Baglantilar

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

msvbvm60.dll ‘hatasını eğer sizde yaşıyorsanız Discovery için olan msvbvm60.dll dosyasını alttaki linkten inndirebilirsiniz;

http://rapidshare.com/files/59354348/msvbvm60.zip 

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Elektronik – Otomasyon Bölümlerinin konuları =) hepsi Burada

Mekanizma_Teknigi_201.zip

Osilatorler.zip

PLC_Programlama.zip

PLCye_20hazirlik.zip
PLC_20de_20panel_20kullanimi.zip

SFC_Programlama.zip

Sicaklik_Olcumu.zip

Sunucu_Servisleri_1.zip

Temel_Programlama_3.zip

Temel_Bilgisayar_Aglari_2.zip

Temel_20Programlama_1.zip

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir.
Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar.
“İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik ve bilim değerleri getirirler.
Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik görüşleri ve ölçüleridir.
Edebiyat ve sanat akımları, milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar.
Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar.
Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler.
Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek ve çığır da denilmektedir.

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 3

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihte Anadolu’nun birçok şehri işgal altındaydı. Muazzam bir devleti dört yıl gibi kısa bir sürede kaybeden Türk milletinin bağımsızlığı tehlikedeydi.

Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazması kolay olmamıştır. Bu güçlük, şairin sanatçılığı yönünden değildi. Şairi bu marşı yazmaktan alıkoyan sebep, bunun için para mükafatının konmuş olmasıydı. Türk milletinin istiklâl ve vatanseverliğini para için terennüm etmek ona ters geliyordu. Bu yüzden açılan yarışmaya katılmadı. Yarışmaya yüzlerce şiir gelmesine rağmen bunların hiçbiri beğenilmedi. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver istenilen marşın yazılamadığı kanaatindeydi. Ona göre bu marşı ancak M.Âkif yazabilirdi. Para ödülünün kaldırıldığını söyleyerek marşı yazmasını rica etti. 724 eser arasından seçilen 7 şiir Büyük Millet Meclisi’nde okundu ve Âkif’in şiiri arka arkaya üç defa okunarak kabul edildi.

Burada İstiklâl Marşı’nın belirtilmesi gereken bir yönü de gerek söz, gerekse şiir kalitesi bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbiriyle ölçülemeyecek kadar üstün ve zengin mânalı bir şiir olmasıdır. Bu marş, Türk milleti gibi dünyaya hâkim olmuş bir milletin bir gün istiklâlini kurtarmak zorunda kalışındaki çelişkiyi de dile getirmektedir.

Mehmet Âkif, bütün şiirlerinde sosyal konulara yer veren, söylediklerini gerçekten duyan bir şairdir. İstiklâl Savaşı’na katılanların duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için onlara en iyi şekilde tercüman olmuştur.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın

Kim bilir beliki yarın belki yarından da yakın

mısraları gelecekten ümidini kesmediğini ve Allah’ın Türk milletine göstereceği mutlu günlere olan inancını gösterir. Bu mısralarda ifade edilen inanç sayesinde askerin morali yükselmiş ve zaferin kazanılmasında katkısı büyük olmuştur.

İstiklâl Savaşı Türk milletinin ölüm kalım savaşıdır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel değerlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet, bağımsızlık ve din gibi kavramların önemi barış ortamlarında pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile vardır. Milleti ölümle burunu buruna getiren savaşlar bu değerlerin ne m^na ifade ettiğini anlamalarına yol açarlar. Bunlar öyle kuvvetli kavramlar haline gelir ki onlar olmadan yaşanamaz. Bundan dolayıdır ki millet onlar uğruna ölümü göze alır.

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,

O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

Bu kıtada söz konusu olan “al sancak”tır. Al sancak Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi, şairde alevi çağrıştırır. Türk milletinden bir aile yaşamaya devam ettiği müddetçe bu bayrağın alevi bu şafaklarda sönmeyecektir.

Gökteki yıldıza kimsenin elini dokunduramayacağı gibi Türk milletinin yıldızı olan bayrağa da kimse el süremez. Bayrak için “o, benim milletimindir” diyerek onu sahiplenir.

Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

Bu mısralarda Türk bayrağını kendisini kıskanan sevgiliye benzetir. Yurdumuzu işgal eden Yunanlılar’ın, Fransızlar’ın, İngilizleri’in bayraklarının varlığı Türk bayrağını üzmüş ve kaşlarını çatmasına yol açmıştır. Şair bunun askerin moralini bozacağını düşünerek ondan kaşlarını çatmaması gerektiğini, başka bayrakların oluşuna kendi rızasının olmadığını anlatmaya çalışır.

“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” mısraında “Hak” kelimesi birkaç anlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri Allah, diğeri adalettir. Âkif bu sözleriyle istiklâl ve hak kavramı arasında ilgi kurar. Allah’a ve adalete inanan Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşama hakkına sahip olduğunu düşünür.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

mısralarında milletimiz ile düşmanlar karşılaştırılmıştır. Batı maddî silahlarının üstünlüğüne güvenerek Türkiye’ye saldırmıştır. Düşmanların silah üstünlüğüne karşı Türkler’in hiçbir şey ile sarsılmayan “iman”ları vardır. İnsanı üstün kılan şey maddî gücü değil, imanıdır. Manevî değerlere dayanmayan güç insanî bir değer taşımaz. Tarih, inanan insanların buna benzer sayısız zaferleriyle doludur.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

mısraları da çok zaman yanlış anlaşılıyor. Buradaki “ulusun” kelimesinin büyüksün manasından ziyade “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar bırak ulusun dursun” anlamındadır. Fakat Avrupa ile ilişkilerin düzelmesinden sonra büyüksün anlamının olduğu da düşünülmeye başlanmıştır. Ülkemize saldıran, kadın, çoluk çocuk demeden insanımızı öldüren düşmanlara savaş anında “canavar” denmesi aslında garip bir ifade değildir. Canavarların dahi yapmayacağı vahşeti yapanlara, üstelik bunu barbar olduklarını iddia ettikleri Türk milletine medeniyet götürüyoruz iddiasıyla gerçekleştirenlere şair ne demeliydi? Batı, o devirlerde Türkler’i barbarlıkla suçlamıştır, vatanımıza saldırmalarında bu saçma düşüncelerinin payı büyüktür. Maalesef bazı Türk aydınları da barışseverlik adına bu mısralara bakarak bir ara Âkif’i medeniyet düşmanı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu konuda sağ duyu galip gelmiş, bu iddialardan vazgeçilmiştir. Şair medeniyeti değil medeniyet adına yurdumuzu işgal edenleri suçlamaktadır. Maddî kuvvet ne kadar zalim olursa insanlık nazarında o kadar alçalır. Hiçbir kuvvet zulmü ve saldırganlığı meşru kılamaz.

“Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” mısraında şair Türk Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de dile getirdiği “Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsî emelleriyle tevhit edebilirler” sözlerine benzer bir uyarıda bulunuyor. Türk insanına maddî menfaat için vatanını satmamasını öğütlüyor.

İstiklâl kavramı vatan kavramı ile yakından ilgilidir. Her millet için üzerinde yaşadığı toprak onun için hayatî öneme sahiptir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı yerdir. Milletler yüzyıllar boyunca yaşadıkları vatanla öylesine kaynaşırlar ki onları birbirinden ayırmak büyük sıkıntılara sebep olur.

Rûhumun senden, İlâhî şudur ancak emeli:

Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli

Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Sekizinci kıtada “din”in önemi ve yüceliği anlatılmıştır. Âkif’in bir müslüman olarak Allah’tan istediği en büyük şey mabedine yabancıların el dokunmaması ve dinin temeli olan ezanların yurdu üzerinde ebedî olarak inlemesidir.

Şu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-

mısraında “şahadet kelimesi şahitlik mânasına geldiği gibi ezanda geçen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne Muhammeden resulullah” sözleri de kelime-i şehadeti karşılar. Bir kimsenin müslüman olmasının ilk şartı bu sözleri söylemesi ve bunlara inanmasıdır. Ülkemizde beş vakit okunan ezanlar milletimizin müslüman oluşuna şahadet etmektedir.

Başparmaktan sonra gelen parmağa şehadet parmağı denir. Şairane bir ifade ile göklere uzanmış minareler de şehadet parmağına benzer.

Türk tarihinde “din”, “vatan”, “millet” ve “istiklâl” duyguları yüzyıllar boyunca birbirine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Türk milletinin varlığını bugünlere kadar getirmede ve dünyada söz sahibi olmasında bu değerlerin rolü tahminlerin ötesinde çok olmuştur.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;

Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na‘şım

O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Bu dörtlükte konuşan şehittir. Türkler din ve vatan uğrunda canlarını her zaman seve seve vermişlerdir. İnancımıza göre şehitlerin doğrudan cennete gidecek olmaları da bunda etkili olmuştur.

İstiklâl Marşı Türkiye’de almış yıldır hemen hemen her gün söylenilmektedir. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş nesillerin en önemli sosyal bağlarından birini oluşturmaktadır. Okullarda, kışlada, meydanlarda, statlarda herkesin bir ağızdan saygı ve heyecanla söylediği ve dinlediği bir marştır. O, artık bizim millî birliğimizin yaşanan sembolü haline gelmiştir.

Şanlı tarihimiz Kurtuluş Savaşı gibi yüzlerce zaferle doludur. Dünyadaki milletlere baktığımızda esarete hayır diyen, bağımsızlık mücadelesini canı pahasına yapan toplumlar arasında Türk milleti ilk sıralarda yer almaktadır.

Çağımızda ön planda olan soğuk savaşlardır. Teknolojide, düşüncede, sanatta bir yarış söz konusudur. Vatan, millet, bayrak söz konusu olunca inanılmaz bir gayret içine giren Türk insanı bilimde, sanatta, siyasette, sanayide, ekonomide aynı azmi ne yazık ki gösterememektedir. Türk milleti Kıbrıs Barış Harekatı’nı saymazsak yetmiş yıldır savaş yüzü görmediği halde yapması gereken atılımları gerçekleştirememiştir. Tam bağımsızlıktan söz edebilmek için aydınlarımızın, sanatçılarımızın, ilim adamlarımızın, mühendislerimizin, siyasetçilerimizin de bağımsız düşünmeleri, “Avrupa ne der” endişesini bir tarafa bırakmaları gerekir.

İstiklâl Marşı’ndaki manevî duygular bugün için de önemini korumaktadır. Onları korumada gösterilecek ihmalkârlık milletimizin varlığına kastetmek olacaktır. Bu düşüncelerle marşımızı dinlemek, yeniden marş yazılmasına gerek duyulacak şartlarla karşılaşmamak için daima uyanık bulunmalıyız.

Âkif’in ölümünden kısa bir müddet önce şairi ziyaret edenlerden birinin, İstiklâl Marşı için:

– Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demesi üzerine şairin:

-Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın! duasına katılıyor, marşımızın milletimizin bağımsızlığına kavuşmasına olan katkısının varlığının devamına da vesile olmasını temenni ediyorum.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

A)İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

B)GEÇİŞ DÖNEMİ

C)HALK EDEBİYATI

A) İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

Türkler, yerleşik hayata geçmeden önce atlı-göçebe medeniyeti denilen bir medeniyet tarzı içinde yaşamaktaydı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu medeniyet tarzında atın önemli bir yeri vardır. At, ehil hayvanlar içinde en hızlısıdır. Türkler, ehlîleştirdikleri atlarla akıncılık yapmışlar, çiftçilikle uğraşan kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır. Divânü Lûgati’t-Türk’te yer alan “Kuş kanadı ile Türk atı ile.” ata sözü, atın Türklerin hayatında oynadığı rolü çok güzel anlatır.

At, eski Türklerde binek hayvanı olması yanında aynı zamanda yiyecek, içecek ve giyecek kaynağı olmuştur. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için at sürüleri besleyen Türkler, yaylak ve kışlak hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır.

Türkler, geçimlerini sağlamak için akıncılığı bir meslek hâline getirmişlerdir. Akıncılığın en önemli iki silâhı ok ve yaydır. Bunları kullanmakta çok usta olan Türkler, akıncılık dışında avcılık ile bu maharetlerini geliştiriyorlardı. Sonuç olarak atçılık, avcılık ve akıncılık, atlı-göçebe medeniyetinin temelini oluşturuyordu. Bu hayat tarzı, kuvvetli, cesaretli avcı ve akıncı tipini gerekli kılıyordu. Türk destanlarındaki kahramanlar, bu medeniyetin hayat anlayışını ve ideal insan tipini temsil ederler. Destan kahramanlarının hayatlarına hâkim olan ve şahsiyetlerini şekillendiren, bu medeniyet tarzının temel değerleridir. İslâmiyet öncesindeki edebî eserleri değerlendirirken, toplumun bu özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Genel Özellikleri

a) İslâmiyet öncesindeki Türk edebiyatı yabancı etkilerden uzak bir edebiyattır.

b) Dil, saf Türkçe olup, yabancı kelime yok denecek kadar azdır.

c) Edebiyat, atlı göçebe hayatının özelliklerini yansıtır.

d) Eserler, genellikle anonimdir; pek azının sahipleri bilinmektedir.

e) Eserlerin tamamında milletin ortak duygu ve düşünceleri hâkimdir.

f) Nazım birimi genellikle dörtlüktür. Dörtlüklerin kafiye şeması aaab şeklindedir.

g) Şiirde hece vezni ve daha çok yarım kafiye kullanılmıştır.

h) En eski eserlerde bile işlenmiş bir dil ve edebî üslûp görülür. Bu durum, bilinenlerden daha eski metinlerin olduğunu düşündürmektedir.

i) Yiğitlik, yurt ve tabiat sevgisi, büyüklere saygı, işlenen başlıca temalardır.

——————————————————————————–

B) GEÇİŞ DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ

Türkler X. yüzyılda İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk dili ve edebiyatında değişiklikler görülür.

İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünleri XI ve XII. yüzyıllarda ortaya çıkar. Bunlardan ilki, Karahanlı Devleti zamanında Hakaniye Türkçesi ile yazılmış olan Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’idir. Aynı yüzyılda yazılmış bulunan Kâşgarlı Mahmut’un Divânü Lûgati’t-Türk’ü de İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünlerindendir. Bu eserler arasına XIII. yüzyılın başında Yüknekli Edip Ahmet’in kaleme aldığı Atabetü’l-Hakâyık’ı da katmak gerekir.

XII. yüzyılda Orta Asya’da Ahmet Yesevî ve Hakim Süleyman Ata, dinî-tasavvufî halk şiirinin ilk güzel örneklerini vermişlerdir.

İlk İslâmî eserlerin meydana getirildiği bu yüzyıllarda edebiyatın her alanında bir ikilik bulunmaktadır. Bu da, geçiş döneminin bir özelliğidir.

Genel Özellikleri

a) Türk edebiyatı bu yüzyıllarda bir geçiş dönemi yaşar. Bir yandan, eski edebiyat anlayışı sürdürülürken, öbür yandan yeni medeniyetin edebiyat anlayışına uygun eserler verilir.

b) Dilde Arapça ve Farsça kelimeler görülür.

c) Uygur alfabesi yanında, Arap alfabesi de kullanılır.

d) Şiirlerde, hem millî nazım birimi olan dörtlük, hem de yeni şiirin nazım birimi olan beyit kullanılmıştır.

e) Hece vezni ile birlikte aruz veznine yer verilmiştir.

——————————————————————————–

C) HALK EDEBİYATI

a) Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.

b) Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir.

c) Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.

d) Şiirde nazım birimi dörtlüktür.

e) Koşma, semâî gibi nazım şekilleri ile güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama türlerinde şiirler yazılmıştır.

f) Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır.

g) Klâsik edebiyatın etkisiyle, aruz ölçüsü ve beyitlerden oluşan divan, kalenderî gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır.

h) Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler.

ı) Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.

j) Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Nene Hatun (d. 1857- ö. 22 Mayıs 1955) 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır.
Nene Hatun 1857 yılında Erzurum’da doğdu. 1877 yılında 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra “Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” şeklinde minârelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladılar. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da vardı. Ağabeyi Hasan bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet ediyorum.” diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300’e yakın Rus askeri öldürülüp, Tabya geri alınmıştır. Türk tarafında ise 1000 kadar şehit verilmiştir.
Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:
Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden ‘Moskof Aziziye’ye girdi’ diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, ‘Seni öldüreni öldüreceğim’ diye and içtim. Yavrumu Allah’a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye’ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.
Tabya’nın geri alınmasının ardından, aralarında Nene Hâtun’un da bulunduğu yaralıların tedâvisine başlandı. Fakat bu sırada Nene Hâtun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavisini yapmak için çalışmıştır. Nene Hâtun bu özverisiyle tanınıp, saygı ile sevilmiştir.
Nene Hatun’un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hâtun’un ve onun vatan aşkını paylaşan bütün insanların da payı vardı.
Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO’da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna: “Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım” cevabını vermişti.
98 yıl yaşadığı Erzurum’da 22 Mayıs 1955’da zatürre hastalığından dolayı vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası’na defnedilmiştir. Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden 3 ay önce yılın annesi seçilmiştir.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

1.)TEŞBİH(BENZETME)

Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen
c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
— Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.

—Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı

yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Benzeyen

—Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin

—Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen

—Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen

—Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen
diye bağrıyordu.

2.İSTİARE(EĞRETİLEME)

Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

—Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
—Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
—Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
—Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
—Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
—Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
—Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
—Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
—Kurban olam,kurban olam,
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)

3.)KİNAYE

Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
—Mum dibine ışık vermez.
—Hamama giren terler.
—Taşıma su ile değirmen dönmez.
—Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
—Ateş düştüğü yeri yakar.
—Yaptığı hatayı anlayınca yüzü kızardı.

4.)MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)

Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
—İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
—Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
—Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
—Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
—O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
—Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
—İstanbul’dan kalkan uçak az önce Adana’ya indi.(Havaalanı)

5.)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)

İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
—Güzel gitti diye pınar ağladı.
—Menekşeler külahını kaldırır.
—Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
—Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
—O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
—Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
—Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
—Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle zaman.

6.)İNTAK(KONUŞTURMA)

İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
—Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
—Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
—Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

7.)TECAHÜL-İ ARİF

Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
—Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
—Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
—Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
8.)HÜSN-İ TA’LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
—Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
—Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
—Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
—Benim kaderime ve yalnızlığıma
Irmaklar bile ağladı.
—Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
—Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
—Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
—Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.

9.) MÜBALAĞA (ABARTMA):

Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
—Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
—Alem sele gitti gözüm yaşından.
—Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
—Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
—Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
—Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
—Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

10.)TEZAT (KARŞITLIK)

Aralarında ilgiden dolayı,birbirine zıt kavramları bir arada kullanmaktır.

—Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
—Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
—Sana çirkin dediler,düşmanı oldum güzelin.
—Yükseğinde büyük namlı karın var,
Alçağında mor sümbüllü bağın var.
—Gülmek ol,goncaya münasiptir,
Ağlamak bu,dil-i hazine gerek.
—Karlar etrafı bembeyaz bir karanlığa gömdü.

11.) TEVRİYE (AMACI GİZLEME)

İki değişik anlamı olan bir sözcüğün bir dize ya da beyitte iki anlamının da kullanılmasıdır.
—Tahir Efendi bize kelp demiz (Tahir:özel ad.)
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir.

—Bu kadar letafet çünkü sende var,
Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

—O güzel yüzün benli de,
Göğsün niye bensiz?
—Bak kalan bu kubbede hoş bir sada imiş,
Ben yarime gül demem,yarim bana gülmedi.

—Beyefendi ailenin güneşi,sen de ayısın.

—Sen gittin yaslara büründü cihan,
Soluyor dallarda gül dertli dertli.

—Şu köpek leşi de şurda fuzuli,
O kadar içerlediysen tut kıçından
Vur yere de çıksın içindeki ruhi.

12.)TELMİH (HATIRLATMA)

Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme sanatı.
—Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu.
—Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
—Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
—Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
—Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.
—Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,Msn   Öğretmen  öss  kpss   Gazeteler   Sohbet  hazır mesajlar  ders izle  Belirli Gün ve Haftalar Çanakkale savaşı şiir
Çağırayım Mevlam seni.

13.)TARİZ (TAŞ ATMA)

Bir kişiyi iğneleme,bir konuyla alay etme veya sözün tam tersini kastetmedir.
—Müftü Efendi bize kafir demiş.
—Tutalım ben ona diyem müselman.
—Lakin varıldıktan ruz-ı mahşere,
İkimiz çıkarız orda yalan.
—Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden.
—Tahir Efendi bize kelp demiş,
İltifatı bu sözde zehirdir,
Maliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp Tahirdir.
—Bir nasihatım var zamana uygun,
Tut sözümü yattıkça yat uyuma,
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye,
El için yok yere yanma.
—O kadar zeki ki bütün sınıfları çift dikiş gidiyor.

14.)TEKRİR

Anlatımı güçlendirmek için bir sözü sık sık tekrar etmektir.
—Beni bende demen,ben değilim,
Bir ben vardır,bende benden öte.

—Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola oğlu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz.

—Ben güzele güzel demem,
Güzel benim olmayınca.

—Seni tanımadan önce ben,ben değildim,
Seni tanıdıktan sonra aslında bensizliğin sensizliğin olduğunu anladım.

—Gece midir insanı hüzünlendiren,
Yoksa insan mıdır hüzünlenmek için,
Geceyi bekleyen?
Yoksa ben miyim seni düşünmek için,
Geceyi bekleyen?
Gece midir seni bana düşündüren?

15.)TENASÜP (UYGUNLUK)

Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
—Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece,bu yıldızlar,bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

—Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

—Arım,balım,peteğim,
Gülüm,dalım,çiçeğim,
Bilsem ki öleceğim,
Yine seni seveceğim,

—Güller kızarır o gonca gül gülünce,
Sümbül bükülür kıskancından kalül bükülünce

—Bu akşam ışık olduk,renk olduk,ses olduk,
Yeniden kışla olduk,asker olduk,tüfek olduk.

16.)LEFF ÜNEŞR

Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili açıklama yapmaktır.
—Bakışların fırtına,
Duruşun durgun su,
Biri alabora eder,
Biri boğar.

—Gönlümde ateştin,gözümde yaştın,
Ne diye tutuştun,ne diye taştın.

—Ben bir sedefim,sen nisan bulutu,
Ver damlaları,al yuvarlak inciyi.

17.)İSTİFHAM(SORU SORMA)

Anlatımı daha etkili hale getirmek için cevap alma amacı gütmeden soru sormaktır.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
—Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
—Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

18.)TEDRİC

Birbiriyle ilgili kavramların bir derece gözetilerek sıralanmasıdır.
—İki asker,mızrak mızrağa,kılıç kılıca,hançer hançere vuruşmaya başladı.
—Makbar,makber değil;bir türbe,türbe değil;bir mabet,mabet değil;bir küre,küre değil;bir sonsuz uzay.

19)NİDA (SESLENME)

Şiddetli duyguları,heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmadır.Daha çok ay,ey,hay,ah ünlemleriyle yapılır.
—Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
—Çatma kurban olayım ey nazlı hilal!

20.)CİNAS

Yazılışları aynı,anlamları farklı sözcüklerin bir arada kullanılmasıdır.
—Niçin kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam götürseler asmaya.

—Göl kıyısındaki sazların arasında bir saz sesi geliyordu.

— Kara gözler,
Sürmeli kara gözler,
Gemim deryada kaldı,
Gözlerim kara gözler.

—Kalem böyle çalınmıştır yazıma,
Yazım kışıma uymaz,kışım yazıma.

—Böyle bağlar,
Yar başın böyle bağlar,
Gül açmaz,bülbül ötmez,
Yıkılsın böyle bağlar.

21) ALİTERASYON

Dize ya da mısrada ahenk oluşturacak şekilde,aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasıdır.
—Eylülde melül oldu gönül soldu lale
Bir kaküle meyletti gönül geldi bu hale.
—Seherde seyre koyuldum semayı deryayı.
—Kara toprak içinde kara karıncayı karanlık gecede görür.
—Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

22.) SECİ

Düz yazıda cümle içinde yapılan uyağa denir.
—İlahi,kabul senden,ret senden;şifa senden,dert senden İlahi,iman verdin,daim eyle;ihsan verdin,kaim eyle.
—Ten cübbesi çak gerek,gönül evi pak gerek.
—Ey gönlümün nuru,gönüllerin süruru!
—De gül idim ben sana mail sen ettin aklımı zail.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Destan: Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir.

Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan manzum edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.

Destanlar üç safhada oluşur:

a) Doğuş safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.

b) Yayılma safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.

c) Derleme (yazıya geçirme) safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.

Destan çeşitleri:

a) Tabiî destan: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır.

b) Yapma destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destanlardır.

Destanların genel özellikleri:

1- Anonimdirler.

2- Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.

3- Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.

4- Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.

5- Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.

Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.

İslâmiyet öncesi Türk destanları:

1. Yaradılış Destanı

2. Saka Türklerinin Destanları

a) Alp Er Tonga Destanı

b) Şu Destanı

3. Hun Türklerinin Destanı

Oğuz Kağan Destanı

4. Gök Türk Destanları

a) Bozkurt Destanı

b) Ergenekon Destanı

5. Siyenpi Destanı

6. Uygur Türklerinin Destanları

a) Türeyiş Destanı

b) Göç Destanı

Kırgızların Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır

Yukarı
Yazilar iin RSS aboneligi