin edilen mısra veya beytin sahibinin zikri şarttır. Tazmin eden şair, şiiri herhangi bir nazım şekline tamamlar ve aldığı sahibini belirtir. Örnek: Recaizade Ekrem’in şiirini tanzim:

Sanırım ismini kuşlar heceler
Seni söyler bana dağlar dereler
Su çağıldar kuzular kırda meler
Seni söyler bana dağlar dereler

Hep seni aşkın eserken serde
Hüsn ü ânın görünür her yerde
Gezdiğim duygulu vâdilerde
Seni söyler bana dağlar dereler
Yahya Kemal Beyatlı

TECÂHÜL-İ ARİF
Anlamla ilgili sanatlardandır. Bilinen bir gerçeği, bilmez görünerek söylemek yöntemiyle yapılır. Bilinen şey, bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir espriye dayandırılır. Bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatından da yararlanılır. Örnek:

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzulî

(Bilmiyorum, dönen kubbe mi su rengindedir, yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır.) Fuzuli, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyor gibi görünüyor. Aslında gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok ağladığını belirtmek için bu yola başvurmuştur.

TEFRİK
Anlamla ilgili sanatlardandır. Aynı çeşide giren iki şey arasına, birbirine aykırı taraflar (tebâyün) sokularak bir farklılık meydana getirilmesidir. Örnek:

Budur farkı gönül mahşer rûz-ı hicrândan
Kim ol cânım verir cisme bu cismi ayırır cândan
Ortak çeşit gün, aykırı taraflar ise cisme can verme, cisimden canı ayırmadır.

TEHZİL
Alay ve şaka yollu yazılmış nazire. Hezl diye de bilinir. Çokluk tanınmış şairlerin şiirlerine vezin ve kafiye taklit edilerek yazılır. Tehzil, ciddi şiirleri bayağılıktan uzak ciddi bir duruma soktuğu için edebiyatın güzel ve eğlenceli örnekleri arasında kabul edilir. XVII. yüzyıldan sonra yaygınlık kazanan bu tür şiirin örneklerini daha çok Sürûri, Havâyi, Sünbülzade Vehbi, Hüseyin Kâmi (Dehri mahlasıyla), Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe vermişlerdir.

TEKRAR
Bir ifadede aynı sözcük ya da söyleyişi, estetik kaygı gütmeden birkaç kez tekrar etmek. Aşırı tekrar sözkonusu ise buna kesret-i tekrar denir.

TELMİH
Divan edebiyatı sanatlarından. Söz sırasında bilinen bir olaya, bir kişiye, kıssaya ya da atasözüne işaret etmektir. Ama bu kişi ya da şey uzun uzadıya değil bir iki sözcükle anlatılır. Örnek:

Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hüdhad-i ümmid Saba’dan mı gelirsin
Nabî
(Şair beytinde Süleyman-Belkıs kıssasını hatırlatıyor.)

TENÂFÜR
Bir ifadede birbirleriyle uyuşmayan harf, hece, sözcük ya da tamlamaların kulağa hoş gelmeyen etki yapmasıdır. İkiye ayrılır:
Harflerle tenâfür: Çıkış noktaları aynı ya da birbirine yakın harflerin aynı sözcükte toplanması. Örneğin: Yaptırttık
Sözcüklerle tenâfür: Söylenişleri zor olan, dinlenmesinden zevk alınmayan ağır vurgulu sözcüklerin art arda sıralanması: Örnek:
Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi

TENASÜB
Divan edebiyatında anlamları arasında bağlantı bulunan sözcüklerin aynı ifadede kullanılmasıyla yapılan edebi sanat. Örnek:

Asîb rûzigârı gülistân-ı dehre
Sen serv-i gül-izârı hevâdar olan bilür
Bakî

Tenasüb, ilham ve tezat sanatlarıyla da birlikte kullanılır. Bu yönüyle de ikiye ayrılır: İlham-ı tenasüb: İlham ve tenasüb sanatlarının birlikte kullanılmasıyla yapılır. İki anlamı olan bir sözcüğün, dize ya da beyit içinde belirtilmemiş anlamıyla diğer bazı sözcüklerin arasında anlam bakımından bağlantı kurularak yapılır. Örnek:

Ne güzel vâkıadır bu ki asup can gözünü
Hâb-ı gaflette geçen ömrümü rü’yâ gördüm
Zatî
(Can gözünü açıp gaflet uykusunda geçen ömrümün bir rüya olduğunu görüp anlamam ne güzel bir olaydır. Rüya, düş kelimelerinin kastedilmeyen ikinci anlamının hâb ve rüya sözcükleriyle ilişkisi vardır.)

İlham-ı tezad: İlham ve tezat sanatları birlikte kullanılır. İki anlamı olan bir sözcüğün dize ya da beyit içinde belirtilmemiş anlamıyla anlamlı bir sözcük arasında ilişki kurmak şeklinde yapılır. Belirtilmeyen anlam cinas yoluyla sağlanır. Örnek:

Serverlik ister isen üftâdelik şiâr et
Kim düşmeden ayağa çıkmadı başa bâde
Fuzulî
(Burada ayak önce kadeh sonra gerçek ayak anlamlarıyla kastediliyor. Fuzulî beyitte sözcüğün vurgulamadığı ayak anlamı ile baş sözcüğü arasında tezat yapıyor.)

TERDİD
Bir anlatımda sözü dinleyici ya da okuyucunun ilgisini yoğunlaştırdıktan sonra konuyu hiç beklenmedik bir sonuca götürme yoluyla yapılan edebi sanat. Sözün ciddi bir sonuca varması haline terdid-i sâdık, varmamasına terdid-i mutâyip denir. Örnek:

Dizilirler ayakta
Ana baba ve kardeş
Hayal ırak… Irakta
Eder fiillerle güreş

Başından kayar yastık
Nura döner karanlık
Sırlar çözülür artık
Kırka çıkınca ateş
Necip Fazıl Kısakürek

TERZA RİMA
Üçer mısralık bentlerle kurulur. Bend sayısı belirsizdir. Tek bir mısra ile sona erer. Kafiye şeması şöyledir: Aba bcb cdc ded e.
İlk olarak İtalyan edebiyatında görüldü. Dante İlahi Komedya’sını bu nazım şekliyle yazdı. Edebiyatımızda terza rima’yı Tevfik Fikret, Şehrâyîn adlı tek şiirinde denemiştir. 1908’den sonra pek kullanılmamıştır. Bu biçimde yazılmış kısa şiirlerin son mısrasının kuvvetli olmasına dikkat edilir.

TESBİ
Bir gazelin beyitleri önünü beş mısra eklenerek yapılan müsebba’dır. Müsebba musammatlardan bir nazım şeklidir. Kafiye şeması şöyledir: Aaaaa (aa) bbbbb (ba) ccccc (ca). Tesbi, Türk edebiyatında çok az görülür. İzzet Molla’nın Fuzuli’nin bir beytini, Leyla Hanım’ın da İzzet Molla’nın bir beytini tazmin yoluyla oluşturduğu tesbi’ler de vardır.

TETABU-I İZÂFÂT
İkiden fazla ismin meydana getirdiği zincirleme tamlama. Edebiyatımızda Türkçe, Farsça, Arapça kaidelere göre kurulmuş üç çeşit tetâbu’ı izâfâta rastlanır. Türkçe kurala göre iki, Farsça kurala göre üç kelimeden meydana gelen tamlamalar anlatımı bozmaz. Türkçe tetâbu’-ı izâfât’a örnek:

“Ahmet’in söylediklerinin doğruluk derecesinin araştırılması…”
Farsça tetâbu’-ı izâfât’a örnek:

Ey vucûd-ı kâmilün âyin eclâr-ı feyz-I Hak
Âsitânım kıble-ı hâcât-ı erbâb-ı yakîn
Fuzulî

TEVÂRÜD
İki şairin birbirinden habersiz aynı mısrayı veya beyti tesadüfen yazması.

TEVKİYE
Anlamla ilgili sanatlardandır. İki veya ikiden fazla anlamı olan bir kelimenin yakın anlamını söyleyip uzak anlamını kasdetmek. Birçok edebiyatçı bu sanatı iham sanatıyla aynı kabul etmiştir. Fakat ihamda, ikiden fazla anlamı olan kelimenin bir mısra veya beyitte bütün anlamları kasdedilirken, tevriyede uzak anlamına işaret edilir. Örnek:

Kûyunda nâle kim dil-i müştâkdan kopar
Bir namedir Hicaz’da uşşakdan kopar
Nâili-Kadim

TRİYOLE
On mısralı bir nazım şeklidir. Önce iki mısralı kısım, sonra dörder mısralı iki kısım gelir. Birinci kısmın ilk mısrası birinci dörtlüğün sonunda, yine birinci kısmın ikinci mısrası ikinci dörtlüğün sonunda tekrarlanır. Dört mısralı kısımlarda, eklenen mısraların ilk üç mısra ile anlam bütünlüğü sağlaması gerekir. Kafiye şeması şöyledir: Ab aaaa bbbb. Örnek:

Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâlet var,
Nedir bu hâl-i perişanın ey hilâl-seher?

Sabâh-ı feyz-i bahâride mübtesem ezhâr
Çemen çemen mütemevvic nesîm-i anber-bâr:

Niçin? Ben anlamadım kimden etsem istifsâr?
Yüzünde hasta-i sevdâ gibi melâlat var!

Dem-i seherde yanında şu parlayan ahter
Hazan içinde solan bir çiçek gibi dil-ber

Sürûr fec ile şâdân iken bütün yerler,
Nedir bu hâl-i perişanın ey hilâl-i seher?
Tahsin Nuhid

V

VECİZE
Söyleyeni belli, kısa, anlamlı söz. Özdeyiş diye de bilinir. Bireysem ya da toplumsal bir ilke, bir görüş, bir kanıyı en kısa yoldan anlatır. Yaşam deneyimine ve gözleme dayanır. Vecizeler bağımsız yazıldığı gibi, bir eserin içinde dağınık da bulunabilir. İslam büyüklerinin bu tür sözlerine kelam-ı-kibar denir. Vecize önce eski Yunan edebiyatında yazılmıştır. Klasizm edebiyatı döneminde, Larochefoacauld’ın Maximes (Vecizeler) adlı eseriyle Avrupa’ya gelmiştir.

VEZN-İ ÂHAR
Halk şiiri nazım şekli. Aruzun müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün kalıbıyla murabba şeklinde yazılır. Her mısra bir müstef’ilâtün cüzüne sığacak şekilde dört kelime veya kelime grubuna bölünür. Birinci mısranın 2. Cüzü ikinci mısranın başına, ikinci mısranın 2. Cüzü üçüncü mısranın başına, üçüncü mısranın 2. Cüzü dördüncü mısranın başına getirilir ve bu cüzlerden sonra gelen cüzler birbirlerini izler. Örnek:

Ey vaslı cennet/kıl câna minnet/vay, serv-ı kamet/cân içre cansın
Kıl câna minnet/vay serv-ı kamet/cân içre cansın/nev-res fidansın
Vay serv-kamet/cân içre cansın/nev-res fidansın/suh-ı cihansın
Cân içre cansın/nev-res gidansın/şûh-ı cihansın/gözden nihansın.
Tokatlı Nurî

Yukarı
Yazilar iin RSS aboneligi