Baglantilar


14 Eylül 2007
Kategori: Genel

HACKER ETİĞİ
İş Hayatına Aykırı Bir Yaklaşım
YAZARLAR:
PEKKA HIMANEN: yirmili yaşlarındayken Helsinki Üniversitesi Felsefe
bölümünden doktora derecesini aldı.Teknolojik gelişmenin anlamı üzerine
sürdürdüğü derinlemesine incelemeleri, onu akademisyenlerle, sanatçılarla, hükümet
yetkilileri ve şirket yöneticileriyle iletişime geçirdir.Himanen, Helsinki
Üniversitesi’nde ve Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde çalışıyor.
LINUS TORVALDS: 1991’de Helsinki Üniversitesi’nde öğrenciyken, Linux işletim
sistemini yaratarak, bilgisayar camiasının en çok saygı duyulan hacker’larından
biri oldu.O günden bu yana Linux, dünya çapında binlerce kullanıcıyı kapsayan bir
proje haline geldi.
MANUEL CASTELLS: Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde sosyoloji
profesörü.Büyük övgü alan üçlemenin The Information Age, The City (Kent, Sınıf,
İktidar, çev.: Asuman Erendil, Bilim ve Sanat Yay., 1997), The Grassroots (1983 C.
Wright Mills Ödülünün sahibi) ve yirmiden fazla kitabın yazarı.
İNGİLİZCEDEN ÇEVİREN: ŞEBNEM KAPTAN
YAYIMA HAZIRLAYAN: ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL
YAYIN EVİ: AYRINTI YAYINLARI
DÜZELTİ: MEHMET CELEP
KİTABIN ÖZGÜN ADI: THE HACKER ETHİC
A Radical Approach to the Philosophy of Business
E-KİTAP : SEFALET
İÇİNDEKİLER
Giriş……………………………………………………………………………………..9
Hackerlık Dürtüsü Nereden Gelir?
Öteki Adıyla Linus Yasası…………………………………………………..14
Linus Torvalds
A.Linus yasası……………………………………………………………………..15
B.Hacker’lar…………………………………………………………………………17
Birinci Kısım
Çalışma etiği
I. HACKER ÇALIŞMA ETİĞİ……………………………………………..21
A. Hayatın maksadı………………………………………………………………30
B. Tutkulu hayat…………………………………………………………………..35
II. VAKiT NAKiT MtDlR?……………………………………………………37
A. Vakit nakittir……………………………………………………………………37
B. Optimize edilmiş zaman…………………………………………………….38
C. Pazarın cumalaştırılması……………………………………………….. ..42
D. Esnek zaman…………………………………………………………………….45
E. Cumanın pazarlaştırılması………………………………………………..47
F. Yaratıcılığın ritmi……………………………………………………………..52
İkinci Kısım
Para etiği
III. BiR DÜRTÜ OLARAK PARA………………………………………..57
A. Para etiği………………………………………………………………………….57
B. Bir dürtü olarak para……………………………………………………….61
C. Kapitalist hacker’lar…………………………………………………………65
D. Serbest piyasa ekonomisi…………………………………………………68
IV. AKADEMi VE MANASTIR……………………………………………72
A. Açık model……………………………………………………………………….72
B. Akademi ve manastır………………………………………………………..76
C. Hacker öğrenim modeli…………………………………………………….80
D. Net akademisi………………………………………………………………….83
E. Toplumsal model……………………………………………………………..87
Üçüncü Kısım
Netik
V,. NETİKETTEN NETİĞE…………………………………………………91
A. Netiket ve netik………………………………………………………………..91
B. Konuşma özgürlüğü: Kosova meselesi………………………………95
C. Mahremiyet ya da elektronik ortamda her şeyi bilme………101
D. Sanal gerçeklik……………………………………………………………….107
VI. ENFORMASYONCULUĞUN RUHU…………………………..111
A. Özprogramlama yapabilen çalışanlar……………………………..111
B. Kişisel gelişimin yedi alışkanlığı………………………………………113
C. Enformasyonculuğun ruhu……………………………………………..120
D. Network’ün etiği…………………………………………………………….125
E. Bilgisayarın etiği…………………,…………………………………………127
F. Duyarlı olmak…………………………………………………………………129
Sonuç
VII. GERİYE KALANLAR…………………………………………………133
A. Hacker etiğinin yedi değeri………………………………………………133
B. Protestan yaratılış miti…………………………………………………….136
C. Protestan öncesinde yaratılış……………………………………………141
D. Cuma ve pazarın Ötesinde……………………………………………….142
– SONSÖZ
ENFORMASYONCULUK VE NETWORK TOPLUMU……145
Manuel Castells
– Ek
BiLGiSAYAR HACKER’LIĞININ TARİHÇESİ……………….161
– KAYNAKÇA…………………………………………………………………….173
– DİZİN……………………………………………………………………………..184
TEŞEKKÜR
Bu kitabın yazılışı, konusuyla hayat buldu: Hacker etiğiyle. Öncelikli olan, bir kitap
yazma kararı değil, belli bir hayat biçimine olan inançtı. Kitap ise bu inancın
sonuçlarından biri oldu. Hayat, bu kitabın yazılış sürecinde -hem bilfiil yazarken hem
de başka şeylerle meşgul olurken- gerçeklen tutku dolu ve özgür bir ritimde seyretti. Bu
bazen büyük sorularda durup, acele etmeden düşüncelerle oynamak; bazense daha
telaşlı geçen yoğun bir çaba dönemi manasına geliyordu ki böyle bir dönem,
hacker’ların vurguladıkları gihi, özünde oyuna benzeyen eylemlerde bile gereklidir.
Bu kitap üzerinde Linus ve Manuel’le çalışmak ve konularımızın birbirine bu kadar
yakın olduğunu görmek bir zevkti. Onlara ve ailelerine, birlikte geçirdiğimiz tüm harika
zamanlar için teşekkür ediyorum. Birlikte çalışma fırsatı bulduğum diğer özel insanlara,
özellikle de bu ruhu yoğun olarak yaşamış ve birçok konuda yardımcı olmuş olan
dostum Henning Gutmann’a ve yayınevi çalışanlarıyla bir yazar arasındaki işbirliğinin
en iyi nasıl olabileceğini gösteren Random House’daki Scott Moyers, Timothy Mennel ve
Sunshine Lucas’dan oluşan harika takıma, en dostça teşekkürlerimi sunuyorum.
Ve son olarak, sevdiklerime minnettarlığımı belirtmek istiyorum; çünkü sizin siz olmanız,
benim hayattaki olağanüstü ilham kaynağım.
GİRİŞ
Teknoloji çağımızın merkezinde, kendilerine hacker adını veren etkileyici bir grup insan
yer alır. Geniş kitlelerce tanınan televizyon şöhretleri olmasalar da, herkes onların
başarılarından, yani ortaya çıkan yeni toplumumuzun teknolojik temelinin büyük
parçasını oluşturan, internet ve Web’den (ki ikisine birlikte Net denebilir), kişisel
bilgisayardan ve bunları işletmede kullanılan yazılımın önemli bir bölümünden
haberdar. Hacker’ların, Net’te ortaklaşa derledikleri “Jargon File” onları; “hevesle
programlayan”1 ve “bilgi paylaşımının gerçekten etkili ve işe yarar bir şey olduğuna ve
1- The Jargon Fite. bkz. hacker. Bu dosya. Eric Raymond tarafından
http://www.tuxe-do.org/~esr/jarqon adresinde tutuluyor. Aynı zamanda The
Nem Hacker’s Dicli-dıyla da basılmıştır. (3. baskı, 1996)
hacker’ların özgür yazılım yazıp, bilgi ve bilgisayar işlem kaynaklarına mümkün olan
her yerde ulaşım sağlayarak uzmanlıklarını paylaşmalarının etik görevleri olduğuna
inanan insanlar”2 olarak tanımlıyor. Bu tanım, 60’ların başlarında MİT den
[Massachusetts Teknoloji Enstitüsü] bir grup tutkulu programcı, kendilerine hacker
demeye başladıklarından beri, hacker eliği olmuştur.1 (Sonraları, 80’lerin ortalarında
medya, bilgisayar korsanlarını bu isimle anmaya başladı. Hacker’lar, virüs yazıcıları ve
bilgi sistemlerinin davetsiz misafirleriyle karıştırılmamak için, bu bahsi geçen yıkıcı
bilgisayar kullanıcılarına cracker4 demeye başladılar. Bu kitapta, hacker’lar ve
cracker’lar arasındaki bu ayrım gözetilmiştir.)
Bu hacker’lara olan ilgim başlangıçta teknolojikti ve şu etkileyici gerçekle alakalıydı:
Çağımızın en bilinen sembolleri olan Net, kişisel bilgisayar ve Linux işletim sistemi gibi
yazılımlar, aslında özel şirketler ya da hükümetler tarafından geliştirilmedi; fikirlerini,
özgür bir ritimde çalışan benzer zihniyetteki diğer insanlarla birlikte henüz hayata
geçirmeye başlamış hevesli bireyler tarafından yaratıldı. (Gelişimlerinin detaylarıyla
ilgilenenler, “Bilgisayar Hacker’lığının Tarihçesi” başlıklı ek bölüme göz atabilirler.)
Ben bu hareketin, içsel mantığını ve itici gücünü nereden aldığını anlamak istiyordum.
Bununla beraber, bilgisayar hacker’ları hakkında daha
2. The Jargon File, bkz. hacker ethic.
3. Levy, Hackers: Heroes of the Computer Revolution (1984) adlı çalışmasında,
MİT hacker’larının tutumunu, “bilginin tümüyle özgür olması” ve “bilgisayarlara
girişin… tam ve sınırsız olması gerektiğine” inanırlar (s. 40) diyerek anlatır.
4. The Jargon File, cracker’ı şöyle tanımlıyor: “Bir sistemin güvenliğini kıran
kimse. Hacker kelimesinin gazetecilerce yanlış kullanılmasına karşı savunma
olarak takriben 1985’te hacker’larca icat edilmiştir.” Hacker’lar üzerine 1984’te
yazdığı kitabında Levy’nin, henüz hacker ve cracker arasındaki farkı açıklama
ihtiyacı duymadığını belirtmekte yarar var. Bunun nedeni, bilgisayar
virüslerinin ve kendi kendine çoğalan bilgisayar programlarının tarihinin, tam
olarak 80’lerin ikinci yarısında başlamış olmasıdır. “Bilgisayar virüsü” kavramı
ise, Fred Cohen’in konu hakkında 1984’te yazdığı akademik teziyle geçerlilik
kazandı ve ilk gerçek PC virüsleri, 1986’da disketler aracılığıyla yayıldı (bkz.
Solomon, “A Brief History of PC Viruses” [1990] ve Wells. “Virüs Timeline”
[1996]). Bilgi sistemlerine zorla girmenin ilk meşhur örneği de, 80’lerin ikinci
yarısında yaşandı. Cracker gruplarının en ünlülerinden Legion of Doom 1984’te
kuruldu. Grubun sonradan üyesi olan Mentor’un cracker manifestosu 1986’da
basıldı (“Bir Hacker’ın Vicdanı”‘ adlı manifestoda, “cracker”ların kendilerine
“hacker” demeleri dikkate değerdir. Grubun tarihi için bkz. “The History of the
Legion Doom” [1990]).
4
çok düşündükçe, onları insani açıdan daha da ilginç yapanın, çağımıza karşı çok büyük
bir ruhsal meydan okuyuşu temsil ettikleri gerçeği olduğu kesinleşti. Hareket tarzlarının
daha geniş alanlarda anlamlandırılabilirliğini kendileri de her zaman kabul etmişlerdir.
“Jargon File”, bir hacker’ın temelde, “herhangi bir konuda uzman veya hevesli kimse”
olduğunu vurgular. “Örneğin, bir kişi astronomi hacker’ı olabilir.”‘ Bu bağlamda kişi,
bilgisayarlarla hiç bir ilgisi olmadığı halde, bir hacker olabilir.
Esas soru şuna dönüştü: Hacker’lara daha geniş bir perspektiften bakarsak ne olur? O
zaman, meydan okuyuşları ne anlama gelir? Bu şekilde baktığımızda hacker etiği, bilgi
çağımızda gelişmekte olan, çalışma ile kurulan genel bir tutkulu ilişkiyi tanımlar. Bu
açıdan hacker etiği, Max Weber’in klasik yapıtı, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin
Ruhu’nda (1904-1905)6 izah edilen, uzun zamandır bizi esareti altında tutmuş çalışmaya
olan yaklaşıma, yani Protestan çalışma etiğine meydan okuyan yeni bir çalışma etiğidir.
Hacker etiğini Weber’le bu şekilde ilişkilendirmek, bazı bilgisayar hackerlarına ilk
başta garip gelebilir. Ancak bu kişiler, hacker etiği deyiminin bu kitapta, bilgisayar
hacker’lığını aşan bir anlamda kullanıldığını ve bu nedenle de, normalde özel olarak
bilgisayarlarla ilgili yapılan tartışmalarda ele alınmayan toplumsal güçlerle de karşı
karşıya geldiğini akıllarında bulundurmalılar. Dolayısıyla, hacker etiğinin kapsamının
bu şekilde genişlemesi, bilgisayar hacker’ları da entelektüel açıdan zorlar.
Fakat her şeyden önce, hacker etiği toplumumuza ve her birimizin hayatına bir meydan
okumadır. Çalışma etiğinin yanında, bu meydan okuyuşun ikinci önemli seviyesi, hacker
para etiğidir; yani Weber’in, Protestan ahlakının diğer ana unsuru olarak tanımladığı
seviye.
5. The Jargon File, bkz. hacker.
6. Die protestantische Ethik und der Geist des Kapitalismus, Archiv für Sozialwissenschaft
und Sozialpolitik içinde, 20-21. cilt (1904-1905) ve yazarın gözden geçirdiği
yeni baskısı Gesammelte Aufsâtze zur Religionssoziologie (1920). [Protestan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu, çev.: Zeynep Gürala, Ayraç Yay., 2002.] [Weber’in şu ana kadar
yapılan çevirilerinde “Protestan Ahlakı” kullanılmış ve kelime “ahlâk” olarak
yerleşmiştir. Bu kitapla Weber alıntıları söz konusu olduğunda ahlâk sözcüğü, kitabın
geri kalan kısmında “etik” sözcüğü kullanılacaktır. Zira, toplumsal ve bireysel davranış
normları koyan “ahlâk” kavramı yerine, bu normları bir meta teori olarak ve felsefi
açıdan ele alan “etik” kavramı, kitapta geçen bağlam için daha uygun, (y.h.n,)
Yukarıda alıntılanan hacker etiği tanımındaki “bilgi paylaşımı”nın, günümüzde egemen
olan para kazanma yolu olmadığı açıkça ortada; tam tersine para, çoğunlukla bilgiye
6
sahip olarak kazanılıyor. İlk hacker’ların ethos’u; yani faaliyetin, temelde para ile değil
de, kişinin akran topluluğu tarafından değerli bulunacak bir şey yaratma arzusuyla
motive edilmesi de yaygın bir yaklaşım değildir. Hacker çalışma etiği için iddia
edebileceğimizin aksine, hacker para etiğinin günümüz bilgisayar hacker’larının tümü
tarafından paylaşıldığını veya toplum geneline yayılacağını iddia edemeyiz. Ancak
hacker para etiğinin, çağımızın oluşumunda önemli bir güç olduğunu ve hacker’ların
bilgi ekonomisinin doğası üzerine tartışmalarının, en az çalışma etiklerininki kadar
radikal sonuçlar verebileceğini söyleyebiliriz.
Alıntıdaki tanımda, “bilgi ve bilgisayar işlem kaynaklarına ulaşım sağlamak” diye
değinilen, hacker etiğinde baştan beri mevcut olan üçüncü unsura, network etiği ya da
netik diyebiliriz. Netik, Net’te ifade özgürlüğü ve herkes için Net’e erişim özgürlüğü gibi
fikirlere gönderme yapar. Çoğu bilgisayar hacker’ı, netiğin yalnızca bazı kısımlarını
destekler, fakat toplumsal önemi açısından, hepsi bir bütün olarak anlaşılmalıdır. Tüm
bu değinilenler, bilgi çağının etik meydan okuyuşlarının temelinde yatıyor. Etkilerini ise
zamanla göreceğiz.
Bu kitap, üç yazarının halen süren işbirliğine dayanıyor; ki bu işbirliği senelerdir türlü
şekillerde gerçekleşiyor (Manuel Caslells ile, Kaliforniya’da birlikte yürüttüğümüz
araştırma aracılığıyla; Linus Torvalds’la ise eğlencenin ortasında). Hacker etiğiyle ilgili
bir kitap fikri, üçümüz ilk defa bir araya geldiğimizde, yani 1998’in sonbaharında,
geleneksel hacker kalesi olan Kaliforniya Berkeley Üniversilesi’nin ev sahipliği yaptığı
bir sempozyuma konuşmacı olarak davet edildiğimizde doğmuştu. İşte o zamanlar, bu
yapıtla aynı konular üzerine olan sunumlarımızı genişletmeye karar verdik. Bu karara
göre Linus, bilgisayar hacker’lığının temsilcisi olarak açılışı yapacak; Manuel, bilgi
çağımız hakkındaki (enformasyonculuğun yükselişi, yeni bilgi-teknolojisi paradigması
ve yeni bir toplumsal yapı olan network toplumu konularını içeren) teorisini sunacak:
ben de arka planda Manuel’in çağımızın daha kapsamlı tasviri üzerine Linus’un
bilgisayar hacker’lığı örneklemesini yerleştirerek, hacker etiğinin toplumsal anlamını
inceleyecektim. Tabii her birimiz, yine de kendi adına konuşacaktı.
Kitap, şu plana bağlı kalıyor: “Hacker’lık Dürtüsü Nereden Gelir? Öteki Adıyla, Linus
Yasası” başlıklı önsözünde çağımızın en ünlü hacker icatlarından olan Linux işletim
sisteminin yaratıcısı olan Linus, hacker’lığın başarısına katkıda bulunan etkenlere nasıl
baktığını anlatıyor. Manuel, son on beş yılını çağımız üzerine bir incelemeye harcayıp
sonuçta 1500 sayfalık üç ciltlik eseri The Informatinn Age’e (gözden geçirilmiş ikinci
baskı, 2000) ulaştı. Araştırmasının sonuçlarını ilk defa, bu kitabın sonsözü olan
“Enformasyonculuk ve Network Toplumu”nda, bazı önemli eklemelerle, genel
okuyucuya hitap edecek bir biçimde sunuyor. Benim analizim, Linus ve
Manuel’inkilerin ortasında yer alıyor ve hacker etiğinin üç seviyesine uygun olarak üç
bölüme ayrılıyor: Çalışma etiği, para etiği ve netik. (Bu konuların biraz daha ayrıntılı
haline, kitabın web sayfası http://www.hackerethic.org’dan ulaşılabilir.)
Benim açıklamamdan önce teorik bir arka plan okumayı tercih eden okurlar doğrudan
Manuel’in sonsözüne atlayabilirler. Bu sonsözün bağlayacı bir sistematize etme girişimi
olmadığını belirteyim. Aksi takdirde, Linus başlasın.
Önsöz
Hacker’lık dürtüsü nereden gelir? Öteki adıyla Linus yasası
Linus Torvalds
Pekka ve Manuel’le ilk defa, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nin, Bay Area’da
network toplumunun meydan okuyuşları üzerine düzenlediği yarım günlük
sempozyumda tanıştım. Sosyal bilimcilerin kodamanları, modern teknoloji ve toplum
hakkında konuşuyorlardı. Ben de orada işin teknik yanını temsil ediyordum.
Şimdi; kolay kolay gözü korkan biri değilimdir ama, bu tür ortamlarda pek de rahat
ettiğim söylenemez. Teknolojiden bahseden bir grup sosyologla, benim fikirlerim nasıl
uyuşacaktı? Ama bir dakika, dedim kendi kendime; eğer teknolojiden bahseden
sosyologlar varsa, sosyolojiden bahseden teknologlar da pek tabii olabilir. En kötü
ihtimalle, bir daha hiç davet edilmezdim. Kaybedecek neyim vardı ki?
Konuşmalarımı her zaman son gün hazırlarım ve yine harıl harıl ertesi gün için bir
“açı” yakalamaya çalışıyordum. Açınızı, yani platformunuzu belirlediğinizde, birkaç
slayt hazırlamak, genelde o kadar zor değildir. Sadece bir fikre ihtiyacım vardı.
Sonunda, hacker’lık dürtüsünün nereden geldiğini ve benim kurduğum küçük işletim
sistemi Linux’un, hacker’lara ve onların değerlerine, neden bu kadar cazip geldiğini
anlatmakla başladım. Doğrusu sonunda, yalnızca hacker’ları değil, en üst seviyedeki
dürtülerimizin genelini dikkate almış oldum. Görüşüme, her zamanki mütevazı ve
kendimi küçümseyen tavrımla, “Linus Yasası” adını verdim.
A. LINUS YASASI
Linus Yasası der ki, tüm motivasyonlarımız üç temel kategori altında toplanır. Daha da
önemlisi gelişim, bu aynı şeyleri bir evrim sürecindeki “safhalar” gibi yaşamaktan; bir
kategoriden diğerine geçiş yapmaktan ibarettir. Kategoriler sırasıyla şunlardır:
“Hayatta kalabilme”, “toplumsal hayat” ve “eğlence”.
ilk safha, su götürmez bir gerçek olan, hayatta kalma safhasıdır. Hayatta kalma
zorunluluğu, her canlı için her şeyin başında gelir.
Peki ya diğer ikisi? Hayatta kalabilmenin, motivasyon için oldukça temel bir etken
olduğuna katıldığınızı varsayarsak, diğer etkenler şu sorudan yola çıkar: “İnsanlar ne
uğruna ölmeye hazırdırlar?” Bana göre, insanın uğrunda hayatını verebileceği herhangi
bir şey, hayli temel bir motivasyon olmalı.
Seçimlerime karşı çıkabilirsiniz fakat bence iş görüyorlar. Toplumsal bağlarına
hayatlarından daha fazla değer veren insan ve diğer canlı örnekleri bulmak hiç de zor
değil. Edebiyattaki klasik örnek, tabii ki Romeo ve Juliet’tir; ancak “aile/vatan/din
uğruna ölme” kavramını da, toplumsal bağlar kavramının hayatın kendisinden
potansiyel olarak daha önemli olması durumunu açıklamanın bir yolu olarak
görebilirsiniz.
Eğlence, garip bir seçim gibi gelebilir fakat eğlenceyle Nintento’da oyun oynamaktan
çok daha fazlasını kastediyorum. Eğlence, satrançtır, resimdir ve evreni anlatırken
yapılan zihin jimnastiğidir. Einstein’ın, fizik hakkında diişünürkenki motivasyon
kaynağı hayatta kalabilmek olmadığı gibi; büyük ihtimalle, pek toplumsal bir olgu da
değildi. Bunu yapmak onun için bir eğlenceydi. Eğlence, özünde ilgi çekici ve zorlu bir
olgudur.
Eğlence arayışı ise, kesinlikle güçlü bir dürtüdür. Nintendo’nuz için ölme dürtüsü
hissetmeyebilirsiniz ama “sıkıntıdan ölmek” deyimini bir düşünün. Bazı insanlar,
sonsuza dek sıkılmaktansa, kesinlikle ölmeyi yeğlerler. Sıkıntıdan uzaklaşmak için, uçup
duran bir uçaktan sırf heyecan uğruna atlayan insanlar bu yüzden var.
Bir motivasyon kaynağı olarak, paraya ne demeli? Paranın işe yaradığı muhakkak olsa
da; çoğu insanın katılacağı gibi, son kertede motive eden şey tek başına para değildir.
Para, beraberinde getirdikleriyle motive eder; gerçekten ilgi duyduğumuz şeyler için en
iyi takas aracıdır.
Para hakkında farkına varılması gereken bir şey de, hayatta kalmayı satın almanın
genelde kolay, fakat toplumsal bağları ve eğlenceyi satın almanın çok daha zor
olduğudur. Özellikle de büyük E’yle Eğlenceyi, yani hayatınızı anlamlandıracak türden
olanını. Bir şey satın alın ya da almayın, para sahibi olmanın toplumsal etkisini göz ardı
etmemeli. Para, halen etkili bir şeydir fakat yine de diğer daha temel motive edici
etkenlere sadece vekillik eder.
Linus Yasası, bu durumda, bu üç şeyin insanları motive ettiği gerçeğinden çok;
gelişimimizin “hayatta kalabilmek”ten “toplumsal hayat’a, buradan da “eğlence”ye
giden tüm bu safha atlama sürecini geçirmekle ilgili olduğuna ilişkindir.
Seks mi? Tabii ki. Hayatta kalabilme amacıyla başladığı ve hâlâ da öyle olduğu kesin.
Buna şüphe yok. Fakat en gelişmiş hayvanlarda seks, salt hayatta kalma aracı olmanın
ilerisine geçip toplumsal yapının bir parçası haline geldi, insanlar içinse seksin zirvesinde
eğlence var.
Yemek ve içmek? Doğru. Savaş? Doğru. Savaş, daha tam oraya varmadı belki ama
CNN, onu da o son aşamaya getirmek için elinden geleni yapıyor. Savaş, kesinlikle
hayatta kalmak için başladı, toplumsal düzeni sürdürmek için bir vasıta olarak gelişti
ve eğlence olma yolunda acımasızca ilerliyor.
B. HACKER’LAR
Tüm bunlar şüphesiz hacker’lar için de geçerli. Onlar için asıl gaye, hayatta kalmak
değil. Twinkies kek ve Jolt kolayla, pekâlâ sağ kalabilirler. Gerçekten de, masanızda bir
bilgisayarınız olduğunda, ilk endişenizin bir sonraki öğünde ne yiyeceğiniz ya da
barınmaya nasıl devam edeceğiniz olması pek muhtemel değil. Hayatta kalmak, bir
motivasyon kaynağı olarak halen mevcuttur; fakat artık diğer motivasyon kaynaklarını
saf dışı bırakacak türden bir günlük endişe pek değildir.
“Hacker”, bilgisayarını hayatta kalmak için kullanmaktan (“eve programcılıkla ekmek
getiriyorum”), diğer iki aşamaya atlamış kişidir. Bu adam (ya da pratikte çok nadir olsa
da, teorik olarak kadın), bilgisayarı toplumsal bağları için kullanır; e-posta ve Net, bir
camiaya sahip olmak için harika yollardır. Fakat hacker için bilgisayar, aynı zamanda
da eğlence demektir. Oyunlar ya da Net’teki güzel resimler değil, bilgisayarın kendisi
bir eğlencedir.
Linux gibi bir şey, bu şekilde ortaya çıkar. Öyle çok para kazanma gibi endişeleriniz
yoktur. Linus hacker’larının bir şey yapmalarının nedeni, onu çok ilginç bulmaları ve
bu ilginçliği başkalarıyla paylaşmak istemeleridir. Aniden, ilginç bir şey yapıyor
olmanızdan dolayı hem eğlenirsiniz, hem de toplumsallaşmış olursunuz. Yaptıklarından
keyif aldıkları için, birçok hacker’ın bir arada çalışması durumu, yani Linux’un
temelindeki network oluşturma etkisi, işte tam da bu şekilde ortaya çıkar.
Hacker’lar, bundan daha yüksek bir motivasyon düzeyi olmadığına inanırlar ve
Pekka’nın da ortaya koyacağı gibi, bu inanışın Linııx alanının çok ötesinde de kuvvetli
bir etkisi vardır.
BİRİNCİ KISIM
ÇALIŞMA ETİĞİ
I
Hacker çalışma etiği
Linus Torvalds’ın önsözde dediği gibi, hacker için “bilgisayarın kendisi bir eğlencedir”;
yani hacker programlar, çünkü onun için programlama, özünde ilginç, heyecan verici ve
keyifli bir iştir.
Diğer hacker’ların yaratılarının temelinde yatan ruh da buna çok benzer. Torvalds işini,
Linux hacker ‘ları, yaptıkları işi çok ilginç buldukları için yaparlar” gibi ifadeler
kullanarak anlatan tek kişi değildir. Örneğin, “Internet’in babası” diye de anılan
Vinton Cerf, programlamanın çekiciliği için, “Programlamanın şaşılacak derecede
baştan çıkarıcı bir tarafı vardı'”, der. İlk gerçek kişisel bilgisayarı1 yapan Steve
Wozniak, programlamanın harikalarını keşfet-
1.Hafner ve Lyon, Where Wizards Stay Up Late: The Origins of the
Internet(1998),s. 139.
mesiyle ilgili, içtenlikle şunu söyler: “En merak uyandırıcı dünya tam da buydu.”2 Bu
hacker ‘ların genel ruh halidir: Hacker’lar programlarlar, çünkü onların asıl derdi
programlamanın zorluklarıyla mücadele etmektir. Programlamaya ilişkin sorunlar,
hacker’da hakiki bir merak uyandırır ve onu daha fazla öğrenmeye hevesli kılar.
Hacker, bu ilginç iş hakkında aynı zamanda şevk duyar; bu da onu harekete geçirir.
60’ların MIT’sinden bu yana klasik hacker, şevkle programlamaya başlamak için ikindi
vakti uykusundan uyanır ve kendisini kodlamaya kaptırmış bir şekilde, sabahın erken
saatlerine kadar çabalarını sürdürür. On altı yaşındaki İrlandalı hacker Sarah
Flannery’nin, Cayley-Purser diye adlandırdığı şifreleme algoritması üzerine çalışmasını
anlatış şekli, buna iyi bir örnektir: “Büyük bir heyecan duyuyordum [… ] bitene kadar
günler boyunca çalıştım, gerçekten coşku vericiydi. Hiç durmak istemediğim zamanlar
oldu.”3
Hacker faaliyeti, aynı zamanda neşelidir. Köklerinde çoğunlukla, muzip keşifler yatar.
Torvalds, Linux’un, yeni aldığı bilgisayarla yaptığı ufak deneylerden ortaya çıkıp
yayılmaya başlama sürecini, Internet’teki mesajlarında anlattı. Aynı mesajlarda,
Linux’u geliştirmek için motivasyonunu, “üzerinde çalışmak bir zevkti(r)”4 diyerek
açıklamıştı. Web’in arkasındaki adam Tim Berners-Lee ise, bu buluşun onun tabiriyle
“oyun programları”nı5 birleştirme denemeleriyle başladığını anlatıyor.Wozniak, Apple
bilgisayarının birçok özelliğinin aslında “bir oyundan geldiğini” açıklıyor:”[…] bilgisayarın
içine yerleştirilen eğlence özellikleri yalnızca, Breakout’u [bir oyun]
programlayıp sergileyecek bir model proje yapmak içindi.”6 Flannery, şifreleme
teknolojisinin gelişimi üzerine yaptığı çalışmanın, kütüphanede teoremler üzerine
yaptığı araştırmalar ve keşfetmeye dönük programcılık denemeleri arasında gidip
gelmeler sonucunda ortaya çıktığını anlatıyor: “Özellikle ilginç bir teorem olduğunda
[…] örnekler geliştirmek için bir program yazar-
2. Wolfson ve Leyba, “Humble Hero.’
3. Flannery ve Flannery, in Code: A Mathematical Journey (2000), s. 182.
4. 19 Aralık 1991’de comp.os.minix’e gönderilen bir mesaj.
5. Berners-Lee, Weaving the Web. s. 9-13.
6. Connick. “. . . And Then There Was Apple” (1986), s.24.
6
dım […] Ne zaman bir şey programlasam, sonunda kâğıt üzerindeki işime geri
dönmektense, bilgisayarda saatlerce oynar dururdum.”7
Bazen bu neşeli hal, hacker’ın “bedensel yaşamında” da kendini gösterir. Örneğin
Sandy Lemer, sadece Internet router’larının [yöneltici] arkasındaki hacker’lardan biri
olmakla değil, ayrıca ata çıplak binmekle de tanınır. Saçı sakalı birbirine karışmış
hacker gurusu Richard Stallman, bilgisayar toplantılarına cüppesiyle katılır ve
hayranları tarafından kendisine getirilen makinelerdeki ticari programları, kötü ruh
kovar gibi yok eder. Hacker kültürünün tanınmış savunucusu Eric Raymond, aynı
zamanda eğlenceli hayat tarzıyla tanınır: Canlı role-playing oyunları meraklısı,
memleketi olan Pennsylvania’nın caddelerini ve çevresindeki koruluğu; bir antik dönem
bilgesi, Romalı bir senatör veya bir XVII. yüzyıl şövalyesi kılığında arşınlar.
Raymond, Unix hacker’larının felsefesini anlattığı şu ifadesinde, genel hacker ruhunun
da iyi bir özetini vermiş:
“Unix felsefesini doğru yapmak için, mükemmelliğe sadık kalmalısınız. Yazılımın, tüm
akıl ve tutkunuzu bir araya toplamaya değer bir zanaat olduğuna inanmalısınız…
Yazılım tasarımı ve uygulaması, keyif verici bir sanat ve yüksek seviyeli bir oyun
olmalıdır. Eğer bu tavır size mantık dışı veya gizliden gizliye utandırıcı geliyorsa, durun
ve düşünün. Kendinize neyi unuttuğunuzu sorun. Para kazanmak veya zaman geçirmek
için, neden başka bir şey yapmak yerine yazılım tasarlıyorsunuz? Bir zamanlar
yazılımın tutkularınıza layık olduğunu düşünmüş olmalısınız…
Unix felsefesini doğru yapmak için, bu tavra sahip olmalı (ya da bu tavrı yeniden
benimsemelisiniz). Önemsemelisiniz.. Oynamalısınız.. Keşfetmek için istekli olmalısınız.”8
Hacker faaliyetinin ruhunu özetlemek için Raymond. Torvalds’ın önsözde tanımladığı
eğlence kelimesine tekabül eden, tutku kelimesini kullanıyor. Ancak Raymond’un terimi,
belki de daha yerinde; çünkü iki kelimenin de bu bağlamla alakasız çağrışımları olsa
7.Flannary. In Code, s 182.
8.Raymond. “The Art of Unix Programming” (2000), 1. bölüm.
da tutku, yukarıda açıklanan üç aşamayı (özünde ilginç, ilham ve keyif verici bir
faaliyete kendini adamayı) eğlence kelimesinden, sezgisel açıdan daha iyi ifade ediyor.
Çalışma ile kurulan bu tutkulu ilişki, sadece bilgisayar hacker’larına ait bir yaklaşım
değil. Örneğin akademik dünya, bu yaklaşımın çok daha eski bir önceli sayılabilir.
Entelektüel sorgulamanın tutkulu tavrı, bundan yaklaşık 2500 yıl önce ilk akademinin
kurucusu Platon felsefe için, “ruhta sıçrayan bir kıvılcım gibi parlar ve sonra
kendiliğinden gelişir”9 dediğinde benzer bir ifade bulmuştu.
8
9
Aynı tavır, hayatın başka birçok alanında da görülebilir. Örneğin sanatçılar,
zanaatkarlar, yöneticiler ve mühendislerden medya çalışanlarına ve tasarımcılara kadar
tüm “bilgi uzmanlarında”. Genel anlamda hacker olma fikrini vurgulayan yalnızca
hacker’ların “jargon fıle”ı değildir. 1984’te San Francisco’da düzenlenen ilk Hacker
Konferansı’nda, Apple’a ait Macintosh bilgisayarının arkasındaki isim Burrell Smith,
bu terimi şöyle tanımlamıştı: “Hacker’lar neredeyse her işi yapıp, yine de hacker
olabilirler. Hacker bir marangoz olabilirsiniz. Yüksek teknoloji şart değildir. Bana göre
hacker’lık, hünerle ve yaptığınız işi önemsemekle ilgilidir.”10 Raymond, “Nasıl Hacker
Olunur?” adlı rehberinde şöyle der: “[Yazılım dışında], elektronik ve müzik gibi şeylere
de hacker tavrıyla yaklaşan insanlar var. Aslında, her bilim ya da sanat dalının en üst
seviyelerinde hacker’lığı görebilirsiniz.”11
Bu açıdan bakıldığında bilgisayar hacker’ları, daha genel bir çalışma etiğinin
mükemmel bir örneği olarak (ki buna… buna hacker
9. Mektup 7 341c-d. [Minos. çev.: Hamdi Naroğlu, Maarif Matbaası, 1943. s. 60-
61.] Bu akademik tutku, Platon’un tüm Sokratesçi yazılarının temel konusudur.
Şö/en’de Platon, ona Sokrates’in aktardığı üzere, Alkibiades’e “Bakkhalar gibi
felsefe delisi olmak’tan bahsettirir (218b) [Şölen, çev.: Azra Erhat ve Sabahattin
Eyüboğlu, Türkiye iş Bankası Yay., 2000]. Phaidroste, bu kavram sıradan insanların
filozofları deli kabul ettiğini, fakat onlarınkinin ilahi bir delilik (ya da daha
yüce bir tutku) olduğunu belirten bir ifade bulunur. Platon, felsefenin rolüne
ilişkin diyaloglarında (Devlet, Şölen, Phaidros, Theaitetos ve Gorgias’la birlikte
Savunma’da da) felsefenin kelime anlamının (“erdeme duyulan tutku ya da
aşk”) altını çizer.
10. Levy, Hackers, s.434.
11. Raymond, “How to Become a Hacker (1999), s. 232.
çalışma etiği de diyebiliriz) yorumlanabilirler; bu etik, bilgi uzmanlarının rolünün
arttığı günümüz network toplumunda kendine ver buluyor. Her ne kadar bu tavrı ifade
etmek için, bilgisayar hacker’larının türettiği bir ismi kullanıyor olsak da, bilgisayarla
ilişkili insanlara başvurmadan da bu etikten söz edebiliriz. Uzun zamandır
hayatlarımızı yöneten ve hâlâ üzerimizdeki güçlü hâkimiyetini sürdüren Protestan
çalışma etiğini sorgulayan toplumsal bir meydan okuyuşu ele alıyoruz.
Bu anlamda, hacker çalışma etiğinin yüz yüze geldiği uzun, tarihi ve güçlü toplumsal
kuvvetleri görelim. Aşina bir ifade olan “Protestan çalışma etiği” elbette ki Max
1
Weber’in ünlü denemesi, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’ndan (1904-1905)12
geliyor. Weber, bir ödev olarak çalışma fikrinin, XVI. yüzyılda ortaya çıkan kapitalist
ruhun özünde olduğunu anlatmakla başlar: “Aslında, meslek ödevi’nin o özel, bugün
bize o kadar aşina gelen ve hakikatte kendini çok az ele veren düşüncesi, teklerin kendi
içlerinde ve ‘mesleki’ uğraşılarının içeriğine karşı hissetmeleri gereken bir yükümlülük;
bu uğraşın ne olduğu, kişinin kendi iş yeteneğinin kullanımının doğal duygusu ya da
sadece maddi mal varlığının ‘kapital’ olarak görünümü olup olmadığı hiç önemli
olmayan bir ödevdir. Bu düşünce kapitalist kültürün toplumsal ahlâkın bir özelliğidir ve
bir anlamda bu kültürün yapıcı anlamıdır.” Weber şöyle devam ediyor: “Burada
gelişmiş bir sorumluluk duygusu yalnızca mutlak biçimde gerekli olmakla kalmaz,
ayrıca, en üst düzeyde rahat edip, en alt düzeyde çalışarak alışılmış ücret nasıl kazanılır
sorusundan kendini, en azından iş sırasında, kurtarmış bir düşünce biçimi de genel
olarak gereklidir; sanki kendi içinde mutlak amaç imiş gibi yapılan iş, ‘meslek’ haline
gelir.”13
Weber ardından, tanımladığı diğer ana gücün, yani XVI. yüzyılda ortaya çıkan
Protestan öğretisi çalışma etiğinin, bu hedefleri nasıl ilerlettiğini gösterir. Protestan vaiz
Richard Baxter, bu çalışma etiğini saf şekliyle şöyle ifade etmiştir: “Tanrı, varlığımızın
ve et-
12. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev.: Zeynep Gürata. Ayraç
Yay.,2002
13.a.g.y., s. 44,50.
kinliğimizin sürmesine, hareket adına göz yumar; çalışmak, gücün hem ahlâki hem de
doğal gayesidir. [Çalışmak yerine] tefekküre dalıp, ibadet edeceğim” demek ise
“hizmetkârınızın asıl işini reddedip, daha küçük ve kolay bir görev üstlenmesi gibi bir
şeydir.”14 Tanrı, insanları sadece tefekküre dalmış ve ibadet eder görmekten memnun
olmaz; işlerini yapmalarını ister.
Baxter, kapitalist ruha uygun bir biçimde, işverenlere, çalışanlarına, çalışmayı bir
vicdan meselesi haline getirerek işlerini en iyi şekilde yapmak isteme fikrini aşılamayı
1
1
1
öğütler: “Gerçekten dindar olan bir hizmetkar, bütün işlerinizi Tanrıya itaat
edercesine, bunu bizzat Tanrı istemişçesine yapacaktır.”15 Baxter bu yaklaşımı, işten
“meslek ödevi”” diye bahsederek özetler. Bu, Protestan çalışma etiğinin üç esas
yaklaşımının iyi bir ifadesidir; Çalışma kendi içinde mutlak amaçmış gibi görülmelidir;
çalışan, üzerine düşeni en iyi şekilde yapmalı ve çalışmak, yapılması gerektiği için
yapılması gereken bir vazife olarak kabul edilmelidir.
Hacker çalışma etiğinin tarihteki habercisi akademiydi. Weber, Protestan etiğin tek
tarihi habercisinin ise manastır olduğunu söyler. Weber’in kıyaslamasından yola
çıkarsak, bu ikisi arasında şüphesiz birçok benzerlik görebiliriz. Örneğin VI. yüzyılda,
Benedictus manastır hükmü, tüm keşişlerin kendilerine verilen işi ödev olarak görmelerini
talep eder ve isteksizce çalışan din kardeşlerini, “aylaklık, ruhun düşmanıdır”17
diyerek uyarırdı. Ayrıca keşişler, kendilerine verilen işleri sorgulamamalıydılar.
Benedictus’un V. yüzyıldaki öncülü John Cassian, kendi manastır hükmü sırasında,
John isimli bir keşişin, cemaatin önde geleni tarafından kendisine verilen, hiçbir insanın
hareket bile ettiremeyeceği büyüklükte bir taşı yuvarlama emrine itaat edişini
hayranlıkla anlatarak, bunu açıkça belirtmiştir;
Öte yandan, bazıları [John’un] itaatkârhk örneğiyle terbiye edilmek için
sabırsızlanırken, cemaatin önde geleni onu çağırdı ve “John, koş şu taşı
14. Baxter, Christian Dîrectory, Weber, Protestan Ethic’teki s. 157, 9 ve. s. 158,
15 sayılı notlarda alıntılanmıştır. [Fakat bu notlar, eserin Türkçe çevirisine dahil
edilmemiştir –Ç.n.]
15. a.g.y.,s. 177, no. 101.
16. a.g.y.,s. 158, no. 18.
17. The Rule of St. Benedict, 48.
olabildiğince çabuk ileriye yuvarla” dedi. O derhal önce boynu sonra tüm vücuduyla,
tüm gücü ve kuvvetiyle, bir adam kalabalığının yerinden kıpırdatamayacağı devasa bir
taşı yuvarlamaya girişti. Kollarından akan ter yalnızca giysilerini değil, taşı da
sırılsıklam etti. O anda bile, emri verene ve verdiği görevin yapmacıksız yalınlığına olan
derin saygısından dolayı, emrin veya işin imkânsızlığını aklından bile geçirmedi. Çünkü
emri veren ihtiyarın kendisine boşa ya da sebepsiz yere bir şey emretmeyeceğine
tamamen inanmıştı.18
1
1
Bu Sisyphos’vari çaba,* manastır zihniyetinin merkezindeki fikri özetliyor; kişi yaptığı
işin tabiatını sorgulamamalı.19 Aslında Benedictus manastır hükmü, işin tabiatının bile
Önemli olmadığını göstermişti. Zira artık çalışmanın en yüce amacının bir şey
yaptırmak değil, söylenen her neyse onu yaptırarak çalışanın ruhuna boyun
18. Cassian, The Twelve Books on the Institutes of the Coenobia, 4.26.
*Sisyphos: Mitolojik bir karakter. Tanrılar tarafından cezalandırıldığı için ölüler
ülkesi Hades’te ağır bir kayayı yüksek bir tepeye itmeye mahkûmdur. Fakat
tepeye her varışında, bir güç onu başladığı noktaya geri yuvarlar.(ç.a)
19. IV. yüzyıldaki Hıristiyan manastır sisteminin kurucusu sayılan ünlü keşiş
Antonius çalışarak, sonraki manastır hareketi için bir örnek teşkil etmişti.
Athanasius, Life ol Anthony adlı eserinde onu şöyle anlatır: “O, şunu duyduğu
için, yine de elleriyle çalıştı: ‘Çalışmak istemeyen, yemek de yemesin!’
[Selanikliler 2. 3:10] ve bir kısmını ekmeğe harcadı ve bir kısmını yoksula verdi’
(3). Bkz. bir de Apophthegmata Patrum:
“Kutsal Rahip Antonius çölde yaşadığında, accidie [ruhun huzursuzluğu] ile
çevrelenmiş ve bir sürü günahkâr düşüncenin hışmına uğramıştı. Tanrıya dedi
ki, ‘Tanrım, kurtulmak istiyorum ama bu düşünceler beni rahat bırakmıyor; bu
dertle ne yapmalıyım? Nasıl kurtulurum?’ Kısa bir süre sonra, dışarı çıkmak
için ayağa kalktığında Antonius, kendisi gibi bir adamı çalışırken, dua etmek
için işine ara verirken, sonra oturup bir urgan Örerken ve tekrar dua etmek için
kalkarken gördü. Bu Tanrının ona hatasını düzeltmek ve kaygısından kurtarmak
için gönderdiği bir melekti. Meleğin kendisine, ‘Böyle yap, kurtulacaksın’
dediğini duydu. Bu sözlerle Antonius’un içi, sevinç va cesaretle doldu. Öyle
yaptı ve kurtuldu.” (Antonius l, çev. Ward, The Sayings of the Desert Fathers
[1975]}
Cassian ve Benedictus manastır yasalarının yanında, Aziz Basil’in yasaları da
önemliydi. Basil, çalışmanın, insanı nasıl iffetli kıldığından bahsediyordu: İsa
efendimiz der ki: İstisnasız herkes veya herhangi bir kimse değil, yalnızca İşci
kendi yiyeceğini hak eder’ [Matta, 10.10] ve resulümüz bize emek vermeyi ve
iyi olan şeyler için kendi ellerimizle çalışmayı, muhtaç olana vermeyi
buyurur.Bu yüzden çok açıktır ki, var gücümüzle çalışmalı ve Tanrıya
hürmetimizin amacımızda, işten kaçmaya ya da aylaklığa değil, mücadeleye,
hep daha fazla çabaya ve sıkıntı için sabıra yer olduğunu düşünmeliyiz ki:
‘Emek verdim, sıkıntı çektim, çok kez uykusuz kaldım. Açlık ve susuzluğu
tattım,’ [II. Korintoslulara 11 27] diyebilelim.” (The Long Rules, 37)
eğdirmek olduğunu ortaya koymuştu: bu, birçok iş için hâlâ geçerli görünen bir
prensiptir.20 Ortaçağda, Protestan çalışma etiğinin bu prototipi, yalnızca manastırlarda
vardı. Fakat kilisenin ve toplumun çoğunluğunun hâkim tavrını etkilemiyordu.
Manastır zihniyetini, manastır duvarlarının ötesindeki dünyaya yayan Protestan Reformasyonu
oldu.
Weber, kapitalizmin ruhunun özünde dini olan gerekçesini Protestan etiğinde
bulduğunu düşünmesine rağmen, bu etiğin de bir süre sonra kendisini dinden
kurtardığını ve kendi kanunlarına göre işlemeye başladığını vurgular. Protestan etik,
Weber’in meşhur metaforunu kullanırsak; dini açıdan nötr, demir bir kafese dönüştü.21
Bu önemli bir niteliktir. Küreselleşen dünyamızda, Protestan etik terimini, platonik aşk
gibi bir tabiri düşündüğümüz şekilde düşünmeliyiz. Biri bir başkasını platonik olarak
seviyor dediğimizde, seven kişinin bir Platoncu olduğunu, yani Platon felsefesine metafizik
açıdan bağlı olduğunu kastetmiyoruz. Platonik bir aşk ilişkisini, herhangi bir
felsefeye, dine ya da kültüre mensup birisine mal edebiliriz. Aynı şekilde, inancı ya da
kültüründen bağımsız olarak,
Çalışmayı Öven tek antikçağ felsefesi, manastır düşüncesi üzerindeki etkisiyle
tanınan stoacılıktı.Örneğin, Epiktetos un öğretisi şöyle derdi: “Ekip biçip
yediğimizde, Tanrıya şükran duamızı etmeyelim mi?” ve “Öyleyse, insan
uyuşukluk için yaratılan bir hayvan mıdır?” (Discourses, 1.16 ve 1.10)
[Düşünceler ve Sohbetler, çev.: Burhan Toprak, İnkılâp Yay., 1994], Doğal
olarak keşişler ve stoacılar, Birgit van den Hoven’in araştırması, Work in
Ancient and Medieval Thought’ta gösterdiği gibi, çalışmayı takdir etmekte
Protestan etiği kadar ileri gitmediler.
20. Benedictus şöyle der: “Ama [çalışan keşişlerden] herhangi biri, sayesinde
manastıra yarar sağladığı sanatından dolayı kibirlenirse, o işten geri döndürülmemek
üzere alınsın, ta ki burnu sürtüp, başrahip kendisine tekrar çalışmayı
emredene kadar.” (The Rule of St. Benedict, 57)
21. Weber, Protestant Ethic, s. 161-183. Weber’in incelemesinin iki boyutu var.
Bir yandan, Protestan etiğinin, kapitalizmin ruhunun oluşumunda önemli bir
etkisi olduğuna dair tarihi bir önerme; öte yandan ise belli bir toplumsal etiğin
tarihüstü şekilde temalaştırılması. İlk boyut, ampirik açıdan bir ölçüde şüpheli
olduğundan ötürü -örneğin aynı kapitalist ruh, modern Katolik Venedik’te de
gelişmişti (Anthony Giddens’ın diğer temel karşı-argümanlarının kısa bir özeti,
Weber’in İngilizce çevirisinin önsözünde yer alıyor)- ve kendi çağımızı ele
alırken artık temel bir unsur olmadığından ötürü ikincisine odaklanacağım;
burada kapitalizmin ruhu ve Protestan etiği terimlerini tarihsel olarak değil,
temasal olarak kullanacağım. İkisinin de ana iki noktası aynı olduğuna göre,
temasal bir tartışmada birbirinin yerine kullanılabilirler. (Daha fazlası İçin bkz.
Weber’in Protestan ahlakı ve kapitalizmin ruhu arasındaki ilişkiyi tanımlayışı, s.
54-55, 72, 91-92.) [Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, s. 44-45, 62, 81-B5-
ç.n.]
bir kişinin “Protestan etiği”nden bahsedebiliriz. Yani, bir Japon, bir ateist, veya koyu
bir Katolik, Protestan etiğine uygun davranabilir, zaten çoğunlukla davranır da.
Protestan etiğin, hâlâ ne kadar kuvvetli bir güç olduğunu idrak etmek için, çok uzağa
bakmak gerekmez. “İşimi iyi yapmak istiyorum” gibi sıradan laflar veya emeklilik
partilerinde, işverenlerin bir kişinin “her zaman nasıl çalışkan/ sorumluluk sahibi
/güvenilir/sadık bir çalışan” olduğu hakkında verdiği kısa söylevler, işin tabiatına hiçbir
şekilde değinmemesi bakımından, Protestan etiğinin mirasıdır. Çalışmanın hayattaki en
önemli şey haline gelmesi -en uç noktada, kişinin sevdiklerini tamamen boşlamasına yol
açacak raddede bir iş müptelalığına kapılması da- Protestan etiğinin başka bir
belirtisidir. Keza, dişini sıkıp çalışmak, sorumluluk bilinciyle ağırlaşmış bir tavır ve
çoğu insanın hastalık yüzünden işe gidemediğinde hissettiği vicdan azabı da bu belirtiler
arasındadır.
Daha geniş bir tarihsel bağlamda bakıldığında, günümüz network toplumu önceki
endüstri toplumundan, pek çok önemli açıdan farklı olduğu halde; “yeni ekonominin,
Weber’in tanımladığı kapitalizmden tam bir kopuş anlamına gelmediğini, yalnızca yeni
bir tür kapitalizm olduğunu hatırlamak gerekir. Dolayısıyla Protestan etiğinin süregelen
hâkimiyeti çok da şaşırtıcı değil. Jeremy Rifkin’in The End of Work gibi, cennet
habercisi tahminlerine rağmen; Castells, The Information Age’de, çalışmanın emek
anlamında sonunun gelmediğini vurgular. Teknolojik gelişmelerin, bir şekilde,
hayatlarımızı otomatikman daha az çalışmamerkezli yapacağı yanılsamasına kolay
kapılıyoruz. Oysa network toplumunun yükselişinin şu ana kadar ortaya koyduğu
deneysel olgulara bakarsak ve bunlardan geleceğe ilişkin öngörüler çıkarırsak; hâkim
döngünün tabiatı konusunda Castells’e hak vermek zorunda kalacağız: “Çalışmak insan
hayatının özüdür ve öngörülebilir gelecekte de böyle olacaktır.”22 Network toplumunun
kendisi de Protestan etiğini sor-
22. Castells, Information Age (2000), 1:468. Martin Carnoy. Sustaining the New
Economy: Work, Family and Community in the Information Age’de (2000):
Bilgiişlem teknolojisi endüstrisi ve çalışan artışı, ya da işsizlik arasında bir
ilişki olmaması; işsizlik düzeyinin, bilgiişlem teknolojisinin yayılma raddesinin
dışındaki etkenlerin bir sonucu olduğuna işaret ediyor’ (s. 38).
gulamıyor. Kendi haline bırakılan çalışmamerkezli eğilim, bu toplum içerisinde hâkim
olmayı sürdürüyor.
Bu genel bağlamda bakıldığında, hacker’lığın radikalliği, network toplumuna alternatif
bir ruh; sonunda hâkim Protestan etiğini sorgulayan bir ruh önermesinden
kaynaklanıyor. Bu bağlamda, bütün hacker’ları aslen cracker [kırıcı] yapan noktayı
görüyoruz: İkisi de demir kafesin kilidini kırmaya çalışıyorlar.
A. HAYATIN MAKSADI
2
Protestan etiğinin yerinden edilmesi bir gecede gerçekleşmeyecek; tüm büyük kültürel
değişimler gibi vakit alacak. Proteston etiği, mevcut bilincimize öyle derinden işlemiş ki,
çoğunlukla “insan doğası”nın böyle olduğu düşünülüyor. Elbette ki bu böyle değil. Protestanlık
öncesi çalışmaya ilişkin yaklaşımlara kısaca bir göz atmak bile, bu gerçeği
sağlıklı bir biçimde hatırlatıyor. Hem Protestan hem de hacker etiği, tarihsel olarak
tektir.
Richard Baxler’ın çalışmaya dair görüşü, Protestanlık öncesi kiliseye tamamen
yabancıydı. Reformasyon’dan önce rahipler, “Ölümden sonra hayat var mı?” gibi
sorulara vakit ayırmaya eğilimliydiler; fakat hiçbiri, hayattan sonra çalışmak var mıdır
diye endişelenmezlerdi. Çalışmak, kilisenin en yüce idealleri arasında yer almazdı. Tanrı
kendisi de altı gün çalışmış, yedinci gün dinlenmişti. Bu, insanlar için de en yüce
gayeydi: insanlar cennette çalışmak zorunda kalmayacaklardı, tıpkı pazar günleri
olduğu gibi. Cennet modaydı, ofisin ise modası geçmişti. Hıristiyanlığın, “Hayatın
maksadı nedir?” sorusuna asıl cevabının şu olduğu söylenebilir: Hayatın maksadı
pazardır.
Bu ifade, sadece nükteli bir sözden ibaret değil. V. yüzyılda Augustinus, hayatımızı,
kilise öğretilerine göre Âdem ve Havva’nın günah işlediği ve İsa’nın çarmıha gerildiği
cuma günüyle harfiyen karşılaştırmıştı.23 Augustinus, cennette, Tanrının dinlendiği ve
23. Augustine, Concerning the City of God Against the Pagans. 22.30. Augustinus’a
göre, “Bizler onun lütfü ve Kutsamasıyla dolup iyileştirildiğimizde, o
yedinci gün olacağız” (a.g.y.) Büyük Gregorius VI. yüzyılda şöyle yazmış:
Efendimizin hakiki ıstırabı ve hakiki Dirilişi, onun gizemli Bedeninin ıstırap
günlerindeki hali hakkında önceden haber veriyor. Cuma günü acı çekti,
cumartesi mezarında dinlendi ve pazar ölümden dirildi. Şimdiki hayat bizim için
cuma, çünkü üzüntüler içinde sürdürülüyor ve zorluklarla çevrili.Fakat
cumartesi günü, bir bakıma mezarda dinleniriz çünkü vücuttan ayrıldıktan
sonra ruhumuz huzur bulur. Ne var ki pazar günü, ıstıraptan üç gün sonra ya da
dediğimiz gibi zamanın başlangıcından sonraki sekizinci gün, bedenen
ölümden kalkacak ve ruhun bedenle birlikte görkemiyle şenleneceğiz.
(Homilies an the Book of the Prophet Ezechiel, 2.4.2)
İsa’nın cennet katına çıktığı gün olan pazarın daimi halini bulacağımızı yazmıştı: “Bu
gerçekten tatil günlerinin en büyüğü olacak; akşamı olmayan bir tatil.” Hayat yalnızca,
hafta sonu için uzun bir bekleyiştir.
Kilise önde gelenleri çalışmayı, sadece günaha girmenin bir neticesi olarak
gördüklerinden, Âdem ve Havva’nın Cennetteki faaliyetlerini tarif ederken, özel bir
kavramsal çaba harcamışlardır. Âdem ve Havva orada ne yaparlarsa yapsınlar bu, iş
2
olarak görülemezdi. Augustinus, Cennet bahçesinde “övgüye değer şekilde çalışmanın
zahmetli olmadığını” vurgular – bu, keyifli bir hobiden’den başka bir şey değildi.24
Protestanlık öncesi kilise mensupları, çalışma “zahmetini” ceza olarak algılarlardı.
Kilise mensuplarının Cehennem imgelerine seslenen, ortaçağ düşsel edebiyatında iş
aletleri; hakiki doğalarını, işkence aletleri olarak tamamıyla sergilerlerdi; yani
günahkârlar, çekiçler ve diğer aletlerle cezalandırılırlardı.25 Dahası, bu düşlere göre,
cehennemde doğrudan uygulanan fiziksel işkenceden daha da
24. On Genesis Against the Manichees, 2.11.
25. Tundale, düşünde bir melek eşliğinde, öte tarafta gezintiye çıktığında,
Vulcan denen bir yerde kötülük edenlerin çekiç ve diğer aletlerle nasıl işkence
gördüğüne şahit oldu. Kulakları, örslere vuran çekiçlerin korkunç sesleriyle
doldu, vs. ve Çalışmanın geleneksel enerji kaynağı olan ateş, günahkârları
kavuruyordu:
Gelen canı yakaladılar ve onu tutup yanan demirlerin üstüne fırlattılar, alevleri
kabarmış körüklerle yelpazelendi. Nasıl ki demir tartılırsa, bu canlar da öyle tarlıyordu
ta ki orada yakılan kalabalık bir hiç oluncaya kadar. Salt su gibi görünecek
kadar sıvılaştıklarında, demir yabalarla fırlatılıyorlardı. Sonra bir taşın üstüne
yerleştirilip çekiçlerle yirmi, otuz hatta yüz can bir kütle haline gelene dek
dövülüyorlardı.’ (“Tundale’s Vision,’ Visions of Heaven and Hell Before Dante,
[1989] der. Gardiner, s. 172-73)
Eileen Gardiner düşsel edebiyatın cehennem imgesi üzerine yerinde bir yorum
yapıyor:
Dokunsal ve görsel duyulara yapılan diğer saldırıların yanında, berbat kokular
korkunç bir gürültü de cehennemle özdeşleştirilir. Cehennem net bir şekilde
hayal edilip, tekrar tekrar betimlenir. Detaylar çoğunlukla aynı -ateş, köPrüler,
yakıcı göller, günahkârların sakatatlarını dışarı çıkaran korkunç Küçük
yaratıklar. Bunlar fiziksel, renkli ve canlı imgelerdir. Çoğunlukla, büyüyen
sanayi ekonomisinin maskülen çalışma imgeleriyle ilişkilidirler. Demirhaneler,
fırınlar, çekiçler, duman ve yanan metaller bir araya gelip; kırsal kesimden,
aristokrat ya da çiftçi bir seyirciye kesinlikle cehennem gibi gelecek bir görüntü
sunar.” (Medieval Visions of Heaven and Hell: A Sourcebook [1993], s. xxviii)
zalimce bir işkence vardı: Sonsuza dek çalışmak. VI. yüzyılda, din kardeşi Brendan öte
tarafa ziyaretinde, bir işçi gördüğü anda hemen istavroz çıkarır: Bütün umutlardan
vazgeçilmesi gereken yere geldiğini anlamıştır. Görüsünü anlatan kişi şöyle diyor:
Bir taş atımı kadar ileri gittiklerinde, şimşek gibi çarpan körüklerin gürültüsünü ve
örslerle demirlere vuran balyozları işittiler. Sonra Aziz Brendan, “Efendimiz yüce îsa,
bizi bu meşum adadan esirge” diyerek, tüm vücudunu haç işaretiyle donattı. Çok
geçmeden, oranın sakinlerinden biri çalışmaya başladı. Kıllı ve çok çirkindi; ateş ve
2
dumandan kararmıştı, isa’nın hizmetkârlarını adanın yakınında görünce, “Eyvah!
Eyvah!” diye haykırarak demirhanesine çekildi.26
Bu düşünceye göre, eğer bu hayatta doğru biçimde davranmazsan, sonraki hayatta bile
çalışmaya mahkûm olursun. Üstelik daha da kötüsü, Protestan kilisesine göre orada
çalışmak, dünyadaki en kötü işgünüyle karşılaştırıldığında bile asla hayal edemeyeceğin
raddede anlamsız ve tamamıyla gereksiz olacaktır.
Bu tema, Protestanlık öncesi dünya görüşünün kutsal saydığı şeylerde iyice
belirginleşiyor. Dante’nin İlahi Komedya’sında (l 321’deki ölümünden hemen önce
tamamlamıştır), hayatlarını paraya adamış günahkârlar -hem müsrifler hem de
cimriler- sonsuz bir dairenin etrafında, devasa kaya parçalarını itmeye mahkûm
olmuşlardır:
Gördüğüm insan sayısı
Her yerdekinden fazlaydı,
Çığlıklar atıyorlardı,
Göğüsleriyle koca yükleri iterken.
Birbirlerine de çarpıyorlardı,
Sonra geri dönerken “Niye tutuyorsun sen?”
“Niye saçıyorsun sen?” diye bağırıyorlardı.
26. “St. Brendan’s Voyage,” Gardiner, Visions of Heaven and Hell, s. 115-16.
Karanlık dairenin her köşesinde
işte böyle dönüyorlardı ters yöne.
Utanç verici cümleyi yineliyorlardı;
Bu karşılaşmanın ertesinde
Herkes gidiyordu yine kendi yan dairesine.27
Dante, bu fikri Yunan mitolojisinden almıştır, insanların en kötülerinin gönderildiği
Tartarus’ta en ağır ceza, açgözlü Sisyphos’a verilmişti.Büyük bir kayayı, sonunda hep
geri yuvarlandığı halde, durmak bilmeden bir tepenin zirvesine itmeye
mahkûmdu.28Pazar günü, Sisyphos’a ve Dante’nin Cehennemindeki günahkârlara hep el
sallar, fakat asla gelmez. Onlar, sonsuz bir cumaya mahkûm edilmişlerdir.
Bu temel bilgiyi göz önünde bulundurarak, Protestan Reformasyonu’nun çalışmaya
karşı tavrımızda ne büyük bir değişikliği zorunlu kıldığını daha iyi anlayabiliriz.
Reformasyon, alegorik olarak, hayatın çekim merkezini pazardan cumaya geçirdi.
Protestan etiği, ideolojiyi öyle bir şekilde tamamen kendisine uyarladı ki, Cennet ve
Cehennemi bile tersyüz etti. Dünyada iş, kendi içinde mutlak amaç haline geldiğinde
rahipler, cenneti sadece vakit öldürülen bir yer olarak hayal etmekte zorlandı. Çalışmak
bundan böyle, şeytani bir ceza olarak görülemeyecekti. Nitekim, XVIII. yüzyıl Protestan
rahibi Johann Kasper Lavater, cennette bile “Bir meşguliyetimiz olmadan huzurlu
olamayız. Bir meşguliyeti olmak demek yapacak bir mesleği, bir memuriyeti, kendine
özel bir görevi olmak demektir,”29 diye bir açıklamada bulunmuştur. Baptist kilisesi
men-
27. Dante, ilahi Komedya: Cehennem, çev.: Rekin Teksoy, Oğlak Yay., 1998, 7.
Kanto, S5-35
28. Homeros, Odysseia, çev.: Azra Erhat/A. Kadir, Can Yay., 1998, s.200:
“Sisyphos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: Yakalamış iki avucuyla
kocaman bir kayayı, ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmış kayaya, habire
itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama
tepeye varmasına tam bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin
geri, aşağı kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu
kayayı tekmil kaslarını gere gere, kopan toz toprak habire aşarken başının
üstünden, o habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.’ (11.593-600). Sisyphos’vari
işlerin dehşetinden, Platon da Gorgias 525e’de bahsetmiştir, (bkz. Apology, 41c
ve Axiochus,371e)
29.Lavater. Aussichten in die Ewigkeit (1773), 3:93.
subu William Clarke Ulyat, XX. yüzyılın başlarında cenneti tasvir ederken şöyle bir özet
çıkarmıştı: “Orası adeta bir atölye.”30
Protestan etiği öyle güçlü çıktı ki; çalışmamerkezlilik hayal gücümüze bile sızdı. Bu
durumun çok iyi bir örneği, Protestan vaizi olarak eğitilmiş bir adamın yazdığı bir
roman olan Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’sudur (1719). Bereketli, ıssız bir adada
kalmış Crusoe için işler kolay değildir; sürekli çalışır. İnançlarına o kadar sadık bir
Protestan’dır ki, pazar günleri bile tatil yapmaz; halbuki yedi günden oluşan haftaya
2
3
yine de uyar.Bir Aborijini düşmanların elinden kurtardıktan sonra, ona manidar bir
şekilde Cuma ismini verip, Protestan etiğine göre eğitir ve sonra bu etiğin ideal işçisini
kusursuzca betimleyen bir biçimde onu över: “Hiç kimsenin, Cuma’dan daha bağlı,
daha sevimli, daha içten bir uşağı olmamıştır; Cuma’nın bana, tutkusuz, çıkar
gözetmez, içten bir bağlılığı vardı; uysal bir çocuğun babasına bağlılığı gibi, bütün
duygularıyla bana yönelmişti.”31
Michel Tournier’nin Vendredi adlı, hikâyenin XX. yüzyıl hicviyle yeniden anlatıldığı
romanında, Cuma’nın Protestan etiğine geçişi çok daha bütünlüklü halde
bulunmaktadır. Crusoe Cuma’yı, ona Cassian manastır hükmünün emrettiğinden çok
daha Sisyphos’vari bir görev vererek, bir teste tabi tutmaya karar verir:
“Onu, dünyanın bütün zindanlarında aşağılamaların en alçaltıcısı olarak kabul edilen o
anlamsız işi yapmaya zorladım: Bir çukur kazmak, sonra kazılan toprağı doldurmak
için ikincisini kazmak, ikincisinin toprağını gömmek için üçüncüsünü kazmak vb. Bütün
bir gün boyunca, kurşuni bir gökyüzünün altında, hamam sıcağında sıkıntı çekerek
30. Ulyat. The First Years of the Life of the Redeemed After Death,s.191.
31. Defoe, Robinson Crusoe, çev.: Akşit Göktürk. Yapı Kredi Yay., 1997, s. 202.
Crusoe, zamanı hesaplama gereğini şöyle anlatır:
“Gelişimin on, on ikinci günü, defter, kalem, mürekkep yokluğu yüzünden
günlerimin sayısını şaşıracağımı, belki pazar günlerini de çalışma günleriyle
karıştırabileceğimi düşündüm; bunu önlemek için kocaman bir tahtanın üzerine
bıçakla, büyük harflerle ‘Buraya 30 Eylül 1659’da ayak bastım’ diye yazdım,
bunu bir direğe çakarak karaya ilk çıktığım yere bir haç gibi diktim. Bu dört
köşe tahtanın üzerine her gün bıçağımla bir çizik çekiyor, her yedinci çiziği
ötekilerden uzun her ayın ilk gününü de ötekilerden daha uzun yapıyordum;
böylece, günleri, haftaları, ayları, yılları saymama yarayacak bir takvim yaptım
kendime.” (s. 71) “Çok geçmeden pazar günlerini ötekilerden ayırt edemez
oldum” (s. 81).
çalıştı…Oysa Cuma’nm bu aptalca işe karşı isyan etmemiş olduğunu söylemek pek
yetersiz kalır. Onu bu kadar ateşli bir şekilde çalışırken gördüğüm enderdir.”32
Sisyphos, gerçek anlamda bir kahraman olmuştur.33
B. TUTKULU HAYAT
3
Sadece bilgisayar hacker’larının etiği değil toplumsal bir meydan okuyuş olarak
algılanıp bu geniş tarihsel bağlama yerleştirildiğinde hacker etiğinin, Protestan
etiğinden daha ziyade, Protestanlık öncesi etiğe benzediğini görürüz. Bu anlamda,
hacker’lar için hayatın
32. M. Tournier. Cuma ya da Pasifik Arafı, çev.: Melis Ece, Ayrıntı Yay., 3. baskı
2004,s. 126.
33. Crusoe, çalışmaya ilişkin değişen yaklaşımlarımızın kusursuz bir örneğidir;
çünkü bir adada yaşama fikri, değerlerimizi açıklamak için çok yerinde bir
örnek. Crusoe’nun adasında yaşam, eski Kutsanmışlar Adası mitinde
betimlenenden çok farklıdır. Hesiodos’a göre bu mitte, insanlar Altın
Çağ’dakjne benzer koşullarda yaşıyorlardı: “Tanrılar gibi, kalplerinde üzüntü
olmadan, zorluk ve acıdan uzak yaşıyorlardı. Sefil çağ onlardan gelmedi; kolları
ve bacaklarıyla yorulmadan hiçbir kötülüğün erişemeyeceği yerde, şölenler
yaparak eğlendiler” (Work and Days. 114-17).
Bir adada yaşam imgeleri ütopyalar tarihini de etkilemiştir ve eskiyle modern
görüşlerin arasındaki fark açıktır. Sokrates (yani Platon) ideal toplum fikrinde,
Kutsanmışların Adası kalıbından yola çıkmıştır. Mümkün olan en iyi toplumda,
sadece en alt sınıflar ve köleler çalışacaktır. Sokrates şöyle açıklıyor: ‘Bir de
kafaları işlemeyip de beden işlerinde çalışan insanlar vardır. Bunlar da beden
güçlerinden faydalanmak istediklerinden, bu güçlerini ücret karşılığı satanlar,
aldıkları paraya gündelik, kendilerine de gündelikçi, denir, değil mi?’ [Devlet.
371d-e ‘.: Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, Türkiye iş Bankası Kültür
Yayınları. 1999, s. 59; ayrıca bkz. 347b, 370b-c, 522b, 590c]. Sözün kısası,
vatandaşlar çalışmak durumunda değiller ve zamanlarını felsefeye
adamışlardır. Çalışmayla kurulan Sokratesci ilişki, Platon’un tüm eserlerine
hâkimdir. Gorgiasta Platon, Sokrates’e muhatabı Kallikles’e özgür bir adam
olarak kızının kesinlikle bir mühendisle evlenmesine izin vermeyeceğini izah
ettirir ve “Bununla beraber sen yine onu ve sanatını aşağı tutar ve küçük
görürcesine bir makineciden başka bir şey olmadığını söylersin’ der (Gorgias
512c, çev: Reyan Erben MEB Yay 113; karşılaştırın, 518e-19a). Phaidros’ta
Sokrates, hayattaki ilk on yazgının bir listesini bile verir. Yalnızca bir sofist,
tiran ve hayvan olmak bir işçi olmaktan daha aşağı sırada yer alır (birinci
kademenin tanrıların veya tanrılığa yakın olan insanların, yani filozofların
olması sürpriz değildir) (248d-e). Diğer Platoncu eserlerdeki hava da aynıdır.
(bkz. özellikle Soten. 203a ve Alkibiades, 1:131b).
Modern ütopyalardaki çalışmaya olan yaklaşımlar,çarpıcı şekilde farklıdır.
Thomas More’un Ütopya adasında aylaklık yasaklanmıştır. Bu fikir,
Rönesans’tan bu yana tasavvur edilen diğer bütün bilinen ütopyaların çoğunda
paylaşılır.
maksadının, cumadan çok pazara yakın olduğu söylenebilir. Fakat daha yakından
bakıldığında şunu belirtmeli ki, sonuçta hacker etiği hiçbir şey yapmadan geçen bir
cennet hayatı tasavvur eden Protestanlık öncesi çalışma etiğiyle aynı şey değildir.
Hacker’lar, tutkularını hayata geçirmek isterler ve ilginç uğraşlarının bile, her zaman
tam anlamıyla mutluluk getirmediğini kabul etmeye hazırdırlar.
Hacker’lar için, gerçekleştirilmesi her yanıyla tamamen eğlenceli bir oyun olmasa da
tutku, faaliyetlerinin genel anlamını ifade eder. Bu nedenle Linus Torvalds, Linux
üzerinde çalışmasını, keyifli bir hobi ve ciddi bir çalışmanın bir araya gelişi olarak
betimler: “Linux, çoğunlukla bir hobi oldu (ama en iyisinden, ciddi bir hobi).”34
Hack’lemek tutku dolu ve yaratıcı bir edim olsa da, sıkı çalışma gerektirir. Raymond
“How to Become a Hacker” adlı rehberinde şöyle der: “Hacker olmak çok eğlencelidir
ama bu eğlence çok da efor gerektirir.”35 Herhangi başka bir şeyi yaratırken de, en
azından bu kadar efor gerekir. Eğer gerekiyorsa hacker’lar, bütünü yaratmak için
gerekli ama daha az ilgi çekici kısımlar için de hazırdırlar. Bununla beraber, bütünün
anlamlılığı daha sıkıcı kısımlara bile değer yükler. Raymond: “Sıkı çalışmak ve kendini
adamak angarya değil ciddi bir tür oyun halini alacaktır.”36
Hayatta sürekli neşesiz olmakla: insanın gerçekleştirmek uğruna, belki daha az eğlenceli
ama yine de gerekli olan işleri de üstlenmeye gönüllü olduğu bir tutku bulmak arasında
fark vardır.
34 Comp.os.minix’e 29 Ocak 1992’de gönderilmiş bir mesaj.
35. Raymond, “How to Become a Hacker,’ s, 233.
36. a.g,y.,s. 237.
II
Vakit nakit midir?
3
3
3
A. “VAKiT NAKİTTİR”
Hacker’ların kendilerine özgü çalışma biçimlerinin bir başka temel boyutu ise, zamanla
olan ilişkileridir. Linux, Net ve kişisel bilgisayar, dokuzdan beşe çalışan bir ofiste
geliştirilmedi. Torvalds, Linux’un ilk versiyonlarını programladığında, genellikle gece
geç saatlere kadar çalıştı ve devam etmek için ikindi vakti kalktı. Bazen Linux’u
kodlamak yerine, sadece bilgisayarda oyun oynadı ya da tamamıyla farklı bir şey
yaptı. Zamanla kurdukları bu serbest ilişki her zaman bireysel bir hayat ritminden
zevk alan hacker’lara özgü bir özellik olmuştur.
Weber ünlü eserinde, Protestan çalışma etiği kavramıyla özel bir zaman hissini
birleştirerek, çalışma ve zaman kavramları arasındaki organik bağı vurgulamıştı.
Weber, Benjamin Franklin’in “Vakit nakittir”1 sloganını alıntılar. Kapitalizmin ruhu,
zamana ilişkin bu yaklaşımdan türemiştir.
1.Advica to a Young Tradesman’deki tam metin şöyledir: “Vaktin nakit
olduğunu unutma. Emeğiyle günde on şilin kazanabilen ve yurtdışına giden ya
da o günün yarısını aylak geçiren biri, oyalanırken veya aylaklık yaparken altı
peniden fazlasını harcamasa da, tek masrafın bu olduğunu düşünmemeli;
gerçekte ilaveten beş şilin harcamış, daha doğrusu ziyan etmiştir” (s. 370).
Network toplumunun zamanla olan egemen ilişki biçimini düşündüğümüzde yeni
ekonominin; eski endüstriyel kapitalizmden birçok farklı yönden ayrılsa da, zamanın
optimize edilmesi hususunda çoğunlukla Protestan etiğinin hükümlerini takip ettiği
açık. Şimdilerde, en kısa zaman birimleri bile nakit demek. Castells, network
toplumunun zamanı sıkıştırma eğilimi hakkında çok yerinde noktalara işaret ediyor.2
B. OPTİMİZE EDiLMiŞ ZAMAN
Kimse zamanın optimize edilmesinin sonuçlarından kaçınamaz. İş dünyasından
haberlerin sunuluş şekli, zamanın bizim için nasıl daha yoğun işlediğine dair iyi bir
kültürel göstergedir. CNBC’deki ekonomi haberlerinin fon müziği, MTV’deki
müziklerden daha çılgın bir hale geldi; süratli görsel estetiğiyle ise müzik kıliplerini bile
geride bıraktı. İnsan, haberlerin gerçek içeriğini anlamasa bile. “acele etmek lazım”
mesajını alıyor. Haberlerin manasını anlamadan da insan, iş dünyasının haber
bültenlerinde sunulan ve hava ra-
2. Bkz. Information Age (2000). 1. cilt, 7. böl. Bilgisel ekonomi, aynı zamanda
karakteristik ürünleri bilgiişlem teknolojisi veya bilginin kendisi olan ekonomi
anlamına gelir. Pine ve Gilmore, yeni tecrûbe ekonomisinden bahsederek,
olaya önemli bir boyut getirmiş olurlar. Bilgisel ekonomi aynı zamanda,
ürünlerin sembolik düzeylerinin gün geçtikçe önem kazandığı bir semboller
ekonomisidir. Pind ve Gilmore, bu ekonominin tüketicisi için şöyle der: “Bir
tecrübeyi satın aldığında, bir şirketin sahneye koyduğu bir dizi anılmaya değer
olaydan yararlanmaya zaman harcamak için; bunun onu kişisel bir yoldan
meşgul etmesi için para verir – aynı bir tiyatro oyununda olduğu gibi’ (The
Experience Economy, [1999] s. 2) Tüketici, özel bir stili olan bir kafede bir
fincan kahve içiyorken bir tecrübeyi tükettiğinin bilincinde değilse bile,
şirketler ürünlerini daha da bilinçli bir şekilde tecrübeler olarak dizayn ederler,
çünkü bu iyi satar.
porlarıyla aynı formatı uygulayan bu süratli ekonominin, hareketlerimizin gidişatını
düzenlediğinin farkına varıyor. İkisinde de, “hava durumu” hakkında
bilgilendiriliyoruz ve bize sadece kendimizi bunlara göre ayarlamak kalıyor: New
York’ta güneş ve hoş bir +80 NASDAQ’ derece hâkim, Tokyo’da tayfun ve kâr artışı
uyarılan…
Castells yapıtı The Information Age’de, küresel bilgi ekonomisinde (veya daha kesin
konuşmak gerekirse, bilgisel ekonomide, çünkü tüm ekonomiler bilgiye dayanır fakat
bizimkisi, yeni bilgiişlem teknolojisi paradigmasına dayanıyor; bilgi ekonomisi deyimi
bu fikrin eşanlamlısı olarak kullanılacaktır) rekabetin nasıl arttığını deneysel olarak
ispat ediyor.3 Hızlı teknolojik değişimler, rakiplerden önce davranıp, yeni teknolojiyi
tüketicilere süratle ulaştırmayı zorunlu kılıyor. Yavaş olanlar, ellerinde eskimiş
ürünlerle kalakalıyor. Bundan daha da beteri, teknolojideki köklü değişimlere verilen
gecikmiş yanıtlar oluyor.
Bu hız kültürünün mükemmel örnekleri, bilgi ekonomisinin bugünkü sembolleri olan
Amazon.com, Netscape ve Dell Computer’dır. Eskiden komisyoncu, şimdi ise
Amazon.com Web mağazasının kurucusu olan Jeff Bezos, teknolojideki ilerlemeleri
yakalamanın önemini şöyle anlatıyor: “Bir şey yılda yüzde 2300 artıyorsa
(Amazon.com’un kuruluş döneminde Net’in arttığı gibi), hızlı hareket etmelisiniz.
Aciliyet hissi, en değerli servetiniz haline gelir.”4 ikincisi Netscape olan üç milyar
dolarlık şirketlerin kurucusu Jim Clark, Web’in sunduğu fırsatı fark ettikten sonra,
Web’in en son atılımında temel rol oynayan Mosaic tarayıcısının yaratıldığı Illinois’den
Silikon Vadisi’ne geri dönüşünü şöyle anlatıyor: “Saat işliyordu. Illinois’ten San
Francisco’ya üç buçuk saat süren bir uçak yolculuğu bile vakit kaybı demekti. Sürekli
artan hızlanmanın yanında, Moore yasası on sekiz aylık artışlarıyla neredeyse yavaş
görünüyordu [Intel’in kurucusu Gordon Moore’a göre, mikroişlemcilerin verimi her on
sekiz ayda bir iki katına çıkar].5 Bundan çok
*ABD’deki en büyük bilgisayarlaşmış borsa organizasyonlarından biri. (ç.n.)
3.a.g.y, cilt 1. böl. 2. Deneysel bilgiler Held tarafından da, Global Transformations.’
Politics. Economics and Culture’da verilmiştir.
4. Spector. Amazon.com: Get Big Fast, (2000) s. 41.
5.Moore, yasayı ilk kez 1965’le Electronics dergisinin -Experts Look Ahead’ baş
-lıklı yazı dizisinde sunmuştu. Bu ilk formüle göre, bir birleşik devrenin içine
sığabilecek bileşen sayısı her sene ikiye katlanıyordu. Sonradan, bu rakam uher
on sekiz ayda bir” diye düzeltildi. Yasa bazen, daha kolay hatırlanılır bir şekilde
de ifade edilir: Her bir sene verim ikiye katlanır ve bedel yarıya iner.
daha kısa bir sürede, yepyeni bir Ürün yapmak ve pazara sunmak zorundaydık […]
insanlar artık Moore yasasının -ebediyet gibi uzun olan!- on sekiz aylık dönemleriyle
değil; ışığın bir fiber optik kablodan geçişi kadar hızlı düşüneceklerdi.”6
Clark’ın “sürekli hızlanma yasası”, teknoloji ürünlerinin piyasaya daha hızlı
sürülmesini zorunlu kılıyor. Başarılı girişimcilerin bu alandaki sermayesi de, öncesinde
olmadığı kadar hızlı hareket etmek zorunda kalıyor. Yatırımlar; saatler, dakikalar ve
6
hatta saniyeler içerisinde sürekli hedef değiştiriyor. Sermayenin depolarda beklemesine
veya fazla personel uğruna durgunluk yaşanmasına izin verilmemeli: Teknolojik bir
gelişmeye ya da finans piyasalarında sürekli değişen hedeflere yapılacak hızlı yatırımlar
için hazır bulunmalı.
Zamanı sıkıştırmanın şimdilerde geldiği noktada, teknolojik ve ekonomik rekabet;
tüketiciye geleceğin kendisine rakibinin arabuluculuğuyla ulaşacağından daha hızlı
ulaşacağını vaat etmekten ibaret oldu. Yeni teknolojik buluşlar, bize geleceği şimdi
getirdikleri iddiasıyla pazarlanıyor. Buna karşılık, ekonomi alanında kimse, geleceği
bekleyerek zengin olmakla tatmin olmuyor; bu nedenle de Net şirketleri, gelecekten
bekledikleri gerçekleşmeden çok önce, rekor zamanda inanılmaz anlık değer kazanıyor.
Bu hız dünyasında, çevrede hızlı bir değişim (örneğin teknolojik bir değişim veya finans
pazarında sürpriz bir dalgalanma), mükemmel girişimler için bile sorun yaratıp, işlerini
çok iyi yapan insanların bile işten çıkarılmasına neden olabilir.
Bu gibi hızlı değişimlere ve hızlandırılmış tekno-ekonomik rekabete ayak
uydurabilmek için özel girişimler, daha çevik işletme yöntemleri benimsediler.
Çeviklik ilk olarak, network oluşturarak kazanılır. Sonsözde Manuel Castells,
network girişimciliğinin yükselişini anlatıyor.7 Network girişimcileri asıl
becerilerine odaklanıp
6. Clark ve Edwards. Netscape Time: The Makîng of the Billion-Dollar Start-Up
That Took on Microsoft, (1999) s. 67-68, 62-63.
7.Bir de, bkz. Information Age, cilt 1, böl. 3.
değişen ihtiyaçlarına göre taşeronlar ve danışmanlarla çalışıp network geliştirirler. Her
beceriyi kendi kendine edinmek çok zaman alır ve fazladan personel de sonrasında
yavaşlatan bir yük haline gelebilir. Network girişimcileri, aslında enerjik rakipler
olsalar da; rakipleriyle proje bazında ortak çalışmalara girmeye bile hazırdırlar.
Network girişimi kendi içinde dahi, değişik projelerde birlikte çalışan, birbirinden
oldukça bağımsız birimlerden oluşur. İnsanlar, sabit işler yerine esnek şekillerde
istihdam edilirler. Castells bunlara esnek çalışanlar8 der. Network modeli, bir girişimin
sadece o anın projeleri için gerekli olan personeli işe almasını mümkün kılar. Bu da
demektir ki, yeni ekonominin gerçek çalışanları, girişimlerin kendisi değil, birbirleri
arasındaki ya da kendi içlerindeki projelerdir.9
9
ikincisi, işletme düşünürü Michael Hammer’ın Harvard Business Review’deki etkili
“Reengineering: Don’t Automate, Obliterate” (1990)10 başlıklı makalesinde işaret ettiği
gibi bazen yeniden yapılandırma da denilen, işlemlerin optimize edilmesi vasıtasıyla,
network toplumundaki işler hızlanır. Yeni ekonomiye adapte olmak, eski bir işletime
yeni bir web sayfası eklemek anlamına gelmez; tüm işletimin yeniden düşünülmesi
gerekir. Değişimden sonra işletim, tamamen yeni aşamalardan oluşabilir, ama bu
gerçekleşmese bile. tüm gereksiz ara aşamalar atılır. Böylece ürünlerin depo-
8. a.g.y., böl. 4.
9. Dell Computer’ın kurucusu Michael Dell, network’de az ve öz çalışma prensibini
“internet devrimcileri için kurallar”da şöyle ifade eder: “işiniz için hayati
önem taşımayan işlemleri başkalarına bırakın,” ve devam eder, “Nerede
uzmanlaşmak istediğinizi seçin ve gerisi için büyük ortaklar bulun.” Dell ve
Fredman, Direct from Dell: Strategies That Revolutionized an Industry, (1999) s.
xii, 173.
10. Hammer teorisini, James Champy ile birlikte Reengingering the Corporation’da
daha popüler bir biçimde anlatmıştı. Orada, başarılı organizasyonların
kendilerine yönelttikleri soruları ele alır: “Onlar ‘Yaptığımızı daha iyi nasıl yapaız?’
ya da ‘Yaptığımızı daha az bir maliyetle nasıl yaparız?’ diye sormuyorlardı.
Bunların yerine, ‘Sahi, yaptığımız işi neden yapıyoruz ki?’ diye soruyorlardı.” işletmeye
bu soru ışığında bakarak, Hammer ve Champy şu sonuca varırlar: “Çalışanların
üzerine çalıştıkları işlerin çoğunun, müşteri ihtiyacını karşılamakla
yani, yüksek kaliteli bir ürün yaratmak, o ürünü makul bir fiyata sağlamak ve
mükemmel hizmet sağlamakla hiçbir ilgisi olmadığını gördük. Birçok iş sadece,
şirketin kendi organizasyonunun içindeki talepleri karşılamak için yapılıyordu”
(s.4 )- Hammer ve Champy bunun yerine şirketlerin, anahtar işletimin etrafında
organize olmaları gerektiğinde ısrarcıdır.
larda bekletilmesi durumu en aza indirilir ya da tamamen ortadan kaldırılır. Hız
kültüründe hareketsizlik, yavaşlıktan daha beterdir.11
Ve üçüncü olarak, endüstri toplumundan zaten aşina olduğumuz otomasyon da halen
önemlidir. Yüksek teknolojiye dayanan işler hakkındaki haberlerin, halen insanları
sıklıkla bir montaj hattında göstermesinin anlamı vardır. Bir işletim optimize edildiğinde,
parçaları yine de otomasyonla süratlendirilmelidir (bazen işletimin optimizasyonu ve
otomasyon ters sırayla gerçekleşir; ki bu da kolaylıkla gereksiz ve hatta tamamıyla
yanlış işlerin yapılmasına neden olur), ileri teknoloji endüstrinin bile hâlâ maddi
1
1
üretime gereksinimi vardır; fakat insanlar bu üretimde mümkün olduğunca az rol
oynar ve onlara işlerini en çok vakit kazandıran şekilde yapmaları öğretilir. Frederick
Winslow Taylor tarafından endüstri devri kapitalizmi için geliştirilmiş, zamanı optimize
etme metodu olan Taylorizm’in güncel bir versiyonu, network toplumunda hâlâ etkin
durumda.
Bu hız kültürü, günümüzün tipik bilgi uzmanının çalışma saatlerini, her zaman daha
etkin biçimde kullanmasını gerektiriyor. İşgünü bir dizi hızlı görev arasında bölünmüş
durumda ve kişi, birinden diğerine koşturmak zorunda. Sürekli, bir projenin son
mühletine yetişmeye çalışırken, çalışanın muzipliğe vakti kalmaz ve tüm bunların
altından kalkabilmek için vaktini optimize etmek zorunda kalır.
C. PAZARIN CUMALAŞTIRILMASI
Eski Protestan etiğinin çalışmamerkezciliği zaten, işte oyuna yer olmadığı anlamına
geliyordu. Bu etiğin bilgi ekonomisindeki mükemmel örneği, vakti optimize etme
idealinin şimdilerde, işyerinin dışındaki hayata da taşınmasıdır (eğer öyle bir hayat hâlâ
varsa ta-
11. Dell, bu prensibi şöyle özetliyor: “Sürat ya da zamanın sıkıştırılması ve stok
zincirinden müşteriye doğru giden mesafenin uzaklığı, rekabet avantajının tek
kaynağı olacaktır. Internet’i, üreticiler ve satıcılar ile üreticiler ve müşteriler arasında
bağlantı kurmanın bedelini düşürmek için kullanın.Bu, ürünleri ve
hizmeti, pazara eskiden olmadığı kadar hızlı ulaştırmayı mümkün kılacak.’ Dell.
Direct From Dell, s. xii.
bii). Çalışma hayatı veya birinci bölümde önerilen alegorileri kullanırsak, cumanın
üzerindeki optimize etme baskısı artık o kadar kuvvetli ki, Protestan etiğinin diğer
kutbu olan boş vaktin muzipliğini ya da pazarı öldürüyor. Çalışma hayatı son raddeye
kadar optimize edildikten sonra; optimumu yakalama zorunluluğu, insanın diğer tüm
yaptıklarına da el uzatır. İnsan artık boş vaktinde bile yalnızca “olmak” için özgür
değildir; “oluşunu” en iyi şekilde icra etmelidir. Örneğin, ancak bir acemi rahatlama
teknikleri üzerine bir kurs almadan rahatlamaya başlar. Hobi sahibi değil de yalnızca
hobi meraklısı olmak, utanç verici bir şey olarak kabul edilir.
Muziplik, ilk önce işten çıkarıldı sonra da oyundan; geriye optimize edilmiş boş vakitler
kaldı. Witold Rybczynski Waiting f or the Weekend adlı kitabında, bu değişime iyi bir
örnek veriyor: “İnsanlar eskiden tenis ‘oynarlardı’; şimdi ise backhand ‘çalışıyorlar’.”12
Boş vakitleri değerlendirmenin başka bir çalışmamerkezli yolu ise, iş için önemli olan
beceriler üzerine çalışmak veya çalışmaya en iyi şekilde devam edebilmek için kendini,
mümkün olan en optimum şekilde işten uzaklaştırmakla meşgul olmaktır.
Optimize edilmiş bir hayatta boş vakit, çalışma vaktinin kalıplarını benimser. Evde
geçen vakit, işteki vakit kadar sıkı bir şekilde saati saatine planlanır: 5.30-5.45, çocuğu
antrenmana görür. 5.45-6.30, spor salonu. 6.30-7.20, terapi seansı. 7.20-7.35, çocuğu
antrenmandan al. 7.35-8.00, yemek hazırla ve ye. 8.00-11.00, ailenle televizyon izle.
11.00-11.35, eşinle konuş. 11.35-12.35, gece yarısı şovunu izle. 12.35-12.45, eşine (zaman
zaman) başka türlü ilgi göster. Gün, bir iş modeline uygun olarak, açık ve net dilimlere
bölünür ve bu bölünme elbette ki televizyon programları saatleriyle de takviye edilir.
Evde geçirilen vakit çoğunlukla, işte geçirilen vakit gibi tecrübe edilir; her şeyi idare
edebilmek için bir işten diğerine koşturarak. Bir anne kendisiyle yapılan bir söyleşide,
ailelerin şimdilerde yeni bir statü sembollerinin olmasına dair çok yerinde olan hissiya-
12. Rybczynski, Waiting for the Weekend. s. 18. Artık sadece… tenis
oynamayıp, sistematik olarak backhand üzerine çalışmasıyla bilinen ilk
kişinin Frederick Taylor’dan başkası olmaması makul. Bunun için özel bir
raket tasarımı bile yapmış *• 1881 ABD erkekler çiftler şampiyonasını
kazanmıştı. Copley, Frederick W. Taylor: Father ot the Scientific
Management, 1:117.
tını şöyle anlatıyor: “Eskiden bu bir ev ya da arabaydı. Şimdiyse, ‘Meşgul müsün? Biz
nasıl meşgulüz bir bilsen.’ deniyor.”13
Sosyolog Arlie Russell Hochschild Time Bind’da, bir evin vaktini optimize etmek için iş
metotlarının ne derece kullanıldığının mükemmel bir tarifini veriyor. Hochschild,
evdeki bu değişimleri bilgiişlem teknolojisiyle alakalı olarak incelemese de; bu değişimler,
iş hayatında kullanılan vakti optimize etmenin üç şeklinin bir uyarlaması olarak ele
alınarak, kolayca daha geniş bağlamlara oturtulabilir. Ev de Taylorize edildi; başka bir
deyişle insanın görevini en basit ve en çabuk şekilde yapılabilir hale getirmek için
otomasyona sokuldu. Buraya, Hochschild’ın “ebeveynleri evde işlevsizleştirme”
1
kavramı çok uygun düşüyor: Kişisel tariflerle yapılan ev yemeklerinin yerini
mikrodalgada hazırlanan yemekler aldı. Aileler artık kendi eğlencelerini kendileri
yaratmak yerine sadece, televizyonun toplumsal toplantı hattına dahil olmak için
uzaktan kumandaya basıp duruyorlar. Hochschild tam bir ironi yakalamış: “Akşam
yemeğinden sonra, bazı aileler sessiz ama samimi şekilde birlikte oturup, televizyon
anneleri, babaları ve çocuklarının birbirleriyle hararetle konuştukları sitcom’ları
izliyorlar.””
Ev hayatının yönetiminde, başka bir iş stratejisi de devreye giriyor: Dışarıda yemekten
kreşlere kadar her yerde network kullanmak; özellikle de dış kaynak kullanımı şeklinde
yapılanı, (yani yemek üretimi ve çocuk bakımı taşeronlarca yapılıyor). Hochschild,
bunun sonucunda oluşan yeni anne (ya da baba) görüntüsünün iyi bir betimlemesini
yapıyor: “Vakit yoksunu anne, giderek daha fazla, ebeveyn olmak ve ebeveynliğin ürün
haline getirilmiş bir versiyonunu başka birinden satın almak arasında bir seçim
yapmaya zorlanıyor. Genişleyen bir ürün ve hizmet mönüsüne bel bağlamakla, gittikçe
daha çok, aile hayatının dış kaynaklı kısımlarını denetleyen ve düzenleyen bir
ebeveynlik yöneticisi haline geliyor.”15
13. Kantrowitz, “Busy Around the Clock’, (2000) s.49.
14. Russell Hochschild, Time Bind, (1997) s. 209. Bu, Taylor’un kitabının önsözünde
daha geniş bir şekilde ifade ettiği şeyi gerçeğe dönüştürdü: “[Bilimsel
idarenin] aynı prensipleri, tüm toplumsal faaliyetlerde eşit bir etkiyle
uygulanabilir.” ilk örnek olarak, “evlerimizin idaresinden bahseder (s. iv).
15. a.g.y.,s. 232.
Üçüncü olarak, sürecin optimize edilmesi geliyor. Evde bile; çocuk bakma “süreci”
“gereksiz” kısımları elenerek, optimize ediliyor. Artık ebeveynler, çocuklarıyla verimsiz
bir şekilde birlikte olmak yerine, onlarla “kaliteli vakit” geçiriyorlar. Bu kaliteli vakit,
başlangıcı ve bitişi itibarıyla kesin olarak tanımlanmıştır. Bu sürede net olarak bir olay
gerçekleşir ya da somut bir çıkarım elde edilir (örneğin çocuğun okul piyesi veya
atletizm yarışması veya lunaparka gitmek gibi), Kaliteli vakit esnasında aksaklık süresi
en aza indirilir ya da tamamen yok edilir. Hız kültürünü tamamen içselleştirmiş bir
ebeveyn; çocuğun da bunu, ebeveynin çocuğuna koşulsuz vakit ayırdığı bir ilişki
biçimine eşit hatta daha iyi şekilde tecrübe ettiğine inanabilir. Hochschild şöyle diyor:
“Kaliteli vakit, yoğun birliktelik süreleri ayarlamanın, tümden bir vakit kaybını, üstelik
ilişkide hiç kalite kaybı yaşanmayacak bir şekilde telafi edeceği umudunu vaat eder.”16
1
D. ESNEK ZAMAN
Bilgi ekonomisinde hayatın tümü, çalışmaya özgü şekilde (eski zamanlarda ise buna bile
özgü olmayan şekilde) daha da optimize edildi. Fakat hepsi bu da değil. Protestan etiği,
vaktin çalışmamerkezli optimizasyonu ve aynı zamanda, çalışmamerkezli vakit organizasyonu
manasına da geliyor. Düzenli çalışma vakti fikrini hayatin merkezine ilk defa
Protestan etiği oturttu. Kendini organize etmek yitirilmiş ve çalışmadan artakalanlar
bölgesine havale edilmişti: Günden kalan akşama, haftadan kalan hafta sonuna ve
emekliliğe; yani hayattan geriye kalanlara. Vaktin diğer kullanım biçimlerinin tümünü
organize eden, düzenli olarak tekrar edilen iş, hayatın merkezi olmuştur. Weber,
Protestan ahlakında. “Sıradan çalışanın çoğunlukla kabullenmeye zorlandığı düzensiz
çalışma, çoğunlukla kaçınılmaz olsa da, her zaman istenmeyen bir geçiş dönemidir.
Mesleği olmayan bir adam, dünyevi asketizmin talep ettiği sistematik, tertipli
karakterden yoksun olur,”17 der.
16. a.g.y., s. 50.
17. Weber, Protestant Ethic, s. 161.
Vaktin bu şekilde organize edilmesi şimdiye kadar bilgiişlem teknolojisinde fazla bir şey
değiştirmedi. Yeni bilgi teknolojilerinin, zamanı hem sıkıştırıp hem de daha
esnekleştirmesine rağmen, çok az sayıda kişi harfi harfine düzenli çalışma saatlerinden
sapabiliyor. (Castells buna “zamanın sırasını bozma” diyor.) Net ve cep telefonu gibi
teknolojilerle, insan istediği yerde ve zamanda çalışabilir.
Fakat, bu yeni esneklik, vaktin otomatik olarak daha bütünsel bir şekilde organize
edilmesine yol açmaz. Aslında, bilgi ekonomisindeki hâkim gelişmeye bakılırsa;
esnekliğin çalışmamerkezciliğin kuvvetlenmesine yol açtığı görünmektedir. Bilgi
uzmanları bu esnekliği çoğu zaman, boş vakit kazanabilmek için çalışmak yerine, boş
vakitlerini kısa iş nöbetleri için daha elverişli hale getirmekte kullanıyor. Pratikte,
çalışma için ayrılan zaman diliminin merkezinde yine, (en azından) sekiz saatlik bir
işgünü var; fakat dinlenme vakti, iş nöbetleriyle bölünüyor; Televizyon, e-posta, çocuklarla
dışarıya çıkmaya ayrılan yarımşar saatlik vakitlerin arasına bir-iki tane işle
ilgili cep telefonu konuşması serpiştiriliyor.
Kablosuz teknoloji, örneğin cep telefonu kendi içinde bir özgürlük teknolojisi değil; bir
“aciliyet teknolojisi” de pekâlâ olabilir. Her telefon görüşmesi kolaylıkla acil bir
görüşmeye; cep telefonu da, günün acil durumlarının üstesinden gelebilmek için bir
araca dönüşebiliyor.
Bu bilgiler ışığında, ilk telefon edinenlerin (hem sabit hem telsiz telefon), acil durumlara
yetişmek zorunda olan polisler gibi acil durum görevlileri olmasında bir ironi var.
Örneğin, Aronson ve Greenbaum, telefonlu doktorların, “telefonla her zaman ulaşılabilmenin
ahlâki yükümlülüğünü yavaş ama emin bir şekilde üstlenmelerini”” anlatıyor.
Telefon ilk başta, daha geniş topluluklara bile, bir hayatta kalma aracı olarak
pazarlandı. 1905 tarihli bir reklam, telefonun yalnız bir ev hanımını nasıl
kurtarabileceğini anlatıyordu: “Modern kadın, acil durumların telefonla korkunç
olmaktan çıktığını görüyor. Doktorunu çağırabileceğim ya da eğer ihtiyaç varsa, polisi
veya itfaiyeyi, normalde bir hizmetçiyi çağırmaktan daha kı-
18. Aronson ve Greenbaum, “Take Two Aspirin.” Fischer, America Calling,
s. 176’da yer almıştır.
sa bir sürede arayabileceğini biliyor.”19 Başka bir pazarlama fikri ise, bir işadamının
acil bir durum yüzünden geç kalacağını söylemek için karısını arayabilecek olmasıydı.
1910 tarihli bir reklamda bir adam karısına, “Yarım saat geç kalacağım,” der ve kansı
neşeyle cevap verir, “Peki, John.” Daha fazla açıklamayı fotoğrafın altındaki metin
yapar: “Beklenmedik olaylar, işadamını sık sık bürosunda alıkoyar. Masasında ve
evinde bir Bell telefonu olduğunda, ailesine anında ulaşabilir. Birkaç kelime, tüm
gerginliği yumuşatır.”20
Mucidi Alexander Graham Bell’in, 1876’da yardımcısına telefonda söylediği ilk
sözlerinden bu yana (“Bay Watson, buraya gelin, sizi istiyorum”), telefon bir aciliyet
kültürüne bağlandı. Buradaki paradoks ise en yüksek teknolojinin bizi kolayca, acil
durumlara yetişmek üzere sürekli hatta olduğumuz, hayatta kalabilme yaşantısının en
1
düşük seviyesine getirmesi. Bilgi ekonomisinin elit tabakasının böyle görünme yönünde
güçlü bir eğilimi var: Eskiden, artık sürekli çalışıp, bir yerden bir yere koşturma
zorunluluğu kalmadığında elit tabakaya mensup olunuyordu; şimdilerde ise elit tabakayı,
cep telefonlarıyla acil meseleleri halleden ve hep bir işin son mühletine
yetişmeye çalışan, sürekli hareket halinde olan insanlar oluşturuyor.
E. CUMANIN PAZARLAŞTIRILMASI
Teknolojiyi, çalışmamerkezliliği ilerletmek için kullanırsak; cep telefonu gibi
teknolojiler, çalışma ve dinlenme arasındaki sınırın çalışmamerkezliliğin lehine, kolayca
yok olmasına neden olur. Vaktin optimize edilmesi de esnekleştirilmesi de, pazar
gününün gittikçe cumaya benzemesine neden olabilir.
Fakat bu kaçınılmaz değildir. Hacker’lar, oyuna daha fazla yer açabilmek amacıyla
vakti optimize ederler: Torvalds’ın görüşüne göre, Linux’u geliştirirken geçen ciddi
çalışma sürecinde, biraz bilardo oynamaya ve acil amaçları olmayan programlama
denemelerine her zaman vakit olmalıdır. Aynı yaklaşım, 60’lı yılların
19. Fischer, America Calling, 7. fotoğraf.
20. a.g.y., 8. fotoğraf.
MIT’sinden bu yana hacker’lar tarafından da paylaşılmıştır. Esnek zamanın hacker
versiyonunda iş, aile, hobiler, vs. gibi hayatın farklı alanları katı şekilde birleşmez;
dolayısıyla çalışmak, her zaman haritanın merkezinde değildir. Bir hacker gün
ortasında uzun bir öğle yemeği için arkadaşlarıyla bir araya gelebilir; ya da akşam bir
bira içmek için dışarı çıkabilir. Sonra da akşamüstü ya da ertesi gün çalışmaya devam
edebilir. Bazen aniden, tüm günü tamamıyla farklı bir şey yapmakla geçirmeye karar
verebilir. Hacker’a göre, vaktin optimize edilmesi ve esnekleştirilmesi için makinelerin
kullanılması, insanlar için daha az makineleşmiş yani – daha az optimize edilmiş ve daha
az rutin bir hayat sağlar. Raymond. “Bir hacker gibi davranmak için buna, (insanların
hiçbir zaman aptalca kendini tekrar eden işlerde köle gibi çalışmaması gerektiğine);
sıkıcı kısımları, sadece kendin için değil herkes için mümkün olduğu kadar otomasyonla
halletmeyi isteyecek kadar inanmalısın,” der. Hacker’in, vaktini özgür iradesiyle
kullanma ideali gerçekleştiğinde, cuma (iş haftası), pazarın (“hayattan artakalanların”)
geleneksel haline daha çok benzeyecektir.
Tarihsel olarak, vakti kendi kendine organize etme özgürlüğünün öncüsü, yine
akademidir. Akademi her zaman, kişinin vaktini kendisinin organize etme özgürlüğünü
savunmuştur. Platon, vakitle olan akademik ilişkiyi, özgür bir insan skhole’ye yani “çok
vakte” sahiptir, “konuştuğunda huzur ve sessizlikte konuşur ve zamanı
kendisinindir,”21 diyerek tanımlar. Fakat skhole yalnızca “vakti olmak” değil, aynı
zamanda zamanla kurulan belli bir ilişki manasına geliyordu. Akademik bir hayat
yaşayan bir kişi, kendi vaktini kendisi organize edebilirdi, yani çalışma ve dinlenmeyi
istediği şekilde birleştirebilirdi. Özgür bir insan, belli işler yapmayı üstlenebilirdi fakat
bu, başkasının onun vaktine sahip olduğu anlamına gelmezdi. Kendi vaktinin
yönetimine sahip olmama -askholia-mahpusluk (kölelik) durumuyla özdeşleştirilirdi.
Protestanlık öncesi yaşamda, akademinin dışındaki insanlar bile, vakitlerine Protestan
Reformasyonu’ndan sonra olduğundan da-
21. Platon, Theaitetos, 172d [Diyaloglar II, çev,: Macil Gökberk Remzi
Kitabevi Yay.. 1998]; bkz. 172c-73b, 154e-55ava 187d-e, Apology, 23c ve
Phaedrus. 2589
ha fazla hâkimdiler. Emmanuel Le Roy Ladurie, Montaillou: Cathars and Catholics in a
French Village, 1294-1324 adlı eserinde, XIII. yüzyılın sonu ve XIV. yüzyılın başlarında
bir ortaçağ köyündeki yaşamın büyüleyici bir portresini sunuyor. Köylülerin, zamanı
kesin bir biçimde tanımlama yolları yoktu. Zamandan bahsettiklerinde, “Karaağaçların
yaprak verdikleri mevsimde oldu” veya “iki tespih duası [Paternoster] kadar uzun
sürüyor” gibi belirsiz ifadeler kullanırlardı.22 Montaillou’da, köy herhangi düzenli bir iş
zamanına göre yönetilmediği için, daha kesin zaman ölçülerine ihtiyaç yoktu.
Le Roy Ladurie şunları yazar: “Montaillou sakinleri, ağır işten korkmazlardı ve
gerekiyorsa çaba gösterirlerdi. Fakat sabit ve sürekli bir zaman çizelgesinde
düşünmezlerdi… Onlar için işgünü, bir dostla sohbet edip, belki de aynı zamanda bir
kadeh şarabın keyfini çıkardıkları uzun, düzensiz aralarla bölünürdü. Bu sözlerle, diyor
Sicre, kepenklerimi indirdim ve Guillemette Maury’nin evine gittim. Arnaud Sicre, benzer
başka kesintilere de işaret ediyor: Pierrre Maury beni ayakkabı yaptığım dükkândan
çağırdı… yaptığım işi bıraktığımı duyunca, Guillemette bana evine gelmemi rica etmek
için haber gönderdi. Ben de gittim…”23
Montaillou’da sürati büyük ölçüde belirleyen yine de zaman değil çalışandı.
Günümüzde, günün ortasında çıkıp arkadaşıyla bir kadeh şarap içmeye giden bir
ayakkabıcı, kaç ayakkabıyı ne kadar mükemmel şekilde yaparsa yapsın kovulacaktır.
Bunun nedeni, artık günümüz çalışanlarının, “karanlık” ortaçağdaki ayakkabı tamircisi
veya çobanın sahip olduğu, kendi zamanını yönetme özgürlüğüne sahip olmaması. Tabii
ki, toprak köleliğinden bahsetmeden ortaçağda çalışmayı tasvir etmek yanlış olur; fakat
bu önemli istisnayı dışarıda bırakırsak, ortaçağda çalışma için; makul hedefler
gerçekleştirildiği sürece kimse çalışanların vakitlerini nasıl kullandıklarını
denetlemezdi, diyebiliriz.
Hareket, yalnızca manastırlarda saate bağlıydı, yani bir kez daha görüldüğü gibi,
Protestan etiğinin tarihsel önceli, manastırda bu-
22. Le Roy Ladurie. Montaillou, (1978) s. 279. 277.
23, a, 9. y., s. 277-78.
lunabilir. Aslında, manastır yasalarını okurken insan kendini, önemli bir çağdaş şirketin
icraatlarını okur gibi hissediyor. Benedictus hükmü, buna iyi bir örnek. Hüküm,
hayatın döngüsünün, “her zaman aynı Saatler ‘de, aynı şekilde tekrar edilmesi”
gerektiğini öğretiyor.24 Bu “Saatler”, kilise hukukuna ait yedi Görev Saatidir (horas
officiis).25
şafak vakti övgü duası (laudes)
09.00 sabah ayini (prima)
öğle öğle ayini (sexta)
15.00 ikindi ayini (nona)
18.00 akşamüstü ayini (vespera)
akçam gün bitimi ayini (completorium)
gece gece ayini (matutinae)
2
Tüm faaliyetlerin zaman sınırlarını, bu saatler belirlerdi. Bunlara uyulduğunda uyanma
vakti de yatma vakti gibi hep aynı saatte olurdu.26 iş, ders çalışma ve yemek saatleri de
kesin olarak saptanmıştı.
Hayat düzenleyici bu programdan sapmak, Benedictus hükmü altında cezalandırılan bir
hareketti. Fazla uyumak kınanırdı: “Bunun olmasını önleyecek her tür tedbir alınsın.”27
Hiç kimsenin, kendi isteğine göre atıştırmak için ara vermesine müsaade yoktu: “Bu iş
için tespit edilen zaman öncesinde ya da sonrasında hiç kimse, yemeye ve içmeye cüret
etmesin.”28 Kutsal Görev Saatleri’nin başlangıcını kaçıran cezalandırılırdı29 -Görev
Saatleri’nde mutlak dakiklik talebine tek istisna olan gece ibadetine, ikinci ilahi
okunana kadar geçen zaman içerisinde gelinebilirdi (“ayrı düzenlenmiş bir çalışma
saati”).30
24. The Rule of St. Benedict, 18.
25. a.g.y., 16.
26. a.g.y., 42.
27. a.g.y., 11.
28. a.g.y. ,43.
29. Hatta geç gelenler, gereğine uygun şekilde, belli zamanlarda dakik olarak
cezalandırılırdı: “Bütün Görev Saatlerinde Tanrının işi sona erdiğinde, durduğu
yerde kendini yere atsın ve bu şekilde tarziye etsin: ta ki başrahip ona
cezasının bittiğini söyleyinceye dek” (a g.y. s. 44)
30. Aziz Benedictus şöyle yazıyor: “Gece toplantılarına ikinci ilahiye kadar geç
gelmeye, ancak ilahi bitip de kardeşleri duaya başlamadan önce cemaatte
yerini almak için acele etmek şartıyla müsaade vardır. Fakat eğer geç geliş için
izin verilen saat az da olsa geçirilirse, daha önce değindiğimiz suçlama ve
cezaya kesinlikle maruz kalınacaktır.”
Protestan etiği, saati manastırdan dışan çıkarıp günlük hayata sokarak; modern çalışan,
onunla özdeşleşen işyeri ve iş zamanı gibi kavramları doğurdu. Sonrasında, Franklin’in
otobiyografisindeki sözler herkese uyar oldu: “İşimin her kısmına özel vakit ayrılmalı.”3
1 Bilgi ekonomisi, yeni teknolojisine rağmen, bireysel değişikliklere yer vermeden, hâlâ
ağırlıklı olarak Görev Saatleri’ni esas alıyor.
2
3
3
Burası garip bir dünya ve güçlü bir direniş olmadan değişmiyor. Toplumsal tarih
uzmanı Edward Thompson, “Time, Work-Discipline, and Industrial Capitalism”
(1967)32 başlıklı makalesinde, endüstriyel çalışmaya geçişte karşılaşılan güçlükleri tarif
ediyor. Örneğin ortaçağda, ziraatçıların görevmerkezli çalışmaya alışık olmasına dikkat
çekiyor. Onların geleneksel düşüncelerinde esas olan, görevi tamamlamaktı. Hava
koşulları harici sınırlar koyardı ama bu sınırlar içerisinde görevlerin üstesinden bireysel
eğilime göre gelinirdi. Diğer yandan endüstriyel çalışma, zamanmerkezliydi: İş, ona
harcanan vakitle tanımlanıyordu. Endüstri çağı öncesi insanlara yabancı gelen işin
kendisi değil, zamanla bağlantılı bir iş ilişkisi tanımlama fikriydi ve buna direnmişlerdi.
Yeni bilgiişlem teknolojisinin ilginç vaadi, görevmerkezli çalışmanın yeni bir şeklini
mümkün kılabileceğidir. Fakat bunun kendiliğinden gerçekleşmeyeceğini hatırlamakta
fayda var. Aslında tuhaf gerçek şu ki, şu anda bu teknoloji daha çok kontrol saati gibi
araçlarla, çalışanın vaktinin daha yoğun bir şekilde denetlenmesi için kullanılıyor. (Bu
teknoloji uygulamasının absürdlüğü aklıma, endüstriyelleşen Hindistan’da geçirdiğim
eğitici bir ayı getiriyor. Her gün yaptığım yürüyüşlerde, sabahtan gecenin geç saatlerine
kadar köşe başlarında duran Hindistanlı sokak süpürücülerine dikkat etmeye başladım.
Ne var ki, sokaklar, hiçbir zaman daha temiz gö-
31. Franklin, Autobiography, s. 90.
32. Thompson aynı zamanda, The Making of the English Working Class isimli
kitabın da yazarıdır (1963). [ingiliz işçi Sınıfının Oluşumu, çev.: Uygur
Kocabaşoğlu. Birikim Yay.. 2004]
rünmüyordu. Şaşkınlığımı bir Hindistanlı dostuma anlattığımda ve bu işçilerin
amirlerinin, durumdan neden şikâyetçi olmadıklarını sorduğumda, olaya tamamen
yanlış bir açıdan baktığımı söyledi. Ben yanlışlıkla, Hindistanlı sokak süpürücülerinin
işinin sokağı süpürmek olduğunu varsaymıştım ancak -diye ekledi- Hindistanlı sokak
süpürücüsünün görevi sokağı süpürmek değil; bir sokak süpürücüsü sıfatında
kusursuzca var olmaktır! Bu aynı zamanda kontrol saatinin de arkasında olan
ideolojinin iyi bir ifadesi. Gördüğüm en gelişmiş kontrol saatlerinin, insanların herhangi
bir zamanda, kusursuz varoluşlarının hangi özel nüansıyla meşgul olduklarını belirtmek
için kullanmaları beklenen düzinelerce kodu vardır; ki buna molaların esas gerekçesi
olan sindirim sistemlerinin durumu da dahil. İşte bu, en saf haliyle teknolojinin
zamanmerkezli kullanımı.)
F. YARATICILIĞIN RİTMİ
İşletme mantığımızın, bilgi ekonomisinde şirketin başarısını belirleyen yaratıcılığı teşvik
etmek yerine hâlâ, çalışmanın, çalışanın vakti ve mekânı gibi dış faktörlerine
odaklandığını, kimse inkâr edemez. Çoğu yönetici, işteki gayemizin “gün doldurmak”
mı, yoksa bir şeyler yapmak mı olduğu sorusunun derin önemini anlayabilmiş değil.
Yetmişlerin başlarında, Stanford Üniversitesi yapay zekâ laboratuvarından Les Earnest,
hacker’ların bu soruya yanıtlarının iyi bir özetini verdi; “İnsanları, israf ettikleri vakit
miktarıyla değil; yarım sene ya da bir sene gibi, oldukça uzun zaman dilimlerinde neler
başardıklarıyla değerlendirmeye çalışıyoruz.”33
Bu cevap hem salt pragmatik olarak hem de etik açıdan anlaşılabilir. Pragmatik mesaj
şu: Bilgi ekonomisinin en önemli üretim kaynağı yaratıcılıktır ve sürekli acele ederek, ya
da dokuzdan beşe denetim altında, ilginç şeyler yaratmak mümkün değildir. Bilgi
ekonomisindeki denetim kültürü, arzulanan hedeflere kolayca ters düşebileceğinden,
sadece ekonomik nedenler yüzünden bile muzip-
33. Brand, The Media Lab. s. 53.
liği ve bireysel yaratıcılık tarzlarını hesaba katmak önemlidir. Tabii ki, önemli bir ek
koşul da şudur: Görevmerkezli proje kültürünün hayata geçirilmesinde, belirlenen
proje programları -hayatta kalabilmenin son mühlet tarihleri olmadığından- çok kısa
zamanlı olmamalı ki, yaratıcılık ritmi için hakiki bir fırsat ortaya çıkabilsin.
Fakat şüphesiz, buradaki etik boyut, bu pragmatik kaygılardan daha da önemlidir;
değeri olan bir hayattan bahsediyoruz. Çalışma vaktini denetleme kültürü, yetişkinleri
kendi hayatlarını yönetecek kadar olgun kabul etmeyen bir kültürdür. Bu kültür,
herhangi bir özel girişim ya da hükümet kurumunda, kendileri için sorumluluk
alabilecek derecede olgun olan sadece birkaç kişi olduğunu ve yetişkinlerin çoğunun,
küçük otorite grubunun sürekli rehberliği olmaksızın bunu yapamayacaklarını
varsayar. Böyle bir kültürde çoğu insan kendini, itaate mahkûm görür.
3
Hacker’lar, her zaman bireye saygı duymuştur. Her zaman otoriteye karşı olmuşlardır.
Raymond, hacker’ın görevini şöyle tanımlıyor: “Nerede otoriter sistem yanlısı bir tavır
görürsen mücadele et ki seni ve diğer hacker’lan bastırmasın.”34
Hacker etiği, bireyin değerinin ve özgürlüğünün “çalışmak” adına bunca sınırlanışının
ortasında bize, hayatımızın burada ve şimdi olduğunu hatırlatır. Çalışmak, aralıksız
devam eden ve içinde diğer tutkulara da yer olması gereken hayatımızın, sadece bir
parçasıdır. Çalışma şekillerinde reform yapmak, sadece çalışanlara , insanlara da insan
oldukları için saygı gösterme meselesidir. Hacker’lar, “vakit nakittir” özdeyişi yerine
“bu benim hayatım”ı kabul ederler. Ve bu artık kesinlikle bizim hayatımız. Parçalara
ayrılmış bir beta versiyonunu değil, kendisini dolu dolu yaşamalıyız.
34. Raymond. “How to Become a Hacker.” s. 236.
İkinci kısım
Para Etiği
III
Bir dürtü olarak para
A. PARA ETIĞİ
Gördüğümüz gibi, hacker etiği hâlâ hüküm süren Protestan etiğine meydan okuyan bir
çalışma etiği anlamına geliyor. Hacker’ların Çalışmaya olan itirazlarının çoğuna
katılmak çok da zor olmasa gerek. Aslında, Protestan çalışma etiğinin bilgiişlem
teknolojisi üzerinde halen güçlü bir etkisi olmasına rağmen: hacker çalışma etiği yavaş
yavaş, bilgisayar hacker’larından daha geniş bir grup olan bilgi uzmanlarına yayılıyora
benziyor. Fakat, Weber’in Protestan ahlakı kavramının ikinci temel seviyesine -yani
para etiğine, parayla olan ilişkimize- geldiğimizde tepkiler mecburen daha da bölünmüş
oluyor.
Weber, eski kapitalizmin ruhunun bu boyutu yani Protestan para
etiği hakkında, “Bu etiğin summum bonum’u” yani en iyi yanı, “daha fazla para
kazanmaktır,” demişti.1 Protestan etiğinde, hem para hem de iş, kendi içlerinde mutlak
amaçlar gibi görülürler.
1
“Yeni ekonominin” “yeniliği”, eski para kazanma amacını reddetmekten ibaret
değildir. Doğrusunu söylemek gerekirse, bizler tarihin en bütüncül kapitalist çağında
yaşıyoruz. Kapitalist ruhun geleneksel telafisi olan, alışveriş karşıtı ruhlu pazar gününe
kendimizi bu kadar yabancı hissetmemiz ve geriye kalan tüm pazar günü kapalı
dükkânlardan kurtulup, pazarı bir başka cumaya çevirmek istememiz, bu çağa uygun,
ufak bir sembol. Pazar günüyle olan ilişkimizdeki değişiklik, yeni bilgi ekonomisindeki
Protestan etiğinin de, bununla ilgili önemli bir değişim geçirdiğine iyi bir işaret:
Dinlenme demek olan pazar günü, çoğunlukla bir tüketim alanıdır. Weber’in tutumlu,
XVII. yüzyıl Püriteninin yerini; XXI. yüzyılın her şeyi yalayıp yutan, hazza sürüklenmiş
tüketicisi aldı.
Bunun anlamı, Protestan etiğinin merkezi çatışmasının şimdi yeni bir şekilde
çözüldüğüdür. Çatışma, ekonomik refahı artıran iş talebi ve herhangi bir işi ödev kabul
etme talebinin eşzamanlılığından ötürü ortaya çıktı. Fakat eğer kişi çalışmayı, gerçekten
en yüce değer olarak görüyorsa, gelirini azami hale getirmeyi dert etmez. Ve kişi parayı,
en yüce hedefi olarak görüyorsa çalışmak artık kendi içinde bir değer değil, sadece bir
vasıtadır. Eski kapitalizmde bu çatışma, çalışmayı paradan daha yüksek bir yere
koymakla çözülmüştü; ki bu da çoğu insanın Protestan etiği terimini, Protestan çalışma
etiği diye anlamaya meyilli oluşundan belli oluyor.
Yeni ekonomide, çalışmak hâlâ özerk bir değer, fakat paranın yanında ikinci plana
atılmış. Şüphesiz hâlâ, çalışmayı daha yüce bir değer olarak gören birçok insan var ve
toplumlar, çalışmaya ihtiyacı olmayacak kadar varlıklıyken bile, hâlâ aylak olanı
kınama eğilimindeler. Fakat yavaş yavaş, iş ve para arasındaki denge, yeni ekonomide
servetin nasıl çoğaldığının cazibesine kapılıp, para lehine ağır basıyor. Bir işyerinin
ortaya çıkardığı işin maddi sonucu (hisseleri), sermayesinin büyümesinden ve hissesinin
değer artışından daha önemsiz hale geliyor. İş (kâr) ve sermaye arasındaki iliş-
1.Weber, Protestan Ahlakı, s. 43.
ki, sermaye yararına değişiyor. Bu, hisse senedi seçenekleri, başlangıç işleri, hisse
karşılığı ücret ödeme ve borsada yatırım yapmak için bankaya daha az para yatıran
kişilerin yarattığı bir netice. XVII. yüzyılın çalışmamerkezci Protestanları, özellikle
bahis oynamayı yasaklamışlardı; yeni ekonomi ise bahise dayanıyor.
Yeni ekonomi, paranın pozisyonunu güçlendirdiği gibi; kapitalizmin eski ruhunun
merkezi olan mülkiyet fikrini de benzer şekilde bilgi alanına doğru, emsali görülmemiş
derecede yayarak güçlendiriyor. Bilgi ekonomisinde, şirketler para kazanma
amaçlarını; patentler, ticari markalar, telif hakları, patent hakkı bildirimi olmayan
anlaşmalar ve başka yollardan bilgiye sahip olmaya çalışarak gerçekleştiriyorlar.
Gerçekte bilgi o kadar korunuyor ki, bir bilgi-teknoloji merkezini ziyaret ettiğinizde,
bazen insan, bilgiyi koruyan tüm bu kilitlerin, binayı had safhada güvenli bir
hapishaneye benzer hale getirdiği izleniminden kurtulamıyor.
Bu yeniden canlanan Protestan para etiğinin tam aksine özgün hacker etiği, açıklığı
vurguluyor. Önceden değinildiği gibi, hacker’ların “jargon file”ına göre hacker etiği,
içinde “bilgi paylaşımının gerçekten etkili ve işe yarar bir şey olduğuna ve hacker ‘ların
ücretsiz yazılım yazıp, uzmanlıklarını paylaşmalarının etik görevleri olduğuna”2 dair
inancı barındırır. Bilginin özgür akışını kontrol etme olgusunun tarihsel habercisi
manastır iken (Benedictus, hükmü sırasında, İncil’den, birçok yeni ekonomi girişimi için
geçerli olabilecek bir bölümü, prensip mertebesine yükseltmişti: “Sessizliği iyi şeylerden
bile sakınınız”3 ve manastırlarda bilgi edinme özgürlüğü dürtüsü, yani curiositas,
ahlâksızlık kabul edilirdi);4 hacker etiğinin tarihsel önceli, akademik ya da bilimsel
etiktir (bilim sosyologu Robert Merton, Rönesans’ta bilim etiğinin gelişimi hakkınmeşhur
ifadesinde, bu etiğin esaslarından birinin, “komünizm” veya bilimsel bilginin
halka açık olması olduğunu vurgulamıştı.5(Bu fikir Rönesans’ın, ilk bilimsel camianın
akademik eti-
2.The Jargon File, bkz. hacker ethic.
3.The Rule of St. Benedict, 6.
4. Tertullianus, bunu kısa ve öz şekilde şöyle ifade ediyor: “Durmayan merak,
sapkınlığın çehresidir” (Prescription Against Heretics, 14).
5.Merton’un klasikleşmiş makalesi, “Science and Technology in Democratic
Order”
ğinden; yani Platon’un, bilginin özgürce paylaşıldığı ortak hareket yani synusia fikrine
dayanan Akademisinden alıp, tekrar hayat verdiği fikirdir).6
Bu hacker etiğinden yola çıkan birçok hacker, yaratıcılıklarının neticelerini hâlâ,
başkalarının kullanması, test etmesi ve daha da geliştirmesi için alenen dağıtıyorlar. Bu
Net için geçerli; üzerinde boş vakitlerini harcayarak çalışan bir grup hacker’ın yarattığı
Linux da, iyi örneklerden bir diğeri. Torvalds, herkese açık gelişimini muhafaza etmeyi
garantilemek için, Linux’u baştan itibaren “copyleft’letti.” (“Copyleft”, aslen
Stallman’ın GNU” projesinde geliştirilmiş, tüm gelişimlerin özgür kullanıma ve
başkaları tarafından daha da geliştirilmeye açık olduğunu garantileyen bir lisans biçimi.
Stallman bu ismi, bir mektup zarfında yazan bir cümleden almış: “Copyleft: tüm
hakları saklıdır.”)7
5
(Journal of Legal and Political Sociology 1[1942]), “The Normative Structure of
Science” adıyla The Sociology of Science: Theoretical and Empirical
Investigations (bkz. s. 273-75.) adlı derlemede yeniden basıldı.
6. Synusia’nın önemi Platon’un 7. mektubunda tartışılmıştır. Araştırmalara
göre Platon’un Akademisinin Rafaello’nun şatafatlı tablosu Atina Okulundaki
gibi bildik görüntüsü, tarihsel gerçeklerle uyuşmuyor. Akademi, modern
anlamda bir üniversite binası ya da Kampus değil; daha çok insanları serbest
şekilde bir araya getiren belli bir bilim felsefesiydi. Akademi, Atina’nın şehir
sınırlarının dışında, Atinalı kahraman Akademos’un adının verildiği Akademia
parkında bir araya gelen, bîr grup bilgindi. Bazı eski yazıtların yaptığı gibi,
Platon’un bu parkı satın aldığını söylemek; bugün birisinin gidip New York’taki
Central Park’ı satın alabileceği, ya da buraya özel bir üniversite kuracağını İlan
edebileceği iddiası kadar absürd olur. Platon’un parka yakın bir evi olmuş
olabilir. Bkz. Baltes, “Plato’s School, the Academy” (1993); Cherniss, The
Riddle of the Early Academy (1945); Dillon, “What Happened to Plato’s
Garden?’ Hermathena (1983); Glucker, Antiochus and the Late Academy (1978);
Dusanic, “Plato’s Academy and Timotheus’ Policy, 365-359 B.C.’ (1980); Billot,
“Academie” (1989) ve Gaiser, Philodems Academica: die Boricht über Platon
und die Alte Akademie in Zwei Herkulanensîschen Papyri (1988).
Buna benzer olarak, Platoncu Akademiye tekrar can veren Ficino’nun akademisinin
aslında bir bina değil, bu bilim felsefesinin tekrar hayata geçirilişi
olduğu anlaşılıyor. Bkz. Hankins, “The Myth of the Platonic Academy of
Florence”.
*Copyright’m Türkçe karşılığı telif hakkıdır. Burada yazar, right (hern hak, hem
sağ dernek) ve left (sol) kelimeleri üzerinden bir kelime oyunu yapıyor (ç n.).
*GNU’s Not Unix-GNU Unix değildir (ç.n.).
7. Stallman, “The GNU Operating System and the Free Software Movement
(1999), s. 59n. Açık kaynaklı diğer lisans şekilleri için, bkz. Perens, The Open
Source Definition” (1999), www.opensource.org/osd. h tml’de güncelleştiriliyor.
B. BiR DÜRTÜ OLARAK PARA
Para kazanma dürtüsünün kuvvetlendiği ve böylece gittikçe daha fazla bilginin
erişiminin engellendiği bir çağın ortasında hacker’ların Linux gibi, harekete geçiren
gücün para olacağı yerde, yaratılanların başkalarına verildiği devasa bir projeye
girişme nedenlerine dair yaptıkları açıklamalar şaşırtıcıdır. Bu kitabın başında Torvalds,
hacker’lığın bu şeklini, genel insan dürtüleri bağlamına yerleştirmek için “Linus
Yasası”nı sunuyor. Basitleştirdiğinin bilincinde olarak, hayatta kalma, toplumsal hayat
ve eğlence diye adlandırdığı üç temel dürtüden söz ediyor. En alt kademe olan hayatta
kalmaya; daha yüksek seviyedeki dürtüleri karşılamak için gerekli, diyerek kısaca
değiniyor. Torvalds’ın eğlence diye bahsettiği, bu kitabın sözlüğünde tutkuya karşılık
gelir; yani kendi başına ilginç, cazip ve keyifli olan bir şeyle motive olma durumu.
Toplumsal hayat; ait olma, kabul görme ve sevgi ihtiyaçlarını içine alır. Bunların temel
kuvvetler olduğu aşikâr. Her birimiz, tarafından onaylandığımızı hissettiğimiz bir gruba
ait olmaya ihtiyaç duyarız. Ancak sadece onaylanmak yetmez: Yaptıklarımızla kabul
görmek de isteriz ve daha derin bir tecrübeye ihtiyacımız vardır; sevilmeyi hissetmeye
ve birini sevmeye. Diğer bir deyişle, insanlar diğerleriyle birlikte bir Sizin parçası olma,
bir topluluk içinde saygı duyulan bir kadın veya erkek olma ve bir başkasıyla birlikte
özel bir ben olma tecrübesine ihtiyaç duyar.
Çoğu hacker, 60’lardan bu yana, benzer görüşler ifade etti. Örneğin Wozniak, 1986’da
Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nden mezun olurken yaptığı konuşmada, hareketini
motive eden etkenleri şöyle özetlemişti: “İnsan hayatta, nedeni mutluluk olmayan hiçbir
şey yapmaz […] Benim hayat hakkında teorim bu […] aslında Çok basit bir formül: M =
YxExA. Mutluluk eşittir, yemek, eğlence ve arkadaşlar.”8 (Wozniak’ın terminolojisinde
yemek, Torvalds’ın hayatla kalma deyimine; arkadaşlar, toplumsal hayata ve eğlence de
eğlenceye tekabül ediyor.) Bu hacker görüşü tabii ki, psikolojide insanların en temel
motivasyonlarını sınıflandırma giri-
8. Gold, Steve Wozniak: A Wizard Called Woz (1994), s. 10.
şimlerine benziyor – özellikle de Abraham Maslow’un, Motivation and Personality ve
Toward a Psychology of Being adlı yapıtlarında anlatıldığı beş kademelik ihtiyaç
hiyerarşisine. Bu hiyerarşi genelde, en tepede en önemli dürtülerimizin temsil edildiği
bir piramit olarak gösteriliyor. Alt kademede fizyolojik ihtiyaçları, yani ikinci
kademedeki güven hissiyle yakından ilişkili olan, hayatta kalma ihtiyacını görüyoruz.
Üçüncü kademede, toplumsal aidiyet ve sevgi yer alıyor ve bu da toplumsal açıdan kabul
görmenin yer aldığı dördüncü kademeyle yakından ilişkili. En üst kademede ise, kendini
gerçekleştirme var. Torvalds’ın üçlüsünün, Maslow’un modeline nasıl uyduğunu
görmek zor değil.
Bu tür basitleştirmeler kaçınılmaz olarak, insan hareketinin psikolojik çeşitliliğini göz
ardı ediyor; fakat bu teorik ikaz göz önünde bulundurulduğunda, Torvalds’ın ya da
Maslow’un modelleri yine de, hacker hareketinin motivasyon kaynağının Protestan
etiğininkinden ne şekilde farklı olduğuna biraz olsun ışık tutuyor. Birçok insana neden
çalıştıkları sorulduğunda (sanki başka bir seçenek varmış gibi hafifçe afallayarak)
verecekleri cevaplar, “hayatta kalmak için” veya “hayatını kazanmak için bir şey
yapmalısın” olacaktır. Fakat gerçek anlamda hayatta kalmayı kastetmiyorlar – yani
8
yiyecek yemeklerinin olmasını vs. Onların deyişlerinde hayatta kalmak, toplumsal olarak
belirlenmiş bir hayat tarzını ima ediyor: Yalnızca hayatta kalmak için değil, bir
topluma özgü toplumsal ihtiyaçların kalıbına uyabilmek için de çalışıyorlar.
Protestan etiğinin aşılandığı toplumumuzda iş, toplumsal açıdan bir kabul edilme
kaynağı aslında. Bunun uç bir örneği, filozof Henri Saint-Simon’un XIX. yüzyılda, ideal
toplum için yaptığı Protestan planda görülebilir: Sadece çalışanlar vatandaştan sayılıyor
bu planda. Bu, Aristoteles’in Politika’da sunduğu, yalnızca çalışmak zorunda
olmayanların vatandaşlığa layık görüldüğü,9 antikçağın
9. Aristoteles şöyle diyor: “Geriye yurttaşın tanımıyla ilgili bir sorun
kalmaktadır. Bir yurttaş, gerçekten, ‘devlet yönetimine katılma yeteneği ve
olanağı bulunan bir kimse’ midir, yoksa işçileri de yurttaş sayacak mıyız?,..
Devletin var olması için bulunması gereken bütün insanlara yurttaş demeliyiz
diye bir düşünceyi bir an bile aklımızdan geçirmiyoruz… Fakat, en iyi devlet,
işçiyi yurttaş yapmaz.” [Politika, 1277b-78a. çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi
Yay, 1983, s. 77]
ideal toplum planlarının tam zıddı. İşin kendisi toplumsal etkileşim gerektirmese de;
yalnızca ekmeğini kazanmanın ötesinde toplumsal açıdan kabul görmek, çalışmak için
önemli bir toplumsal motivasyon olarak baki kalıyor.
Tabii ki, neredeyse her tür işte, insanların eline hem iş arkadaşları hem de
müşterileriyle toplumsal alışverişte bulunma fırsatı geçtiğinden: ait olma ihtiyacı da,
işyerinin kendi toplumsal koşulları içerisinde ifade buluyor, işyerinde insanlar dedikodu
yapabilir, yaşam koşullarını tartışabilir ve güncel olaylar hakkında yorum yapabilirler.
Bir kişi iyi bir iş yaparak kabul de görebilir. Hatta işyeri âşık bile olunabilecek bir
alandır. Bunun gibi toplumsal dürtüler doğal olarak, Protestan etiğinden önce de işle iç
içeydi; fakat bu etik, bu dürtüleri hayata geçirmek için, kendine özgü yeni bir yol açtı.
Protestan etiğinin yönettiği çalışmamerkezli hayatta, insanların işyerlerinin dışında
neredeyse hiç arkadaşları olmaz ve âşık olmak için bir iki başka yer daha vardır.
(Şimdilerde meslektaşları arasından eş edinen ve işle ilgili koşullar altında tanışan
insanları ve işyeri aşklarının ne kadar sık yaşandığını bir düşünün.) Bu hayat tarzı
içerisinde iş dışında yaşam; toplumsal aidiyeti, kabul görmeyi veya geleneksel olarak
evde ya da boş vakitlerde tecrübe edilen aşkı sağlamaz. Böylece iş, evin yerini
doldurmaya başlar. Bu demek değildir ki iş, artık rahat bir “ev” atmosferinde
yapılmaktadır. Bunun anlamı sadece, kişinin bu dürtülerini tatmin edebilmesi için çalışmaya
ihtiyaç duyuyor olmasıdır; çünkü çalışmamerkezcilik iş dışı yaşamı istila etmiş
ve kendisine dahil etmiştir.
Hacker âleminde, toplumsal motivasyonlar önemli rol oynar fakat farklı bir şekilde.
İnsan bazı hacker’ların boş vakitlerini, rahatlıkla başkalarına verdikleri programları
geliştirmeye harcadıklarını; güçlü toplumsal dürtüleri olduğunu görmeden gerçekten
anlayamaz. Raymond, bu hacker’ların benzerlerinden kabul görmenin etkisiyle motive
olduklarını söylüyor.” Bu hacker’lar için, tutkularını paylaşan bir toplulukta kabul
görmek, tıpkı akademisyenler için olduğu gibi, paradan daha önemli ve daha derinden
tatmin edici bir şeydir. Protestan etiğinden kesin farkı ise, hacker’lar için
benzerlerinden
10. Raymond, “Homesteading the Noosphere” (1998), s. 100.
kabul görmenin, tutkunun yerini almamasının önemli olması. Kabul görmek; tutkuyla
hareket edip bu yaratıcı topluluk için toplumsal bir değeri olan bir şey yaratmanın,
toplumsal bir neticesi olarak ortaya çıkmalıdır. Protestan etiğinde, genelde tersi
geçerlidir: Toplumsal motivasyonlar, dikkatleri, çalışmanın kendisi bir tutkuyu
gerçekleştirmeyi gerektirmeli fikrinden başka yöne çekmeye yarar. Sonuç olarak,
Protestan etiğinin çalışmanın toplumsal tarafı üzerindeki ısrarı; hem iş dışında
toplumsal hayat olmayışının, hem de işin kendi içinde bir tutku unsuru bulunmayışının
yerini doldurur hale gelir.
Hacker’ların modellerini bu kadar kuvvetli yapan, toplumsal kademeyi tutku
kademesiyle birleştirmeleridir. Hacker’lar, derinden tatmin edici toplumsal dürtüler ve
potansiyelleri hakkında çok önemli bir şeyin farkındalar. Bununla -hiçbir zaman çok
doğru olmayan- asosyal hacker klişesini çürütüyorlar. (Laboratuvarında ilk MİT
hacker’larının program yazdığı ünlü yapay zekâ araştırmacısı Marvin Minsky, belki
tam da bu olguyu düşünürken, “Ortak inanışın aksine hacker’lar, diğer insanlardan
daha toplumsaldır.” demişti.)11
1
Protestan etiğinin, iş ve para peşinde olması da, bu aynı üç kategorideki toplumsal
dürtülere dayanır, fakat bu sefer bunlar, para ve iş aracılığıyla tatmin edildikleri ve
doğrudan doğruya hareketin doğasından ve yarattıklarından kaynaklanmadıkları için,
aynı etkiyi doğuramaz. Sonuç olarak, toplumsal dürtüler tutkulu bir yandaş
bulamadığında, hayatta kalmakla yandaş olur ve yaşam, “hayatını kazanmaya”
odaklanıp kalır.
Tutku ve topluluk (olma) yandaşı Torvalds gibi hackerlar, çok gariptir ki böyle bir
hayata, en alt seviyedeki hayatta kalabilme havasının nüfuz etmiş olduğunu görürler.
Gerçekten de, tüm bu teknolojik ilerlemeye rağmen insanların günlerini, neden hâlâ
ağırlıklı olarak ekmek kazanma dedikleri şeye adamış oldukları, haklı bir merak
konusu. Bu inanılmaz teknolojik evrim bizi, hayatta kalma seviyesinden daha
yukarılara çıkarmış olmamalı mıydı? Belki de, hâkim olan ilerlemeyi, hayatlarımızı
kolaylaştırmanın tarihi değil de, ekmek parası kazanmayı sürekli daha da
zorlaştırmanın tarihi olarak görmeliyiz. Çinli filozof Lin Yutang, Protestan etiğinin yö-
11.Brand, Media Lab, s. 57.
nettiği medeniyetin bakış açısıyla. “Medeniyet ekseriyette yiyecek peşinde koşmaktır;
kalkınma ise yiyeceğe ulaşmayı her gün daha da zor hale getiren gelişimdir.”12 demiştir.
Üzerinde çalışmak için bir alan seçmekle, gelirini en yüksek seviyede tutabilmek için bir
aranıyor ilanına cevap vermek arasında fark vardır. Tıpkı kişinin, hayatında ne
yapmak istediği üzerine ilk başta düşünmesi ve yalnız bundan sonra vardığı noktayı
mali açıdan nasıl mümkün kılacağını düşünüp durmasının farklı bir şey olması gibi.
Torvalds gibi hacker’lar için, hayattaki temel organize edici unsur, iş ya da para değil,
tutku ve birlikte toplumsal değeri olan bir şey üretmektir.
Esas olan hayatı organize etme meselesi, son derece mühimdir. Eğer para kazanmak ana
hedefse, kişi gerçekten ilgi duyduğu şeylerin ne olduğunu veya başkalarından kabul
görmeye layık olmayı nasıl istediğini unutabilir. Akılda yalnızca para kazanma fikri
varken başlamış bir hayata başka değerler eklemek, kişisel olarak ilginç bir çabayı mali
açıdan mümkün kılmak ve hatta kârlı hale getirmekten çok daha zordur. Birinci
durumda, hiç ilginç bulmasam da yaptığım şey muhtemelen, başkaları için de eşit
derecede yavandır ve bunu onlara satmak için, onları aslında içten içe yavan olan bu
şeyin, yine de ilgi çekici olduğuna ikna etmek zorunda kalırım (çoğu reklamcılık işinde
olduğu gibi).
C. KAPİTALİST HACKER’LAR
Buraya kadar birçok hacker’ın paraya karşı yaklaşımının, bir çeşit cennet ütopyacılığı
ya da esasen paradan bir hoşlanmama durumu olduğunun düşünülmemesi gerektiğini
açıklamış oldum. Asıl hacker etiği her şeyden önce, paranın bir dürtü olarak neyle
bağdaştığı ve diğer dürtülere olan etkisinin hangi türlerinden sakınılması gerektiğiyle
ilgiliydi. Hacker’lar saf insanlar değildirler. Kapitalist bir
12. The Importance of Living, s. 158, şöyle devam eder: “Tehlike, fazla medenileşmemiz
ve yemek peşinde koşmanın, yarı yolda iştahımızı kaybetmemize yol
açacak denli ağırlaşacağı noktaya gelmemizdir; ki aslında bu noktaya şimdiden
geldik.”
toplumda, yeterli bireysel sermaye olmaksızın tamamıyla özgür olmanın hakikaten hayli
zor olduğu gerçeğini görmüyor değiller. Bir kapitalist, başkalarının hayatı üzerinde
para yoluyla iktidar sahibi olur. Kişi, tam da başkası için çalışırken, işini kişisel tutkusu
üzerine kuramayabilir; hayatının ritmini belirleme hakkını kaybeder ve açık olma
ideali, kişinin kendi elinde değildir. Ancak, insan eğer güçlü bir kapitalistse, hayattaki
kararlarını kendisi verebilir.
“Kapitalist hacker’lığı” seçmiş birçok hacker örneği mevcut. Bazıları geleneksel
kapitalizmde sadece geçici olarak rol alıyorlar: Bu hacker’lar mali özgürlüklerini, bir
şirket yöneterek ya da birkaç sene tutkuyla çalışarak elde ettikleri hisselerle
kazanıyorlar. Wozniak, buna iyi bir örnek. Yirmi dokuz yaşındaki Woz, Apple’ın
kuruluşundan altı sene sonunda emekli olduğunda, aşağı yukarı yüz milyon dolar
değerinde bir hisseye sahipti (Bu servetini şirket içerisinde daha adilce dağıtmak istediği
için, hisselerinin kayda değer bir miktarını çalışma arkadaşlarına inanılmaz derecede
düşük bir fiyatla sattıktan sonraki rakamdı).13 Mali bağımsızlığı sayesinde Wozniak, o
zamandan bu yana, hareketlerini özgürce seçebildi. Apple’dan sonraki hayatını şöyle
anlatıyor: “Muhasebecilerim ve sekreterlerim her şeyi hallediyorlar; böylece ben de ne
istersem onu yapmaya yani bilgisayarlarla, okullarla ve çocuklarla uğraşmaya mümkün
olduğunca fazla vakit harcayabiliyorum.”14 Wozniak, Apple’dan ayrıldıktan sonra, yeni
nesil hacker ‘lara öğretmenlik yapma rüyasını gerçekleştirebilmek için gereken resmi
koşulları yerine getirmeye, yani üniversiteye geri dönmeye karar verdi. (Civardaki
okullarda ve evinde, çocuklara bilgisayar kullanmayı öğretiyor.)
Hacker olmanın, aslen tutkuyla hareket etme ve kendi vaktini organize etme
özgürlüğünden ibaret olduğunu ve bu çalışma etiği hayata geçirildiği sürece, kalıcı
olarak geleneksel kapitalizm yoluyla para kazanmanın bir sorun teşkil etmediğini
düşünen hacker’lar da var. En tanınmış teknoloji firmalarının birçoğu, bunun iyi örnekleri
arasında. 1982’de bir network’e bağlı çalışma istasyonları tasarlamak için Sun
Microsystems’i kuran bir grup genç; Berke-
13 Linzmayer, Apple Confidential(1999), s 37-40.
14. Wolfson ve Leyba. “Humble Hero.”
ley’den Bill Joy ve Alman kökenli teknoloji sihirbazı Andreas “Andy” Bechtolsheim’ın
da dahil olduğu üç Stanford öğrencisinden oluşuyordu. Firmalarının ismi,
Bechtolsheim’ın üzerine çalıştığı Stanford Üniversitesi Network’ünün baş harflerinden
oluşan bir kısaltmaydı. Bechtolsheim, en baştaki ekiple paylaştığı tutkuyu şöyle
anımsıyor: “Yirmi küsur yaşlarındaydık ve bir şirket yönetiyorduk. Daha yeni
tanışmıştık ama tutkuyu kesinlikle paylaşıyorduk”15 Joy ve Bechtolsheim iş camiasında
kaldılar. Joy, Sun’ı yönetmeye devam etti; Bechtolsheim ise, hacker ürünü başka bir
özel girişim olan Internet yönlendiricisi yetiştiren, Cisco Systems’a geçti. Hacker’lar
tarafından başlatılan, teknoloji üzerine bu tür özel girişimler sayesinde hacker çalışma
etiği, yavaş yavaş diğer iş alanlarına yayılıyor; tıpkı Weber’e göre Protestan etiğinin,
zamanında özel girişimleri etkisi altına almakla başlayıp, sonradan kapitalizmin yönetici
ruhu haline gelmesi gibi.
Hacker’lığın hayli geleneksel bir kapitalizm içerisinde yer alması, tabiatında bir
gerginlik barındırıyor. Kapitalizm ve hacker terimlerinin özgün anlamları birbirlerinden
çok farklı yönlere gidiyor. Protestan etiğinin paraya odaklanmasına uygun olarak,
kapitalizmin en yüce gayesi sermayenin artmasıdır. Diğer yandan hacker’ların çalışma
etiği, tutkulu ve özgür ritimde harekette ısrar eder. Teorik olarak iki amacı
bağdaştırmak mümkün olsa da, aradaki gerginlik, iş uygulamaya geldiğinde genelde,
hacker ‘lığı bir kenara bırakıp, Protestan etiğinin ana hatlarını takip etmekle çözülür.
Bilgisayar hacker’larının bir numaralı düşmanı Bill Gates’in Microsoft’u, buna iyi bir
örnektir. Gates, 1975’te şirketin kurulusuna ortak olduğunda, tıpkı Joy, Wozniak ve
Torvalds gibi bir hacker’dı. Çocukluğundan beri bilgisayarlara tutkundu ve tüm vaktini
yerel Compuler Center Corporation’ın bilgisayarında programlamayla geçirirdi. Gates
ilk, BASIC programlama diline, bu dil kullanılsın diye planlanmış bilgisayarı (MITS
Altair) kullanmadan bir dönüştürücü programlamayı başardığında, hacker’ların
saygısını kazanmıştı. Arkadaşı Paul Allen’la birlikte, Microsoft’u
15.Southwick, High Noon: The inside Story of Scott McNealy and the Rise of
SUN Microsystems (1399), s. 16. Şirketin kuruluş tarihi için bkz. böl. 1.
kurmasının başlangıçtaki özel maksadı, kişisel bilgisayarlar için programlama dilleri
yaratmaktı. Bu hayli hacker’vari bir başlangıç noktasıydı, çünkü sadece hacker’lar,
programlama için bu makineleri kullanıyorlardı.16
Microsoft’un bundan sonraki tarihinde, kâr dürtüsü tutkudan ağır bastı. Kapitalist
hacker ‘lık, Protestan etiğinin parayı olabildiğince çoğaltma amacını paylaştığından;
böyle bir odaklanma, bir girişimin çalışma etiğini başta etkilemek ve en sonunda onu ele
geçirmek durumundadır. Para en yüksek amaç haline geldiğinde, iş seçenekleri için
tutku, bir kıstas olmaktan çıkar. Projeler öncelikle, en çok kâr vaadi esas alınarak
seçilir. Buna göre kabul görme, kişinin iktidar mevkisine -organizasyondaki yeri ve
kişisel servetine-göre belirlenir.
Microsoft’un başlatılma evresinden sonra Gates, çalışmaya olan yaklaşımından ara sıra,
kulağa hacker etiğinden çok Protestan etiğine uygun bir tonda gelen şekilde bahsetmeye
1
başladı. Örneğin: “Sıkı çalışmayı, ciddi olmayı ve yapabileceğinizin en iyisini yapmayı
sevmiyorsanız, sizin çalışacağınız yer burası değil.”17
D. SERBEST PiYASA EKONOMiSi
Bir grup hacker, hacker’lıkla kapitalizmin bugünkü şeklini birleştirmenin yarattığı
problemleri göz önüne alarak, açık bir modelde yazılım üreten ve açık kaynaklı denen
girişimlere dayalı yeni bir tür ekonomiyi savunmak için yeni yollara başvuruyor.
Birçoklarının Linux’u geliştiren Red Hat gibi başarılı şirketlerin örnek teşkil ettiği bu
modelde, herkes bu programların kaynak kodlarını çalışarak öğrenmekte ve hatta
onları geliştirip kendi açık ürünlerini üretmek-
16. Ceruzzi. A History of Modern Computing (1998), 7. böl. Microsoft’un ilk dilleri
arasında, BASIC (1975), FORTRAN (1977) vs COBOL-80 (1978) vardı. Microsoft’un,
Unix benzeri işletim sistemlerine sonradan yaptığı saldırıların görünümü (en son örnek
Linux’a dahili memorandumlarda yaptığı, fakat halka sızan saldırılar: Valloppillil. Open
Source Software [1998), Valloppillil ve Cohen, Linux OS Competitive Analysis [1998].),
Microsoft’un ilk işletim sisteminin hacker’ların tercihi Unix ailesinin bir versiyonu olan
XENIX olması bakımından biraz ironik bir durum (“Microsoft Timeline”).
17. Gates, The New York Times Syndicate.
te serbesttir.18 Bu şirketlerin manevi babası; açık kaynaklı şirketlerin kendisinden insan
olarak uzak durmayı tercih etmesine neden olacak kadar radikal düşünceleri olan,
tartışmalı isim Richard Stallman’dır. Stallman’ın taviz vermeyen yaklaşımının tipik bir
ifadesi, Net için kaydettiği “Serbest Yazılım Şarkısı”dır:
Hemen bize katılın ve yazılımı paylaşın;
Özgür olacaksınız hacker’lar, özgür olacaksınız. (nakarat}
İstifçiler yığınla para alabilirler,
Bu doğru hacker’lar, bu doğru.
Ama komşularına yardım edemezler.
Bu fena, hacker’lar, bu fena.
Yeterince serbest yazılımımız olduğunda
1
Elimizin altında, hacker’lar, elimizin altında,
O pis lisansları fırlatıp atacağız
Sonsuza kadar, hacker’lar, sonsuza kadar.
Hemen bize katılın ve yazılımı paylaşın;
Özgür olacaksınız hacker’lar, özgür olacaksınız. (nakarat)19
Birçoklarının kulağına bu, ilk anda, komünizmin hatta ütopyacılığın bir biçimi gibi
gelebilir. Fakat daha yakından bir bakış, bunların hiçbiri olmadığını açığa çıkarır.
Görünüşteki kapitalist karşıtı havasına rağmen Stallman’ın hacker’lığı, kapitalizme bu
şekilde karşı durmuyor. Stallman, şarkıda ve diğer daha ciddi yazılarında, serbest
yazılım derken kullandığı serbest kelimesinin “ücretsiz” anlamına gelmesi
gerekmediğini, basitçe “özgürlük” anlamına gelebileceğini söyler. Bu fikrin bedava bira
yerine, özgür ifade anlamında düşünülmesini öneriyor.20 Stallman’ın hacker para etiği
yorumu
18. Red Hat’in hikâyesi, Young ve Goldman Rohm’un Under the Radar’ında
anlatılmıştır. (1999).
19. Stallman. “The Free Software Song.’
2O. “What is Free Software?’ (1996). Konunun diğer ciddi ele alınışları için bkz.
“The GNU Manifesto’ (1985) ve ‘The GNU Operating System and the Free Software
Movement(1999).
para kazanmaya değil, sadece başkalarının bilgi erişimini engelleyerek para kazanmaya
karşı çıkıyor. Yeni bir tür serbest piyasa ekonomisi teklif ediyor: Normal kapitalist
sözlüktekinden daha derin anlamda serbest bir piyasa ekonomisi; ama yine de kapitalist
bir ekonomi. Birçok açık kaynaklı şirket için en zor şey, bu radikal fikre uymak. Onlar
açık modellerini, salt pragmatik bir gerekçeyle kuruyorlar: Açık kaynaklı modelin,
teknik ya da ekonomik açıdan daha iyi olacağı projelerde bu model kullanılıyor: bunun
dışında kapalı model tercih ediliyor.21
Stallman’ın etik yaklaşımında, çıta daha yukarıda. Soru şu: Şirketin şu anki bilgi
kısıtlama uygulaması, etik açıdan savunulabilir mi? Şu an kullanılan model oluşu, doğru
model olduğu veya düzgün şekilde savunulmuş olduğu anlamına gelmez. Herhangi bir
değişiklik yapmadan, şu anki uygulama için entelektüel olarak tatmin edici bir savunma
yapmaya çalışan birilerini zor bulursunuz. Herhangi bir ciddi deneme, bilgi çağımızın
birçok temel meselesini ele almalıdır; örneğin kapalı bilginin çelişkili olarak, açık bilgiye
tabi olmasını. Çağımızın merkezinde bu çelişki yatıyor. Gerçekte teknoloji şirketlerinin
araştırmaya tabi oluşu ciddiye alınırsa, yeni bilgi ekonomisindeki iş girişimlerinin yüz
yüze geldiği etik ikilemin şu olduğu söylenebilir: Kapitalist başarı, yalnızca
1
2
2
araştırmacılar (Merton’un anladığı şekilde) “komünist” kaldığı sürece mümkündür.
Ancak bilimsel bilgi açık olduğu sürece, müşterek bilgiye yapılacak gizli, marjinal
eklemeler heyecan verici bireysel kazanımlara dönüşür. Bu çelişki, network toplumunun
yalnızca kapitalizm tarafından değil, en azından eşit bir derecede de bilimsel “komü
nizm” tarafından belirleniyor olduğu gerçeğinden ortaya çıkar. Stallman’vari bir
hacker, “Günümüz kapitalizmi, bilimsel komünizmin sömürülmesine dayanır!” diye
ilan etmek için ilham dolu olabilir. Kendi ürettiği bütün bilgiyi gizleyip, başka herkesin
üretti-
21. Bu Stallman’ın serbest yazılımını tercih edenlerle, açık kaynağı tercih edenler
arasındaki fark. Şubat 1998’te, Palo Alto’da birkaç öncü hacker’ın bir araya
geldiği toplantıda, Chris Paterson tarafından önerilen yeni terimin
benimsenmesinin nedenlerinden biri daha az ideolojik olmasıydı. Bu yeni
terimin en ünlü iki taraftarı opensource.org’u kuran Bruce Perens ve Eric
Raymond’dır. Bkz. Open-sourcs.org, “History of the Opensource Initiative.”
Yine bkz. Rosenberg. Open Source: The Unauthorized White Papers ve
Wayner, Free for All: How Linux and the Free Software Movement Undercut
the High-Tech Tltans (2000).
ği bilgiyi almak, etik bir açmaz meydana getirir. Bu açmaz, ürünlerin büyük kısmı
değerini öncesindeki araştırmadan aldığı için, bilgi çağının ilerlemesiyle daha da beter
bir hal alır.
Hacker etiğinin bu uç formu, bize şu soruyla sataşır: Rekabetin bilgiyi kontrolünde
tutmaya değil, başka etkenlere bağlı olacağı bir serbest piyasa ekonomisi; rekabetin
(tabii ki yalnızca yazılımda değil diğer alanlarda da) farklı bir düzeyde olacağı bir
ekonomi olabilir mi? Bu soruyu cevaplarken, kolay ama hatalı bir çözümle, bunun işe
yaramadığını gördüğümüz komünizmin yeni bir şekli olduğunu söyleyerek atlatmaya
çalışmamalı. Bu aslında komünizm değil; komünizm merkezi bir otorite modeline
bağlıdır, devletçi bir ekonomi biçimidir ve bu hacker’lara çok yabancıdır. (Yani,
Merton’un, bilimde etiğin ana niteliklerinden biri olarak seçtiği komünizm, talihsiz bir
etiket; çünkü bununla tamamıyla farklı bir fikri, bilginin açıklığını kastediyor.)
Buna ek olarak hacker çalışma etiği, kapitalizmin çalışmamerkezliliğine karşı dururken,
komünizmin de aynı özelliğine karşı durmuş olur. Büyük farkları olmasına rağmen,
hem kapitalizmin hem de komünizmin tarihsel açıdan Protestan etiğine dayandığını
hatırlamalı. Sosyolog Peter Anthony’nin bize, The Ideology of Work’te hatırlattığı gibi:
“Protestan etiğinde tanınan [Kapitalizmin arkasındaki] tüm bu malzemeler: İş, ölçü,
rasyonalizm, materyalizm, [komünizm içerisinde] daha geniş çevrelerce kabul edilmiş
diğer kavramlara belirsiz alternatifler olarak değil, diğerlerinin kaldırılmasını talep
eden hâkim konular olarak mevcutturlar.”22 Bu açıdan bakıldığında, kolları sıvamış
olan şirket yöneticisi, tarlalarda orak sallayan Sovyet emek kahramanından çok da
farklı değildir; ikisi de çalışma şampiyonudur. Kapitalizm, komünizm ve yeni bilgi
ekonomisinin her biri, şimdiye kadar sadece, Protestan etiğinin kendilerince en saf olan
hallerini yaydılar. Hacker para etiğinin her biçimi, var olan sistemlerin tümüne meydan
okur. Hacker âlemi, bu büyük sorulara verdiği cevaplarla bütünleşmez; fakat bilgi
ekonomisinin göbeğinde, bu sorular hakkında bir tartışma başlatmış olmak bile
yeterince radikal bir meydan okuyuştur.
22. Anthony, The Ideology of Work (1977), s. 92.
IV
Akademi ve manastır
A. AÇIK MODEL
Hacker para etiğinin aslında, “kâr arayışını rasyonel ve sistematik biçimde yapan”
(Weber’in günümüze hâlâ uyan, eski kapitalizmin ruhunu betimlemesi)1 yeni
ekonominin hükmeden tavrına; hacker’ın yarattıklarını kullanmaları, özgürce test
etmeleri ve daha da geliştirmeleri için başkalarına verdiği açık model meydan okuyor.
İlk MİT hacker’ları için bu fikir, hacker etiği için, hacker’in çalışmayla kurduğu
hacker’ca ilişki kadar tanımlayıcı bir unsurdu; fakat bugünlerde “jargon fıle”a göre,
açıklığa dair bu etik ideal, hacker’lar arasında “evrensel değilse de geniş çapta” kabul
ediliyor.2
1. Weber, Protestan Ahlakı, s. 55.
2. The Jargon File, bkz. hacker ethic.
Bu kitabın bakış açısına göre, hacker’lık için etik açıdan öne sürülen savlar, en ilginç ve
önemlileri olsa da, işin anlamlı ve etkileyici bir de pragmatik boyutu var. Tutkuyla ve
özgürce çalışmak için öne sürülen etik savlara daha pragmatik olan şu noktayı da
ekleyebiliriz: Bilgi çağında yeni bilgi en etkili biçimiyle, muzipliği ve insanın kendi
bireysel ritminde çalışabileceği olasılığını kabul ederek üretiliyor. Aynı şekilde şunu da
söyleyebiliriz ki, açık model, sadece etik açıdan makul olmakla kalmıyor, uygulamada
da çok güçlü bir model. (Hatta, “jargon file” bile “gerçekten etkili ve işe yarar”
olduğunu söylüyor.) Hacker’ların açıklık anlayışına, bu açıdan daha yakından bir göz
atmaya değer. Net’in gelişimi harika bir örnek olurdu; fakat şimdiye kadar açıklık
idealini tartışmalı şekilde en ileriye götürmüş olan Linux projesi, daha da iyi iş görecek.
Net ve Linux’u mümkün kılan bu güçlü modeli anladıktan sonra, açık modelin, hayatın
yazılım dışındaki diğer alanlarında nasıl uygulanabileceği konusunda da birkaç şey
düşünebiliriz.
Torvalds, Linux Üzerinde çalışmaya 1991’de, halen Helsinki Üniversitesi’nde bir
öğrenciyken başladı.3 İşletim sistemlerinin sorunlarına ilgi duymaya başladıktan sonra
Torvalds, evindeki bilgisayarı için Hollandalı bilgisayar profesörü Andrew
3
Tanenbaum’un yazdığı, Unix’e benzeyen bir işletim sistemi olan Minix’i getirtti ve bunu
üzerinde çalışılarak geliştirilecek bir iskelet olarak kullandı; bu sayede kendininkini
tasarlamaya girişti.4 Torvalds’ın çalışmasının esas özelliği, en başından itibaren
projesine başkalarını da dahil etmesiydi. 25 Ağustos 1991’de, Nette konu başlığı
“Minix’te en çok neyi görmek istersiniz?” olan bir mesaj gönderdi ve bu mesajda
“(serbest) bir işletim sistemi'” kurmakta olduğunu ilan etti. Cevap olarak birçok fikir
ve hatta programı test etme konusunda yardım etme sözleri geldi. İşletim sisteminin ilk
versiyonu. Eylül 1991 ‘de Net’te herkese açık bir kaynak kodu olarak ortaya çıktı.6
Geliştirilmiş yeni versiyonu, ekim başlarında hazırdı bile. Tor-
3- Daha erken tarihi için. bkz. Torvalds. “Re: Writing an OS” (1992) ve
“Birthday”
(1992).
4. Bkz. Tanenbaum. Operating Systems: Design and Implementation.
5. Torvalds. ‘What Would You Like to See Most in Minix?’ (1991).
6. Torvalds, “Birthday” (1992).
valds bunun ardından diğerlerine, yeni sistemi geliştirmede ona katılmaları için, daha
da doğrudan bir davette bulundu.7 Net’e gönderdiği bir mesajla, bilgi kaynakları
hakkında ipucu istedi; aldı ve gelişme çabuk ilerledi. Bir ay içerisinde, diğer
programcılar işe katılmışlardı bile. O günden bu yana Linux network’ü, şaşırtıcı ve
yaratıcı bir süratle büyüdü. Binlerce programcı, Linux’un gelişimine katkıda bulundu
ve sayıları hâlâ sürekli artıyor. Milyonlarca kullanıcı var ve onların sayısı da artıyor.
Gelişimine herkes katkıda bulunabilir ve sistemi isteyen herkes serbestçe kullanabilir.8
Geliştirme çalışmalarının koordinasyonu için Linux hacker’ları, Net’in bütün alet
çantasını kullanıyorlar: E-posta, posta adresi listeleri, haber grupları, dosya sunucuları
ve web sayfalarını.9 Geliştirme çalışması, hacker gruplarının kendi içlerinde rekabet
eden versiyonlar hazırladıkları bağımsız modüllere bile bölündü. Torvalds ve diğer
birkaç lider geliştiriciden oluşan bir grup, Linux’un geliştirilmiş halinde bu
versiyonlardan hangilerinin kullanılacağına sonrasında karar veriyor (ve tabii ki
modüler yapı da aşama aşama gelişiyor). Torvalds’ın grubu, herhangi bir kalıcı otorite
4
6
8
9
mevkisinde değil. Grup, yaptığı tercihler hacker camiasında yapılan tercihlere denk
düştüğü sürece otoritesini elinde tutuyor. Grubun seçimi yeterince öğretici bulunmazsa,
hacker camiası, sürünün eski liderlerini atlayarak, projeyi kendi yönünde geliştirmeye
koyuluyor.
Linux’un sürekli gelişimini kontrol edebilmek için, yayınlar iki seriye bölündü.
Ortalama kullanıcı için güvenli olan sabit versiyonlarda, sürüm numarası x.y.z’deki y,
çifttir (örneğin 1.0.0 versiyonu gibi); programcıları hedefleyen geliştirilebilir
versiyonlardaki y ise
7. 5 Ekim 1991’de, Torvalds şöyle bir mesaj almış: ‘Erkeklerin erkek olup kendi
aygıt sürücülerini kendileri yazdıkları minix-1.1’in güzel günlerini özlüyor musunuz?’
Torvalds, ‘Free Minix-like Kernel Source for 386-AT’ (1991),
8. Linux projesine katkıda bulunanlara daha etraflıca bir bakış için, bkz.
Torvalds. “Credits” ve Dempsey. Weiss, Jones ve Greenberg. A Ouantitative
Profile of a Community of Open Source Linux Developers (1999).
9. ilk tartışma. comp.os.minix haber grubunda, Linux 0.0.1 Finlandiya
sunucusu nic.funet.fi’de, /pub/OS/Linux adlı dizinde [directory] Eylül 1991’de
gerçekleşti. Bugünlerde, Torvalds içeriğin en yeni versiyonunu ftp.
kernel.org/pub/linux/kernel adresine yüklüyor. Linux’a odaklanmış olan
sayılamayacak kadar çok mailing listesi, haber grubu ve web sayfası var.
sabit versiyondaki y + l ‘dir. (örneğin sabit versiyon 1.0.0’ın, ilerlemiş ama hâlâ son kez
test edilmemiş geliştirilebilir versiyonu 1.1.0’dır). X, sadece gerçekten köklü bir değişim
yapıldığında artar (bu kitap yazılırkenki en son versiyon 2.4.0 idi). Bu basit model,
Linux’un gelişiminde sürpriz bir şekilde oldukça işe yaradı.
Raymond. ilk kez Nette yayımlanmış olan ünlü denemesi “The Cathedral and the
Bazaar’da, Linux’un açık modeli ile çoğu şirket tarafından tercih edilen kapalı model
arasındaki farkı, modelleri pazara ve katedrale benzeterek tanımlıyor. Bir teknolog
olmasına rağmen Raymond, Linux’un gerçek yeniliğinin teknik değil toplumsal; yeni,
tamamen açık ve toplumsal; bir şekilde geliştirilmesi anlamında olduğunu vurguluyor.
Onun sözleriyle bu, katedralden pazara geçişti.10
Raymond, katedrali, içinde bir kişinin veya çok küçük bir grup insanın, her şeyi
önceden planladığı ve sonra kendi gücüyle planı gerçekleştirdiği bir model olarak
1
tanımlıyor. Gelişim, kapalı kapılar ardında meydana geliyor ve başka herkes, sadece
“bitmiş” neticeleri görebiliyor. Pazar modelinde ise, fikir üretme süreci herkese açıktır
ve fikirler başından itibaren, test edilmek üzere diğerlerine dağıtılır. Görüşlerin
çeşitliliği önemli: Fikirler erken bir aşamada geniş çapta yayıldığında, dışarıdan
yapılacak eklemelerden ve diğerlerinin eleştirilerinden faydalanabilir. Katedral bitmiş
halde sunulduğunda ise, temelleri artık değiştirilemez. Pazarda, insanlar değişik
yaklaşımlar bulmaya çalışırlar ve birisinin harika bir fikri olduğunda, diğerleri onu alıp
üzerine inşa ederler.
10. Raymond. şöyle diyor:
“Bununla birlikte Linux’un en önemli özelliği, teknik değil sosyolojikti. Linux’un
gelişimine kadar herkes, bir işletim sistemi kadar karışık herhangi bir yazılımın,
oldukça küçük, sıkıca bağlı bir grup insan taralından dikkatlice düzenlenmiş
şekilde geliştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Hem ticari yazılımın, hem de
1980’lerde Free Software Foundation’ın inşa ettiği büyük özgür yazılım
katedrallerinin -Jolitze’nin orijinal 386BSD kapısından [port] fırlamış olan
freeBSD/ netBSD/ OpenBSD projelerinin de- tipik modeli buydu ve hâlâ da bu.
Linux ise tamamen farklı bir şekilde gelişti. Neredeyse başlangıçtan beri, daha
çok sadece internet’ten koordine olan, devasa sayıda gönüllü tarafından rastgele
hack’lenirdi. Kalite, katı standartlarla veya hükmetmekle değil, sadece safça
basit olan bir stratejiyle; her hafta yüzlerce kullanıcıdan geribildirim alıp
vererek, geliştiricilerin getirdiği mutasyonlar üzerinde hızlı bir tür Darwin’ci
seleksiyon yaratmakla elde edilir. (“The Cathedral and the Bazaar’ (1999], s. 23-
24)
Bu açık kaynaklı model, genel anlamda şöyle tarif edilebilir: Her şey, bir sorun veya
birisinin kişisel olarak önemli bulduğu bir amaçla başlar. O kişi sadece sorunu, ya da
amacın kendisini verebilir; fakat genelde, Linux numaralandırma sistemini kullanırsak,
bir Çözüm-0.1.1 versiyonunu da sunacaktır. Açık modelde alıcı, bu Çözüm’ü özgürce
kullanma, test etme ve geliştirme hakkına sahiptir. Bu yalnızca, Çözüm’e giden bilgi de
(kaynak) beraberinde verilmişse mümkündür. Açık kaynaklı modelde, bu hakların
verilmesi, iki yükümlülüğü beraberinde getirir: Aynı haklar, orijinal Çözüm veya
iyileştirilmiş versiyonu (0.1.2) paylaşıldığında devredilmeli ve herhangi bir versiyon
paylaşıldığında katkıda bulunanlar belirtilmelidir. Tüm süreç paylaşılır ve katılımcılar
daha iyi versiyonlara aşama aşama veya bazen sıçrama ve sekmelerle (diyelim, 0.y.z
versiyonundan 1.y.z versiyonuna geçerek) ilerlerler. Pratikte projeler tabii ki, bu
idealleştirilmiş modeli değişen ölçülerde takip edebilir.
B. AKADEMi VE MANASTIR
Açık kaynaklı model için başka bir alegori ise yine, bu modelin katedralden daha da
doğrudan benzeştiği, akademidir. Bilim adamları da çalışmalarını başkalarının serbest
kullanımına, test etmesine ve daha da ilerletmesine açarlar. Araştırmaları, açık ve kendi
hatalarını düzelten bir süreç fikri üzerine kuruludur. Robert Merton, kendi hatalarını
düzeltme fikrinin, bilimde etiğin açıklık kadar önemli bir yapıtaşı olduğunu
vurgulamıştı. Buna organize edilmiş kuşkuculuk11 adını vermişti- bu tarihsel açıdan,
Platon’un Akademisindeki eleştirel diyalog aracılığıyla gerçeğe yaklaşma fikrini de
barındıran, synusia’nın bir devamıdır.12 Bilimsel etik, teorilerin or-
11. Merton, Sociology of Science’ta “Normative Structure of Science”, s. 277.
12. Temel olarak Platon’un tüm Sokratesçi diyalogları, bu eleştirel diyaloga
örnek teşkil eder. Sokrates bunlarda, sıklıkla eleştirel diyalog gereksinimi
hakkında fikir belirtir. Örneğin Kriton’da, Sokrates şöyle diyor: “Birlikte
araştıralım dostum. Benim söylediklerimde takılacağın bir şey olursa, söyle,
dediğine uyarım” [Kriton. çev.: Zafer Taşlıklıoğlu. MEB Yay., 1997] (48e).
Phaidon’da muhatabını, kendisine “Savunmamda eksik bir şey mi
görüyorsun?” diye sorması için kışkırtır ve Euthydemos’ta buna benzer
şekilde şöyle der: “Yemin ederim ki, dedim, bu noktada iddiamın
çürütüldüğünü görmekten pek memnunum” (295a) [Euthydemos, çev.: Halil
Vehbi Eralp, M.E.B. Yay., 1997). Theaitatosve Kleitophon’da Sokrates, bu
eleştiri sürecinin neden her zaman kârlı olduğunu anlatır: “Böyle ilerlersek ya
aradığımızı bulacağız, yahut hiç bilmediğimiz şeyler için, daha az hayale kapılmayı
öğreneceğiz. Herhalde, bu sonuncusu bile, hiç de kötü bir kazanç değil.”
(187b-c) [Diyaloglar II, çev. Macit Gökberk, Remzi Kitabevi Yay, 1998]; ve “Zaafımı
ve kuvvetimi bildiğimden birincisi üzerinde işleyeceğim, ikinciden de
olanca kuvvetimle kaçacağım besbellidir” (407a) (Hipparkhos ve Kleitophon,
çev.: Ziya Taşlıklıoğlu, Milli Eğitim Basımevi, 1997] Bu nedenle akademik
tartışmalarda, bir eleştiri dürüstçe ortaya konulmalı, kimseyi memnun
edeceğim diye uğraşmamalıdır (karşılaştırınız: Euthyphro, 14e; Protagoras,
319b, 336e; Devlet, 336e).
taklaşa hazırlandığı ve hatalarının görülüp, tüm bilim camiasının eleştirileri yoluyla
aşama aşama düzeltildiği bir model gerektirir.13
Şüphesiz bilim adamları da bu modeli, sadece etik nedenlerden dolayı değil, aynı
zamanda bilimsel bilgiye ulaşmanın en başarılı yolu olduğu için seçtiler. Doğa hakkında
bildiklerimizin tümü, bu akademik veya bilimsel modele dayanır. İlk hacker’ların açık
kaynaklı modelinin, bu kadar etkili biçimde çalışmasının nedeni -tutkularını
gerçekleştiriyor olmalarına ve bilim adamları gibi, benzerleri tarafından motive
edilmelerine ek olarak- büyük ölçüde, bilgi için en iyi uyarlanmış olan, ideal açık
akademik modele uymasıdır.
Akademik modelde, çıkış noktasının genel anlamda araştırmacıların da kişisel olarak
ilginç bulduğu bir sorun veya amaç olma eğiliminde olduğu söylenebilir. Araştırmacılar,
sonradan kendi Çözümlerini üretirler (çoğu kez sorunun sadece ifade edilmesi ya da
“BİR programın ilan edilmesi de kendi içinde ilginç olduğu halde), akademik etik, bu
Çözümü herkesin kullanabilmesini, eleştirebilmesini ve geliştirebilmesini ister. Herhangi
1
1
bir nihai neticeden daha önemli olan şey, gerisindeki Çözümü üretmiş olan bilgi ve argüman
zinciridir. (Sadece “E = mc2” yi yazmak yeterli değildir; teorik ve deneysel
gerekçeler de gereklidir.) Buna rağmen bilimde etik, sadece gerçekleri kapsamaz.
Ayrıca, iki aynı temel yükümlülüğü barındırır: Kaynaklardan her zaman
bahsedilmelidir (eser hırsızlığı etik açıdan nefret uyandırıcıdır) ve yeni Çözüm gizli
tutulmamalı,
13.Aslında XIX yüzyılda bilim adamı deyimini icat eden William Whewell, bununla
bu türde bir kendi hatalarını düzeltme sürecine girmiş insanı kastetmişti.
bilim camiasının yararına yeniden basılmalıdır. Bu iki yükümlülüğün yerine
getirilmesini, kanunlar değil fakat bilim camiasının kendi içinde barındırdığı, güçlü etik
yaptırımları gerektirir.
Bu modeli takip ederek, örneğin normal bir fizik araştırması, zaten gelinmiş olan
noktaya, sürekli yeni eklemeler yapar (“gelişmeye açık versiyonlar”) ve bu
iyileştirmeleri test ettikten sonra, bilim camiası bunları bilgi birikiminin bir parçası
olarak kabul eder (“sabit versiyonlar”). Çok daha nadiren, bilim felsefecisi Thomas
Kuhn’un The Structure of Scienttfic Revolutions [Bilimsel Devrimlerin Yapısı] adlı
kitabındaki ifadesini kullanmak gerekirse, bütünsel bir “paradigma kayması” olur.14
Fizikte en genel anlamıyla, sadece üç tane uzun ömürlü araştırma paradigması oldu;
Aristoteles-Batlamyusçu fizik, “klasik” Newton fiziği ve rölativite teorisi ile kuvantum
mekaniğine dayanan Einstein-Heisenberg fiziği. Bu şekilde bakıldığında, günümüzdeki
teoriler 3.y.z versiyonlarıdır. (Birçok fizikçi, yakında olacağına inandıkları, 4. versiyona
şimdiden, “Her Şeyin Teorisi” diyor. Bilgisayar hacker’ları 4.0.0’ın gelişini çok da
sabırsızlıkla beklemeyeceklerdir.)
1
Bu hacker ve akademinin açık modelinin sadece bilgi erişimini kısıtlamakla kalmayıp,
otorite yanlısı olan karşıtına, kapalı model denebilir. Manastır modeline uygun olarak
yapılandırılmış bir iş girişiminde otorite, amacı belirler ve gerçekleştirmesi için küçük
kapalı bir grup insan seçer. Grup, kendi test etme sürecini tamamladıktan sonra,
diğerleri sonucu olduğu gibi kabul etmek zorundadır. Sonucu başka şekillerde
kullanmak, “yetki dışı kullanımlar”a girer. Burada manastır alegorisini, bu tarz için
yerinde bir metafor olarak, yine kullanabiliriz. Aziz Büyük Basil’in IV. yüzyıldan kalan
manastır yasası, bunu iyi özetliyor: “Kimse üstünün idare yöntemine
karışmayacaktır.”15 Kapalı model, bir faaliyetin daha yaratıcı ve kendi hatalarını
düzeltici olmasına imkân verecek şekilde inisiyatif kullanımına veya eleştiriye izin
vermez.
14. Kuhn şöyle der: “Paradigmaları bir bilim çevresine belli bir süre için bir
model sağlayan, yani örnek sorular ve çözümler temin eden evrensel olarak
kabul edilmiş bilimsel başarılar şeklinde tanımlıyorum.” [Bilimsel Devrimlerin
Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, Alan Yay, 1994. s. 35]
15. Basil, Long Rules, 48.
Hacker’ların, hiyerarşiye dayanan işletme biçimine, içinde insanların kolayca
aşağılandığı bir kültür yaratması gibi etik nedenler yüzünden karşı durduklarından
bahsetmiştik; ayrıca en etkilisinin hiyerarşiye dayanmayan bir biçim olduğunu
düşünüyorlar. Geleneksel olarak yapılandırılmış bir işin bakış açısından bu, kulağa ilk
anda oldukça anlamsız gelebilir. Nasıl yürüyebilir ki? Birisinin, Net ve Linux’u
geliştirenler için bir organizasyon planı yapması gerekmez mi? İlginçtir ki, bilim için de
benzer şeyler söylenebilir, kendilerini organize etmiş araştırmacı grupları kaosunda,
Einstein nasıl olup da E = mc’ye ulaşabilmiş? Bilimin; bilim baş yöneticisi
başkanlığında, her daldan sorumlu bir bölüm şefiyle, açık ve net bir hiyerarşiye göre
işlemesi gerekmez mi?
Bilim adamları da hacker’lar da tecrübelerinden, bu modelin bu kadar güçlü olmasının
nedenlerinden birinin, güçlü yapıların mevcut olmaması olduğunu öğrendiler.
Hacker’lar ve bilim adamları, tutkularını gerçekleştirmeye ve onları paylaşan diğer
bireylerle şebekeler oluşturmaya, daha henüz başlayabildiler. Bu ruhla, hem iş alanında
hem de hükümette hâkim ruh arasındaki fark açık. Hükümet kurumlarında otorite
fikri hareketlere, şirketlerde olduğundan daha da fazla sinmiştir. Hacker’lar için, bir işe
başlamadan önce, hükümete özgü şekilde bitmeyen toplantılar yapmak, sayısız komite
kurmak, bezdirici strateji taslakları vs. hazırlamak; en az üretmeye başlamadan önce
bir fikir oturtmak için pazar araştırması yapmak kadar büyük bir eziyettir.
1
(Üniversitenin bir devlet dairesine ya da manastıra dönüştürülmesi de, hacker’lar ve
bilim adamlarının hayli sinirine dokunur.)
Fakat görünürdeki yapı eksikliği, hiçbir yapı olmadığı manasına da gelmez.
Hacker’lığın görünürdeki kargaşasına rağmen, bilim nasıl anarşizm içerisinde var
olmuyorsa, hacker’lık da bu şekilde var olmaz. Hacker ve bilim projelerinde, görevi yön
belirleme ve diğerlerinin yaratıcılığını destekleme olan Torvalds gibi, ilgili rehber kişiler
vardır. Buna ek olarak, hem akademik modelin hem de hacker modelinin, özel bir
yayımlama yapısı vardır. Araştırma herkese açıktır: fakat uygulamada, saygın bilimsel
yayınlara dahil edilen katkılar, daha küçük bir hakemler grubu tarafından seçilir. Yine
de bu model uzun vadede, hakem grubunun gerçeği tayin etmesini değil; gerçeğin
hakem grubunu tayin etmesini garanti altına almak için tasarlandı. Akademik hakem
grubu gibi, hacker network’ünün hakem grubu da, kararları tüm camianın dikkate
aldığı seçimlere uyum sağladığı sürece yetki sahibi olur. Eğer hakem grubu bunu
başaramazsa, camia tarafından saf dışı bırakılır ve yerine yeni kanallar yaratılır. Bu
nihayetinde, otorite mevkisinin herkese açık ve yalnızca başarıya dayalı olduğu
anlamına gelir; kimse sürekli kalıcılığa erişemez. Kimse çalışmalarının meslektaşları
tarafından, başkalarının yarattıklarının eleştirildiği gibi eleştirilmeyeceği bir mevki
edinemez.
C. HACKER ÖĞRENiM MODELİ
Akademinin, bilgisayar hacker’ları var olmadan çok önce ne kadar etkili olduğunu
söylemeye bile lüzum yok. Örneğin XIX. yüzyıldan sonraki tüm endüstriyel teknolojiler
(elektrik, telefon, televizyon, vs.), bilimsel teorinin desteği olmadan mümkün olmazdı.
Son endüstriyel devrim, bilimsel neticelere güvenen bir topluma geçişe işaret etti bile.
Hacker’lar bilgi çağında, akıllıca bilimsel neticelerden daha da önemli olan şeyin, bu
neticeleri almayı olanaklı kılan açık akademik model olduğunu hatırlatmada yardımcı
oldular.
Bu merkezi önem arz eden bir kavrayış biçimi. Hacker modelinin pragmatik başarısının
ikinci büyük nedeni, hacker’in öğrenim biçiminin, yeni yazılım geliştirme biçimiyle (ki
aslında müşterek öğrenimlerinin keşif sahası olarak kabul edilebilir) aynı şekilde olduğu
gerçeğidir. Dolayısıyla öğrenim modelleri, üretim modelleriyle aynı güçlere sahiptir.
Tipik bir hacker öğrenme süreci; ortaya ilginç bir sorun atmak, çeşitli kaynaklar
kullanarak bir sonuca varmaya çalışmak, sonra da daha geniş çapta test edilmesi için
çözümü sunmakla başlar. Bir konu hakkında daha fazla şey öğrenmek, hacker’in
tutkusu haline gelir. Linus Torvalds programlamayı ilk başta, büyükbabasından kalan
bilgisayarı kullanarak öğrendi. Kendi kendine sorunlar hazırladi
ve çözmek için neyi bilmesi gerektiğini öğrendi. Birçok hacker programlamayı, buna
benzer gayri resmi bir yoldan, tutkularının takipçisi olarak öğrendi. On yaşındaki
çocukların, çok karmaşık programlama meselelerini öğrenme yeteneğine sahip olmaları
örneği bize; yaşıtlarının geleneksel okullardaki eğitimlerinin sıklıkla yavaş ilerlediğini
düşünmelerinin aksine, öğrenim sürecinde tutkunun önemi hakkında çok şey söyler.16
Sonraları Torvalds’ın 1991’de satın aldığı PC’nin işlemcisinin içinde yaptığı keşifler
sırasında işletim sisteminin ilk tohumları atıldı. Tipik bir hacker edasıyla, A’lar ya da B
‘ler yazarak, sadece işlemcinin özelliklerini test eden bir programla yapılan basit deneyler,
aşama aşama genişleyerek, bir Net haber grubu okuma programı planına ve sonra
da azimli bir şekilde bütün bir işletim sistemi fikrine dönüştü.17 Temel bilgilerini hiç
ders almadan edinmiş olmasından ötürü Torvalds, kendi kendisinin öğretmeni olmuş
bir programcı olsa da, her şeyi tek başına öğrenmedi. Örneğin, işletim sistemlerine
aşinalık kazanmak için, Tanenbaum’un Minix’inin kaynak kodlarıyla beraber, hacker
1
1
camiasının sağladığı diğer çeşitli bilgi kaynaklarını öğrendi. En başından beri gerçek bir
hacker tavrıyla, henüz uzmanlık kazanmadığı alanlarda, sorular sorarak yardım
istemekten çekinmedi.
Hacker öğrenim modelinin asıl gücü, hacker’ın öğrenirken aslında diğerlerine de
öğretmesidir. Bir hacker, bir programın kaynak kodu üzerinde çalıştığında, genellikle
onu geliştirir ve başkaları da onun çalışmasından faydalanır. Bir hacker, Net’teki bilgi
kaynaklarını kontrol ettiğinde, genellikle kendi tecrübesinden edindiği yardımcı bilgileri
de ekler. Çeşitli sorunlar etrafında devam eden, eleş-
16. Torvalds’ın, bir denizaltı oyunu gibi, ilk programlama tecrübeleri için bkz.
Learmonth, “Giving It All Away” (1997). Buna benzer olarak Wozniak, dördüncü
sınıftayken teknolojiyle ilgili heyecan duymaya başlamıştı ve altıncı sınıfla tictac-
toe oynatan bir bilgisayar yaptı. Wozniak, öğrenme sürecinin nasıl
geliştiğini anlatıyor: “Hepsini kendim yaptım. Bir ders bile almadım; nasıl
yapılacağı hakkında bir kitap bile almadım” (Wolfson ve Leyba, “Humble
Hero”). Başka bir sözünde, şunu ekliyor. “Bir öğrenciyi motive etmek ve bir şey
öğrenmek istemesini sağlamak (…) bunu sert bir biçimde öğretmekten,
öğretmekten, yine öğretmekten ve öğrenilmesini ummaktan çok daha
önemlidir” (Tech “An lnterview with Steve Wozniak [1998]”).
17. Torvalds, “Re: Writing an OS’ (1992).
tirel ve geliştirici bir tartışma oluşur. Bu tartışmaya katılmanın ödülü, benzerlerinden
kabul görmektir.
Hacker’ların açık öğrenim modeline, “Net Akademisi” denebilir. Bu, öğrenenlerin
bizzat kendilerinin yarattığı, sürekli evrim geçiren bir öğrenme ortamıdır. Hacker’ların
uyguladığı öğrenim modelinin birçok avantajı vardır. Hacker dünyasında, öğretmenler
veya bilgi kaynağı toplayıcıları çoğunlukla, henüz bir şey öğrenmiş olanlardır. Bunun
yararı, bir konuyla yeni meşgul olmuş birisinin, o konuyu diğerlerine, artık bilgileri taze
olmayan ve acemilerin nasıl düşündüklerini çoktan unutmuş olan bir uzmandan,
genelde çok daha iyi öğretebilmesindedir. Bir uzman için, henüz yeni bir şeyler
öğrenmeye başlamış birisiyle empati kurmak, uzmanın entelektüel nedenlerden dolayı
reddedeceği basitleştirme düzeyleri gerektirir. Uzman, temel bilgileri öğretmeyi, her
zaman çok tatmin edici de bulmayabilir. Buna karşılık bir öğrenci, hoca olma
durumunun keyfini genellikle yaşayamadığı ve yeteneklerini kullanmak için yeterli
imkân bulamadığı için, bu işi son derece yapmaya değer bulabilir. Öğretme süreci aynı
zamanda doğası gereği, konunun etraflıca analizini gerektirir. Eğer kişi başkalarına
gerçekten bir şey öğretebiliyorsa, kendisi malzemeyi zaten çok iyi anlamıştır. Malzemeyi
hazırlarken, sorulabilecek sorular ve karşıt fikirler açısından çok dikkatlice ele
almalıdır.
Bu model bir kez daha, öğrencileri bilgi aktarımı için hedef olarak kabul etmek yerine,
onlara öğrenimde yoldaş (synetheis) olarak bakılan, Platon’un Akademisine benzer.18
Akademinin bakış açısına göre, öğretme işinin asıl görevi, öğrenenin ortaya bir sorun
çıkarma, düşünme yolları geliştirme ve eleştiri yöneltme yeteneklerini
kuvvetlendirmekti. Buradan yola çıkarak öğretmene metafor olarak, ebe19, çöpçatan20 ve
şölenlerde merasim başı denirdi.21 Öğretmenin görevi, önceden doğruluğu kanıtlanmış
bilgilerle öğrencile-
18. Bkz. Plato, MİNOS, 319e.
19. Platon ebelik fikrini, diyaloglarından birinde söz verdiği Sokrates’in
ağzından şöyle anlatıyor:
“Öyle ya, ben şu noktada ebelere tümüyle benzerim: bilgelik konusunda ben de
ebeler gibi kısırım, daima başkalarına soru sorduğum, kendim ise hiçbir konu
hakkında hiçbir zaman kendi düşüncemi söylemediğim için -çünkü hiçbir
bilgelik iddiasında değilim- birçokları beni kabahatli görürler, ki bu tamamıyla
haklıdır. Bunun nedeni şudur: Tanrı beni başkalarını doğurtmaya zorluyor,
fakat doğurmarin
kafalarını doldurmak değil, öğrencilerin kendi başlangıç noktalarından başlayıp bir
şeyler yaratmalarına yardımcı olmaktı.
Hacker camiasında da uzmanlar, kendilerini daha geniş bilgileri sayesinde, atsinekleri,
ebe ve şölenbaşı gibi davranabilen öğrenciler olarak görürler.
D. NET AKADEMİSİ
Esas akademi ve hacker modelinin -Platon’un “Hiçbir özgür insan bir şeyi bir köle gibi
öğrenmemelidir,”22 fikriyle iyi özetlenmiş olan-ethos’u, Aziz Benedictus’un: “Konuşmak ve
öğretmek efendiye yayı
benim elimden almıştır. Onun için kendim hiç bilge değilim, ruhumun ürünü
sayabileceğim hiçbir buluş da gösteremem. Fakat benimle temas edenler ilk
önce hiçbir şey bilmiyor gibi görünürler. Oysa tümü sohbetimizin devamı
sırasında Tanrının inayetiyle, kendileriyle başkalarının da tanık olduğu gibi,
şaşırılacak ilerlemeler gösterirler. Bununla beraber benden, hiçbir şey
öğrenmedikleri de açıktır. Bu güzel düşünceler hazinesini yalnızca kendi
içlerinde bulur, onu meydana koyarlar.”
1
(Platon, Theaitetos, 150c-d)
Plutarkhos şöyle özetliyor: “Sokrates hiçbir zaman, bir şey öğretmeye kalkmazdı,
fakat genç adamlarda doğum sancılarına neden olur gibi, kafa karışıklıklarını
kışkırtarak; doğuştan sahip oldukları düşünceleri uyandırır, hızlandırır ve doğuşuna
yardım ederdi. Buna verdiği isim ise obstetrik [gebelikle ilgili] beceriydi;
çünkü bu beceri diğer adamların yaptığı gibi, rastlayanlara dışarıdan akıl
aşılıyormuş gibi yapmıyor; aklın doğuştan İçlerinde olduğunu, sadece
işlenmemiş, karışık ve terbiye ile istikrara gerek duyar olduğunu gösteriyordu.”
(Platonic Ouestions, 1000e).
Sokratasçi fikre göre öğretme işinin amacı, birisinin öğrenmeyi öğrenmesine,
soru yönelebilmesine yardımcı olmaktır. Öncelikli koşul kafa karıştırmaktır.
Menon diyalogunda, başlıktaki karakter Sokratesçi öğretmenin etkisini şöyle
anlatıyor: ‘Sokrates, seninle karşılaşmazdan önce bana senin gerçekte kafası
karma karışık bir adam olduğunu ve başkalarının da kafalarını karıştırdığını
söylediler, içinde bulunduğumuz şu anda, bana büyü yapmakta olduğunu ve
beni büyüledİğini ve ben tam olarak kendisini idare etmekten aciz bir kütle
haline gelinceye dek, beni büyünün etkisi altında bıraktığını hissediyorum.
Bunu düşüncesizliğime, küstahlığıma ver, ama bilesin ki seni yalnızca dış
görünüşünle değil, ancak başka bakımlardan da tam tamına insanın denizde
karşılaştığı yassı uyuşturucu balığa benzetiyorum. Bir kimse ne zaman bu
uyuşturucu balıkla temas etse, balık onu uyuşturur ve bu tam tamına senin
şimdi bana yapar göründüğün şeydir. Zihnim va dudaklarım gerçekten de
uyuşmuş bir halde ve sana verecek hiçbir karşılığım yok. (80a-b) [Menon, çev.:
Ahmet Cevizci, Gündoğan Yay., 1994, s. 20-21].
Fakat, bu kafa karışıklığı durumu sonunda daha iyiye İşaret olacaktır.
Sokrates’in açıkladığı gibi:
kışır. Öğrenciye sessiz olmak ve dinlemek uygun düşer,”23 yasasıyla özetlenmiş olan
manastır okulu ruhundan tamamıyla farklıdır, îronik olan, günümüzde akademinin,
öğrenim yapısını manastırdaki gönderen-alan modeline uydurma eğiliminde olmasıdır.
İroni, aka-
SOKRÂTES: Öyleyse, onun kafasını karıştırmakla ve onu bir uyuşturucu balık
gibi uyuşturmakla, ona bir zarar verdik mi? MENON: Verdiğimizi sanmıyorum.
SOKRATES: Gerçekte ona doğru yanıtı bulma konusunda biraz yardım ettik,
Çünkü şimdi o yalnızca doğru yanıtla ilgili olarak bilgisiz olmakla kalmaz, ancak
aynı zamanda doğru yanıtı aramaktan zevk de duyacaktır. Şimdiye dek o, belli
bir şeklin büyüklüğünün iki misli büyüklükte olan bir kare konusunda, onun
birinci şeklin kenar uzunluğunun iki misli uzunlukta bir kenara sahip olması
gerektiğini söyleyerek, çeşitli durumlarda ve büyük dinleyici toplulukları
önünde güzel vs akıcı bir biçimde konuştuğunu düşünüyordu MENON: Hiç
kuşkusuz.
SOKRATES: O bir şaşkınlık ve karışıklık haline itilmezden, bilgisizliğin bilincine
varıp, öğrenme arzusu duymazdan önce, onun (gerçekte bilmese bile) bildiğini
düşündüğü şeyi araştırmaya ya da öğrenmeye kalkışacağını sanıyor musun?
MENON: Hayır. (84b-c) [Menon, çev.: Ahmet Cevizci, Gündoğan Yay., 1994, s.
32]. {bir de bkz. Atkibiades, 106d)
20. Sokratesçi öğretmene aynı zamanda çöpçatan denilmesinin sebebi, birlikte
doğurmaları için insanları bir araya getirmenin onun görevi olmasıydı
(Xenophon. Symposium, 3). Sokrates yöntemini şöyle anlatıyor: “Fakat
Theaitetos, öyleleri vardır ki gebe olmadıklarına karar veririm; düşünceme göre
böylelerine hiçbir yardımım dokunamaz; onlara bütün hayırseverliğimle aracılık
ediyor ve kimlerin dostluğundan yararlanabileceklerini, Tanrıya şükür, çok iyi
kestirebiliyorum. Bunlardan birçoğunu Prodikos’a, birçoğunu da Tanrının
lütfunu görmüş başka bilge adamlara gönderdim.” (Platon, Theaitetos. 151 b).
[Diyaloglar II, çev.: Macit Gökberk. Remzi Kitabevi Yay., 1998]. Bununla şunu
karşılaştırın; “Birisi Aristippos’a [Sokrates’İn bir öğrencisi], Sokrates’in
kendisine nasıl yardım ettiğini sormuş. O da, ‘Felsefedeki öğrenci
arkadaşlarımı tatmin etmenin yolunu bulmamı kolaylaştırdı’ diye cevap vermiş”
(Philodemus, Rhetoric, 1, 342.13).
21. Üçüncü Akademi metaforu, şölenlerde törenlerin başı (symposiarkhos)
olan öğretmendi. Şölenler, aksamları gerçekleşirdi ve günün diyaloglarıyla
birlikte, esaslı bir öğrenme alıştırmasıydı. Bu şölenlerin amacı oldukça ciddiydi
ve entelektüel açıdan çıtası yüksekti -örneğin, ağır bir felsefi konu
tartışılabiliyordu- fakat aynı zamanda güçlü deneysel olaylardı, (iki büyük
örneği, Platon ve Xenophon’un şölenleridir.)
Şölenbaşı, şölenlerin başarısından iki açıdan sorumluydu: İlki, yükselttiği mevkiden
diyalogun entelektüel amaçlarına ulaşmasını sağlamak; ikincisi, hiçbir
katılımcının fazla resmi kalmamasını sağlamak, ikincisi için, elinde iki çeşit
yetki vardı. İlki, fazla resmi olan katılımcılara daha çok şarap içme emri verme
hakkı vardı. Eğer bu işe yaramazsa, şölenbaşı, katılımcıya giysilerini çıkarıp
dans etmesini emredebilirdi! Şölenbaşı, tutku dolu katılımları hızlandırmak için
gereken her yolu kullanırdı, (bkz. Plato, Symposium 213e-14a)
22. Plato, Republic, 7.536e.
23. The Rule of St. Benedict, 6.
demi bir “sanal üniversite” inşa etmeye başladığında ise iyice büyüyor: Sonuç,
bilgisayara geçmiş bir manastır okulu oluyor.
XVII. yüzyıldaki bilimsel devrimin anlamı, güya skolastik öğretinin geride bırakılması
ve yerine sürekli yeni bilgiler için çabalayan bir bilimin gelmesi olacaktı. Oysa
üniversite, skolastik eğitim modelini ve hiyerarşisini, kullandığı terimlere kadar
muhafaza etti (örneğin, “dekan”, esasında manastırda bir görevliydi). Bilimsel devrim
dört yüz yıl önce gerçekleşti; fakat üniversitelerimize araştırmaya dayalı öğretim için
bir temel olarak pek iyi yansıtılmadı. Skolastik öğretim yöntemlerinin, bağımsız
düşünce ve yeni bilgi üretme yeteneğine sahip modern bireyler yaratabilmesini
beklememiz oldukça garip görünüyor.
Hacker öğrenim modelinin daha geniş anlamda önemi; akademik gelişmeyi ve öğrenim
modellerini birbirine eş görme fikrindeki gücün, sağlam bir hatırlatıcısı olmasıdır. Bu
fikri, tüm çalışma malzemelerinin kullanımı, eleştirisi ve geliştirmesi serbest, kamuya
açık bir Net Akademisi kurmak için de kullanabiliriz. Network varolan malzemeyi yeni
yönlerde geliştirerek, eldeki konular için durmadan daha iyi kaynaklar üretecek.
Network’ün üyeleri, çeşitli konulara duydukları tutkuyla ve katılımlarından dolayı
benzerlerinden kabul görerek, azimli olacaklar.
Mantıken bu malzemenin hem sürekli genişletilmesi ve geliştirilmesi, hem de tartışılması
ve incelenmesi; Net Akademisi’nin çalışmaları takdir etmesinin tek yolu olmalı ve
takdirler genel ruha sadık kalınarak, tüm öğrenim camiası için en değerli olan basarılara
gitmeli. Malzemenin eleştirmek ve iyileştirmek yolunda -yani malzemeyle motive olup
bir şey yapma yönünde- hacker tarzıyla okunması; günümüzdeki malzemeyi sadece
okuma eğilimine kıyasla, öğrenmeye de çok daha kolay geçmeyi sağlayacaktır.
Net Akademisi, yeni başlayan öğrenciden, alandaki en ileri öğrenciye kadar herkes için,
önemli bir değişmez süreklilik yaratmak amacıyla hacker modelini uygulayacaktır.
Öğrenciler, araştırmacılarla meseleleri tartışarak ve sonrasında alanlarındaki araştırma
yayınlarını doğrudan inceleyerek, en baştan itibaren araştırmacı öğrenenler
olacaklardır.
Net Akademisi’nde her öğrenim olayı, diğer bütün öğrenenleri sürekli olarak
zenginleştirecektir. Yalnız ya da başkalarıyla birlikte olsun öğrenci, paylaşılan
malzemeye bir şeyler katacaktır. Bu, her öğrencinin en baştan başladığı, herkesten
yalıtılmış bir şekilde aynı sınavlardan geçtiği ve diğerlerinin birikimlerinden asla
yararlanma şansı bulamadığı günümüzün tek kullanımlık öğrenim biçiminden farklıdır.
Daha beteri sınavdan sonra öğrencinin, tüm o bireysel birikimi aslında çöpe atıyor
olmasıdır. Bu yöntem, her neslin araştırmacılarının tüm sonuçlarını sonunda çöpe
fırlatması (“E = mc2, e, ne olacak yani, fırlat gitsin!”) ve diğer nesillerin baştan başlaması
kadar absürddür.24
Elbette ki genel Net Akademisi’nin uygulamaya geçirilmesi, zorlukları olan bir girişim.
Örneğin hacker’ların ve araştırmacıların dünyasında olduğu gibi, öğrenim
malzemelerinin ortaklaşa ortaya çıkarılmaları için rehber olacak bir yapı gerekli.
Malzeme sürekli yeni yönlere doğru uyarlandığında ve genişletildiğinde, buna rakip
versiyonlar doğar. Bu, hacker ve araştırma alanlarında her zaman olan şeydir.
Hacker’lar, uygulamada bundan kaynaklanan sorunları, eşzamanlı versiyonlama denen
sistemler geliştirerek çözdü. Bunlar, rakip versiyonların var olan versiyondan ve
birbirlerinden, ne şekilde farklı olduğunu göstermeyi olanaklı kılıyor. Daha teorik bir
düzeyde, sorun hakemler aracılığıyla çözülebilir. Eşzamanlı versiyonlama sisteminin
yardımıyla, kendi kendini organize etmiş bir grup hakem, rakip versiyonlar arasında
karar verebilir ve gerek olursa fikirlerini birleştirebilir.
24. Bu konular yavaş yavaş, eğitim kuramında daha çok yer almaya başlıyor.
Vygotsky nin, kişinin potansiyel kabiliyetinin, kendisinden daha tecrübeli
birisiyle işbirliği yaparken, tecrit edilmişken ki asıl kabiliyetinden daha fazla
olduğunu vurgulayan, yakınsal [proximal] gelişim bölgesi kavramından (Mind
in Society [1978]} esinlenen işbirliğiyle öğrenime, yeniden bir ilgi var.
Öğrenciler kendi kendilerine sorular sorup, birlikte çalıştıklarında, aynı
zamanda birbirlerinden öğrenebilirler; her zaman daha ileride öğrenciler olması
faktöründen yararlanabilirler. Lave ve Wenger bu yüzden, öğrenciler ve
araştırmacıların birbirleriyle diyalog içerisinde olmasını önemsiyorlar. Uzman
kültüründe aceminin “meşru ikincil katılımından” bahsederler (Situated
Learning: Legitimate Peripheral Participation [1991]). Bunun böyle dikkatli ifade
edilmesi, çoğu üniversite profesörünün bu fikir hakkında ne düşündüğüne
işaret ediyor.
Hacker’lar akademik modelin önemini tam olarak hatırlattıktan sonra; soru yöneltmek,
bunları sorgulamak ve çözüm geliştirmekten oluşan ortak bir sürece -tutkuya ve yapılan
değerli katkılar için toplumsal açıdan kabul görmekle tetiklenmeye- dayanan akademik
modelin kendisini daha derinlemesine öğretmeden, şimdi yaptığımız gibi onlara
çoğunlukla hazır sonuçları vermeye devam etmek garip olur. Akademinin özünü,
bireysel başarılar değil, akademik modelin kendisi oluşturur.
E. TOPLUMSAL MODEL
Hacker modelinde mevcut olan bu daha geniş çapta uygulanabilirlik olasılığını ifade
etmek tabii ki, yalnızca oturup hükümetlerin veya şirketlerin bunu gerçekleştirmesini
beklemeliyiz diye anlaşılmamalıdır. Hacker’lığın esaslarından biri, açık model
üzerinden bireylerin doğrudan işbirliğiyle, harika şeyler başarılabileceğini hatırlatmasıdır.
Örneğin, açık hacker modeli, içinde birinin, “Bir fikrim var, şu kadar katkıda
bulunabilirim, lütfen bana katılın,” diyebileceği toplumsal bir modele -açık model
diyelim- dönüştürülebilir. Açık modelin bu şekli de yerel kaynaklı fiziksel hareket
gerektirecek olsa bile Net, güçleri birleştirmek ve sonradan fikri yayıp daha ileri safhada
geliştirmek için etkili olacak bir vasıta şeklinde kullanılacaktır.
Örneğin, arada sırada bir yaşlının işlerine yardım etmeye gönüllü olduğumu, Net’te ilan
edebilirim. Çocukların okuldan sonra bize gelip oyun oynayabileceklerini ilan
edebilirim. Hafta içleri, bir komşunun köpeğini gezdirmekten memnun olacağımı
söyleyebilirim. Belki de bu modelin etkisi, yardım gören kişinin, aynı şekilde başka
birine yardım edeceğine söz vermesi gibi bir koşul ekleyerek güçlendirilebilir. Net, yerel
imkânları organize etmek için bir vasıta olarak kullanılabilir. Yavaş yavaş, diğerleri de
harika toplumsal fikirlerin gerçekleştirilmesine katılacaklar ve bu daha da harika fikirler
üretecektir. Bilgisayar hacker’lığı modelinde olduğu gibi, bir kendi kendini
besleme etkisi olacaktır.
Hacker modelinin siberâlemde hükümetler ve şirketler aracı olmaksızın, harika şeyler
ortaya çıkarabileceğini gördük. Geriye, bireylerin doğrudan işbirliğinin, “fiziksel
gerçekliğimizde” ne harika şeyler başarabileceğini görmek kalıyor.
Üçüncü Kısım
Netik
V
Netiketten netiğe
A. NETİKET VE NETİK
Hacker çalışma ve para etiğinin ardından, hacker etiğinin üçüncu önemli seviyesi olan
netik diyebileceğimiz, network etiği gelir. Bu ifade, hacker’ların network toplumumuzun
network’leriyle olan ilişkilerine daha aşina bir terim olan netiket’ten daha geniş kapsamda
değinir (netiket. Nette iletişimin davranışlara ilişkin prensipleriyle ilgilidir; örneğin
“öfkelenmekten kaçının,” “mesajınızı göndermeden evvel sıkça sorulan sorular
dosyasını, okuyun,” vs).1Netiğin tüm unsurlarını bütün hacker’lar paylaşmaz; fakat bu
unsurlar
1- Amacının “Herhangi bir tür Internet standardı belirlemek olmadığını” vurguladığı
halde netiketin, hacker camiasında paylaşılan en iyi anlatımı “Netiquette
Guidelines”dır. Internet Engineering Task Force [Internet Mühendisliği Görev
Birliği] (RFC 1855) tarafından hazırlanan, netiketin bir başka önemli ifadesi. Vint
Cerf’in taslağı “Guidelines for Conduct and Use of Internet” tir. (1994).
yine de. toplumsal anlamlan ve hacker etiğiyle olan ilişkileri açısından birbirleriyle
bağlantılıdır.
Hacker netiğinin ilk kısmı, hacker’ların Net gibi medya network’leriyle olan ilişkisini
içerir. Her ne kadar hacker’ların bunlarla olan kendilerine has ilişkilerinin 60’lara,
hacker etiğinin kaynağına gittiğini söyleyebiliyorsak da bu netik, daha bilinçli şekilde,
açık olarak ifade edilmeye son yıllarda başlandı. 1990’da hacker Mitch Kapor ve John
Perry Barlow, siberâlemin temel haklarını desteklemek için San Francisco’da Electronic
Fronntier Foundation’ı (EFF) [Elektronik Sınırlar Vakfı] kurduklarında, çok önemli bir
an gelmişti.2 60’ların aykırı kültürünün çocuğu olan Barlow, eskiden Grateful Dead için
şarkı yazardı. Kendisi siber haklar hareketinde bir öncü oldu. William Gibson’ın
siberâlem terimini, (Neuromancer adlı romanından) tüm elektronik network’lere uyarlayan
ilk kişiydi.3 Kapor 1982’de elektronik çizelge programı Lotus’u yaratarak kişisel
bilgisayarların gelişiminde önemli rol oynadı. Bu, geniş çaplı bir işlevi önemli ölçüde
kolaylaştıran ilk PC uygulamasıydı ve böylece kişisel bilgisayarın ilerlemesinde önemli
bir unsur haline geldi.4 Lotus ismi, Kapor’un geçmişini yansıtıyordu. Psikoloji okumuş
eski bir zihinsel-sağlık danışmanı ve sonrasında ise bir transandantal meditasyon hocası
olan Kapor’un ilgisini Doğu düşünce sistemleri çekiyordu.
1
3
Kapor’un programı etrafında yapılandırdığı, Lotus adlı bu girişim, hızla zamanının en
büyük yazılım şirketi haline geldi. Fakat özgün hacker’lığı günden güne ticari
girişimciliğe dönüşmeye başladığında Kapor, yabancılaştığını hissetmeye başladı ve dört
sene sonra işi bıraktı. Kendi sözleriyle: “Şahsen kendimi berbat hissediyordum. Bu
yüzden bıraktım. Bir gün öylece ayrıldım (…) Bir organizma olarak iş için önemli olan
şeyler, gün geçtikçe daha az he-
2. EFF’nin tarihi için bkz. Kapor ve Barlovv, “Across the Electronic Frontier” ve
Barlow, “A Not Terribly Brief History of the Electronic Frontier Foundation”
(1990).
3. Barlow’un bu kelimeyi, “A Declaration of the Independence of Cyberspace’e
[Siberâlemin Bağımsızlık Bildirisi] (1996) uyarlaması en meşhuru olmuştur.
4. Bkz. Ceruzzi, History of Modem Computing (1998), 8-9. bölümler.
ves duyduğum şeyler olmuştu.”5
Hem Barlow hem de Kapor, siberâlemin konuşma ve mahremiyet özgürlüğü gibi temel
haklarının, temel meseleler olarak görüyordu. FBI’ın çalıntı bir kaynak kodunu
bulundurmak konusunda Barlow ve Kapor ‘dan şüphelenmesi, Electronic Frontier
Foundation’ın kurulması için doğrudan doğruya bir teşvik oldu. Böylece, popüler
deyişle “hacker” (yani cracker) olmalarından şüpheleniliyordu ve FBI ajanları, ikisine
de ziyarette bulundu. Şüpheler asılsız çıktı; fakat Barlow ve Kapor, yasaları yapanların
ve yürütenlerin hakiki hacker’lığın ve siberâlemin ne olduğunu pek anlamadıklarını hissettiler.
Örneğin, Barlow’u görmeye gelen ajan, bilgisayarlar hakkında neredeyse hiçbir
şey bilmiyordu ve çalınan kodu elinde tutan cracker grubu Nu Prometheus’dan [Çıplak
Prometheus], New Prosthesis [Yeni Protez] diye bahsediyordu.
Barlow ve Kapor, bu ziyaretlere aldırış etmeyebilirlerdi fakat bir anlayış eksikliğinin,
elektronik ortamın totaliter bir biçimde denetlenmesine yol açabileceğinden
endişelenmeye başladılar; ki bu hacker’lar için baş tacı olan konuşma ve mahremiyet
özgürlüğünü ciddi anlamda zayıflatabilirdi. İronik bir şekilde, Barlow’un kapitalist
kanun ve düzenin savunucusu FBI’dan ziyaretçisi, Weber’in Protestan etiğinin en saf
temsilcisi olarak gördüğü Protestan vaiz Richard Baxter’la adaş çıktı; buluşma
5
neredeyse, Protestan etiğiyle hacker etiğinin alegorik bir yüzleşmesi olarak önceden
tasarlanmış gibiydi.
EFF’nin ortak kurucuları arasında Wozniak, John Gilmore ve Stewart Brand vardı.
Gilmore, mahremiyeti koruma amaçlı güçlü-şifreleme teknolojilerini savunmasıyla ve
sloganı “Net, sansürü kusur sayar ve etrafından dolaşır geçer”le tanınır. Bu slogan
ışığında Net’teki tamamıyla kontroldışı, alternatif haber gruplarının kurulmasında
ortak oldu. Brand The Whole Earth Catalog’un yaratıcısıydı ve hacker’lığın tarihinde,
hacker’lık hakkında ilk makaleyi 1972’de Rolling Stone’da yazarak ve ilk Hacker
Konferansını 1984’te San Francisco’da düzenleyerek, önemli bir rol oynamıştır.
EFF kendisini “bilgisayarlar ve internet alanında, konuşma ve
5.Gans ve Goffman, ‘Mitch Kapor and John Barlow lnterview” (1990).
mahremiyet dahil olmak üzere, temel vatandaşlık haklarını koruyarak halk yararına
çalışan, kâr etmeyen, partizan olmayan bir organizasyon” olarak tanımlıyor.’6EFF
pratikte, başka yasaların yanında; Birleşik Devletler Kongresi’nin 1997’de koyduğu,
Internet için bir tür sansür otoritesi yaratmaya çalışan, İletişim Adabı Yasası’nın iptal
edilmesine katkıda bulundu. EFF aynı zamanda, önceden ABD’de yasadışı oldukları
ilan edilen güçlü şifreleme teknolojilerinin kullanılmasını savunmakta da önemli rol
oynadı. Bu yasa değiştirilmeden önce EFF, Gilmore aracılığıyla bazı banka kayıtlarının
şifrelerinde ve Net’te e-posta dağıtımında, DES koruması denen korumayı kırabilecek
nitelikte olan DES Cracker’ı yaptı. Amaç, ABD’nin izin verdiği şifreleme yöntemlerinin,
gizliliği sağlayamadığını göstermekti.7 Toplumsal açıdan bilinçli olan hacker’lar,
şifreleme teknolojisinin sadece hükümetlerin ve işyerlerinin şifreleme ihtiyaçlarını
karşılamakla kalmayıp, bireyi de hükümetlerden ve işyerlerinden koruması gerektiğinin
altını çiziyorlar.
İfade ve mahremiyet özgürlüğü, önemli hacker idealleri oldu ve Net, bunlara uygun
olarak gelişti. EFF gibi hacker organizasyonlarına 90’larda, hükümetler ve özel
girişimler Net’le geniş ölçüde ilgilenmeye başladıklarında ve o zamandan bu yana Net’i
hacker ideallerine aykırı bir şekilde geliştirmeye çalıştıkları için ihtiyaç duyuldu.
İfade ve mahremiyet özgürlüğünü savunuşlarına bakıldığında hacker dünyasının tipik
bir şekilde merkezsiz bir yapı olduğu görülür. EFF’ye ek olarak, benzer faaliyetlerle
6
meşgul olan çok sayıda başka hacker grubu mevcuttur. Bunlara iki örnek, Hollanda’nın
etik meselelerle meşgul XS4ALL [Herkes İçin Erişim] Internet servisi ve insanlık
suçlarını, siberâlemin gereçlerini kullanarak rapor eden Witness’tir [Tanık]. Bu hacker
grupları, belli temalar altında kümeler olarak güçlerini bir araya getiriyorlar; The
Global Internet Liberty Campaign [Küresel Internet Özgürlük Mücadelesi] gibi.8
6. Electronic Frontier Foundation, “About EFF.”
7. Proje, Electronic Frontier Foundalion, Cracking DES: Secrets of Encryption
Research, Wiretap Politics and Chip Design’da(1998) anlatılmıştır.
8. The Global Internet Liberty Campaign. internet Society’nin bir toplantısında,
” Online haberleşmede önceden sansürü yasaklamak” ve “Gll’da [Global
İnformation Infrastructure] bir amaç için kullanılan kişisel bilginin, ilgisiz bir
amaçla kullanılmamasını ya da kişinin haberi ve izni olmaksızın ifşa
edilmemesini ve kişilerin Internet’ten kişisel bilgilerini görmelerini ve yanlış
bilgileri düzeltmelerini sağlamak” ve benzer amaçlar (bkz. Global Internet
Liberty Campaign. “Prensipler”) için çalışmak üzere kuruldu. Hem ifade, hem
de mahremiyet özgürlüğü alanlarındaki anahtar organizasyonları birbirine
bağlar. Örneğin the Center tor Democracy and Technology ( h ttp://www.cdt.org/ ) .
the Digital Freedom Network (http://www.dfn.org/). the Electronic Frontier
Foundation ( h ttp://www.eff.org/ ) , the Electronic Privacy Information Center
(http://www.epic.org/), the Internet Society ( h ttp://www.isoc.org/ ) . Privacy
International (http://www.privacy.org/pi) ve XS4ALL Foundation
( h ttp://www.xs4all.net/ ) .
Diğer önemli tematik ittifakların arasında, the Internet Free Expression Alliance
ve Internet Privacy Coalition yer alıyor.
B. KONUŞMA ÖZGÜRLÜĞÜ: KOSOVA MESELESi
Bu gruplara, fazlasıyla iş düşüyor. İfade ve mahremiyet özgürlüğünün temel hak olarak
kabul edildiği, gelişmiş tabir edilen ülkelerde, siberâlemde bu hakları sınırlama
girişimleri hâlâ oluyor.9 Bununla beraber dünyanın geri kalanında bu haklar, açık açık
tanınmıyor bile. Freedom House [Özgürlük Evi] araştırma merkezinin yayımladığı bir
çalışma olan, Censor Dot Gov: The internet and Press Freedom 2000’e göre, dünya
ülkelerinin üçte ikisi ve dünya nüfusunun beşte dördü, 2000 yılı başlangıcı itibarıyla
konuşma özgürlüğüne tam olarak sahip değildi.10
Var olan güçler bu zihniyette olunca medyayı; özellikle de basın, radyo ve televizyon
gibi geleneksel, merkezi olanlarını kontrol edebiliyor. Elbette Net’in içeriği üzerinde de
denetim kurmaya çalışıyorlar; fakat pratikte, Net’in merkezsiz yapısından dolayı bu oldukça
zor. Bu nedenle Net, totaliter toplumlarda, özgür bireysel ifade için önemli bir
vasıta haline geldi. Chat’ten e-posta ve haber gruplarına ve Web’e kadar her şeyiyle bu
aracı yaratan hacker’lar da, dünyanın çeşitli yerlerindeki muhaliflere kullanımı
konusunda yardımcı oldu.
1999’daki Kosova krizi, diğer birçok ülkede de yapılan bu giri-
8
9
1
9. Siberâlemde ifade özgürlüğüne genel bir bakış için, bkz. Dempsey ve
Weitzner, Regardless of Frontiers: Protecting the Human Right to Freedom of
Expression on the Global Internet; insan Hakları izleme Komitesi. “Freedom of
Expression on the Internet” ve Sussman, Censor Dot Gov. The Internet and
Press Freedom 2000 (2000).
10. Susman, Censor Dot Gov (2000), s. 1.
simlerin mükemmel bir örneğidir.11 Sansür, ileride yapılacak insan hakları ihlallerinin
erken bir belirtisidir. Bu ihlaller gerçekleştiğinde sansür, olayların yalnız yumuşatılmış,
resmi bir versiyonuna müsaade eder ve herhangi bir eleştirinin yayılmasına engel olur.
Yugoslavya’da da durum buydu. Ülkedeki Sırp çoğunluk, çoğunluğu özerk hükümet
isteyen Arnavutlar’dan oluşan Kosova bölgesindeki “etnik temizliği” hızlandırırken,
devlet başkanı Slobodan Miloseviç, medyanın boynundaki ipi her gün daha çok sıkmıştı.
Konuşma özgürlüğü sınırlandığında işler çirkinleşir. Kosova’daki Sırp güçleri erkekleri
katledip, kadınlara tecavüz ederken ve köylerin tümünü, yeni doğmuş bebeğinden
yaşlısına sürgüne gönderirken. Yugoslavya’nın resmi medyası her şeyin yolunda
olduğunu duyurmuştu. (Bu gelenek, Miloseviç’in iktidarının son anlarına kadar sürdü.
Seçim sonuçlarıyla oynadığında ve Belgrad’ın merkezinde yüz binlerce insan protesto
gösterisi yaparken, Sırp televizyonu, olimpiyatların tekrarını gösteriyor ve klasik müzik
yayını yapıyordu.) Medya, vahşet hakkında haber yapamıyordu ve muhaliflerin sesleri
bastırılmıştı. NATO hava saldırılarıyla katliama son vermeyi hedeflediği sırada,
hükümet geleneksel Yugoslav medyasını, resmen ele geçirmişti. Geleneksel olarak özgür
ifadenin yandaşı oldukları için üniversiteler de susturulmuştu.12 Basil manastır
yasasındaki, “Yapılanlar hakkında kimse […] meraklı sualler sormayacaktır,” sözleri
hükümetin politikasını anlatıyordu.
1
1
Buna rağmen Net, haberleri yayabiliyordu. EFF’nin önayak olmasıyla, anonymizer.com
[anonimleştirici] adında bir network sunucusu Kosovalılar’a, yetkililerin izlerini
bulmalarını engelleyecek şekilde mesaj gönderme olanağını tanıdı.13 Yine de savaştan
gelen
11. Kosova savaşı dönemindeki medya hakkında genel haberler için bkz. Free
2000, Restrictions on the Broadcast Media in FR Yugoslâvia (1998); Open Society
Institute, Censorship in Serbia; insan Hakları izleme Komitesi, “Federal Republic
of Yugoslâvia,° WorldReport 2000; Reporters sans Frontieres, Federal
Republic of Yugoslâvia: A State of Repression and War in Yugoslavia-Nato’s
Media Blunders. Kosova savaşı hakkında, bilgiişlem teknolojisine değinen
daha genel bir izahat için, bkz. Ignatieff, Virtual War: Kosova and Beyond.
12. Bkz. Joseph Saunders. Deepening Authoritarianism in Serbia: The Purge
of the Universities(1999).
13.Open Society Institute, Censorship in Serbia.
en meşhur mesajlar, bildiğimiz e-posta yoluyla yayımlandı. Ünlü bir örneği, Arnavut
etnik kökenli on altı yaşındaki “Adona” adında bir kız ile Kaliforniya’da Berkeley
Lisesi ikinci sınıf öğrencisi Finnegan Hamill arasındaki e-posta haberleşmesiydi.
(Adona’nın gerçek kimliği güvenlik nedenlerinden dolayı açıklanmadı.) Adona:
Merhaba Finnegan… Bir gece, geçen haftaydı sanıyorum, etrafımız polis ve silahlı
güçlerle çevriliydi ve OSCE [Avrupa Güvenlik ve işbirliği Organizasyonu] gözlemcileri
olmasaydı, Tanrı bilir kaç kurban olacaktı. Benim oturduğum kat da kuşatılmıştı. O
korkuyu sana tarif edemem… Sonraki gün, oturduğum daireden birkaç metre ötede,
Enver Maloku adında bir Arnavut gazeteciyi öldürdüler. Bir Önceki gün kasaba
merkezinde, genelde gençlerin takıldığı bir yerde bomba patladı.14
Başka bir gün şunları yazıyordu:
Artık öldürülen insanların sayısını bile bilemiyorum. Onları sadece, gazetelerin ölüm
ilanı sayfalarında görebiliyorsun. Sonunda, katledilenler gibi, tecavüz edilip vücudumun
parçalanmasını istemiyorum. Dilerim dünyadaki, tüm evrendeki hiç kimse, bizim
yaşadıklarımızı yaşamak zorunda kalmaz. Normal bir hayatın olduğu için ne kadar
1
1
şanslısın bilemezsin. Hepimiz sizin gibi özgür ve yaşıyor olmak istiyoruz, haklarımıza
sahip olmak ve durmadan itilip kakılmamak. Finnegan, sana bu savaş hakkında neler
hissettiğimi yazıyorum ve arkadaşlarım da aynılarını hissediyorlar.
NATO hava saldırıları başlamadan hemen önce, Adona şu mesajı gönderdi:
Sevgili Finnie,
Şu anda balkonumdan sana güçlükle yazıyorum. Çantalarıyla koşan insanlar
görebiliyorum ve silah sesleri duyuyorum. Evimden birkaç metre uzaktaki bir köy
tamamen kuşatıldı. Çantama gerekli şeyleri koydum. Giysiler, evraklar ve para [… ] acil
bir duruma karşı. Son birkaç gün içerisinde, Kosova’ya giren o kadar çok yeni güç, tank
ve asker oldu ki. Dün, kasabamızın bir kısmı kuşatıldı ve öldürülenler oldu…
Sabırsızlıkla haberleri bekliyorum.
14. E-postalar, National Public Radio tarafından internet üzerinden, “Letters
from Kosovo” (1999) adıyla yayımlandı.
Miloseviç hükümetinin uyguladığı denetim, otoritelerin geçici arzusu üzerine medyanın
susturulmasına izin veren 1998 tarihli, katı “halka açık bilgi yasasına ve düpedüz
vahşice güç kullanmaya dayanıyordu. Örneğin, Mart 1999’da Sırp polisi, insan hakları
savunucusu Bayram Kelmendi’yi ve iki oğlunu vurarak öldürdü. Kelmendi, polisin
kapattığı Arnavut dilinde yayımlanan gazeteyi savunuyordu. İki bağımsız gazetenin
yayımcısı ve hükümet televizyonuna göre NATO hava saldırılarını destekleyen bir adam
olan Slavko Curuvija, 11 Nisan 1999’da evinin önünde vuruldu. Düzinelerce başka
gazeteci tutuklandı, kötü muameleye maruz kaldı ya da sürgüne gönderildi.15
Yugoslavya’nın en etkili muhalif yayın aracı olan B92 radyo istasyonu, otoritelerle
sürekli surette çeşitli sorunlar yaşadı. 27 Kasım 1996’da hükümet karşıtı gösteriler
esnasında, yayın sinyali kesildi ve 3 Aralık’ta radyo tamamen kapatıldı. Bu noktada
XS4ALL, B92’nin sinyallerini Net üzerinden yayımlama teklifiyle yardım önerdi (ses
yayını, teknolojisi Kapor tarafından finanse edilen RealNetworks’den, RealAudio
tarafından sağlandı). Başka radyoların yanı sıra, The Voice of America, Net üzerinden
alınan sinyali Yugoslavya’ya geri yayımladı. Sansürlenmesinden sonuç alınamayınca
hükümet, bir süre sonra B92’nin normal radyo yayınlarına devam etmesine izin verdi.16
1
1
XS4ALL’un ideolojisi, isminde ifade ediliyor: Net, ifade özgürlüğünün bir aracı olduğu
için, herkes ulaşabilmelidir. XS4ALL, “politikada etkin ve hukuk davalarına karşı
korkusuz” olmaya hazır olduğunu söylüyor.17 XS4ALL ve B92 arasındaki işbirliği,
Kosova savaşının başlangıcı olan 24 Mart 1999’da Yugoslavya telekomünikasyon
bakanlığı, bir kez daha istasyonu kapattığında ve vericilerine el koyduğunda, yeniden
başladı. Radyonun yayın müdürü Veran Matiç tutuklandı; hiçbir açıklama yapılmadan
aynı gün serbest bırakıldı.
15. insan Hakları izleme Komitesi, “Human Rights Defenders” ve “Federal Republic
of Yugoslavia,” World Repon 2000 (2000); Gazetecileri Koruma Komitesi,
Attacks on the Press in 1999 ve Reporters sans Frontieres, Federal Republic of
Yugoslavia.
16. Restrictions on the Broadcst Media. s.16-17; KS4ALL, “The History of
XS4ALL”
17. XS4ALL. “History of XS4ALL.”
2 Nisan’da, radyonun yöneticisi Sasa Mirkoviç kovuldu ve yetkililer yeni bir yönetici
atayıp, yeni kurallar tayin ettiler. XS4ALL’un yardımıyla, B92’nin asıl yayıncıları
yayınlarına yine, Net’ten devam etmeyi başardılar ve yurtdışındaki radyo istasyonları,
bir kez daha sinyali Yugoslavya’ya geri gönderme işini üstlendi.18
B92’nin hükümet denetimine karşı kazandığı zaferin, istasyonun Yugoslavya’da
bağımsız eleştirel medyanın sembolü haline gelmesi açısından özel bir önemi vardı.
Matiç’in, savaşın başında özgür medya için yazdığı savunma, neyin tehlikede olduğunun
iyi bir ifadesi: “Özgür medyanın bir temsilcisi olarak, çatışmada hangi tarafta olunursa
olunsun, bilgiye duyulan ihtiyacın, fazlasıyla farkındayım. Ülkedeki insanlar, hem
uluslararası tartışmalar hem de burada olup bitenler hakkında, günden güne haberdar
edilmeli. Yurtdışındakilere burada olanlar hakkında doğrular söylenmeli. Ne var ki
detaylı, sansürsüz gerçekler yerine bütün duyduğumuz, batı retoriğiyle propaganda.”
Savaşın sonlarına doğru Witness organizasyonu, dört Kosovalıyı insan hakları
ihlallerini dijital videoda belgelemeleri için yetiştirdi. Görsel malzeme, dizüstü
bilgisayar ve Net üzerinden uydu aracılığıyla ülkeden dışarıya yayımlandı. Bu malzeme,
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne verildi.19
1
1
1
1992’de kurulan Witness, insan hakları ihlallerini bildirirken görüntülerin gücüne
inanıyor ve görevini, bu işte kullanılması amacıyla video teknolojisinin ve eğitiminin
geliştirilmesi olarak tanımlıyor: “Hedefimiz insan hakları savunucularına, aksi takdirde
fark edilmeyecek ve cezalandırılmayacak insan hakları ihlallerinin kayıt, yayın ve
ilanını yapabilmeleri için ihtiyaçları olan aletleri sağlamak.” Kurucusu olan müzisyen
ve sibersanat öncüsü Peter Gabriel, bunu şöyle ifade ediyor: “Gerçeklik sınır tanımaz.
Bilgi özgür olmak ister. Teknoloji ise bunun anahtarıdır.”20
18. insan Hakları izleme Komitesi, ‘Federal Republic of Yugoslavia,” Word Report
2000.
19. Witness, Witness Report 1998-1999.
20. Witness. “About Witness” ve Witness Report 1998-1999.
Bu hacker gruplarının yanı sıra, daha geleneksel hareket grupları bile, Kosova
çatışması sırasında “Net zamanı”na taşındılar. Sivil organizasyonları yönlendiren
OneWorld [Tek Dünya] ve ortağı Out There News [Dışarıdaki Haberler Net] Net’te,
insanların akraba ve arkadaşlarını bulmalarına yardımcı olacak bir mülteci veritabanı
oluşturdu.21 Doğal olarak her şeyden önce teknolojiye değil, insana dayanan barış
anlaşması görüşmelerinde bile yeni teknoloji, sembolik bir rol oynadı. Finlandiya
cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari ve Rusya eski başbakanı Viktor Çernomirdin’in
başkanlık ettikleri görüşmelerde, ilk anlaşma taslağı bir Net cep telefonuna yazılmıştı ve
anlaşmalar üzerine ilk ön hazırlık raporları, değişik ülkelerin temsilcilerine mesaj
metinleri olarak gönderildi.22 Bu nedenle Kosova savaşı, tıpkı Vietnam’ın ilk televizyon
savaşı olarak adlandırılmış olduğu gibi, ilk Net savaşı olarak adlandırılabilir.
Hatta savaşın küçük bir kısmı Net üzerinden yapıldı. Dorothy E. Denning’in Activism,
Hacktivism and Cyberterrorism adlı çalışmasında anlattığı gibi, farklı tarafları
destekleyen cracker’lar kendi saldırılarını başlattılar. Sırp cracker’lar savaşın
başlamasından birkaç gün sonra, NATO Internet sunucusunu çökerttiler. Kaliforniyalı
bir cracker, Yugoslav hükümetinin Web sayfalarına düzenlediği bir saldırıyla karşılık
verdi. Cracker’lar, çatışma hakkındaki görüşlerine göre saf tutuyorlardı; Ruslar ve
Çinliler, ABD’ye Amerikalılar, Arnavutlar ve Batı Avrupalılar, Sırp sayfalarına
saldırıyorlardı. Bazı Doğu Avrupalı cracker’lar NATO karşıtı mesajlı virüsler
üretiyordu. Savaş bittikten sonra bazı medya kuruluşları, başkan Clinton’un Miloseviç’in
banka hesaplarına girmek gibi harekâtlar için cracker’ları kullanmayı
onayladığı yolunda (asılsız) bir söylenti yaydı.23
2
Belirtmek gerekir ki Net’in, savaşın genel maksatları üzerindeki etkisi önemsizdir;
gidişatına olan etkisi ise ondan da azdır. Bununla beraber, Net’i özgür ifade için bir araç
gibi, medyanın tümü etki alanları açısından birbirine bağlı olduğuna göre de, diğer
med-
21. Bkz. OneWorld, ‘Internet to Play Major Role in Kosova Refugee Crisis’
(1999). internet sitesi, http://www.refugjat-org’dü.
22. Cumhurbaşkanı Ahtisaari’nin yardımcısı Matti Kalliokoski’den kişisel bir
haber.
23. Denning’in çalışmasına ek olarak, bkz. Attrition.org, “Clinton and
Hackers”(1999).
ya kollarından ayrı bir şey olarak kabul etmemek için hiçbir neden yoktur. Yayın aracı
olarak Net, hâlâ bir kitle aracı değildir: fakat iki önemli hususu belirtmek gerekir.
Birincisi, bazı özel koşullar altında bir yayın aracı olarak Net’in yeri doldurulamaz. Net
üzerinden geleneksel medya haberleri, kendi hükümetleri tarafından haber olmaları
engellenmiş olan kitleye ulaştırılabilir. Totaliter ülkelerde yaşayan birçok insan, bilgiye
ve hükümetleri tarafından yasaklanan görüşlere bu yolla ulaşıyor.
İkincisi, Net’in bir yayın aracı olarak geniş bir kitleyi etkilemek için, kitle aracı olması
gerekmiyor. Daha sonra geleneksel medyaya dağıtılacak haberleri yaratmakta, etkili bir
üretim aracı olabilir. Net herkesi, bir gazetecinin alet edevatıyla donatıyor. Geleneksel
medyada çalışan muhabirler ve yayıncılar bile, hikâyelerini bu aletleri giderek daha çok
kullanarak yazıyor, bunun için görüntü kaydediyor ve yayımlıyorlar. Bilgisayarlar,
iletişim araçları ve geleneksel medya güçlerini hızlı bir mültimedya Net’inde birleştirdiğinde
ve bilgisayar, telefon ve kamera, küçük bir mültimedya cihazında birleştiğinde,
kişiler büyük bir medya makinesi için tasarlanmış haberlerini yayımlayabilecekler.
Gelecek Net uygulamalarının bu tür bir kullanıcısı, profesyonellerle kıyaslanabilecek
teknik düzeyde veya gazetecilik düzeyinde çalışmayabilir; fakat olay yerinde olması ve
olayları doğrudan doğruya tecrübe ediyor olması, bu eksikliklerinden daha ağır basar.
Kosova’da, medya hacker’lığının başarabileceklerinin yalnız başlangıcını gördük.
C. MAHREMİYET YA DA ELEKTRONİK ORTAMDA HER ŞEYİ BİLME
Net bir özgür ifade aracı olabilir; fakat aynı zamanda bir gözetleme aracına da
dönüştürülebilir. Geleneksel olarak birçok hacker bunu, siberâlemde de mahremiyeti
savunarak engellemeye çalıştı. Yakın zamanda hükümetler ve işyerleri, bu mahremiyete
çeşitli şekillerde tecavüz etmeyi denediler.24
24. Bilgi çağında mahremiyet konusunda birkaç genel görüş için. bkz. Lessig,
Code and Other Laws of Cyberspace(1S99). 11. bölüm ve Gauntlett, Net Spies:
Who is Watching You on the Web? (1999)
Çok sayıda ülkede, hükümetlerin gerekli gördüklerinde takibe almak için veya
insanların e-postaları ve Web’i tarama şekillerini sürekli gözetlemek için otomatik
olarak bile kullanabileceği yani Net’in arka kapısı tabir edilen şey hakkında tartışmalar
oldu. (Otomasyona bağlı takip, mesajların ve Web ziyaretlerinin içeriklerini çözümleyen
ve “şüpheli” durumları takip eden kişiye rapor eden programlarla yapılır.) Bu
bakımdan, gelişmiş ve gelişmekte olan şeklinde tabir edilen ülkeler arasındaki fark şu
gibi görünüyor: Gelişmekte olan ülkelerde hükümetler, bu araçları önceden müzakere
bile etmeden zaten kullanıyorken gelişmiş ülkelerde bu taktikler hakkında halen bir
tartışma sürüyor. Yani, Suudi Arabistan Intemet sunucusunu sağlayanlar, Web’de
kullanıcı hareketlerinin günlüğünü [log] tutmaya ve kullanıcılar, yasaklanmış site ya da
sayfalara giriş yapmaya kalktıkları anda onlara otomatik olarak, gerçekten
izlendiklerini hatırlatan bir uyarı göndermeye mecburlar.25
Gelişmiş ülkelerde, en azından barış zamanında, şirketler mahremiyete karşı
hükümetlerden daha büyük tehdit oluşturuyor. Ticari girişimciler, Internet hizmet
sağlayıcılarının veritabanlarına, hükümetlerin ulaştığı şekilde ulaşamasa da, benzer
bilgileri başka şekillerde ele geçirebilirler. Web’de gezinirken, kullanıcının tarayıcı
programı ve web sayfası sunucuları, kullanıcının kimliğini belirleyici bilgi alışverişinde
bulunur (cookies denen bilgi). Bu kendi başına, kullanıcının kişisel bilgilerini öğrenmeye
yetmez; fakat x kullanıcı, belli bir sayfayı her ziyaret ettiğinde bu fark edilir. Bundan
sonra, x’in kimliği en azından esas itibarıyla, kişisel bilgi alıp başkalarına satan diğer
herhangi bir web sitesine kişisel bilgilerini vermesi halinde, anlaşılabilir. Bundan sonra
x’in bir adı, cinsiyeti, yaşı, adresi, e-posta adresi vs. olmuş olur; artık köpek sayfalarını,
belirli bir pop sanatçısının sayfalarını, pornografik sayfaları vs. gezenlerin kim olduğu
bilinir ve buna dayanarak bir kişinin ilgi alanları analiz edilebilir.
Bazı özel girişimler, muazzam sayıda web sayfasında reklam ya-
25. insan Hakları izleme Komitesi, “Freedom of Expression on the Internet.”
yımlayarak, bu tür bilgileri toplamada uzmanlaşmıştır. Bu reklamlar, sayfanın gerçek
bir parçası olmayıp, reklam verenin Web sunucusu tarafından sağlandığından ötürü;
reklam veren de kullanıcının tarayıcısıyla bilgi alışverişinde bulunabilir. Bu reklamların
-daha doğrusu “casus link’lerinin”- esas amacı, bireylerin tarama biçimleri hakkında
bilgi edinmektir. Kişilerin hayat tarzları, bu özel girişimlerin yaptığı ticarette, sermaye
anlamına gelir. Bu bilgilerden çıkardıkları hayat tarzı haritalarının genişliği, girişimin
kaç casus sayfası olduğuna ve ziyaretçileri ya da casus halkası dışındaki şirketlerin
müşterileri hakkında onlara ne kadar bilgi satmak istediğine bağlıdır.
Haber gruplarına gönderilen mesajlar, hayat tarzı hakkında diğer bir temel bilgi
kaynağıdır. Haber gruplarına gönderilen bütün mesajlar bir yerde herhangi birinin
okuyabilmesi için kalıcı olarak saklandığından, analiz edilmeleri daha kolaydır.
Kişilerin hangi gruplara katıldıklarını inceleyerek ve mesajlarının dilini analiz ederek,
şaşırtıcı miktarlarda bilgi elde edilebilir.
Elektronik çağda kullanıcılar, veritabanlarında devamlı surette elektronik izler
bırakırlar. Çağımız ne kadar elektronik hale gelirse, o kadar çok iz bulunacaktır. Yani
bilgisayarlar, telefonlar ve medya bir noktada birleştiği için, insanların izlediği
televizyon programları, arabalarında açtıkları radyo kanalları ve Internet üzerindeki
gazetelerden okudukları makaleler bile elektronik veritabanlarına kaydedilebilirler.
Cep telefonu olanların kullandıklar baz istasyonlarıyla, bulundukları yerler bile son
derece kesin bir biçimde tespit edilebilir. Bu tür bir bilgiyle, kişinin çok teferruatlı bir
tasviri yaratılabilir.
Elektronik izlerin sayısı arttıkça, kişinin görüntüsü gittikçe daha da kesinleşir. Bugün
bile, her banka ve kredi kartı işlemi, kart şirketinin veritabanında saklanıyor. Eğer bir
kişi özel müşteri kartı kullanıyorsa, onunla yapılan işlemler de o şirketin veritabanına
kaydedilir. Geleceğin elektronik para birimi (ister bilgisayar, cep telefonu, televizyon
üzerinden, ister başka bir tür uygulama üzerinden kullanılsın), bilgiyi daha da kapsamlı
halde saklayacak. Örneğin bir veritabanı öyle ayrıntılı olabilir ki kişilerin ömürleri
boyunca satın aldığı her bir ürünü listeleyebilir. Bu yolla bir kişinin, detaylı bir
profilinin nasıl yaratılacağı ortada.
Bir kişinin hayat tarzı hakkındaki özel bilgiler, ticari müesseseleri iki esas nedenden
ötürü ilgilendirir, ilki, bu bilgi tam olarak hedeflenmiş pazarlamacılığı kolaylaştırır;
örneğin bir kişinin köpeği olduğu bilindiğinde, o kadın ya da adam, dijital
televizyonundaki reklam aralarında, köpek ürünü reklamlarını izleyecektir. (Eğer bu
kişi bir defa “kediler iğrençtir” başlıklı bir e-posta mesajı gönderdiyse, kendisine kedi
ürünleri hakkında reklam gelmeyecektir.) Ya da bir kişinin tatlıları sevdiği biliniyorsa,
gün içerisindeki uygun zamanlarda, yakındaki bir dükkânda şeker promosyonları
yapıldığına dair bir cep telefonu mesajı alabilir.
İkincisi, bu kadar detaylı kesitler çıkartmak, çalışanların ve işe başvuranların hayat
tarzlarını incelemeyi mümkün kılar. İnsanların yaptıklarının elektronik hafızada
saklanması, nihayetinde hiçbir hareketin gizli kalmaması anlamına geliyor. Elektronik
çağda, birleşik manastırın bekçiliği, her şeyi bilen Tanrıdan yalnızca affedici olmamasıyla
farklılık gösteren, bilgisayarlaşmış bir Aziz Piyer tarafından yapılıyor. İş
görüşmesinde, başvuranın o güne kadarki bütün hayatı bir film şeridi gibi geçer ve tüm
günahlarının hesabını vermek zorunda kalır. Altı yaşında Net’te arkadaşını politik
açıdan yanlış şekilde tehdit ettin, on dördünde pornografi sitelerine girdin, on sekizinde
bir chat odasında uyuşturucu tecrübenden bahsettin…
Aynı zamanda artan sayıda işyeri de, çalışanlarının elektronik davranışlarını (bazen
bildirmeden) gözetim altında tutuyor. Birçok özel şirket, çalışanın e-posta ve Web
kullanımını gözlemleyen bilgisayar programları yüklüyor: Çalışan uygunsuz bir dil mi
kullanıyor (örneğin öfke ifadeleri), kiminle temas halinde (umarız rakibimizle değildir),
sakıncalı siteleri (şu pornografi sayfalarını) ziyaret ediyor mu? Telefon konuşmalarının
içeriği bile benzer şekilde, konuşmadan-metne teknolojisi kullanılarak kontrol
edilebilir.26
Hacker’lar uzun zamandır elektronik çağda mahremiyetin hiçbir şekilde verili
olmadığını; hatta eskisinden çok daha fazla bilinçli bir korumanın gerekliliğini
vurguluyorlar. Mahremiyete, şimdilerde hükümetler ve işyerleri tarafından uygulanan
baskıları tartış-
26. Bkz. Electronic Privacy Information Centor, Privacy and Human Rights
1999: An International Survey of Privacy Laws and Developments.
Maya, uzun vakit harcadılar. Mahremiyet uğruna kimi hacker’lar, özellikle bazı
müdahaleci koşullarda, sembolik olarak elektronik öncesi çözümlere başvurmaya kalktı.
Örneğin Eric Raymond, banka kartı kullanmıyor, çünkü bu sistemin teknik anlamda
her parasal işlemi kaydetmesine karşı. Kişinin işlemlerinin, hiçbir kişisel bilgiyi açığa
çıkarmadığı ama yine de doğru kartın para işlemlerinin yapıldığı bir model yaratmak
teknik açıdan mümkün olabilirdi. Bu bir tercih meselesidir.
Birçok hacker, iş saatleri içinde ya da dışında, bireyin kişisel sınırlarına saygısızlığın her
türüne tiksintiyle bakar. Bir iş ilişkisi hiç kimseye, kişisel alanına burnunu sokma
hakkını tanımaz. Danny Hillis’in kişilik testi hakkındaki Zen’vari anekdotu, işverenlerin
çeşit çeşit yöntemlerin hepsini kullanıp, bireyi daha da kesin bir biçimde analiz etme
hevesleri hakkında, hacker ‘ların ne hissettiklerini şöyle örnekliyor: “Başka bir
mezhebin mensubu bir keresinde Drescher’e (Minsky’nin yapay zekâ laboratuvarında
bir araştırmacı) sabah kahvaltısını ederken gelmiş. ‘Sana bu kişilik testini yapmak
istiyorum’ demiş, ‘çünkü senin mutlu olmanı istiyorum.’ Drescher kendisine uzatılan
kâğıdı almış ve tost makinesine koyup, şöyle demiş: ‘Ben de, tost makinesinin mutlu
olmasını istiyorum.”’27
Elektronik mahremiyeti korumak için hakiki mahremiyeti garantileyebilmek için güçlü
şifrelemenin gerektiğinden, birçok hacker hükümetlerin onaylamadığı türden güçlüşifreleme
teknolojilerinin kullanılmasını savundu. ABD silah ithali yasası bu (64 bitten
yüksek bir anahtar kullanan) teknolojileri, önceleri askeri donanım sayıyordu ve bu
2
yüzden satışları sıkı bir denetlemeye tabiydı. Bu yasanın parodisini yapmak için bir
hacker sol koluna, güçlü şifreleme sınıfına giren RSA şifreleme yönteminin üç satırlık
kısa kodunun ve yanına da ABD yasası gereğini gösteren şu ifadenin dövmesini yaptırdı:
UYARI: BU ADAM ASKERİ DONANIM SINIFINA GİRER. FEDERAL KANUN BU
ADAMIN YABANCILARA DEVREDİLMESİNİ YASAKLAMIŞTIR.28
Hacker grupları 2000 yılının başlarında, bu türden yasal kısıtla-
27. The New Hacker’s Dictionary (1996), appendix A, s. 514.
28. Gauntlett, Net Spies, s.110.
maların esnekleşmesinde önemli bir rol oynadı.29 Güçlü-şifre yöntemleri geliştiren en
önemli gruplardan biri; John Gilmore, Tim May ve Eric Hughes tarafından kurulan
Cypberpunks’tır. Amaçları, Hughes’un yazdığı 1993 tarihli “A Cyberpunk’s
Manifesto”da şöyle özetlenmiştir:
Eğer mahremiyetimiz olsun istiyorsak onu savunmalıyız. Bir araya gelmeli ve anonim
hareketlerin gerçekleşmesine izin veren sistemler yaratmalıyız. İnsanlar
mahremiyetlerini yüzyıllardır fısıltılarla, karanlıkla, zarflarla, kapalı kapılarla, gizli el
sıkışmalarıyla ve habercilerle savundu. Geçmişin teknolojileri, mahremiyetin
korunmasına imkân vermiyordu ama elektronik teknolojiler veriyor. Biz
Cypberpunk’lar kendimizi anonim sistemler inşa etmeye adadık. Mahremiyetimizi;
şifrelemeyle, anonim posta gönderen sistemlerle, ,; dijital imzalarla ve elektronik
parayla savunuyoruz.30
John Gilmore, “Privacy, Technology and the Open Society” adlı manifestosunda,
hacker ilkeleri Üzerine kurulu bir toplumun nasıl olabileceğine dair, daha ileri boyutta
hayaller kuruyor:
Ya bilginin asla biriktirilmediği bir toplumda yaşasaydık? Bir video kasedi kiralamak
için, kredi kartı numarası ya da banka numarası bırakmadan ödeme yapabildiğiniz bir
toplum? isminizi bile vermeden, araba sürmek için ehliyetiniz olduğunu
3
kanıtlayabileceğiniz? Bulunduğunuz yeri açıklamadan, elektronik bir posta kutusu gibi
mesaj alıp gönderebileceğiniz? İşte ben böyle bir toplum yaratmak istiyorum.31
Hacker’lar elektronik çağın, mahremiyete saygı duymasını sağlayacak teknik çözümler
bulmaya çalışıyorlar. Cypberpunks bu ideali gerçekleştirmede hiçbir şekilde yalnız
değil. İnsanların kimliklerini ortaya çıkarmadan, haber gruplarına mesaj ya da e-posta
gön-
29. Birleşik Devletler’de ve diğer ülkelerde, şifrelemenin denetlenmesi
hususunda bir inceleme için, bkz. Madsen ve Banisart, Cryptography and
Liberty 2000.An international Survey of Encryption Policy (2000) ve Koops,
Crypto Law Survey.
30. Hughes, “A Cyberpunk’s Manifesto” (1993).
31. Gilmore, “Privacy, Technology and the Open Society”, Cypberpunks’ın
üçüncü ortak kurucusu olan Tim May, aynı zamanda bir manifesto da yazdı ve
topluluğun kuruluş toplantısında okudu. Bkz. “The Crypto Anarchist
Manifesto” (1992).
dermelerini sağlayan, etkin olan ilk anonim sunucu (remailer diye bilinir), Finli bir
hacker olan Johan Helsingius tarafından yaratılmıştı. Finlandiya’nın İsveççe konuşan
azınlığının bir üyesi olarak, bunun gibi bir sunucuya olan ihtiyacı şöyle anlatıyor:
“İşiniz azınlıklarlaysa, -ırksal, siyasal, cinsel ya da her neyse- bir azınlığa mensup
insanların kendileri için önemli olan şeyleri, kim olduklarını açıklamak zorunda
kalmadan tartışmak istediği durumlara her zaman rastlarsınız.” Başka bir yerde, şunu
da ekliyor: “Bu remailer lar insanların, aile içi şiddet, okulda karşı karşıya kalınan
zorbalık veya insan hakları sorunları gibi çok hassas meseleleri Internet’te güvenli bir
şekilde ve anonim kalarak tartışmalarına olanak verdi.”32
Gelecekte mahremiyet, sadece etik bir mesele değil aynı zamanda teknolojik bir mesele
olacak. Elektronik network’lerin teknik olarak hayata geçirilmesinin, bireyin
mahremiyetine büyük etkisi oldu. Hacker netiğinin mahremiyeti savunması, zor ve
işbirliği gerektiren bir çaba haline geliyor. Net’i güvenli hale getirmenin yanında,
kişilerin hayatlarının detaylarını saklayan başka çok sayıda network’e de söz
geçirilmeli.
D. SANAL GERÇEKLİK
Tarihsel açıdan Net, bir hacker aracı olarak yukarıda belirtilen medyaya karşı iki tür
yaklaşımla ilgili olsa da; genelde hacker etiğiyle ilişkilendirilmeyen önemli bir üçüncü
boyuta sahiptir. İfade özgürlüğü ve mahremiyet fikirlerine ek olarak hacker’lar, kişinin
bireysel etkinliğine de değer verirler. Aslında, etkinlik kelimesi, hacker netiğinin üç
unsurunun da arkasındaki birleştirici fikri özetler. İfade özgürlüğü; toplumun değişik
görüşleri kabul eden ve dile getiren, toplumsal açıdan hareketli bir üyesi olma yolunda
bir vasıtadır. Mahremiyet, kişisel bir hayat tarzı yaratma hareketini güvenli hale
32. Penet. “Johan Helsingius Closes his Internet remailer” ve Quittner. “Anonymously
yours-An Interview with Johan Helsingius” (1994). Helsingius’un
anonim remailerının kısa bir tarihçesi için bkz. Helmers, “A Brief History of
anon.penet.fi” (1997).
getirir; çüukü takip yöntemi insanları belirli şekillerde yaşamaya ikna etmek ya da
egemen olan normlardan ayrılan hayat tarzlarına meşruiyet tanımayı engellemek için
kullanılır. Bireysel hareket, kişiyi hayatta sadece pasif bir alıcı olmaya sevk etmek
yerine kişinin tutkusunu gerçekleştirmesini vurgular.
Bu son hususta, kullanıcıyı sadece bir alıcı haline getiren, geleneksel medyanın (özellikle
de televizyonun) niteliği oldukça farklıdır. Tekyönlü bir “gökyüzü kanalı” [sky channel]
fikrini manastırdan alıp, seküler mantıktaki sonucuna taşır. 1980’ler gibi erken bir
tarihte Fransız sosyolog-düşünür Jean Baudrillard, televizyon izleyicisinin bir alıcı
olarak, sembolik bakımdan tanrılaştırılmasının; TV şovlarının konservelenen
kahkahayı sunmasıyla gerçekleştiğine dikkat çekmişti. Televizyonun, “izleyiciye sadece
hayret etmekten başka yapacak şey bırakmayarak”, TV şovunun bizzat hem oyuncu,
hem de kendi kendisinin seyircisine dönüştürdüğü noktaya geldiğini belirtmişti.33
Kimi zaman Net de “sanal gerçeklik” olarak nitelendirilse de bugünlerde televizyon
izleyicisi, bulunduğu durumu gerçekdışı olması bakımından, aynı sıklıkta sanal olarak
tecrübe ediyor. Bugünlerde televizyon izlemek tipik şekilde, görünen görüntüyle
kastedilen şeyin, televizyonun alabileceği en beter halin absürd bir tür parodisi olduğu
hissini veriyor.
Televizyonun göze batacak kadar açık şekilde ekonominin bir parçası haline gelmesiyle,
gerçekdışılık tecrübesi yoğunlaşıyor. Televizyon şirketleri, gün geçtikçe daha çok, tüm
ticari şirketler gibi salt kâr amaçlı bir temelde işletiliyor. Asıl olan, reklâm satışını sağladığı
için, izlenme oranları. Programlar temel olarak, reklamların ilanları haline geldi
ve izleyicilere sadece zamanın fiyatını artırmak için ihtiyaç var. Geleneksel medyayı,
uygulamalarını Net’e yaymaya sevk eden önemli bir nokta, bu yeni teknolojilerin
kullanıcılar hakkında çok detaylı bilgi edinme şansını sunması ve bunun da, daha da
kesin hedeflere yönelen reklamları satabilmeyi sağlaması. Burada amaç, teknolojiyi
kullanarak piyasa tarafından yönlendirilen seyirci kitlesini artırmak.
33. Baudrillard, Amerique (1966). [Amerika, çev.: Yaşar Avunç. Ayrıntı Yay.,
1996]
Televizyon, kapitalizmle bu kadar yakın ilişkide olduğu için, çoğunlukla Protestan
etiğinin de hükmü altında. Bu bağlantı, önceden ele alınan ifade ve mahremiyet
özgürlüğünü tehdit eden unsurları, Protestan ve hacker etiğinin diğer bir yüzleşmesi
bağlamına oturtarak aydınlatıyor. Medyanın ticari karakteri, hem ticari açıdan ilgi
uyandırmayan alanlara veya konulara odaklanmayı önlüyor, hem de mahremiyetin
ihlaline yol açıyor.
Fakat eğer Protestan çalışma etiği, hayatlarımızı bu derece belirlemeseydi, insanlar
televizyonun halihazırda sunduklarına katlanmazlardı diye de iddia edilebilir, insanlar
sadece çalışmak tüm enerjilerini tükettiğinde ve tutkularının peşinden gitmenin zevki
için bile fazlaca yorgun olduklarında, televizyon için uygun olan edilgen alıcı durumuna
düşerler.
Network toplumunun yükselişi kendi içinde, Jeremy Rifkin’in End of Work gibi
kitaplarda ilan edilen, çalışmanın hayatımızdaki rolünün otomatikman azalacağı ve
enerjimizin böylece dinlenmeye yönelik uğraşlara kalacağı şeklindeki genel illüzyona
inanmak için bir sebep göstermiyor. Gerçekte, son yirmi yıl içinde çalışma zamanı
azalacağı yerde arttı. Çalışma saatlerinde bir düşme yaşandığına dair herhangi bir
iddia, yalnızca XIX. yüzyıl endüstriyel toplumunun on iki saatlik çalışma günüyle bir
kıyas yapılırsa haklı çıkarılabilir; daha genel bir tarihsel ya da kültürel bağlamda
bakıldığında değil.
Ayrıca, sadece çalışma saatinin süresi, kapsamlı bir kıyaslama noktası değildir. Çalışma
saatlerinin her zaman, geriye kalan çalışma zamanının daha da fazla optimize edilmesi
pahasına kısaltıldığını unutmamak lazım. Kısalan çalışma saatleri, hiçbir şekilde insanların
dalıa az çalıştıkları manasına gelmez. Tam tersine, çalışma saatleri endüstriyel
toplumun en kötü durum senaryosundan daha kısa hale gelmiş olsa da; kişiden
eskisinden daha çok çaba talep eder hale geldi. Aynı amaçlara (veya daha da fazlasına)
daha kısa zamanda ulaşma zorunluluğu varsa, kısalan çalışma saatleri işin veya
çalışmamerkezliliğin azalması manasına gelmez.
Sosyolog Ed Andrew Closing the Iron Cage: The Sciemific Management of Work and
Leisure adlı kitabında, Protestan etiğinin
yönlendirdiği çalışma biçiminin bizi nasıl kolayca pasif bir hayat tarzına geri
döndürdüğünü, başka bir şekilde analiz ediyor: “Dinlenme yanlısı sosyologlar, birçok
işçinin iş dışında geniş çapta eğlenmekten aciz olduğu konusunda haksız değiller; fakat
dinlenme acizliğinin, dışarıdan yönetilen işin ‘taşma etkisi’ olduğunu yeterince ciddiye
almayarak hata ediyorlar.”34 Çalışan kişiye hâlâ alıcı olarak muamele edildiğinde,
dinlenmenin de etkin tutkulara yer vermeyen pasif eğlenceye indirgenmesi eğilimi teşvik
edilmiş oluyor. Andrew’a göre, ancak etkin bir iş modeli meydana getirildiğinde,
hareketli geçen bir dinlenme zamanı mümkün olacaktır. Bireyler ancak, işlerinde kendi
kendilerini yönetmeye başladıklarında, boş vakitlerinin de etkin yaratıcıları
olabilecekler.
Boş vakitlerdeki tutku eksikliği, çalışma saatlerindeki tutku eksikliğinden
kaynaklanıyorsa, durum gerçek anlamda iki kat trajik bir hal alır. Bu durumda cumamerkezlilik,
hayata en absürd şekilde geçirilmiş olur. İşlerinde dışarıdan yönetilen
insanlar televizyon izlemeye ve dışarıdan eğlendirilmeye daha fazla vakit bulabilmek
için cuma gününü beklerler. Diğer yandan hacker’lar, boş vakitlerini -pazarı- işlerinde
amaçladıkları şeyler yerine, kişisel tutkularını gerçekleştirmek için kullanırlar.
3
34. Andrew. Closing the Iron Cage: The Scientific Management of Work and
Leisure (1981), S.136.
VI
Enformasyonculuğun ruhu
A. ÖZPROGRAMLAMA YAPABİLEN ÇALIŞANLAR
Hacker etiğinin halen anlaşılması gereken bir kısmı daha var: Network toplumunun,
medya haricinde network’leriyle, özellikle de esin hayatını etkileyen ekonomik
network’le olan ilişkisi. Bu noktada bazı bilgisayar hacker’ları, hacker etiğinin normalde
kapsadığı kavramların ötesine geçtiğini hissedebilirler. Bu kesinlikle doğru. Bunlar tipik
bilgisayar hacker’lığı konuları değil. Fakat sadece bazı bilgisayar hacker’larının
savunduğu bu konular, toplumsal olarak, hacker etiğinin mücadelesinin bütününün
önemli bir parçasını oluşturur.
Bu ekonomi network’lerinin, bilgi uzmanlarına göre şu anda hâkim
olan gerçeğini tanımlamak ve ancak bundan sonra hacker etiğini ele almak yararlı
olacaktır. Endüstriyel dönemin sonlarında bir kişi çalışma hayatının sonuna kadar,
dokuzdan beşe çalışacağı bir iş için eğitilirdi (tabii hiçbir zaman tam anlamıyla bu
şekilde gerçekleşmese de). Bilgi ekonomisinde, bu artık geçerli değil; onun yerine yeni
bilgi uzmanı, Castells’in sözleriyle, “özprogramlama yapabilen” ve “kendini tekrar
eğiterek teknoloji, talep ve işletme değişimin hızını artırdıkça; yeni bilgi kaynaklarına,
yeni oluşumlara ve yeni işlere adapte olma yeteneğine” sahiptir.1
Bilgi çağında, neredeyse tüm bilgiler çok çabuk eskir; bu nedenle özprogramlama
yapabilenlerin, değişen projelerin yenilenen zorluklarıyla başa çıkabilmeleri için,
uzmanlıklarını sürekli tekrar programlamaları gerekir. Süratli zamanın bu zorlukları,
esnek zamanın eşit derecede beceri ve çaba gerektiren zorluklarıyla birleşir. Yeni esnek
iş anlaşmalarında, -evden yapılan telekomünikasyon işlemleri gibi- bilgi uzmanları
kısmen kendi kendilerinin idarecileri olmayı ve idareci adına kendilerini daha verimli
şekilde programlamayı öğrenmelidirler.
Hiç şüphe yok ki, kimileri özprogramlama veya kişisel gelişim (“KG”) edebiyatından
medet umar. Geleneksel personel idaresinden, kişisel idareye doğru yön değiştirilen bir
zamanda, Stepnen Covey’nin Seven Habits of Highly Effective People ve Anthony
Robbins’in Awaken the Giant Within gibi KG kitaplarının, yıllar geçtikçe en çok
satanların arasında daha sık yer alması ve herhangi yeni bir KG kitabının, her zaman
çok satanlar listelerinde ilk sıraya oturması şaşırtıcı değil. Bilgi çağında, fiziksel iş
hakkında eski Taylor’cı “Çalışanın kolları daha da optimum bir yörüngede ha-
1.Castells, ‘Materials for an Exploratory Theory of the Network Society (2000).
“Özprogramlama yapabilen” çalışanlar Reich’ın, Work of Nations’ın (1991) 14.
bölümünde “sembolik-analitik işçiler” dediğine oldukça yakın düşer. Bu tür
esnek çalışmanın yükselişi üzerine deneysel bilgiyi Carnoy, Sustaining the
New Economy’de (2000) verir. Bilgi-teknolojisi gelişiminin coğrafi merkezi
olarak çoğunlukla, sonradan başka yerlerde şahit olunan eğilimleri önceden
belirleyen Kaliforniya’daki çalışma koşulları üzerine, San Francisco’daki
Kaliforniya Üniversitesi ve Field Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre,
Kaliforniyalı çalışanların üçte ikisi esnek çalışan, işlerinde en az üç sene
kalanların, geleneksel çalışan sınıfına girdiğini belirtirsek, bu rakam yüzde 78’e
çıkar (The 1999 California Work and Health Survey[1999]).
reket edebilir mi?” sorusundan ziyade daha zihinsel olan “Kişinin ruhsal hayatı daha
optimum bir yörüngede ilerleyebilir mi?” sorusuna geçilmelidir.2 Öyle görünüyor ki,
insanın kendini programlaması konusunda, çağımızın çok kendine özgü bir tarafı var.
Özelliklerini biraz daha detaylı bir biçimde inceleyelim.
B. KİŞİSEL GELİŞİMİN YEDİ ALIŞKANLIĞI
KG rehberlerini okuduğumuzda, yedi tane temel erdem öğrettiklerini görürüz. Bunlar,
pek de tesadüfi sayılamayacak şekilde, daha eski olan Protestan etiğinin, Franklin
aracılığıyla öğrettiklerinin aynılarıdır ve yine, kökenleri manastırda bulunabilir. Bu
yaşama yöntemlerinin ortak başlangıç noktaları belirleyicilik ya da hedef tayin etmektir.
Bireylere iyi tanımlanmış bir hedef belirlemeleri ve sonra da bütün enerjilerini bu
hedefe ulaşmaya harcamaları öğretilir. “Hedef belirlemek ilk adımdır,” diyor Robbins3
ve mümkün olduğunca kusursuz olmak için hedef seçmek, önceden belirlenmiş bir
program gerektirir. Franklin de, bu tür bir planlamayı tavsiye etmişti: “Her zaman,
orta karar yetenekleri olan bir adamın, ilk önce iyi bir plan yaparsa ve dikkatini
dağıtacak bütün eğlenceleri ya da diğer meşguliyetleri bir kenara bırakarak bu planı
uygulamayı yegâne ilgisi ve işi kabul ederse, büyük değişimler yaratabileceğini ve
2. Taylor Principles of Scientific Management’da (1911), çalışanların
hareketlerini optimize etme yöntemini anlatıyor:
“ilk önce analiz edilecek işte özellikle becerikli olan 10-15 kadar farklı erkek
(tercihan [mümkün olduğu kadar] birçok ayrı kuruluştan ve ülkenin ayrı
yerlerinden gelenler olsun) bulun.
ikincisi; araştırılan işi yaparken, bu adamlardan her birinin yaptığı temel
işlemini ya da hareketleri, hem de her birinin kullandığı aletleri inceleyin.
Üçüncüsü; bir kronometreyle, bu temel hareketlerin her birini gerçekleştirmek
için gerekli zamanı inceleyin ve sonra işin her unsurunu gerçekleştirmenin en
çabuk yolunu seçin.
Dördüncüsü; bütün yanlış, yavaş ve gereksiz hareketleri eleyin. Beşincisi: tüm
gereksiz hareketlerden kurtulduktan sonra, en hızlı ve en iyi hareketleri ve
aletleri bir seride toplayın.’ (s. 61)
3. Robbins. Awaken the Giant Within, s. 274. [Bkz. İçindeki Devi Uyandır: Zihin-\
Duygusal, Fiziksel ve Finansal Kaderinizi Bir Anda Ele Almanın Yolu, çev.:
Belkıs Çorakçı. inkılap Kitabeyi, 1997).
insanlar arasında büyük işler başarabileceğini düşünmüşümdür,”4 KG rehberleri
insanlara, örneğin her gün yüksek sesle söyleyerek ve başarıyı önceden hayalinde
canlandırarak, kendilerine sürekli hedefi hatırlatmalarını öğretir.
(Manastırda bu yönteme, “Tanrıyı yâd etmek” denirdi. Aradaki benzerlikler çarpıcıdır.
Tıpkı KG guruları gibi, IV. yüzyıl keşişi Evagrius Ponticus’da bu arzulanan hedef ve
tersi bir durum üzerinde hayal kurarak uzun uzun düşünmeyi salık vermişti: “Korku ve
dehşet dolu kıyameti düşünün. Günahkârları bekleyen kaderi düşünün… Erdemli
olanları bekleyen iyi şeyleri de düşünün… Bu iki gerçeğin hatırlattıklarını zihninizde
tutunuz.”5 Vizyon [vision] kelimesi bile, şimdi KG’de kazandığı anlamdan önce, spesifik
olarak Hıristiyanlığın Cennet ve Cehennem görülerini kastediyordu. Yani KG kişiye,
her sabah hedefi kendisine tekrar etmesini öğütleyerek aslında dini olmayan bir dua
biçimi öneriyor.)
KG’ye göre, hedefe ulaşmaya yardımcı olacak erdemleri insanın kendisine hatırlatması
önem taşır. Bunların en önemlilerinden biri ise optimumu yakalamaktır. KG insana,
zamanı azami şekilde odaklanarak kullanmayı öğretir ki işin hedefe doğru en iyi şekilde
ilerlemesi sağlansın. Uygulamada bu, her “şimdi” olan andan ne şe-
5
4. Franklin. Autobiography, s. 98.
5. Evagrius. Ward’ın The Sayings of the Desert Fathers’ında. Metnin tümü
şöyle:
Korku ve dehşet dolu kıyameti düşünün. Günahkârları bekleyen kaderi düşünün,
Tanrının ve meleklerin ve baş meleklerin ve bütün insanların Önünde
duyacağı utancı, yani cezaları, sonsuz ateşleri, huzur vermeyen solucanları,
karanlığı, gıcırdayan dişleri, korkuyu ve yalvarışları. Erdemli olanları bekleyen
iyi şeyleri de düşünün: Babamız olan Tanrı ve onun oğlu, melekler ve baş
melekler ve azizlerden olan tüm insanlar karşısında güven duymak ve o âlemîn
armağanları, neşe ve mutlak saadet.
Bu iki gerçeğin hatırlattıklarını zihninizde tutunuz. Günahkârların kıyametlerine
ağlayınız, o acıları ben de çekmeyeyim diye korkuyla kaygılanınız. Ama erdemli
olanların çokluğuna sevinip memnun olunuz. Bu sevinçleri elde etmek için
çabalayın ama o acıların yabancısı olun. Hücrenizin dışında ya da içinde, dikkat
edin bunların hafızası sizi asla terk etmesin, böylece bu hatırladıklarınız
sayesinde en azından yanlıştan ve zararlı düşüncelerden kaçabilirsiniz.
Bunu Robbins’le karşılaştırın: “İnsanlar bir şeyin hayalini yeterince kuvvetli kurarlarsa,
tıpkı tecrübe etmişlercesine kolay bir şekilde başarıya ulaşabilirler”
(Awaken the Giant Within, s. 80) ve “Görürsün, bundan on yıl sonra emin ol ulaşacaksın.
Sorulması gereken soru şu: Nereye? Kim olmuş olacaksınız? Nasıl
yaşayacaksınız?” (s. 31).
kilde yararlanıldığının sürekli farkında olmak anlamına geliyor. Robbins. kişiyi
“zamanın simdi”6 olduğunu hatırlamaya teşvik ediyor. Asıl soru ise, şu anda yapağınız
şey sizi Hedefe yaklaştırıyor mu? Eğer yaklaştırmıyorsa, yapmayın. Yaklaştıracak
başka bir şey yapın.
Franklin’in öğretisinde, “şimdi” olan âna karşı benzer bir uyanıklık öğütlenirdi:
“Sürekli ihtiyatlı olun” ve “Her zaman faydalı bir şeyle meşgul olun; tüm gereksiz
hareketlerden kaçının.”7 KG rehberleri, kişinin rolüne uygun örneklere uyarlanabilir
vecizeler ve bir sonraki hareketi için ruhsal güç toplamak amacıyla yapabilecekleri
üzerine düşünmesini salık verir. (Manastırda buna, “kalbini dinlemek” denirdi.
Keşişlere hareketlerinin, her an en yüce hedefe hizmet edip etmediğine dikkat etmeleri
de söylenirdi. Örneğin, VI. yüzyıl rahibi Gazeli Dorotheus: “Kendimize kulak verelim
ve tetikte olalım kardeşlerim. Şimdiki zamanı ziyan edersek, onu bize kim geri verir?”8
Çöldeki Antonius III. yüzyılda, KG öğretmenlerinin tavrıyla, en yüce amacın yolunda
anında hareket edebilmek için, rolüne uygun örnekler üzerinde düşünmeyi salık
vermişti: “Azizlerin eserlerine dikkat edin ki, emirleri hatırlayan ruhlarınız, azizlerin
coşkusuyla ahenk bulsun.”9 Manastır tarikatlarının ruhani alıştırmalarını araştıran
Fransız klasikçi Pierre Hadot, keşişlerin kısa biyografilerinden oluşan edebiyat türünün,
tam da bu amaçla yaratıldığını belirtmişti.10 Günümüzdeki başarılı şirket yöneticileri
hakkındaki edebiyat, bizim azizlerimizin edebiyatı ve onların vecizelerinin derlemeleri
de bizim apophthegmata*’mızdır, (“pederlerin deyişleri”).
6
7
6. Robbins, Awaken the Giant Within, s. 31.
7. Franklin, Autobiography. s.86, 85.
8. Dorotheus, Didaskaliai, 104.1-3.
9. Athanasius, Life of Anthony, 55. Bunu, Robbins’in şu sözleriyle karşılaştırın:
“Neredeyse her konuda en iyi strateji, rolünün uygun bir örneğini, yani sizin
istediğiniz sonuçları önceden almaya başlamış birilerini bulmak ve sonra da
onlardan bilgi sızdırmaktır. Ne yaptıklarını, temel inançlarının ne olduğunu ve
nasıl düşündüklerini öğrenin” (Awaken the Giant Within, s. 25).
10. Özellikle bkz. Hadot’nun denemeleri “Spiritual Exercises” ve “Ancient
Spiritual Exercises and ‘Christian Philosophy”, Philosophy as a Way of Life:
Spiritual Exercises from Socrates to Foucault (1995).
*Apophthegmata Patrum: IV. yüzyılda çöllerde yasayan önemli keşişlere atfedilen,
manastır mensuplarının ruhani hayatlarını anlatan çeşitli özdeyişlerin ve
anekdotların bir derlemesi, (ç.n.)
Hedefe yaklaştıran diğer KG erdemleri, esneklik ve istikrardır.Robbins, hedefin
“görkemli bir saplantıya”11 dönüşmesi gerektiğini belirtiyor. Ona ulaşmak için
kullanılan araçlarda ise kişi, esnek olmaya rıza göstermeli. Robbins, eğer “istediğinize
ulaşana kadar yaklaşımınızı değiştirmeye devam ederseniz,”12 hiçbir şeyin sizi hedefe
ulaşmaktan alıkoyamayacağını vurguluyor. İnsan, daha iyi yaklaşımlar öğrenmeye her
zaman hazır ve bunun için de yeterince alçakgönüllü olmalı. Franklin de insanın
“azmettiğinde” bunun için ne gibi bir esneklik ya da öğrenim gerekiyorsa “ihmal
etmeden yerine getirmesini” salık vermişti.13 (Daima alçakgönüllülükle öğrenmeye ve
Tanrıya daha da yaklaşabilmek için değişime karşı esnek olmaya razı olan
Antonius’un tavrı da buydu: “Çünkü sık sık soru sorar ve orada olanları dinlemeyi
arzulardı ve eğer birisi faydalı bir şey söylerse, ondan istifade ettiğini itiraf ederdi.”)14
İstikrar, sebatla beklenmesi gereken hedefe doğru, kararlı bir ilerleme demektir ve
aksamaların kişinin hislerini yıkıcı bir şekilde etkilemesine izin verilmemelidir. KG’nin
bakış açısına göre keder gibi “negatif hisler” araya girmemelidir. Örneğin, bir şeyin
yitirilmesinden veya bir hatadan dolayı kederlenmek, o şeyleri geri getirmez ve hatayı
da tersine çevirmez. KG negatif hisleri, sadece hedefe ulaşmayı geciktiren bir enerji
kaybı olarak görür.
KG literatürü, istikrarı güçlendiren pozitif düşüncenin aşırı yüklü bir biçimini
öğretiyor. Örneğin Robbins, okuyucuya farklı betimleme yolları kullanarak, negatif
1
1
1
hislerini pozitife çevirmesini öneriyor: Böylece, Kendimi keyifsiz hissediyorum, kendimi
hareket öncesi durgun hissediyoruma dönüşüyor; üzgün yerine düşüncelerimi
sınıflandırıyorum; nefret ediyorum da tercih ediyorum oluveriyor; sinirlendim, uyarıldım
demek oluyor; berbata farklı diyoruz, vs.15 Bir kez daha Franklin, kişiyi sakin olmaya
teşvik ediyor: “Önemsiz şeylerden veya sıradan ya da önlenemez kazalardan rahatsızlık
duymayın.”16 (Bunu bir de, sakıncalı bir günah olan üzüntüyü ve
11. Robbins. Awaken the Giant Within, 12. bel.
12. a.g.y., s. 44.
13. Franklin, Autobiography. s. 85.
14. Athanasius, Life of Anthony, 67.
15. Robbins, Awaken the Giant Within. s. 216-218.
16. Franklin, Autobiography. s. 85.
yerine pozitif bir bakış açısı getirmeyi ayrıntılı olarak ele alan Cassian’la karşılaştırın.
Ona göre, üzüntü ya “önceki bir kızgınlığın hatasıdır” ya da “gerçekleştirilmemiş bir
çıkar arzusundan ortaya çıkmıştır.” Her iki durumda da, bir sonuca varmayacağı için
bir kenara bırakılmalıdır. Cassian üzgün ruhu, “güvelerin yediği [ve] artık ticari değeri
ya da faydalı bir kullanım biçimi kalmamış bir elbiseye” benzetir.)17
Çalışkanlık, KG’nin dünya görüşundeki beşinci temel erdemdir; kişi sıkı çalışmayı
takdir etmelidir. Robbins, birey için “büyük çapta bir harekete istekli olmanın”18 ne
kadar önemli olduğundan bahseder. Franklin de, çalışkanlığı bir erdem olarak
nitelendirir. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nun giriş sayfalarında Weber,
Franklin’in babası tarafından tekrarlanan şu İncil deyişine Protestan etiğinin çalışmaya
yüklediği değerin bir örneği olarak değinir. “Mesleğinde azimli olan birisi görürsen işte
o kralların önünde durmalıdır.”19 KG’de çalışmak, kendi içinde bir hedefmiş gibi
görünecek kadar idealleştirilmiştir. (Bu fikir, manastır tarafından da paylaşılır. Hatta
manastır, çalışkanlığın zıddı sayılan, sadece tembellik değil can sıkıntısı ve huzursuzluk
anlamlarına da gelen accedia’yı, yedi ölümcül günahtan biri olarak kabul ederdi.
Keşişler üzerinde kötü etkisini, Cassian şöyle anlatıyor: “Ve ne zaman kişiyi bir raddede
alt etmeye başlasa, ya odasında aylak ve tembelce oturtturur […] ya da oradan
çıkararak huzursuzlaştırır, onu avareye çevirir.”)20
1
1
1
1
1
2
Franklin’in Protestan etiğinde vurguladığı paranın değeri, KG’de de belirgin bir şekilde
yer alır. Robbins’in kitabının alt başlığı şudur: Zihinsel, Duygusal, Fiziksel ve Finansal
Kaderinizi Bir Anda Ele Almanın Yolu, KG kitaplarında, hedef seçimi için verilen
modellerde para, seçilen hedefe örnek vazifesi görüyor. Robbins ‘in hedef belirleme
biçimindeyse, para yerleşik bir amaçtır:
17. Cassian, Institutes of Coenobia, 9.4, 9.3.
18. Robbins, Awaken the Giant Within. s. 44.
19. Weber. Protestan Ahlakı, S. 44. bkz. Franklin, Autobiography, s. 81.
20. Cassian, Institutes of Coenobia, 10.6,
Ne kadar kazanmak istiyorsunuz?
Senede 50,000 $ mı?
Senede 100,000 $ mı?
Senede 500,000 $ mı?
Senede l milyon $ mı?
Senede 10 milyon $ mı?
Sayamayacak kadar çok mu?21
(Manastır hayatının ekonomiyle olan ilişkisi, diğer erdemlere ilişkin durumdan daha
karışıktır. Manastırların hedefi para kazanmak değildi fakat Yunanca oikonomia’dan
gelen ekonomi kelimesinin ilahiyat alanında, kurtuluş doktrinine ilişkin olarak
kullanılması rastlantı değildir. Kapitalizmde de manastırda da hayat, “kurtuluş” veya
“cennet” için yani ekonomik akıbet için çabalamak uğruna ikinci plana atılır.)
KG dünyasında, hedefi ve ona hizmet eden erdemleri hayata geçirme konusunda hiçbir
şey şansa bırakılmaz. Her şey hesaba katılmalıdır. Bu nedenle, neticenin sorumluluğunu
üstlenme yedinci önemli erdemdir. Robbins’in kitaplarının okuyucuları hedeflerini
yazıya dökerler ve onlara doğru ilerleyişlerinin raporunu tutarlar. Robbins, kişinin
hislerinin evrimini nasıl belgelemesi gerektiğini şöyle belirtiyor:
1. Ortalama geçen bir haftada tecrübe ettiğiniz bütün hisleri yazın.
2. Bu hisleri tetiklemek için kullandığınız olay ya da durumları listeleyin.
3. Her negatif his için bir panzehir bulun ve Hareket Sinyali’ne karşılık vermek için
uygun araçlardan birini kullanın.22
21. Robbins, Awaken the Giant Within, s. 294. Ayrıca bkz. Robbins’in hedef
formları, s. 277-80. 289-302.
22. a g.y., s. 471-72. Burada Robbins, Franklin’in defter tutma sistemine açık şekilde
gönderme yapıyor.
Bunun üstünde de yine Franklin’in gölgesi dolanıyor. Franklin, Otobiyografi’sinde
bize, hedeflerini nasıl yazdığını anlatıyor: “Hâlâ günlük defterimde duran, yazılı
çözümler oluşturdum.”23 Bize hedefleri ve erdemleri sadece yazmanın yeterli
olmayacağının, gerçekleştirilmeleri için “günlük incelemelerin de gerekli olacağının”24
farkında olduğunu da söylüyor. Otobiyografi ‘sinde, bu amaç için geliştirdiği ruhsal
defter tutma şeklini şöyle anlatıyor:
Her erdem için [ki bunların arasında kararlılık ve sükûnet de yer alıyor] bir sayfasını
ayırdığım küçük bir defter yaptım. Her sayfayı, kırmızı mürekkeple çizgiler çekerek
yedi sütuna boldüm ve her sütunu bir harfle işaretledim ki, haftanın her günü için bîr
sütun olsun. Bu sütunları her birinin başlangıcına bir erdemin baş harfini vererek, on
üç kırmızı çizgiyle böldüm. Her çizgiye ve onun sütununa çok ufak bir siyah noktayla, o
gün inceleme sonucu bulduğum, o erdeme ilişkin yapılmış her hatayı işaretledim.25
(Bunu, keşişlerin gelişimlerini sistematik biçimde gözlemlemeyi nasıl öğrendikleriyle
karşılaştırın. Dorotheus şöyle diyor:
Kendimizi her gün değil, her mevsim, her ay ve her hafta gözlemlemeliyiz ve kendimize
şunu sormalıyız: “Geçen hafta beni alt eden tutkuya göre, şu anda hangi aşamada
bulunuyorum?” Aynı şekilde her sene, “Geçen sene şu ve şu tutkular beni alt etmişti,
peki ya şimdi?” diye sormalıyız. [Kilise] pederleri bize, her birimizin sıra ile her akşam,
günü nasıl geçirdiğimizi ve her sabah, geceyi nasıl geçirdiğimizi gözden geçirerek
arınmamızın nasıl faydalı olduğunu söylemişlerdi.26 Modern sonuç muhasebesini seküler
bir günah çıkarma şekli olarak kabul edebiliriz, ofisi de günah çıkarma odası.)
Son olarak, şunu belirtmek gerekir ki, yöntemli olmayı vurgulamaları, manastır ve
KG’yi önemli bir açıdan daha birleştiriyor: İki durumda da yöntem, dünya üzerinde
açıklık ve kesinlik vaadini sunuyor. Salt bu noktadan bakıldığında, kişinin hangi
yönteme güçlü bir
23. Franklin. Autobiography, s. 59.
24. a. g. y., s. 86.
25. a.g. y., s. 86-87.
26. Dorotheus, Didaskaliai, 111.13, 117.7.
biçimde inandığı aslında fark etmiyor. Kurtuluş, manastırda da KG’de de gerçekleşiyor.
Daha da karmaşık network’lerin her zamankinden çok daha fazla süratte işletildiği bir
çağda, bu tür bir açıklığa ve kesinliğe artan bir talep var gibi görünüyor. Görünürdeki
gelişimimiz ne kadar karmaşık ve süratli hale gelirse, içeride basitliğe olan talep o kadar
artıyora benziyor.
KG vasıtasıyla, karmaşık ve süratli dünyada insanlar, daha da özelleşmiş hedefleri
gerçekleştirmeye çalışmaları öğretilerek idare ediliyor. Eğer bireyler küresel rekabet
dünyasına izlerini bırakacaklarsa, hedeflerini her zamankinden daha kesin olarak
“yerelleştirmeliler.” Her biri sabit bir noktaya odaklanmalı ve dünyanın geri kalanının
çoğunu dışarıda bırakmalı. Sürat, şimdiki âna odaklanmakla elde edilir. Hayat, bir
seferde bir hedefe ve bir âna indirgendiğinde idare edilebilir hale gelir. O zaman
sorulması gereken soru sadece şu: En yüksek hedefime göre şu anda doğru bir biçimde
mi yaşıyorum? KG, her durum için ayarlanmış cevaplar vererek bunu bir adım daha
ileriye götürüyor (esneklik, istikrar, vs. gibi).
KG’nin verdiği bu dini hava, o anki hedefin başarıya ulaşmasını amaçlasa da, KG
yönteminin psikolojik açıdan sadece işlevsel olmadığını kesinleştiriyor. Network
toplumunda eğer kişi, kurtarıcı gücüne koşulsuzca inanabileceği, kesin olarak
belirlenmiş bir yönteme başvurabiliyorsa; ruhsal açıdan hayat, daha kolay hale geliyor
ve bu nedenle de hem KG öğretileri hem de köktencilik, network toplumunda eskisinden
çok daha çekici bir hal almıştır.
2
C. ENFORMASYONCULUĞUN RUHU
Kimileri KG’yi, network toplumu bağlamında analiz etme zahmetine neden
katlandığımızı merak etmiş olabilir. Sebebi, bu incelemenin, Castells’in The Information
Age’de ortaya attığı temel mesele olan ekonomi network’lerinin mantığına dolaylı yoldan
ışık tutabilecek olması. Castells, “Network girişiminin etik temeli olan bu
enformasyonculuğun ruhu nedir?” diye sorar ve şunu belirtir: “Bu network’leri
birleştiren nedir? Yalnızca arızi olarak, tesadüfen
yapılmış birleşmeler mi? Belirli network’ler için bu geçerli olabilir; fakat network’le
yapılan organizasyon biçiminin kendine ait bir Kültürel boyutu olmalı.” Aynı soru daha
da genelleştirilerek, yeni bilgiişlem teknolojisi paradigması olan enformasyonculuk
üzerine Kurulu network toplumunun ruhu hakkında da sorulabilir. Castells’in kendisi
de yalnızca, enformasyonculuğun ruhunun “kısa ömürlü bir kültür” olduğunu
söyleyerek, bu temel soruyu cevapsız bırakıyor: ki bu da maalesef, bu ruhun herhangi
bir ortak ya da kalıcı değerinin olmadığını söylemekle aynı şey.27
Bir çağa hâkim olan ruhu tarif etmek, tabii ki hiç de kolay değildir. Bunu farklı
kültürlerde farklı değerlere göre işleyen network toplumunun değerlerine göre ve bu
değerlerin ayrıca her yerde süratli bir dönüşüme maruz kaldığı bir dönemde yapmanın,
özellikle zor olduğunun farkında olmalıyız. Yani network toplumunun, tamamen
değerden yoksun bir toplum olduğu, ilk başta kolaylıkla görünüyor. Network
girişimcileri ürünlerini, herhangi bir kültürün değerlerine uyarlamaya (bir ürünün
çeşitleri, yerel kültürel değerlere hitap etme yoluyla farklı ülkelerde pazarlanıyor) ve
hatta elverişli bir pazar bulunabilirse (egzotik ürünler pazarı gibi) o kültürel değerlerin
bazılarını ticarileştirmeye de istekliler. Aynı zamanda kültürler, küresel bilgi
ekonomisinin dışında kalmamak için, kendi alanlarındaki network girişimlerinin
faaliyetine engel olan geleneksel değerlerden vazgeçme sürecindeler.
Bununla beraber, network girişimlerini yöneten ruhu ele alırken Weber’in kapitalizmin
ruhu ya da Protestan etiği terimlerini kullandığında, her yerde tamamıyla aynı şekilde
gelişen bir kültürden bahsetmediğini hatırlamak gerekir. Maksadı, kapitalizmin ruhu ve
2
Protestan etiğiyle yönetilen bütün kültürlerin tamamının aynı değerleri paylaştığını
iddia etmek değildi. İkincisi, birleşerek gelişimi oluşturduğunu keşfettiği değerler yani iş
ve para, eski etik değerlerden çok farklıydı.
Bunları açıklığa kavuşturduktan sonra, network toplumu türlü kültürel tezahürler
içerisinde birçok başka değer içerse de, network girişimlerine rehberlik eden değerleri
ve hatta genel olarak network
27. Castells. Information Age (1996-8), cilt 1, s. 199.
toplumunu tanımlamak mümkün. Network girişimlerinin, KG’nin abartılı bir biçimde
öğrettiği yedi değerin aynılarıyla bir araya geldiğini söylemek için haklı sebepler var. Bu
değerler, hedef tayin etmek, optimum davranma, esneklik, istikrar, çalışkanlık, ekonomi
ve neticenin sorumluluğunu üstlenmeydi. Ve bunlar geleneksel ve felsefi anlamda
değerlerdir, yani eski etik değerlere benzemeseler de hareketleri yönlendiren ve her
şeyden üstün olan hedefler.
Bu liste gittikçe artarak, devletlerin değerlerini de tarif ediyor, ki Castells bunun yeni
biçimine, “network devleti”28 adını veriyor; böylece network toplumunun tümüne
hâkim ruhu şekillendirdikleri görülebilir. Geleneksel ulus-devletlerin, Avrupa Birliği,
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması ve Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği gibi
devlet network’lerine temsilci güç yollamasının sebebi, büyük ölçüde, bilgi ekonomisi
içerisinde refah düzeyini yükseltmek olduğuna göre, bu ruhun özel girişimlerden
devletlere yayılması, hiç de şaşırtıcı değil. Devletlerin hareketleri, giderek daha da fazla
ekonomik hedefler tarafından yönetiliyor.
Bu yedi değerin kendi arasında bir hiyerarşi barındırdığı söylenebilir: Para, network
toplumunun yönetici ruhunun en üst değeri ya da hedefi, diğer değerlerse bu hedefin
gerçekleşmesini destekliyorlar. Diğer değerler arasında iş hâlâ özel bir statüye sahip.
Özellikle devletler, bağımsız bir hedef olarak destekliyorlar, fakat bu seviyede bile
gitgide daha açık biçimde paranın altında yer alıyor. Tıpkı, bir biçim olarak network
girişimi gibi, optimum davranma, esneklik, belirleyicilik ve neticenin sorumluluğunu
üstlenebilme de, kapitalizmin yeni bir teknolojik durumda, para kazanmaya uyum
sağlamasının neticeleri olarak görülebilir.
Burada Robbins’in kişiye önerisi, değerler hakkında bu şekilde düşünmenin iyi bir
ifadesini veriyor: “Arzuladığım ve hak ettiğim talihe [paraya] ulaşmak için değerlerim
neler olmalı? [… ] Gerçekten istediğiniz hayat kalitesini yaratmak için hangi değerlerden
kurtulup, hangilerini eklemek istersiniz bir bakın.” Ve: “Hiyerarşimde bu değeri, bu
seviyeye yerleştirerek nasıl bir çıkar sağlayacağım?” Bu bakış açısıyla değerler, sadece
para biriktirmek için bir araçtır,
28. a.g.y.,3. cilt (1998).
ki bu, Weber’in evvelden, Franklin’in değer sisteminde fark ettiği bir şeydir.29
Böylece bilgi ekonomisi, eski kapitalizmin ruhunun değerlerine, esasında eski para
kazanma hedefinin devamlılığını garanti etmek için tasarlanmış yenilerini ekliyor. Para
-ki aracı olan değerdir- tuhaf bir hedeftir. Toplumun hayali, asgari miktarda paradan
ibaret olunca, bu hayali gerçekleştirmek için dünyada hakiki değişimler yapılması
gerekmez. Bu esneklik değeriyle ilişkilidir. Ticari girişimler ve devletler, dünyayı
değiştirmekten bahsetmezler; olası herhangi bir dünyada, sürekli para kazanma
başarısını korumak için tasarlanmış, esnek bir stratejik düşünce tarzı geliştirmişlerdir.
Belli bir yaklaşımın işe yaramadığı bir durumda girişimci ve devlet değişmeye hazırdır
ve başka düşünce yolları saf bir idealizm olarak nitelendirilir hale gelir.
Bilgi ekonomisinin süratli işleyen rekabetinde, işletme biçimleri dinamik olmalıdır. Bu,
işletmeleri projeler halinde organize etmeye imkân verir ve bunlar için daha da fazla
hedef tayin etmek ve neticenin muhasebesini yapabilmek gerekir. Bu, hem girişimin bütününün
üzerine yatırım yaptığı ana projeler için, hem de çalışanların bireysel olarak
giriştiği kısmi projeler için geçerlidir. Projelerin açık ve net hedefleri ve zaman
çizelgeleri olmalı, gelişimleri, sistemli bir biçimde takip edilmelidir. Bilgi uzmanları
işlerinin zamanını ve yerini seçme özgürlüğüne sahip olduklarında bu daha da fazla
önem kazanıyor. Hedefler ve son mühletler, çalışma ilişkisinin esas belirleyicileri haline
gelir. Bu usuller de, devletlerin idaresinde yavaş yavaş daha hâkim hale geliyor.
Optimumu sağlama, network girişimleri için önemlidir. Özprogramlama burada yine
devreye girer. Network girişimleri işlevlerini, aynı bilgisayar ve network işlemlerinin
optimize edildiği şekilde optimize ederler. .com kapitalistlerinin yeni ticari görüşüne
esasında, işlemi tekrar programlama şeklinde bakılabilir. .com’lar bir işin aşamalarını,
kod programlamada satırlarmışçasına ele alırlar: Gereksiz olanlar (örneğin dağıtımda,
toptancılar ve perakendeciler) elenir ve yavaş programlar daha hızlı çalıştırılabilmek
üzere, tama-
29. Weber, Protestan Ahlakı, s. 43.
mıyla yeni bir bakış açısıyla tekrar yazılır.
İş ilişkilerinin organizasyonu da, mesele bir bilgisayar network’ünün geliştirilmesiymiş
gibi, optimize edilir. Özel girişimler zorunluluk dahilinde, kendi temel vasıflarını başka
vasıflarla birleştirirler ya da ayırırlar. Hem işlemin hem de organizasyonun bu şekilde
optimize edilmesi, hükümetlerin esnek iş gücü fikrini taahhüt etmelerinden beri
mümkün hale geldi.
İstikrar, network toplumunun hâkim ruhunu tanımlayan değerler listesini tamamlıyor.
Hükümet düzeyinde bu ideal, politikacıların dilinde adalet ve barış gibi sözcüklerin
yerini istikrar terimine bırakmasıyla kendini gösterdi. AB, Avrupa’nın gelişiminde
istikrar bekliyor (örneğin Yugoslavya için bir Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı
mevcut.).30 Birleşik Devletler, dünyanın çeşitli bölgelerindeki koşulları istikrarlı hale
getirmek istiyor ve aynı istikrar, Asya’nın gelişmesinde de gerekli görülüyor.
Hükümetler kendi içlerinde, başarılı ve başarısız arasındaki ayrımın “toplumsal
istikrarsızlığı” artırdığından endişe duyuyor. Bunun da gene sakıncalı oluşunun başlıca
nedeni, mali hedefin gerçekleşmesine tehdit teşkil ediyor olması; bildiğimiz gibi
istikrarsızlık, seçicilik fikriyle dehşete kapılan şirketler tarafından hoş karşılanmaz.
Şimdi bu bilgilerle, KG’nin değer sisteminin network girişimlerinin başarılı çalışanları
için ne kadar iyi işlediği anlaşılabilir; çünkü onlar aslında girişimlere ait değerlerin,
bireyin kendi hayatı üzerindeki uyarlamasıdır. KG’de bir kişi hayatına, “Vizyonum
nedir? Gerçekleştirmek için stratejim nedir?” diye soran bir network girişimiymiş gibi
muamele eder. Hayat üç aylık gelişme raporlarıyla, bir proje haline gelir.
Sonuçta, bir network girişiminin ya da kişinin ve bir bilgisayar ya da network’un
idealleri aslında aynıdır. Bir yandan yüksek süratte istikrar sağlayarak, her hedef proje
için optimum şekilde, esnekçe iş görebilmek. Bu gerçek bize, toplumumuzun yeni
teknolojik temelinden, özellikle de bilgisayar network’lerini ilgilendiren
enformasyonculuğun ruhundan bahsetme gerekçesi sağlar. Network girişimi veya devlet
de, KG’yi uygulayan insanlar da enfar-
30. Stability Pact For South Eastern Europe (1999).
mosyona dair metaforlar olan bilgisayar ve network’ü kendilerine uyarlıyorlar.
Bu nihayetinde, KG’yi ve network toplumunun hâkim ruhunu şüpheli kılıyor. Sorun, bu
ilkelerin hedeflere ulaşmada başarı sağlayamayacak olması değil. Sorun, insan olmanın
ne olduğunu nasıl nitelendirdikleridir. KG’de ve network toplumunun ruhunda, temelinde
bilgisayar network’ü olan bir toplum mantığı, insanlara ve onların ilişkilerine
tatbik ediliyor. İnsana, her zaman daha iyi şekilde yeniden programlanabilecek zihinsel
rutinleri olan bir bilgisayar gibi muamele ediliyor. KG öğretisinin hepsini bir bütün
olarak, insanların çalıştırmaları gereken kısa bir bilgisayar programına çevirmek
mümkün olabilirdi. Robbins, insandan açıkça “zihinsel bilgisayar”31 diye söz ediyor. Bir
bilgisayar olarak insan düşüncesi KG’de, insan ilişkilerini de bilgisayar network’leri
olarak düşünme şeklinde genişletiliyor. Robbins şöyle diyor: “Benim için en geniş
kaynağın, bir ilişki olduğunu keşfettim çünkü ihtiyacım olan her kaynağın kapılarını
açıyor.”32 Böylece, önceden ele alınan bireyin kendi hareketlerinde etkin olan değerler,
onun insan ilişkilerine de uyarlanmış oluyor: İnsan, hedefi için faydalı kişilere
bağlanmalı ve işe yaramaz hatta zararlı olanlardan (“kötü arkadaşlardan”) ayrılmalı.
D. NETWORK’ÜN ETİĞİ
Ele aldığımız yedi değer arasında, eski etik değerlere en yakın olanı istikrardır. Bununla
beraber istikrar, diğerlerinden gerçek etik anlayışının network çağında yaşadığı zorluğu
en iyi şekilde gösterdiği ölçüde farklıdır. Bir network çökmediği ve dahilinde sürdürülen
faaliyetleri durdurmadığı sürece istikrarlıdır. Buna benzer olarak yeni idealimiz, finans
3
pazarının küresel bilgisayar network’ündeki işleyişini engellemeyerek istikrarlı olan bir
toplumdur.
Network metaforunun, insanlara ve topluma uyarlanmasının etik açıdan ne manaya
geldiğini daha detaylı biçimde görelim. Net-
31. Robbins. Awaken the Giant Within. s. 182.
32. a.g.y., s. 27.
work mantığı, tek sınırlama olan network’ü sürekli kılma ihtiyacı doğrultusunda,
kaynaklarla bağlantı kurma ve bağlantıyı kesme aracılığıyla sürekli optimize olmayı
gerektirir. Pratikte, etiği hayatta kalma felsefesiyle değiştirmeden bunu gerçekleştirmek
zordur. Ticari girişimler, network’lerini ekonomik rekabetten sağ çıkmak için optimize
ederler ve ayak uyduramayanlar network’lerin dışında kalırlar. Bu hayatta kalma
mantığı ironik olarak doruk noktasına şöyle çıkıyor: Network’ler bilgi alanının sadece
elit tabakasını bir araya getirdikçe, elit de bir o kadar hayatta kalabilme endişesi yaşamak
zorunda kalıyor. Bilgi uzmanı bu hayatta kalma meselesini, network’ten
çıkarılan kişi kendisini sokak ortasında veya güpegündüz evinin önünde, beklenmedik
bir şekilde şiddet kullanmakla tehdit ederek hatırlattığında anlayabiliyor. Bir an için,
network toplumundan dışlanmış kişi güç sahibi oluyor. Uzman kendisini, fiziksel açıdan
tehditkâr olan bu durumdan kurtarmak için doğru kelimeleri ararken, bilgi-işlem
becerilerinin ciddi anlamda zorlandığını görüyor. Bu soruna kolay çözümler, “istikrar
sağlayan” unsurların takviye edilmesinde yatıyor; daha fazla polis memuru işe alınır ve
yüksek seviyeli elit tabaka çareyi, özel korumalarında arar. Küresel düzeyde en gelişmiş
ülkeler, dışlanmışlar arasındaki savaşlarda, her bir sürtüşmenin küresel ekonomi
açısından ne kadar önemli olduğuna göre “istikrar sağlar”.
Bu seçkin network mantığını birleştirmek için bazı hacker’lar, kapsayıcı network
hedefini savunuyor. Buna örnek, Net’in gelişiminin merkezindeki bir hacker enstitüsü
olan, Internet Society’dir. Enstitünün etiği şu ilkeyle ifade ediliyor: “internet
kullanımında ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da diğer fikirler, ulusal ya da
toplumsal köken, mülkiyet, soy veya diğer bir konum üzerinden ayrımcılık
yapılmayacaktır.”33 Internet Society, Net’in yayılmasını ve özel girişimler ile
hükümetlerin gelişimleri dışında kalmış herkese network becerilerinin öğretilmesini
3
destekler. Bu devasa bir görev. Ben bunları yazdığım sırada, dünyada insanların sadece
aşağı yukarı yüzde beşinin Net erişimi var (bunun yaklaşık yarısı Kuzey Amerika’da.
Afrika ve Ortadoğu’nun ikisi toplam, Bay Area’daki
33. Internet Society, “Internet Society Guiding Principles.” 126
insan sayısından daha az kullanıcıya sahip) ve dünyadaki yetişkin nüfusun yarısı
hayatında telefon bile kullanmamış durumda.34 Yani hacker çabaları, gerçekte henüz
pek bir fark yaratamadı; yine de bize bu görevi hatırlatmak için her sene kutlanan yeni
bir tür işçi bayramı olan NetDay [Net Günü], sadece istikrar için değil kendi içinde bir
amaç olarak herkesi önemseme idealinin, önemli bir sembolüdür.35 Elbette ki
network’ün sadece teknik boyutu, bir toplumu adilleştirmeye yeterli olmayacaktır; fakat
bu, çalışanın şirketle ilişkisindeki seviye olan ekonomik network’ler düzeyinde adaleti
sağlamak için gerekli bir önkoşul.
E. BİLGİSAYARIN ETİĞİ
Bilgisayar metaforunu insanlara ve topluma uyarlamak, gerçek etik anlayışını da
oldukça zor hale getiriyor. İnsanların ve özel girişimlerin, bilgisayara göre optimize
edilmesi, hız mantığına yol açıyor ve bu da hayatlarımızı başka bir yönden hayatta
kalma temelli yapıyor. Yüksek hızlarda toplumsal hedef, yarış arabası sürücülerininkiyle
aynı oluyor: Yoldan ayrılmaması için aracı dengede tutmak. Burada istikrar
ideali, bir kez daha etik yapının yerini alma tehdidini oluşturuyor.
Bir “etik bariyeri”, yani aşıldığında etiğin artık var olamadığı bir hız olduğu
söylenebilir. Bu aşamadan sonra geriye kalan tek hedef, o andan sağ çıkabilmektir.
Sadece hayatta kalmak için, sırf “şimdiye” odaklanmak zorunda kalmayanlar,
başkalarını önemseyebilirler. Etik standart, acele etmeden düşünmeyi gerektirir.
3
3
Etik standart aynı zamanda daha uzun bir zamansal bakış açısı gerektirir; yani hâkim
gelişmelerin gelecekte doğuracağı sonuçların sorumluluğu ve dünyanın şimdi
olduğundan farklılaştığını hayal edebilme yeteneği. Çağımızın bu ikinci büyük sorunu
hususunda hacker’lar yine sadece; zamanla daha farklı, özenli bir ilişki kur-
34. Nua, Internet Survey: How Many Online (Eylül 2000). Buna göre. 160 milyonu
Birleşik Devletler ve Kanada’da olmak üzere, 380 milyon kişi çevrimiçi [online].
35. Daha fazlası için bkz. NetDay web sayfası, http://www.netday.org/.
manın az çok sembolik bir örneğini sergileyebilirler. Örneğin Danny Hillis’e göre,
insanlık gelişime yönelik öyle bir hızla ilerliyor ki; halihazırda burada olan ya da en iyi
ihtimalle, çoktan beri hüküm süren sürat sayesinde bir iki sene içerisinde burada
olacakların dışında, bir şey görmekten aciz durumda. Hillis 1993’te şunları yazmıştı:
“Ben çocukken, insanlar 2000 yılına kadar neler olacağından bahsederlerdi. Şimdi, yani
otuz yıl sonra, hâlâ 2000 yılına kadar neler olacağından bahsediyorlar. Tüm hayatım
boyunca gelecek, senede bir yıl azaldı durdu.”36
Buna karşı koymak için hacker’lar, geleneksel olarak uzak geleceğe dair düşünce
deneyleri için bile vakit ayırdılar. Bilgisayar hacker’larının, geleceğe dair araştırma
alanlarında kendilerini evlerinde hissettiklerini ve birçoğunun bilimkurguya olan büyük
merakını biliyoruz. Bu yüzden, bir grup hacker’ın Hillis’e katılıp, amacı zamana bakış
açımızı sarsmak olan Long Now Foundation’ı [Uzun Süren Şimdi Kurumu] kurması
şaşırtıcı değil. Kurumun ana projesini, uzun bir perspektifte düşünmeyi simgeleyen ve
teşvik eden bir saat yapmak oluşturuyor. Hillis, “Senede bir kez tıklayan bir saat
yapmak istiyorum. Yüzyıl kolu, her yüzyılda bir ilerleyecek ve gugukkuşu milenyumda
dışarı çıkacak. Gugukkuşunun bundan sonraki 10,000 yılda, her milenyum dışarı
çıkmasını istiyorum.”37 Saate adını, ambiyans müziğin babası ve kurumun diğer kurucu
üyesi Brian Eno verdi: Uzun Süren Şimdinin Saati. Saatin arkasındaki diğer isimler
arasında, daha önce gördüğümüz üzere Electronics Frontier Foundation’ın da
kurucuları olan Mitch Kapor ve Stewart Brand var.
Saatin yapımı için önerilen değişik tasarımlar arasında, Kaliforniya çölünde devasa bir
saat mekanizmasıyla, Peter Gabriel’in önerisi olan içinde kısa ömürlü çiçeklerin
mevsimlerin geçişine ve dev kızılağaçların senelerin geçişine işaret edeceği bir bahçe
3
3
vardı. Son olarak bu yakınlarda örgüt, saat için Nevada’daki Great Basin Milli Parkı’na
bitişik bir arsa edinmeye karar verdi.
Saatin esas manası, tabii ki mekanizması değil; bizi sembolik
36. Brand, The Clock of the Long Now(1999), s. 2-3.
37. Danny Hillis, “The Millennium Clock.”
olarak değişik bir zaman algısına alıştırabilme gücü. 1971 ‘de NASA tarafından basılan
mavi yerküremizin ilk görüntüleri gibi, etik bir sembol olmasının amaçlanması. O
görüntüler dünyayı, hem bir bütün olarak hem de evrenin muazzamlığı içerisinde
kırılgan ufak bir gezegen olarak görmemizi sağladı. Bu yüzden çevre grupları
kendilerine sembol olarak böyle resimleri seçtiler. Uzun Süren Şimdinin Saati’nde
teknoloji, network toplumunun hâkim zaman elinden uzaklaştırılıp, duyarlığa şans
tanıyan bir ritim sunmak için kullanılıyor. Bizi, yüksek hızda istikrar koruma
idealinden alıp, hakiki etik varoluşa götürüyor.
F. DUYARLI OLMAK
Her sene düzenlenen Net Günü ve Uzun Süren Şimdinin Saati’ne ek olarak, çağımızın
hayatta kalma eğilimine zıt hacker’ların duyarlıklarının göstergesi olan üçüncü bir şey
daha var. Hayatta kalma sınırında olanlara, doğrudan ilgi göstermek. Bazı hacker’lar
kapitalizm sayesinde edindikleri olanakları, hayatta kalmak için kelimenin tam
anlamıyla mücadele etmek zorunda olanlara destek olmak için kullandılar. Burada
hacker’ların etkisi oldukça sınırlı kalsa da, “Neden çok paran olsun isterdin?” sorusuna
alternatif bir cevap vermiş oldular. Cevabın bir şeye sahip olmayı istemenin, düzenin bir
parçası olmaya giden yolu satın almak olduğuna aşikâr gözüyle bakmıyorlar. Bunun
yerine şöyle bir cevap veriyorlar: İnsanlar, egoist ekonomiden gelen olanakları, onun
tarafından sömürülenlere yönlendirebilir. Örneğin Mitch Kapar, şirketlerin icraatlarının
neden olduğu sağlık sorunlarını ortadan kaldırmak için bir küresel çevreci sağlık
programına destek veriyor.38 1990’da Leo Bosack’la birlikte 170 milyon dolarlık hisseyle
3
Cisco Systems ‘den ayrılan Sandy Lemer, bu parayı hayvanlara yapılan kötü
muameleye karşı savaşan bir dernek kurmak için kullandı.39
Network’ün ve bilgisayarın mantığı bizi, etiğe uygun tüm davranışların başlangıcı olan,
doğrudan duyarlı olmaya yabancılaştırıyor. Bilgi çağında bazı hacker’ların temsil ettiği,
duyarlık göstermenin alışılmamış şekillerine yönelik düşüncelerin artmasına ihtiyacımız
var. Bu düşüncelerin şirketlerden ya da hükümetlerden gelmesini beklemezsek iyi
ederiz. Tarihte, bu tür yapılar hiçbir zaman yeni etik düşüncelerin kaynağı olmamıştır.
Köklü değişimler bunların yerine, duyarlı olan birkaç birey tarafından başlatılmıştır.
38. The Mitchell Kapor Foundation. “The Mitchell Kapor Foundation
Environmental Health Program.”
39. Weeks. “Sandy Lerner, Network of One” (1998).
SONUÇ
VII
Geriye kalanlar
A. HACKER ETİĞİNİN YEDİ DEĞERİ
Network toplumuna ve Protestan etiğine hâkim olan yedi değerin para, iş, optimumu
sağlama, esneklik, istikrar, belirleyicilik ve neticenin muhasebesini yapma olduğunu
gördük. Şimdi hacker etiğinin, yeni toplumumuzun oluşmasında önemli rol oynamış ve
kışkırtıcı bir alternatif enformasyonculuk ruhunun ürünü olan yedi değerini
özetleyebiliriz.
Unutmamak gerekir ki, sadece birkaç hacker, bu değerlerin tümüne birden
katılmaktadır. Fakat bu değerler yine de birbirleriyle olan toplumsal ve mantıki
ilişkilerinden dolayı toplu olarak ele alınmalıdırlar.
Kitabın şimdiye kadarki her bölümü, bu değerlerden biri üzerinde yoğunlaştı.
Hacker’ın hayatındaki ilk esas değer tutkudur; yani hacker’ı harekete geçiren ve
gerçekleştirilişinde mutluluk olan, özünde ilginç bir uğraş. İkinci bölümde, özgürlüğü ele
aldık. Hacker’lar hayatlarını, rutinleşmiş ve sürekli optimize edilen bir iş günü şeklinde
değil, yaratıcı çalışma ve hayatın diğer tutkuları arasında, içinde oyuna da yer olan,
dinamik bir akışa göre organize ederler. Hacker çalışma etiği, tutkuyu özgürlükle
harmanlamaya dayanır. Bu, hacker etiğinin geniş ölçüde etkili olan kısmıdır.
Üçüncü ve dördüncü bölümlerde tartışılan hacker para etiğindeki çarpıcı unsur, birçok
hacker’in hâlâ, parayı tek başına bir değer olarak görmeyip hareketlerini toplumsal
değer ve açıklık hedefleriyle motive ederek, özgün hacker’lığı sürdürmeleridir. Bu hacker’lar,
tutkularını başkalarıyla birlikte gerçekleştirmek, toplum için değerli olan bir
şey yaratmak ve bununla meslektaşları tarafından kabul görmek isterler. Ayrıca,
yaratıcılıklarının neticelerini herkesin kullanmasına, denemesine ve daha da
geliştirmesine izin verirler ki herkes birbirinden bir şeyler öğrensin. Bilgi çağımızın teknolojik
gelişiminin büyük bölümü, geleneksel kapitalizmin ve hükümet programlarının
şuurları içerisinde gerçekleştirilmiş olsa da, önemli bir bölümü -çağımızın sembolleri
olan Net ve kişisel bilgisayar da dahil olmak üzere- yarattıklarını başkalarına öylece
veren hacker’lar olmadan var olmayacaktı.
Gördüğümüz üzere, hacker etiğinin üçüncü önemli yönü, hacker’ların network’lere
yaklaşımları veya etkinlik ve duyarlık değerleriyle tanımlanan netik’leri. Bu bağlamda
etkinlik; harekette sonsuz ifade özgürlüğü, bireysel bir hayat tarzının yaratılışını
korumak için mahremiyet özgürlüğü ve kişinin aktif olarak tutkularının peşinde olması
için edilgen bir kabullenişi reddetme özgürlüğünü gerektirir. Duyarlık burada,
başkalarına alaka göstermenin kendi içinde bir amaç olması ve network toplumunu,
kendi mantığının kolaylıkla yol açtığı hayatta kalma zihniyetinden kurtarma arzusu
manasına geliyor. Bunun içerisine network’e herkesin katılması ve faydalanması,
network toplumunun uzun vadede neticelerinden kendini sorumlu hissetme ve hayatta
kalmanın sınırında kalmış olanlara doğrudan yardım etme amaçları giriyor. Bunlar
hâlâ ucu açık mücadeleler ve hacker’lar burada, diğer iki düzeyde oldukları ölçüde
etkili olabilecekler mi göreceğiz.
Her üç düzeyde de yani iş, para, netikte hacker etiğine göre yaşayan bir hacker,
camianın en yüce saygısını kazanır. Bu hacker, yedinci ve son değere itibar etmeyi
başardığında gerçek bir kahraman olur. Bu değer kitapta başından beri yer aldı ve
şimdi yedinci bolümde izah edilecek: Yaratıcılık yani kişinin yeteneklerini hayal gücüne
dayanarak kullanması, hayret uyandıracak biçimde sürekli kendini aşması ve dünyaya,
hakiki değeri olan yeni bir katkıda bulunması.
Homebrew Computer Club’dan [Ev-yapımı Bilgisayar Kulübü] Tom Pittman,
manifestosu “Deus Ex Machina, or The True Computerist,”te [Deus Ex Machina’ ya da
Gerçek Bilgisayarcı], gerçek anlamda hack’lemenin beraberinde getirdiği hissi tarif
ederken, yaratıcılığın önemini ifade ediyor: “O anda bir Hıristiyan olarak ben, Tanrının
dünyayı yarattığında hissettiği tatmin duygusuna benzer bir şeyler hissettiğimi
düşündüm.”1
Hacker etiği, yaratıcılığa yaklaşımı bakımından, Protestan ve Protestanlık öncesi
yaklaşımlardan bir kez daha ayrılıyor. Pittman’ın gösterişli benzetmesi, bu kitabın
muzip tarafını; bu üç etiği aynı metaforik manzaraya, yani birinci bölümde hacker etiği
tartışmasını başlattığımız Eski Ahit’in ilk kitabı olan Yaratılış’a yerleştirme
özgürlüğünü kullanarak noktalamamıza olanak sağlıyor. Bu yaklaşımın, birçok
bilgisayar hacker’ının gideceği noktadan ilerisine gideceğini söylemek neredeyse
gereksiz; fakat hayat felsefemizin belli temel sorularına değinen bir kitabın son
bölümüne, ancak böyle mitsel bir boyut uygun düşer.
*Deus Ex Machina: Özellikle bir tiyatro oyununda son anda ortaya çıkan kurtarıcı,
(ç.n.)
1. Levy, Hackers , s. 236’da alıntılanmıştır.
B. PROTESTAN YARATILIŞ MlTİ
Yaratılış, zengin bir mittir ve insan olmanın ne demek olduğuna dair en derin soruların
her baş gösterişinde ortaya çıkar. Birinci bolümde, bu mitin çalışma etiğimizi
nitelendirmek için, tarihsel açıdan nasıl önemli bir ayna olduğunu gördük. Çağlar
boyunca yaratılış ve yaratıcılık anlayışlarımız da aynı şekilde, bu mitin içinde iyi ifade
buldu.
Protestanlık öncesi çağda, Tanrı dünyayı tam olarak neden yarattı sorusu,
Augustinus’un kafasını kurcalamıştı.2 XVIII. yüzyılda Protestan Dr. Lightfoot, bu olayın
kesin zamanını hesaplamak istedi, incil’i kullanarak dünyanın 23 Ekim M.Ö. 4004
Cuma sabah saat dokuzda yaratıldığı sonucuna ulaştı. Tabii ki, yaratılış günü olarak bir
cumayı bulmak Protestan etiğine çok uygun düşüyordu: Dünya, bir işgününün
başlangıcında yaratılmıştı, çünkü çalışmak için tasarlanmıştı.
Protestan etiği, çalışmayı kendi başına bir değer olarak kabul ederek, insanoğlunun
cennetten kovulmasıyla kaybettiği çalışmama halinin gerçekte bir kayıp olmadığını ima
ediyor. Milton XVII. yüzyılda yazdığı Protestan epik Paradise Lost’ta “Eğer insanların
meyvesini yemelerini istemediyse Tanrı neden cennetin ortasına yasak bir ağaç diksindi
ki?”3 diye soruyor. Protestan etiğinin cevabına göre, insanların meyveden yemeleri
gerçekten istenmişti: Alınlarının teriyle çalışmak onlar için planlanmış hakiki kısmetleriydi.
Protestan etiğinin gelişiminde cennet salt, Âdem ve Havva’ya aylaklığın nasıl sakıncalı
olduğunu gösteren bir ders olarak bile görülebilir. İnsan aylak olunca, boşluğun yerini
tutacak başka bir faaliyet bulur -yemek- ve sonra bunun zarar verici sonuçları yüzünden
bir başkasını suçlar. En zoru ise, insanın içeriğinden tek başına
2.Bu Augustinus’un tekrar tekrar sorduğu bir soru. Bkz. On Genesis Against
tbe Manichees, 1.2: Confessions, 11.13, 12 [itiraflar, çev.: Dominik Pamir,
Kaknü Yay. 1999] ve City of God, 11.5. Augustinus’un kendi esvabı, Yaratılıştan
önceki zaman hakkında anlamlı biçimde konuşulamayacağı çünkü yaratılışın
zaman ve mekân içerisinde gerçekleşmediği, aksine onları da yarattığıdır.
3. Milton Paradise Lost(1667|.
sorumlu olduğu bir hayattır. Protestan etiğinde iş arayan biri, sadece iş değil, hayatının
bir sorununa da bir çözüm arar. İş bir cevap sunar: Hayatın anlamı kaynak yapmaktır
ya da muhasebeciliktir ya da şirket yöneticisi olmaktır ya da işte ne iş yapıyorsanız
odur. İş sayesinde, bir kişinin kimliği pratik anlamda tanımlanmış olur. Çalışırken hiç
kimsenin, her gün nasıl yaşarım diye endişelenerek uyanmasına gerek kalmaz.
Protestan etiğinin yönettiği bir dünyada, çalışırız çünkü hayatımızla başka ne yapılır
bilmeyiz; tıpkı başka ne yapacağımızı bilmediğimizden yaşıyor olmamız gibi. Yaşamak
için çalışırız – işten ibaret bir hayat. Bir başka deyişle, çalışmak için çalışırız ve yaşamak
için yaşarız. Vaiz Wilhelm Schneider’in, sonsuzluk o kadar uzun gelmesin diye
gelecekteki cennet yaşamında da çalışmamız gerekliğini iddia ederken yanılmış
olduğunu umut etmeli!4
Tipik yaratıları devlet dairesi ve manastıra benzer ticari teşebbüsler olan Protestan
etiğinde, yaratıcılık önemli bir rol oynamaz. Bunlardan hiçbiri, bireyin yaratıcı bir
faaliyette bulunmasını teşvik etmez.
Bu kurumların yaratıcılık karşıtlığı, bir düşünce deneyiyle gösterilebilir. Dünyayı
yaratma işine ne şekilde girişirlerdi? Bir devlet dairesinin harekete geçmeden önce
gerçekleştireceği, sonu gelmeyen toplantılar ve taslaklar gerektirecek Yaratılışının
başlangıcı, şunun gibi bir şeye benzerdi:
DÜNYANIN YARATILMASI MEVZUSUYLA İLGİLENEN KOMİTENİN AÇILIŞ
TOPLANTISI TUTANAĞI
4
Zaman: 23 Ekim M.Ö. 5004 sabah 09.00
Yer: Cennet, göğün 9. katı
Katılımcılar:
Tanrı (başkan)
Baş melek Mikail
Baş melek İsrafil
4. Schneider, The Other Life (1920), s. 297.
Baş melek Cebrail (Sekreter)
Namevcut:
Şeytan
1. Toplantı açılışı
Sabah saat 09.00’da. Tanrı toplantıyı açtı ve katılımcıları selamladı.
2. Önerilen gündemin onaylanması
Önerilen gündem, bu toplantının gündemi olarak onaylandı.
3. Dünyanın yaratılması
Başkanın dünyayı yaratma fikri üzerine, hararetli bir tartışma oldu. Yaratma
konusuyla ilgilenecek bir komite oluşturulmasına ve bu komiteye başlangıçtaki fikirden
yola çıkarak geliştirilecek, bir dünyayı yaratma stratejisi hazırlama görevinin
sorumluluğunun verilmesine karar verildi. Strateji, odak noktasını dünyayla ve her
şeyin nasıl olması gerektiğiyle sınırlı tutacak.
4. Diğer meseleler
Kahvenin yanında muffin yerine donut almaya ve fiyat teklifi istemeye karar verildi.
5. Sonraki toplantı
Sonraki toplantı dünyanın sonunda yapılacaktır.
6. Toplantı sonu
Başkan toplantıyı öğlen 12.00’de kapadı.
İmza, Baş melek Cebrail, Sekreter
DÜNYAYI YARATMA STRATEJİSİ – ÖZET
Okur, dünyayı yaratma stratejisini şu an elinde tutuyor. Bu strateji için daha kapsamlı
gerekçeler, bundan bağımsız olarak Tanrının Araştırma Vakfı tarafından yayımlandı.
Bunların arasında, bu stratejiyi ortaya koyma aşamasında, meleklerden rica edilen
uzman görüşleri de yer alıyor.
Strateji, dünyanın teknoloji değil de içerik esasına göre yaratılmasının kabul edilişiyle
başlıyor. Toprak, ışık ve üzerinde kemer oluşturan kapak gibi, sırf teknolojik bir altyapı
uzun vadede yeterli olmaz. İçerik yaratma becerisi gereklidir. Bu yüzden dünyanın
içeriği olacak hayat, altı öncü proje vasıtasıyla geliştirilmelidir.
DÜNYA VİZYONU
Dünyada hayat vardır; görevi dünyaya hayat getirmektir.
TAVSİYE EDiLEN EYLEMLER
Yaratılış aşağıda ilan edilmiş altı öncü proje vasıtasıyla ilerletilecektir:
1. Göğün ve yerin yaratılışı
2. Işığın yaratılışı
3. Göklerin yaratılışı
4. B itkilerin yaratılışı
5. Hayvanların yaratılışı
6. insanların yaratılışı
Strateji komitesinin hareket planı, bir sonraki aşamada, öncü projelerin her biri için
çalışma grupları belirlemek.
İncil’in ticari girişim versiyonu, yaratılıştan sadece kimin ne alacağına dair anlaşmalara
bir giriş olarak bahseden bir sözleşmeyle başlayacaktır:
SÖZLEŞME
Dünyanın yaratıcısı (bundan böyle “Tanrı”) ve dünya üzerinde kullanım hakkı verilen
taraflar (bundan böyle “insanlar”), tufandan sonraki 27 Şubat M.Ö. 2347 günü,
aşağıdaki hususlarda mutabıktırlar:
SÖZLEŞMENiN AMACI
1. İnsanlar, şu andan itibaren, günahlarına tövbe etmeye ve daha erdemli yaşamaya söz
vermiştir. Tövbe ve pişmanlık anlaşılan tarihe kadar yerine getirilmelidir: Her insanın
ömrü süresince.
2. Tanrı insanlara inayet bahşeder; bu aşağıdaki iki unsurdan ibarettir:
-bundan başka tufanlardan sakınma
-sonsuz hayat
Tanrı, bu inayeti iki taksitte bahşedecektir. İlk taksit yani başka tufanlardan sakınma,
sözleşmenin imzalanmasıyla bahşedilecektir. İkinci taksit, yani sonsuz hayat, dünyanın
sonunda insanların icraatı tasvip edildiğinde bahşedilecektir.
HAKLAR
3. Yukarıda, ikinci maddede bahsedilen inayetlerin -bağışlama ve sonsuz hayat- dağıtım
ve kullanım hakları tamamen Tanrıda saklıdır. Dünya ve Sonsuz Hayat ürünlerinin
isimlerinin tüm hakları da yine yalnız Tanrıya aittir.
4. Rekabet üstünlüğünün korunması: İnsanlar, bu sözleşmede belirtilenlere benzer
hususlarda, Tanrıyla rekabet etmek için, hiçbir grupla anlaşmaya girmeyeceklerdir.
YAPTIRIMLAR
5. İnsanların bu sözleşmede tanımlanan vazifeleri yerine getirmemeleri durumunda,
Tanrı onlara sonsuz bir zaman zarfında icat edebileceği tüm şekillerde, istediği kadar
işkence etme hakkını saklı tutar. Yaptırımlara dair insanlara hiçbir hak tanınmamıştır.
SÖZLEŞMEDEN DOĞABİLECEK ANLAŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMLENMESİ
6. Bu sözleşmeden doğabilecek herhangi bir anlaşmazlık, Helsinki Gezici
Mahkemesi’nde çözümlenecektir.
M.Ö. 27.2. 2347
imza:
Tanrı insanlar adına
Nuh Peygamber
Tanıklar:
Sam Ham
Hacker modelinde birey, bürokratik formaliteler olmadan, hemen yaratmaya başlar ve
yarattıklarını karmaşık hukuk dili olmaksızın başkalarına doğrudan aktarır.
C. PROTESTANLIK ÖNCESİNDE YARATILIŞ
Protestanlık öncesi Yaratılış görüşü de Protestan etiğinden farklıdır. Protestanlık öncesi
Kilise önde gelenlerine göre Tanrı, cuma günü harekete geçmedi; aksine insanların
içinde hiçbir şey yapmaları gerekmeyen cennet gibi dünyada, tam buna uygun şekilde
pazar günü yaratılmıştı. Pazar aynı zamanda, İsa’nın dinlenmek için Cennete çıktığı
gündür. Kilisenin önde gelenlerinden biri olan Şehit Justinius, Hıristiyanlık için II.
yüzyılda yazdığı Savunma’sında şu iki nedenden dolayı pazarı övüyor:
Pazar günü hepimizin müşterek toplantı günüdür, çünkü bugün Tanrının karanlıkta ve
maddede bir değişiklik yapıp, dünyayı yarattığı gündür ve Hz. Isa Peygamberimiz de aynı
günde dirilmiştir.
Protestan etiği, cuma gününü över; Protestanlık öncesi etik ise pazarı kutsal sayar.
Değerlendirmedeki bu fark, pazarın Protestanlık öncesi dönemde haftanın ilk günü
olarak kabul edilmesi, şimdi ise genellikle haftanın son günü sayılmasından ortaya
çıkıyor.
Protestan etiği çalışmamerkezliyse, o zaman Protestanlık öncesi etik dinlenmemerkezli
sayılabilir. Ancak bu dinlenmemerkezlilik, olumlu bir kullanma biçimi olarak
tanımlanacağı yerde, iş değil diye olumsuz olarak tanımlandığı için yaratıcılığı,
çalışmamerkezlilikten fazla teşvik etmez. Bu yaklaşımın etkisi, ilk bin yıl ve İsa’dan
sonraki yarım bin yıllık dönemdeki özellikle bilim alanında buna bağlı yaratıcılık
eksikliğinden anlaşılabilir. Genellikle Augustinus’tan sonraki Protestanlık öncesi kilise
rahiplerini de en çok meşgul eden soru, Tanrının dünyayı neden yarattığı oldu. Protestanlık
öncesindeki bakış açısıyla bu hakiki bir sorundu: Mantıki olarak, Protestanlık
öncesindeki Tanrı, dinlenmeye, hiçbir şey yaratma zahmetine katlanamayacak kadar
çok değer veriyor olmalıydı.
D. CUMA VE PAZARIN ÖTESİNDE
Bu kitapta sürekli, hacker’ların cumaya karşı pazarı savunduğuna dair mecazi bir ifade
kullandık; fakat bu ifade hep sınırlamalar içerdi. Protestan ve Protestanlık öncesi
etiklerinin yaratılış açısından incelenmesi, bu sınırların önemine açıklık getiriyor ve
hacker etiğinin, sonunda hem cuma hem de pazarın ruhundan farklılaştığı önemli
noktaları ortaya çıkarıyor.
Hacker bakış açısına göre dinlenmemerkezlilik, neredeyse çalışmamerkezlilik kadar
sakıncalı olabilir. Hacker’lar, kayda değer bir şey yapmak, yaratmak isterler.
Yaratıcılığa fırsat tanımayan işlerden kaçınırken, ideal bir durum olarak dinlenmeyi de
bir o kadar yetersiz bulurlar. Uyuşuk şekilde dinlenerek geçmiş bir pazar, bir Cuma
kadar çekilmez olabilir. Cennetin tam da bu tür geçen sonsuz bir pazar gününe
benzediği görüşü, birçok ateistin cehenneme gitmeyi yeğlemek hususunda
Machiavelli’yle hemfikir olmalarını sağladı (çoğunlukla Dante’nin, içinde antikçağın en
büyük filozofları ve bilim adamlarının yaratıcı araştırmalarını sürdürmelerine izin
verilen Cehennemindeki ön bahçeyi düşünerek).5
Hacker’lar boş vaktin, çalışma vaktinden otomatikman daha manalı olduğunu
düşünmezler. İkisinin de cazibesi, nasıl hayata geçirildiklerine bağlıdır. Anlamlı bir
hayatın bakış açısından, tüm bu iş/boş vakit ikiliği bir tarafa bırakılmalıdır. İşimizi ya
da boş vaktimizi yaşadığımız sürece, zaten gerçekten yaşıyor sayılmayız. Anlam, işte ya
da dinlenmede bulunmaz; anlam hareketin kendi doğasından ortaya çıkmalıdır; yani
tutkudan, toplumsal değerlerden, yaratıcılıktan.
Pittman’ın Yaratılışa yaklaşımı, bunu mükemmel bir biçimde açıklıyor. Onun fikrine
dayanarak, Augustinus’un sorusuna hacker’ların cevabını verebiliriz; kusursuz bir
varlık olan Tanrının, hiçbir şey yapmaya ihtiyacı yoktu; O, sadece yaratmak istemişti.
Hacker yaklaşımında yaratıcılık, esas bir değerdir. Bu psikolojinin tarifi için, Yaratılış
mitinin girişi; dünyanın yaratılışının anlatılışı olarak değil de, daha az gösterişli
biçimde, yaratıcı hareketin tecrübesi olarak okunabilir:
Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Tanrının Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu
karanlıktan ayırdı.6
6
Yaratılışta, yaratıcı fikir geldiği anda karanlık aydınlığa dönüşür; Tanrı, her yaratıcı
sanatçı gibi şöyle haykırır: “Evet! İşte bu!” O herhangi birisi değil; O kendisi. Bir an
için gururlanır: “Sahi, bunları yapmakta bayağı iyiymişim.”
Yaratılış, yaratıcılığın kendi koşullarında meydana gelen türde bir eylemin hikâyesi
olarak görülebilir. Bunun içinde yetenekler, hayal gücüne dayanarak kullanılır. Kişinin
kendisini bile şaşırtıp, aştığında hissettiği sevinci yansıtır. Tanrı, her gün daha da
sıradışı bir fikirle çıkagelir: İki ayaklı tüysüz mahluklar yapmaya ne dersin… Ve
başkaları için bir dünya yaratmak konusunda öyle heveslenir ki, arka arkaya altı gece
uyanık kalmaya hazırdır; yalnızca yedinci gün biraz dinlenmeye çekilir.
Yaratıcılığa verdiği önemden dolayı hacker etiği, nihayetinde hem Protestan, hem de
Protestanlık öncesi etik kurallarından ayrı addedilmelidir. Hacker etiğine göre hayatın
anlamı, cuma olmadığı gibi pazar da değildir. Hacker’lar, kendilerini cuma ve pazar
kültürlerinin arasına yerleştirirler ve dolayısıyla hakikaten yeni bir ruhu temsil ederler.
Bunun önemini ise, henüz anlamaya başladık.
5. Dante, ilahi Komedya’da Cehenneme indiğinde, Arafta diyaloglarını sürdüren
Sokrates, Platon ve diğer okullularla karşılaşır (4. kanto)
6. Yaratılış, 1.2-4.
SONSÖZ
Enformasyonculuk ve Network toplumu
Manuel Castells
Teknoloji, toplumsal değişimin temel bir boyutudur. Toplumlar evrim geçirirler ve
kendilerini kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik unsurların karmaşık bir etkileşimi
aracılığıyla dönüştürürler. Bu yüzden teknoloji, bu çokboyutlu matris içerisinde
anlaşılmalıdır. Aynı zamanda, teknolojinin kendi dinamikleri vardır. Belirli bir
toplumda gelişen ve yayılan bir teknoloji, o toplumun esas yapısını kesin olarak
şekillendirir. Teknolojik sistemler, nitelik bakımından büyük bir değişim gerçekleşene
dek, yani yeni bir teknoloji paradigması başlatan bir teknoloji devrimine kadar, aşama
aşama gelişir. Paradigma kavramını, öncü bilim tarihçisi Thomas Kuhn, bilginin
bilimsel devrimler tarafından dönüştürülmesini anlatırken önermişti. Paradigma,
performansın standardını belirleyen, kavramsal bir kalıptır. Keşifleri, sinerjiyle yani
sisteme eklenen değerle karşı karşıya gelen sistemin özel bileşenleriyle tanımlanan,
uyumlu bir ilişkiler sistemi içerisine katar. Bir teknoloji paradigması, mevcut olan farklı
teknolojileri, her birinin performansını artıran bir çekirdek etrafında organize eder.
Teknolojiden genellikle anlaşılan, çoğaltılabilir formdaki performans için yöntemler
belirlemek amacıyla, bilimsel bilginin kullanılmasıdır.
Bu şekilde endüstri devrimi; doğal çevreye bağlı kalmadan, insan eliyle yapılmış
gereçlerle enerji üretme ve dağıtma kapasitesiyle nitelendirilen bir paradigma olan
endüstriyelliği kurdu. Her çeşit hareket için temel kaynak enerji olduğundan insan soyu,
enerji üretimini dönüştürerek, doğa ve kendi varoluş şartlarının üzerindeki nüfuzunu
çarpıcı biçimde artırabilmişti. Bir teknoloji devriminin çekirdeği etrafında, çeşitli
alanlardan teknolojiler kümelendi ve bunlar bir noktada birleştiler. Enerji
teknolojisindeki devrim (ilk önce buhar gücüyle, sonrasında elektrikle), endüstriyelliğin
temellerini attı. Mekanik mühendisliği, metalürji, kimya, biyoloji, tıp, taşımacılık ve
diğer çok çeşitli teknoloji alanlarında gerçekleşen ortak devrimler, yeni teknoloji
paradigmasının oluşumunda bir araya geldiler.
Birlikte endüstri toplumunu oluşturan yeni üretim, tüketim ve toplumsal organizasyon
biçimlerinin ortaya çıkmasını, işte bu teknolojik altyapı mümkün kıldı. Endüstri
toplumunun temel özellikleri; endüstriyel fabrika, büyük şirket, akılcılaştırılan
bürokrasi, tarımsal işgücünün yavaş yavaş tükenmesi ve büyük ölçekli şehirleşme
süreci, kamu hizmetlerinin dağıtımı için merkezi sistemlerin oluşturulması, kitle
iletişiminin yükselişi, ulusal ve uluslararası taşımacılık sistemlerinin inşa edilmesi ve
kitle imha silahlarının geliştirilmesiydi. Endüstriyellik, çeşitli kültürel ve kurumsal
ifadelerde yer aldı. Endüstriyel kapitalizm ve endüstriyel devletçilik, toplumsal
organizasyonun karşıt biçimleriydi; yine de esas altyapılarıyla temel benzerliklere
sahiptiler. Tarihin, kültürün, kurumların ve siyasi egemenliğin değişen seyri, bir dizi
endüstriyel toplum yarattı; bunlar Japonya ve ABD’den; İsveç ve İspanya’ya kadar
birbirinden farklı toplumlardı. Ama yine de hepsi, ortak bir sosyo-teknojik türün, yani
evrenselliğin, tarihsel çeşitlemeleriydi.
Bu benzeşme, halen XXI. yüzyıl toplumlarının egemen matrisi olarak endüstriyelliğin
yerini almakla meşgul olan bir teknoloji paradigması olarak enformasyonculuğun
anlam ve önemini açıklamaya yardımcı olabilir. Endüstriyellik muhakkak ki, bir günde
ya da birkaç yılda ortadan kalkmaz. Tarihsel geçiş sureci, önceki toplumsal formların
yeni ortaya çıkanlar tarafından emilmesiyle ilerler; bu yüzden gerçek toplumlar,
bulgusal amaçlar için inşa ettiğimiz ideal örneklerinden çok daha düzensizdir. Belli bir
paradigmanın (örneğin enformasyonculuğun), diğerleri (örneğin endüstriyellik) karşısında
hâkim durumda olduğunu nereden biliriz? Basit: Zenginlik ve güç birikimindeki
üstün performansı sayesinde. Tarihsel geçişler, kazananların dünyasıyla şekillenir. Bu
hiçbir değer yargısını ima etmemeli. Daha çok ya da daha verimli üretmenin, insanlık
açısından daha üstün bir değeri temsil edip etmediğini bilmiyoruz. İlerleme fikri bir
ideolojidir. Yeni bir paradigmanın ne kadar iyi, kötü ya da vasat olduğu kimin bakış
açısına, kimin değerlerine, kimin standartlarına bağlıdır? Fakat hâkim olduğunu biliriz
çünkü uygulandığında, eleyerek rekabete son verir. Bu anlamda toplumlarımıza hâkim
paradigma, endüstriyelliğin yerini alan ve onu da ihtiva eden enformasyonculuktur.
Peki o nedir?
Enformasyonculuk, bir teknoloji paradigmasıdır. Toplumsal organizasyonları veya
kurumları değil, teknolojiyi ilgilendirir. Enformasyonculuk, benim network toplumu
adını verdiğim belli bir tür toplumsal yapının temelini oluşturur. Enformasyonculuk
olmadan, network toplumu varlığını sürdüremezdi; ama yine de bu yeni toplumsal yapı
enformasyonculuğun değil, daha geniş bir toplumsal gelişim modelinin ürünüdür.
Network toplumunun yapısı, yaratılışı ve tarihsel farklılığını, aşağıda daha detaylı
biçimde ele alacağım. Fakat ilk önce, esas altyapısına, bir teknoloji paradigması olarak
enformasyonculuğa odaklanmak istiyorum.
Zenginlik, güç ve anlam elde etmede bilgi ve enformasyonun oynadığı temel rol,
enformasyonculuğun tipik bir özelliği değildir. Bilgi ve enformasyon, hepsinde olmasa
da, tarihte bilinen çoğu toplumda esas olmuştur. Bunun birçok emsalinde birbirinden
kesinlikle farklı bilgi biçimleri vardı; fakat bilgi, bilimsel bilgi de dahil olmak üzere,
tarihsel olarak her zaman göreceliydi. Bugün gerçeklik diye kabul edilen, yarın hata
listesine alınabilir. Elbette son iki yüzyılda bilim, teknoloji, zenginlik, güç ve iletişim
arasında, geçmişte olduğundan daha yakın bir etkileşim oluştu. Ne var ki Roma İmparatorluğu;
muazzam kamu çalışmalarının ve iletişim modellerinin mühendislik
teknolojileri, hükümeti ve ekonomik faaliyetlerin Roma hukukunda mantığa uygun
olarak kanunlaştırılması ve gelişmiş Latin diliyle mümkün kılınan enformasyonun
işlenmesi ve iletişim olmadan anlaşılamaz. Tarih boyunca bilgi ve enformasyon ile bunların
teknolojik destekçileri; siyasi/askeri egemenlikle, ekonomik refah ve kültürel
üstünlükle yakından ilişkilendirildi. Yani bir anlamda tüm ekonomiler bilgiye dayalı
ekonomilerdir ve tüm toplumlar özünde, enformasyon toplumlarıdır.
Tarihsel dönemimizin ayırt edici özelliği, bir bilgiişlem teknolojileri kümesi çevresinde
merkezlenmiş olan bilgiişlem teknolojisi devrimi tarafından başlatılan, yeni bir teknoloji
paradigmasıdır. Yeni olan ise, bilgiişlem teknolojisi ve bu teknolojinin, bilgi üretimi ve
uygulaması üzerindeki etkisi. İşte bu yüzden bilgi ekonomisi ya da enformasyon
toplumu kavramları yerine, enformasyonculuk kavramını kullanıyorum.
Enformasyonculuk mikroelektronik ve genetik mühendisliğinde gerçekleşen ikiz
devrimler etrafında, insanın bilgiişlem konusunda yeteneğini artırmaya dayanan bir
teknoloji paradigması. Ancak tarihteki matbaanın icadı gibi eski bilgiişlem teknolojisi
devrimleri karşısında bu teknolojilerde devrimci olan nedir? Matbaacılık, toplumun her
alanında hatırı sayılır önemi olan, gerçekten de büyük bir teknolojik icattı – modern
çağın başlarında Avrupa çevresinde, çok daha önce icat edildiği yer olan Çin’den daha
büyük değişimlere sebep olsa da. Fakat çağımızın yeni bilgiişlem teknolojilerinin
tarihsel önemi daha da fazladır; çünkü üç temel ayırt edici nitelik üzerinden, yeni bir
teknoloji paradigmasının öncüsü oldular:
1. Hacim, karmaşıklık ve hız açısından kendisini genişleten işlem kapasiteleri.
2. Yeniden birleştirme yetenekleri ve
3. Dağıtım esneklikleri.
Şimdi, yeni bilgisel paradigmanın özünü oluşturan bu özellikleri, detaylı biçimde
anlatacağım. İki temel teknoloji alanını, mikro-elektronik ve genetik mühendisliğini
birbirleriyle etkileşimlerinden önce ayrı ayrı ele alacağım.
Mikroelektroniğe dayalı devrim; mikroçipi, bilgisayarları, telekomünikasyonu ve
onların network’lerini içerir. Tüm sistemi işletecek hayati teknoloji yazılım
geliştirmektir; fakat birleşik devreler, işletim gücünü ellerinde tutarlar. Bu teknolojiler,
bilginin işlenme kapasitesinde: sadece bilgi hacminde değil, işlemlerin karmaşıklığında
ve işlem hızında da olağanüstü bir artış sağlar. Ancak önceki bilgiişlem teknolojileriyle
kıyaslandığında, “çok daha fazlası” ne kadarıdır? İşlem kapasitesinde benzeri
görülmemiş bir sıçramayla nitelendirilen bir devrim olduğunu nereden biliriz?
Cevabın ilk katmanı tamamen deneysel bilgiye dayalı. Mevcut bilgiişlem ölçülerinden
herhangi birini düşünün; bitler, geribesleme döngüleri [feedback loops] ve hız: Son otuz
yıl içinde işletim gücünde, işlem başına maliyette aynı çarpıcı artışla birleşen sürekli bir
eksponansiyel artış görülür. Fakat ben sadece nicelik bakımından değil, nitelik
bakımından da başka bir şey olduğu varsayımında bulunuyorum: Bu teknolojilerin,
teknolojiye dayanarak üretilen bilginin teknolojik gelişimi üzerine yapılan geribesleme
sayesinde, işletim güçlerini kendi kendilerine genişletme kapasitesi olduğu
varsayımında. Bu riskli bir varsayım; çünkü işletim gücü, devreleri mikroçipte daha
fazla birleştirmede fiziksel sınırlarla karşılaşabilir. Ancak şimdiye kadar bu alanda
yapılan her kıyamet günü kehaneti, üretimde yeni atılımlarla yalanlandı. Yeni
materyaller (biyolojik materyaller ve onların DNA’sı üzerine kimyasal kaynaklı bilgiişlem
de dahil olmak üzere) üzerinde devam eden araştırmalar, birleştirme seviyesini
olağanüstü derecede genişletebilir. Paralel işlem ve yazılımın nanoteknoloji sayesinde
donanımla bütünleştirilmesinin artması, bilgiişlemin kendini genişletme gücüne ek
kaynaklar olabilir.
Buna göre, bu varsayımın daha biçimsel yorumu ise şu: Bilgiişlem teknolojisi
devriminin ilk yirmi beş senesinde bilgiişlem için, teknolojilerin kendi kendine üreyen ve
genişleyen kapasitesini kullandık. Bugünkü şuurların yerini muhtemelen, oluşmakta
olan yenilik dalgaları alacaktır ve (bu önemli), eğer bu teknolojiler esasında işletim
gücünün sınırlarına gelinirse, yeni bir teknoloji paradigması ortaya çıkacaktır – bugün,
bilimkurgu senaryolarındaki bildik gelecekbilimi kuşkuları dışında, hayal
edemeyeceğimiz biçim ve teknolojilerle.
Mikroelektronik esaslı teknolojiler, enformasyonu mümkün olan her şekilde tekrar
birleştirme yetenekleriyle de tanımlanırlar. Ben buna, (Nelson’dan Berners-Lee’ye
uzanan geleneği izleyerek) hipermetin diyorum; başkalarıysa World Wide Web
diyorlar, internet’in gerçek değeri, her yerden her şeyi alarak birleştirip tekrar tekrar
bir araya getirebilmesi. Berners-Lee’nin World Wide Web’inin özgün tasarımı, şu anki
bir e-posta sistemine bağlı, tarayıcı ve bilgi sağlayıcı olarak kullanımlarıyla sınırlı olan
şekli yerine iki işleviyle, tarayıcı ve düzenleyici olarak yeniden yüklendiğinde, bu çok
daha açık hale gelecek. Nelson’un Xanadu’su kesinlikle öngörülü bir ütopyaydı.
Internet’in gerçek potansiyeli, Nelson’un da farkına vardığı gibi, tüm mevcut
enformasyonu ve iletişimi yeniden birleştirmesi ve hipermetnin her kullanıcısı ve
yaratıcısının, gerçek zamanlı, karar verilmiş spesifik amaçlar üzerinden iletişim
kurabilmesidir. Yeniden birleştirmek, yeniliğin kaynağıdır; özellikle de bu yeniden
birleştirmenin ürünleri, anlamı gittikçe artan bir enformasyon sarmalında daha fazla
etkileşimi besliyorsa. Yeni bilgi üretimi, hep yeniden birleştirilen enformasyona teorinin
uyarlanmasını gerektirecekken; bu kaynak çeşitliliğini kullanarak yeniden birleştirme
üzerine deney yapabilmek, bilginin alanını olduğu kadar, farklı alanlar arasında
yapılabilecek bağlantıları da oldukça artırır – Kuhn’un bilimsel devrimler teorisindeki
bilgi yeniliğinin kaynağı, tam olarak budur.
Yeni bilgiişlem teknolojilerinin üçüncü özelliği, işletim gücünün türlü içeriklere ve
uyarlamalara dağılımını sağlamaktaki esnekliğidir. Network teknolojilerinin
(1990’larda Java ve Jini dilleri gibi) sayısında yaşanan patlama, cep telefonlarının
sarsıcı büyümesi ve taşınabilir Internet’in kapsamlı gelişimi (yani cep telefonu
aracılığıyla, yaygın bir dizi portatif cihazdan Internet erişimi), herhangi bir yerden
-teknolojik altyapıya ve kullanım bilgisinin mevcut olduğu herhangi bir yerdennetwork’le
iletişim gücü de dahil olmak üzere işletim gücü sahibi olmanın artan
kapasitesine işaret eden anahtar gelişmeler.
Bilgiişlem teknolojisi devriminin ikinci unsuru olan genetik mühendisliğinin detayları
üzerinde, daha tasa ve öz biçimde duracağım. Bu çoğu kez mikroelektronikten tamamen
bağımsız bir süreç olarak kabul edilse de öyle değildir. İlk önce analitik açıdan, faaliyet
merkezleri canlı varlıkların DNA kodunun çözülmesi ve son kertede tekrar
programlanması olduğundan bu teknolojilerin, bilgiişlem teknolojileri olduğu ortada.
İkincisi, mikroelektronik ve genetik mühendisliği arasında, insanların fark ettiklerinden
çok daha yakın bir ilişki mevcut. Gelişmiş yazılımların sağladığı muazzam hesaplama
yeteneği ve simülasyon kapasitesi olmaksızın, İnsan Genomu Projesi tamamlanamazdı;
ayrıca bilim adamları, belirli genlerin özel işlevlerini ve yerlerini teşhis edemezlerdi.
Diğer yandan, biyoçipler ve kimyasal bazlı mikroçipler, artık bilimkurgu fantezileri
değiller. Üçüncüsü, iki teknoloji alanı arasında, Fritjof Capra’nın devrim yaratan teorik
yapıtında gösterildiği gibi network oluşturmaya, kendi kendini organize etmeye ve
ortaya çıkan özelliklere dayanan analitik paradigma etrafında teorik bir yakınlaşma söz
konusu.
Dönüştürücü güçleri XXI. yüzyıl başında henüz serbest bırakılan genetik mühendisliği
teknolojileri de, kendini genişleten işletim kapasiteleri, yeniden birleştirme yetenekleri
ve dağılım güçleriyle nitelendiriliyorlar. İlk önce, insan genomunun ve giderek de bir takım
türlerin ve alttürlerin bir haritasının var olması, biyolojik süreçler hakkında
bilgilerin biriktirilerek birleştirilmesi olasılığını yaratıyor. Bu da, önceden gözlem
alanının dışında olan süreçler hakkında bilgimizin, niteliksel açıdan dönüşümüne yol
açıyor.
İkincisi, genetik mühendisliği, DNA kodlarını yeniden birleştirme becerisinden ibarettir
ve onu önceki biyoloji deneyciliğinden ayıran da budur. Fakat daha ustaca bir yenilik
de mevcut. Genetik mühendisliğinin ilk üretiminin başarısız olmasının sebebi, bilgiişlemde
olduğu gibi biyolojide de en önemli şeyin, genel olarak ilişkiler örgüsü olduğunu
kavramadan; hücrelerin birbirinden ayrı varlıklar olarak programlanmasıydı.
Hücreler, yalnızca diğerleriyle olan ilişkileriyle var olurlar. Bu nedenle hücre ağlarını
etkileşime geçirmek, birbirinden ayrı yönergeler yerine kodları aracılığıyla iletişim
kurmak, bilimsel yeniden birleştirme stratejilerinin konusudur. Bu tür bir yeniden
birleştirme, lineer terimlerle nitelendirmek için bir hayli karmaşıktır. Santa Fe
Enstitüsü’ndeki araştırmacılar tarafından önerilen bazı modellerde olduğu gibi, ortaya
çıkan özelliklerin gen ağlarıyla ilişkilendirilmesi, bilgisayarların geniş çapta paralel
işletimiyle simülasyon teknikleri gerektirir.
Üçüncüsü, genetik mühendisliği değişik türlerin farklı bedenlerinde (veya sistemlerinde)
farklı alanlardaki, farklı kodları ve haberleşme protokollerini tekrar
programlayabilmeyi vaat eder. Canlı organizmalarda kendi kendini yenileyen
oluşumlar ve genetik ötesi [transgenic] araştırma, genetik mühendisliğinin keşif
sahalarıdır. Genetik ilaçlar canlı organizmalara, bilgiişlem gücünün verilmesinin en iyi
ifadesi olan özprogramlama yeteneklerinin kazandırılmasını amaçlar.
Bu arada genetik mühendisliği; olağanüstü teknoloji devrimlerine, toplumsal
bağlamlarından, toplumsal kullanımlarından ve toplumsal sonuçlarından bağımsız
olarak değer yüklemekle, ne kadar büyük bir hataya düşeceğimizin etkili bir
göstergesidir. Canlı organizmaların kodlarını yönlendirebilme yeteneğinden daha mühim
bir teknoloji devrimi hayal edemiyorum. Teknolojik gelişmeleri kültürel, etik ve
kurumsal anlamda müşterek olarak kontrol etme yeteneğimizden ayrıldığında ise, daha
tehlikeli ve potansiyel olarak daha yıkıcı bir teknoloji de düşünemiyorum.
Network toplumu, enformasyonculuğun altyapısından doğuyor ve zamanımızdaki
hâkim toplumsal organizasyon şekli olarak gezegene yayılıyor. Network toplumu,
enformasyonculuk paradigmasının özelliği olan bilgiişlem teknolojileri tarafından
harekete geçirilen, bilgiişlem network’lerinden oluşmuş bir toplumsal yapıdır.Toplumsal
yapıyla insanların, kültür aracılığıyla şekillenen anlamlı bir etkileşimde olduğu gibi;
üretim, tüketim, tecrübe ve güç ilişkilerinde, örgütsel şekilde bir araya gelmelerini
kastediyorum. Bir network, bir dizi birbirine bağlı düğümden oluşur. Düğüm, eğrinin
kendini kestiği noktadır. Toplumsal network’ler, insanlık kadar eskidir. Fakat
enformasyonculukla yeniden hayat kazandılar çünkü yeni teknolojiler, tarih boyunca
hiyerarşiye dayalı organizasyonlarla olan rekabetlerinde network’lere engel olan
koordinasyon ve yönlendirme sorunlarını çözerek, network’lerin tabiatında var olan
esnekliği artırdılar. Network’ler düğümler boyunca, etkileşimli bir şekilde performansı
bölüşürler ve kararları ortak alırlar. Bir network’ün bariz bir merkezi yoktur;
düğümleri vardır. Düğümler farklı boyutlarda olup, buna göre maksada uygunluğu
değişkenlik gösterebilse de, hepsi network için gereklidir. Düğümler lüzumsuz hale
geldiğinde network’ler, düğümleri silerek ve yeni, verimli olanlarını ekleyerek
kendilerini yeniden şekillendirmeye yönelirler. Düğümler daha fazla enformasyon
alarak ve bunu daha verimli bir biçimde işleyerek, network’ler için önemlerini
artırırlar.Bir düğümün önemi, belirli özelliklerinden değil; network’e değerli
enformasyon vererek katkıda bulunma yeteneğinden kaynaklanır. Bu anlamda ana
düğümler, merkez değil, iletişimin anahtarları veya protokolleridir; performanslarında
genel bir mantık yerine, network mantığını uygularlar. Network’ler ikili bir mantıkla
çalışır: Kapsama/dışlama. Toplumsal yapılar olarak, değerlere sahip değildirler. Hem
sever hem öldürürler; meseleleri kişisel değildir. Her şey belli bir network’ün hedeflerine
ve bu hedefleri gerçekleştirmede en üstün, ekonomik ve kendi başına üretilebilen
biçimine bağlıdır. Bu anlamda network, bir otomasyondur. Toplumsal bir yapıda,
network’leri toplumsal aktörler ve kurumlar programlar. Fakat bir kez
programlandığında, bilgiişlem teknolojisiyle işletilen bilgiişlem network’leri, yapısal
mantıklarını insani öğelerine dayatırlar. Yani programları -genellikle toplumsal ve
ekonomik açıdan ağır bir bedelle- değişene dek.
Bu biçimsel analizi toplumun gerçek işleyişine uyarlamak için, network toplumunun
temel yapılarını kısaca nitelendireceğim.
Her şeyden önce yeni ekonomi, network’ler üzerine kuruludur.
Yatırım ve değer biçme kaynaklı küresel finans pazarları, sinyalleri işleyen elektronik
network’ler üzerine kuruludur. Bu sinyallerin bazıları, ekonomik hesaplara dayanır;
fakat çoğunlukla farklı kaynaklardan enformasyon girdapları tarafından üretilir. Bu
işaretlerin ve finans pazarlarının, elektronik network’lerinde işlenmelerinin sonuçları,
her ekonomide her mala biçilen asıl değerdir. Çokuluslu şirketler ve yardımcı
network’leri, GGP’nin (gayri safi küresel hasılanın) yüzde 30’dan fazlasını ve
uluslararası ticaretin neredeyse yüzde 70’ini oluşturdukları için küresel ekonomi,
işbirliğine dayalı üretim ve işletme network’leri etrafında kuruludur. Firmaların
kendileri de, network’ler içinde ve onların vasıtasıyla çalışırlar. Küçük ve orta dereceli
firmalar, işbirliği network’leri oluştururlar; böylece kaynakları bir araya getirerek
esnekliklerini korurlar. Büyük firmalar, birleşik network’lerin değişken geometrisinde;
ürünlere, işlemlere, pazarlara ve dönemlere göre değişen, stratejik anlaşmalar üzerinden
çalışırlar. Ve bu birleşik network’ler, network’lerin içinde network’ler olan bir
dünyada, küçük ve orta derecedeki ticari network’lerle bağlantı kurarlar. Ayrıca
network girişimi dediğim şey, elektronik endüstrisinde Cisco Systems’in veya Dell
Computer’in öncülük ettiği ticari modellerde olduğu gibi, çoğunlukla müşterilerle
üreticileri tescilli bir network üzerinden bağlantıya geçirir. Ekonomilerimizdeki asıl
işletim birimi, belirli bir amaç için hazırlanmış ticari network’lerin idare ettiği iş
projesidir. Tüm bu karmaşanın üstesinden, yalnızca enformasyonculuğun araçlarıyla
gelinebilir.
Üretkenlik ve rekabetçilik, bu network’leştirilmiş üretim dağıtım ve yönetim sayesinde
çok fazla artıyor. Yeni ekonominin network’leri rekabetle, daha az verimli olan
organizasyon biçimlerini aşama aşama eleyerek, dünyaya boydan boya yayıldığı için;
yeni network’lenmiş ekonomi, her yerde hâkim olan ekonomi haline geliyor. Bu
ekonomide iyi performans gösteremeyen veya bu egemen network’ler için olası bir
kazanç arz etmeyen ekonomik birimler, bölgeler ve insanlar dışarıda bırakılır. Diğer
yandan, herhangi bir yerden ve kişiden gelecek her muhtemel değer kaynağı, yeni ekonominin
verimli network’leriyle birleştirilir ve programlanır.
Böyle koşullar altında iş, bireyselleştirilmiş olur. Yönetim-işgücü ilişkileri, bireysel
düzenlemelerle belirlenir. Sistem teknolojik yenilik ve girişimin çokyönlülüğüyle
işletildiği için iş, çalışanların ve yöneticilerin yeni görevler ve yeni hedefler
gerçekleştirmek için kendilerini tekrar programlama kapasitelerine dayanarak
değerlendirilir. Bu yeni çalışma düzeninde, her şey kötü değildir. Bu bir, kazananlar ve
kaybedenler dünyası; fakat çoğunlukla değişken olan kazananlar ve network’e geri
dönüşleri olmayan kaybedenler dünyasıdır. Bu bir yaratıcılık dünyası olduğu kadar, bir
yıkım dünyasıdır da – eş zamanlı olarak hem yaratıcı yıkım, hem de yıkıcı yaratıyla
nitelendirilen bir dünya.
Kültürel ifade, küresel bir elektronik hipermetnin kaleydoskopu etrafında biçimlenir
hale geliyor. İnsan iletişiminin ve yaratısının göstergeleri olan internet ve çoklu ortam
arasında bir hiper bağ kuruluyor. Medya sisteminin bu esnekliği, en farklı anlatımların
kapsanmasını ve mesajların dağıtımının müşteri ihtiyacına göre uygulanmasını
kolaylaştırıyor. Bireysel tecrübeler hipermetnin dışında var olabilirken, ortak
tecrübeler ve paylaşılan mesajlar, yani toplumsal bir araç olarak kültür, genellikle bu
hipermetne hapsediliyor. Bu, hayatımızın anlamsal çatısı olan, gerçek sanallığın kaynağını
oluşturuyor. Sanal; çünkü elektronik devrelere ve kısa ömürlü görsel-işitsel
mesajlara dayanıyor. Gerçek; çünkü tüm tecrübe alanlarında, düşüncelerimizi
oluşturmada kullandığımız seslerin, görüntülerin, şekillerin ve imalı ifadelerin çoğunu
küresel hipermetin sağladığından, bu bizim gerçekliğimiz.
Politika da gittikçe ya kodlarına ve kurallarına ayak uydurarak veya yeni kültürel
kodlar yaratıp dayatarak, oyunun kurallarını değiştirmeyi deneyerek medya dünyasına
dahil oluyor. İki durumda da metin, kendini yeni kodlara göre yeniden şekillendirdiği
için politika, hipermetnin bir uygulaması haline geliyor.
Evet, network toplumunun ötesinde hayatlar var: Bazen kendi oluşturduğu alternatif
ütopyalar etrafında; ama daha çok Tanrı, Aile, Etnik Köken ve Bölgeselliğin üstün
doğruları etrafında, hâkim değerleri reddeden ve özerk bir şekilde kendi anlam
kaynaklarını oluşturan, köktenci, kültürel komünler de var. Yani network toplumu
gezegenin tamamını kapsamıyor; tıpkı endüstri toplumunun asla insanlığın tümüne
yayılmadığı gibi. Yine de network’ün vasıta olma mantığı şimdiden, dünyanın birçok
bölgesindeki toplumların hâkim kesimlerini; yeni, küresel, network’leşmiş ekonominin
içinde şekillenen yapısal mantık etrafında, bireyselleşen çalışmanın esnek biçimlerinde
ve elektronik hipermetinde kayıtlı olan gerçek sanallık kültüründe birleştirdi.
Kökeninde enformasyonculuk olan network oluşturma mantığı, mekân ve zaman
pratiğimizi de dönüştürdü. Network toplumunun karakteristiği olan akışların uzamı,
mekânların uzamında somutlaşan tecrübe mantığını yalıtarak ve boyunduruğu altına
alarak; uzak mahalleri, elektronik devreler ve süratli taşıma koridorlarıyla, ortak
işlevler ve anlamlar etrafında birleştiriyor. Kronolojik zamanı hem mümkün olan en
küçük ifadesine sistematik olarak sıkıştırma (anlık finansal işlemlerde olduğu gibi), hem
de mesleki kariyerlerin seyrinin, organizasyon adamının tahmin edilebilir ilerleyişinden
sapıp bunun yerini esnek kadının almasında gözlemlendiği gibi, kronolojiyi
bulanıklaştırma eğilimlerinden yeni bir zaman biçimi doğuyor; ki ben buna zamansız
zaman diyorum.
Bu hortumun içerisine çekilen ve küresel sermaye, teknoloji ve bilgiişlem network’leri
tarafından bertaraf edilen ulus-devletler, küreselleşme kâhinlerinin öngördüğünün
aksine batmıyorlar. Yapılarını ve performanslarını uyarlayarak, kendileri de birer
network haline geliyorlar. Bir yandan, uluslarötesi ve uluslararası müşterek yönetimli
kurumlar oluşturuyorlar: Bazıları Avrupa Birliği gibi sıkı sıkıya birleşmiş; diğerleri
NATO ve NAFTA gibi daha dağınık; küresel pazarların mantığını, gelişmekte olan
ülkelere dayatan Uluslararası Para Fonu gibileri ise yükümlülüklerinde asimetrik
olanlar. Ama tümünde de politik hâkimiyet, çeşitli hükümetler ve organizasyonlar
arasında paylaşılıyor. Diğer yandan, dünyanın büyük bölümünde, politik yetkinin yerel
merkezlere dağıtıldığı bir süreç yaşanıyor. Meşruiyeti yeniden inşa etmek ve halkla
ilişkilerde esnekliği artırmak için yoğun bir çaba dahilinde kaynaklar, ulusal hükümetlerden
bölgesel ve yerel hükümetlere ve hatta sivil toplum kuruluşlarına geçiyor.
Uluslarötesilik ve yerellik yönündeki bu eşzamanlı eğilimler, yeni bir devlet biçimi
ortaya çıkarıyor: Network toplumunun fırtınalarını dindirecek en dirençli kurumsal
oluşum gibi görünen network devletini.
Bu network toplumu nereden geldi? Tarihsel başlangıcı neydi? Bu toplum, XX. yüzyılın
son çeyreğindeki üç bağımsız fenomenin, tesadüfi bir aradalıklarından ortaya çıktı.
İlki, ana unsurları 1970’lerde yeni bir teknoloji paradigması olarak bir araya gelen,
bilgiişlem teknolojisi devrimiydi (Şunları hatırlayın: Arpanet, 1969; USENET
Haberleri, 1979; birleşik devrenin icadı, 1971; kişisel bilgisayar, 1974-1976; yazılım
devrimi: 60’ların sonlarında tasarlanan, 1974’te sürümü yapılan UNIX kodları; 1973-
1978’de tasarlananTCP/IP protokolleri; rekombinan DNA. 1973).
İkinci akım, iki rakip sistem olan kapitalizm ve devletçiliğin, sosyo-ekonomik açıdan
yeniden yapılandırılma süreciydi. İki sistem de kendi içlerindeki çelişkiler yüzünden,
1973-1975’te kapitalizm ve 1975-1980’de devletçilik olmak üzere, büyük krizlerle karşı
karşıya kaldılar. İkisi de krizlere yeni devlet politikalarıyla ve tüzel stratejilerle
müdahale etti. Kapitalist perestroyka* işe yaradı. Devletçiliğin yeniden yapılandırılması,
Sovyetler Birliği’nin yıkılışı üzerine Emma Kiselyova ile yaptığım çalışmada iddia
ettiğim gibi, bilgiişlem teknolojisi devrimini özümseme ve kullanma konusunda,
devletçiliğin doğasında olan sınırlamalar nedeniyle başarısız oldu. Kapitalizm, aşırı
boyutlarda yıkıcı enflasyona olan yapısal yatkınlığının üstesinden; bilgisel üretkenlik,
devlet denetimini kaldırma, liberalleşme, özelleştirme, küreselleşme ve network’leşme
aracılığıyla network toplumuna ekonomik altyapı sağlayarak geldi.
Bu yeni toplumun kökenindeki üçüncü akım, kültürel ve siyasaldı. 1960’ların sonlarında
ve 1970’lerin başlarında, Avrupa ve Amerika’daki toplumsal hareketlerle, Japonya ve
Çin’de emsali görülmemiş gösterilerde yansıtılan değerlere ilişkindi. Bu hareketler; her
ne kadar feminist ve çevreci hareket özgürlük kavramını, patriyarkanın ve
üretimmerkezciliğin kurumlarına ve ideolojilerine temelden bir saldırı olacak kadar
genişletmişseler de, esasen özgürlükçüydü. Bu hareketler kültüreldi, çünkü (o yüzyılda
onlardan ön*
Perestroyka: Rusya’da Gorbaçov’un 1980’lerde yürürlüğe koyduğu bir ekonomik
liberalleşme ve yeniden yapılandırma politikası (ç n.)
ce gelenlerin çoğunun aksine) devlet gücünü ele geçirmeye veya gelir dağılımını yeniden
yapmaya odaklanmamışlardı. Bunun yerine, tecrübe kategorileri üzerinden harekete
geçtiler ve yerleşmiş kurumları reddedip, hayatın yeni değerlerini ve sonuç olarak birey
ve devlet ile birey ve ticari şirketler dünyası arasındaki toplumsal sözleşmelerin yeniden
yazılmasını talep ettiler.
Bu üç fenomen, birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktı. Tarihsel rastlantıları, belli
toplumlarda özgül olarak birleşmeleri gibi, beklenmedik bir tesadüftü. Network
toplumuna geçiş hızı ve şekli, ABD’de, Batı Avrupa’da ve dünyanın geri kalan kısmında
birbirinden bu yüzden farklıdır. Endüstriyel toplumun veya öncesi toplumların
kurumları ve kuralları ne kadar köklü olursa, geçiş süreci o kadar yavaş ve zor olur.
Network toplumuna giden bu farklara dayanan yolda, örtük bir değer yargısı mevcut
değildir: Network toplumu, Bilgi Çağı’nın cennet toprağı değildir. Yalnızca, insanlık
yararına etkileri belirsiz olan, yeni bir özgül toplumsal yapıdır. Her şey şartlara ve
sürece bağlı.
Dünyamızı XXI. yüzyıldaki haline getiren tarihi rastlantının ana unsurlarından biri,
yeni teknoloji paradigması olan enformasyonculuktu. Bunun tarihsel başlangıcı neydi?
Savaş; sıcak ya da soğuk olsun, tarih boyunca olduğu gibi, teknolojideki yenilikte temel
bir unsurdu. II. Dünya Savaşı, bilgiişlem teknolojisi devrimine giden yolda yapılan
keşiflerin çoğunun dayanağıydı. Soğuk Savaş ise gelişimlerinin potasıydı. Evet,
Internet’in atası olan Arpanet, ana teknolojileri (paket anahtarlama ve network gücü
dağılımı) Rand Anonim Şirketi’nde Paul Baran tarafından, Savunma Bakanlığı’na götürülen
nükleer savaştan zarar görmeyecek bir iletişim sistemi oluşturma teklifinin bir
parçası olarak geliştirilmiş olsa da, gerçek bir askeri teknoloji değildi. Fakat teklif,
hiçbir zaman onaylanmadı ve Arpanet’i tasarlayan Savunma Bakanlığı temelli bilim
adamları, Baran’ın çalışmasından ancak bilgisayar network’ünü oluşturmaya
başladıktan sonra haberdar oldu. Bununla beraber, Pentagon’daki İleri Düzeyde
Araştırma Projeleri Dairesi’nin kaynak ve yenilik özgürlüğü desteği olmadan, ABD’de
bilgisayar bilimi bu süratte gelişmezdi; Arpanet kurulmaz ve bugün bilgisayar network
oluşumu çok farklı olurdu. Benzer biçimde, mikroelektronik devrimi, son yirmi yılda
askeri uygulamalardan büyük bir ölçüde bağımsızken; kritik geçen 1950’lerde ve
1960’ların başlarındaki şekillenme döneminde Silikon Vadisi ve diğer ana teknoloji
merkezleri, askeri pazarlara ve onların cömert araştırma fonlarına son derece
bağımlıydı.
Araştırma üniversiteleri de teknoloji devriminin tohumlarının atıldığı esas
merkezlerdendi. Doğrusu, akademik alandaki bilgisayar uzmanlarının, bilimsel keşifler
ve teknolojik yenilik yararına, doğrudan bir askeri yarar sağlamadan, genel olarak
bilgisayar bilimini ve özel olarak bilgisayar network oluşumunu geliştirmek için,
Savunma Bakanlığı’nın kaynaklarını ele geçirdiği savunulabilir. Asıl askeri tasarım,
ulusal laboratuvarlarda yüksek güvenlik koşulları altında yapılıyordu ve olağanüstü
bilimsel potansiyellerine rağmen, bu laboratuvarlardan çok az yenilik çıktı. Bunlar ve
kaderleri, Sovyet sisteminin aynasıydı; dehanın anıtmezarları haline geldiler.
Üniversiteler ve önde gelen hastaneler ile halk sağlık merkezlerinin araştırma
merkezleri, biyoloji devriminin çok önemli kaynaklarıydı. Francis Crick ve James
Watson, 1953’te Cambridge Üniversitesi’nde keşifler yaptı; rekombinan DNA’ya yol
gösteren araştırmalar, 1973 ve 1975 arasında Stanford Üniversitesi ve San Francisco’daki
Kaliforniya Üniversitesi’nde gerçekleşti.
Bu gelişimde iş dünyasının da rolü vardı, fakat oturmuş şirketlerin değil. AT&T
mülkiyet haklarını 1950’lerde, telekomünikasyon tekeli karşılığında mikroelektroniğe
verdi ve sonraları 1970’lerde, Arpanet’i işletme fırsatını kaçırdı. IBM, PC devrimini
önceden tahmin edemedi ve treni ancak sonradan; işletim sisteminin lisansını
Microsoft’a verip, sonunda sadece bir hizmetler şirketi olarak hayatta kalmasına yol
açacak olan PC klonlarına açık kapı bırakacak denli karışık koşullar altında yakaladı.
Microsoft da yarı tekel olur olmaz, benzer gaflar yaptı. 1995’te aslen Microsoft
tarafından yaratılmamış olup, Mosaic yazılımlarına, Süper Bilgisayar Uygulamaları
Ulusal Merkezi’nden lisans veren bir şirket olan Spyglass tarafından tasarlanan bir
tarayıcının üzerinde çalışılmış hali üzerine kurulu Internet Explorer’ı ilk defa tanıtana
dek, Internet’in potansiyelini göremedi. Rank Xerox, Kaliforniya’daki PARC araştırma
ünitesinde, PC çağının çoğu anahtar teknolojisinin tasarımını yaptı. Fakat,
araştırmacılarının yaptığı harikaları yarım yamalak anladı; o kadar ki çalışmaları
çoğunlukla başka şirketler tarafından, özellikle de Apple Computer tarafından
ticarileştirildi. Enformasyonculuğun kaynağının oluşmasındaki ticari unsur, genel
olarak yeni bir tür iş alanı türemesiydi; çok çabuk dev şirketlere dönüşen başlangıçlar
(Cisco Systems, Dell Computer, Oracle, Sun Microsystems, Apple vs.) veya kendilerini
yeniden yaratan şirketlerdi (elektronik tüketimden cep telefonlarına ve sonra da mobil
Internet’e geçen Nokia gibi). Bu yeni şirketler girişimci kökenlerinden, yenilikçi, büyük
ölçekli organizasyonlar olmaya geçişte, enformasyonculuğun bir başka temel unsuru
üzerine yapılandılar: Teknolojik yeniliğin hacker kültürü tarafından temsil edilen
kültürel kaynağı Üzerine.
Kültürel dönüşümler olmadan, teknoloji devrimleri de olmaz. Devrimci teknolojiler
tasarlanmalıdır. Bu kâr amaçlı bir süreç değil; bir vizyon, bir inanç hareketi, bir isyan
işaretidir. Finansman, üretim ve pazarlama muhakkak son kertede hangi teknolojilerin
pazarda kalacağını belirleyecek; fakat tam olarak hangi teknolojilerin gelişeceğini
belirleyemez, çünkü pazar yeri ne kadar önemli olsa da gezegendeki tek yer değil.
Enformasyonculuk kısmen icat edilmiş ve bilgisayar network’çülüğünün oluşumunda,
işletim kapasitesinin dağılımında ve işbirliği ve paylaşımla yenilik potansiyelinin artışında
esas olan yeni bir kültür tarafından, kararlı bir şekilde biçimlendirilmiştir. Bu
kültürün, enformasyonculukta yenilik ve yaratıcılık kaynağı olmasındaki rolü hakkında
teorik bilgi, network toplumunun tarihsel başlangıcı hakkındaki bilgimizin temelini
oluşturur. Benim analizimde de diğer uzmanların katkılarında da, enformasyonculuğun
bu esas boyutuna değinildi; fakat bu, gerçek anlamda irdelenmedi. Bu yüzden Pekka
Himanen’in enformasyonculuğun ruhunun hacker kültüründe olduğu teorisi, üçüncü
milenyumun doğusundaki bu belirsizliğin içinde, dünyanın keşfinde açıklayıcı olacak
esaslı bir atılım.
Ek
Bilgisayar Hacker’lığının tarihçesi
Şimdi Microsoft, Microchip şirketler grubu arasından büyümüş ve güçlenmişti:
Öncesinde gelen Mainframe Şirketleri’nin hepsinden daha güçlü hale gelmişti. Gates’in
kalbi ise katılaşmıştı ve Müşterileri ile onların Mühendislerine, şu lanet sözlerini sarf
etti: ” Von Neumann’ın çocukları, bana kulak verin. IBM ve Mainframe Şirketler grubu
atalarınızı öyle riskli ve ağır lisanslara bağladı ki, sizler kurtuluş için Turing ve von
Neumann’ın ruhlarına yakardınız. Şimdi sizlere diyorum ki ben, benden önceki
şirketlerin hepsinden daha büyüğüm. Lisanslarınızı hafifletecek miyim? Hayır, sizleri
atalarımdan iki kat daha ağır ve on kat daha riskli lisanslara bağlayacağım […] Sizi
elime geçireceğim ve hiçbir kuşağın köleleşmediği gibi köleleştireceğim. Öyleyse niye
Turing ve von Neumann’ın ve Moore’un ruhlarına yakarasınız? Onlar sizleri duyamaz.
Ben onlardan daha yüce bir güç oldum. Yalnızca bana yakarmak ve benim merhametim
ve gazabımla yaşamalısınız. Ben cehennemin Gates’iyim [kapılarıyım]: MSNBC’ nin
girişi ve Ölümün Mavi Ekranı’nı açan anahtarlar benim elimde. Korkun; iyice korkun;
yalnız bana hizmet edin ve hayatta kalın.”1
Web’de yayımlanan hacker “İncil’i The Gospel According to Tux işte böyle başlıyor. Tux
[smokin], Linux bilgisayar işletim sisteminin, Finlandiyalı hacker Linus Torvalds’ın
1991 ‘de yirmi iki yaşındayken yarattığı maskotu olan penguenin adı. Son birkaç yılda
Linux, Microsoft’un üstünlüğüne ciddi anlamda meydan okuyanlardan biri olarak,
oldukça fazla ilgi çekti.
Linux’u herkes ücretsiz indirebilir; fakat Linux ve Windows arasındaki en önemli fark
bu değil. Linux’u diğer Microsoft ürünlerinin örnek teşkil ettiği hâkim ticari yazılım
modelinden ayıran ilk ve en önemli şey, açıklığı. Bilimsel araştırmacılar nasıl alanlarındaki
bulgularını test etmek ve daha da geliştirmek amacıyla başkalarının
incelemesine ve kullanmasına izin veriyorlarsa, Linux projesinde yer alan hacker’lar da,
başkalarının programlarını kullanmalarına, test etmelerine ve geliştirmelerine izin
veriyor. Araştırmacılıkta bu, bilim etiği olarak bilinir. Bilgisayar programcılığı alanında
ise. açık kaynaklı model diye adlandırılır (bir programın DNA’sı olan “kaynak kodu”,
onu geliştiren programcılar tarafından kullanılan dildeki biçimidir; kaynak kod
olmadan kişi, bir programı kullanabilir fakat yeni istikametlerde geliştiremez).
Akademik araştırma modeline olan bu yakınlık, rastlantısal değildir: Açıklık,
hacker’lara üniversiteden kalan bir miras olarak görülebilir. The Gospel According to
Tux, bilgisayarın teorik altyapısını yaratırken bulgularını açık şekilde paylaşan
aralarında başta gelenlerinin Alan Turing ve John von Neumann olan araştırmacıları,
kahramanlık mevkisine yükseltiyor.
The Gospel According to Tux iyimserlikle, Torvalds’ın bilgisayarların dünyasında bu
ruhu nasıl dirilttiğini anlatmaya koyuluyor:
1.The Gospel According to Tux.
İşte o günlerde Helsinki diyarında, Torvald denen Linus adında genç bir araştırmacı
vardı. Linus iman sahibi bir adam, RMS’nin bir müridiydi [bir başka ünlü hacker olan
Richard Stallman] ve Turing, von Neumann ve Moore’un çizgisinde iddialıydı. Bir gün
bilgisayarın mimarisi üzerine düşüncelere dalmışken Linus, transa geçti ve kendisine bir
görü bahşedildi. Bu görüde ise dingin ve güzel yüzlü dev bir Pengueni, bir buz kütlesinin
üzerinde balık yerken gördü. Ve Linus, Penguenin görüntüsüyle derin bir korkuya
düşüp Turing, von Neumann ve Moore’un ruhlarına, görüsünün bir yorumu için
yakardı.
Ve rüyasında Turing’in, von Neumann’ın ve Moore’un ruhları ona hitap ederek cevap
verdi, “Korkma sevgili Linus. Son derece sakin ve cengavercesin.* Gördüğün o dev
Penguen, senin yaratıp dünyaya konuşlandıracağın bir işletim sistemi. Buz kütlesi ise
dünya, dolayısıyla Penguenin işini bitirdiğinde üzerlerinde dinlenip mutlu olacağı tüm
sistemler. Penguenin karnını doyuran balıksa, dünyadaki tüm sistemlerin altında yüzen
hilekâr lisanslı kod tabanları.
Penguen hileli, çarpık ve düzmece olan her şeyi; spagetti gibi kıvrılan veya ağır ve riskli
lisanslara mecbur edilmiş olan tüm kodları avlayacak ve yiyip yutacaktır. Yakalarken de
kopyasını çıkaracak, kopyalayarak belgeleyecek ve belgeleyerek dünyaya ve orada kodlama
yapan herkese özgürlük, huzur ile sakin ve cengaverce olanı getirecek.”
Açık kaynaklı modeli Linux icat etmedi, kendiliğinden de ortaya çıkmadı. Linux, daha
evvelki iki hacker projesinin temeli üzerine kurulmuş, Unix benzeri bir işletim sistemi.
Linux için en önemli olan, Richard Stallman tarafından 1983’te başlatılan GNU işletim
sistemiydi.2 İlk başta, MIT’nin yapay zekâ laboratuvarında çalış*
Cool and froody: Bu deyim Douglas Adams’ın The Hitchhiker’s Guide to the
Galaxy serisindeki The Restaurant at the End of the Universe adlı kitabından
alınmıştır. Froody, Adams’ın icat ettiği bir kelimedir ve Zaphod karakterine göre
‘her şey kontrol altında’yla aynı şey demek değildir. Türkçe çevirisinde karşılığı
cengaverce olarak verilmiştir, bkz. Evrenin Sonundaki Restoran, çev.: İrem
Kutluk, Sarmal Yay., 1996. s. 124 (ç.n.).
2. Hacker mizahının bir örneği olan, Unix benzeri bir işletim sistemi ve yazılımı
geliştirme amaçlı GNU ticari girişiminin, bir kısaltmadan oluşan ismi, “GNU’s
Not Unix.” [GNU, Unix Değildir] deyiminden alınmıştır. Stallman yazılım kaynak
kodunun, (Bell Laboratuvarlarında geliştirilmiş olan) AT&Tnin Unix’ini
ticarileştirme kararında olduğu gibi, kapatılmasına tepki göstermişti. 27 Ekim
1983’te Stallman, net.unix-wızards ve net.usoft haber gruplarına bir mesaj
gönderdi: Serbest Unix!
Bu Şükran Günü’nden İtibaren, GNU (GNU’s Not Unix) adıyla tamamıyla Unixuyumlu
bir yazılım sistemi kuracağım ve kullanabilecek herkese serbestçe
dağıtacağım. Zaman, para, program ve gereç yardımına fazlasıyla ihtiyaç vardır
Bir süre sonra Stallman, bu mesajı genişletip, bütün bir hacker ilkeleri beyanatına
dönüştürdü: “GNU Manifestosu’ (1985). Stalman GNU’yu, 60’ların sonlarında
MIT’nin hacker’larının tasarladığı açık kaynaklı işletim sistemi olan ITS’nin –
maya başlayan Stallman, hacker ‘lığın bu ilk bağlantı noktasının geleneğini sürdürerek
çalışmaya devam ediyor.
Linux’un diğer matrisi, Bill Joy tarafından 1977’de yaratılan BSD Unix’idir. Joy’un
yirmilerinde bir lisansüstü öğrencisiyken, işletim sistemini geliştirmeye başladığı, başka
bir geleneksel hacker merkezi olan, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’ndeki köklerine
saygı niteliğindeki BSD’nin açılımı, Berkeley Yazılım Dağıtımıdır.3
Bilgisayar hacker’lığının tarihinde, Internet’in doğuşuyla diğer bir önemli sayfa açıldı.
Asıl başlangıç tarihi, 1969’lara kadar gidiyor (Bu aynı zamanda, hacker’lar Ken
Thompson ve Denniş Ritchie’nin, Unix’in ilk versiyonunu yazdığı tarihlerdir).4 ABD
Savunma Bakanlığı’nın araştırma birimi ARPA (Advanced Research Projects Agency
[Gelişmiş Araştırma Projeleri Dairesi], internet’in önceli olan Arpanet’in kuruluşunda,
önemli rol oynamıştır. Bununla beraber, bu hükümete bağlı girdinin boyutu ve önemi
genellikle abartılır.5 Janet Abbate, bugüne kadarki en kapsamlı Internet tarihi olan
Inventing the Internet’te eski üniversite araştırmacılarının yö-
(Uyuşmaz Zaman-paylaşım Sistemi) ruhsal halefi olarak görür. GNU projesinin
yarattıklarından en bilinenleri, birçok hacker’ın desteklediği emac’ler ve Linux
hacker’ları tarafından kullanılan ve bir C dili çevirmeni olan gcc’dir.
GNU’nun tarihi üzerine daha fazla bilgi için bkz. Stallman, The GNU Operating
System and the Free Software Movement” (1999); ITS için bkz. Levy, Hackers,
s. 123-28.
3. BSD projesi. Bell Laboratuvarlarının Unix tasarımcılarıyla kurulan yakın
işbirliğiyle başladı. 80’lerin başlarında AT&T, işletim sistemini ticarileştirmeye
3
4
karar verdiğinde, BSD hackar’ları Unix gelişimindeki bağlantı noktası haline
geldi. 90’larda BSD, üç ana hat üzerinde gelişimini sürdürdü: NetBSD, FreeBSD
ve OpenBSD. Detaylar için bkz. Marshall McKusick. Twenty Years of Berkeley
Unix: From AT&T-Owned to Freely Distributable” (1999).
4. Thompson, Unix’i geliştirmeye başlarken, bunun için C dilini geliştiren Rithcie’yle
ilk baştan beri yakın işbirliği içindeydi. C dili ve Unix’in tarihleri bu
şekilde birbirine bağlıydı. Unix’in tarihi hakkında daha fazla detay için bkz.
Ritchie, “The Evolution of the UNIX Time-sharing System” ve “Turing Award
Lecture: Reflections on Software Research.” Yine bkz Salus. A Ouarterly
Century of Unix (1994)
5. Örneğin, Arpanetin amacının, nükleer saldırılardan etkilenmeyecek bir network
oluşturma olduğu iddiası sık duyulur, Net’in gelişimindeki hareketin ana
özneleri (Vinton Cerf, Bob Kahn ve diğerleri) makaleleri “A Brief History of the
Internet”te bu yaygın inancın, “asılsız bir söylenti’ olduğunu belirtiyorlar. Net’in
gerçek kaynağı daha pratikti. MIT’den ARPA’ya geçmiş bir akademisyen olan
Proje başkanı Lawrence Roberts, kafasında bilgisayar uzmanlarının işbirliğini
ilerletmeye vasıta olacak bir network canlandırıyor: “Coğrafi açıdan ayrı olan
insanların, etkileşim içerisinde bir arada bir sistemle çalışmalarına izin vererek,
farklı disiplinlerin özel alanlarında ‘ciddi bir yetenek kitlesi’ne ulaşmak mümkün
olacaktır” {Roberts. “Multiple Computer Networks and Intercomputer
Communication” [1967], s. 2).
netici pozisyonuna getirilmelerinin, Internet’in bilimsel uygulamaya özgü olan kendi
kendini organize etme ilkeleriyle gelişmesine nasıl yol açtığını gösteriyor. Sonuç olarak
bu gelişimdeki en önemli pay çok geçmeden, yetenekli üniversite öğrencilerinden
seçilmiş bir dizi hacker’dan oluşan, Network Working Group tarafından yönetilmeye
başladı.
Network Working Group, açık kaynaklı model üzerinden işliyordu: Herkesin
fikirleriyle katkıda bulunması serbestti; bu fikirler daha sonra ortaklaşa geliştiriliyordu.
Tüm çözümlerin kaynak kodları, başkalarının kullanabilmesi, test edebilmesi ve
geliştirebilmesi için en baştan itibaren basılıyordu. Bu modele halen uyuluyor. Öncü
olan hacker grubunun adı ve oluşumu, süreç boyunca birçok kez değişti. Şu anda,
internet Engineering Task Force adıyla biliniyor ve UCLA’de bilgisayar bilimi
lisansüstü öğrencilik günlerinden bu yana grubun kurucu üyesi olan Vinton Cerf
tarafından kurulan internet Society’nin altında iş görüyor. Cerf, Net’in evrim
sürecindeki teknolojik ilerlemelerin neredeyse tümünde önemli rol oynadı. Yine de hiç
değişmeyen bir durum vardı: Internet’in, gelişimini sağlayan bir merkezi yönetim
kurumu yok. Bunun yerine teknolojisi, hâlâ açık bir hacker camiası tarafından
geliştiriliyor.6 Bu camianın tartıştığı fikirler, eğer internet camiasının büyük bölümü iyi
olduğunu düşünür ve kullanmaya başlarsa, “standartlar” haline geliyor. Bazen bu hacker
fikirleri, Net’i hiç beklenmedik yönlere götürdü; örneğin Ray Tomlinson’ın 1972’de
ilk defa e-postayı çıkarması gibi. (E-posta
6
6. ilk Network Working Group’u, 1972’deki Uluslararası Bilgisayar iletişimi
Konferansı’nda, internet standartlarının gelişmesi için organize edilen,
International Network Working Group (INWG) takip etti. Çalışma grubunun ilk
başkanı Cerf’di. INWG’nin resmi bir otoritesi yoktu; fakat pratikte bilginin Nette
nasıl iletildiğini tanımlayan, Internet’in en önemli standartlarını geliştirdi ve
tanıttı. (Bob Kahn’ın yanında Cerf, Internet’in ana protokolleri olan TCP/IP’nin
[Transmission Control Protocol/lnternet Protocol] gelişiminde temel rol
oynadı).
adreslerinde halen kullanmakta olduğumuz @ işaretini o seçti.) Bu gelişmeyi belirtirken
Abbate, şunlara dikkati çekiyor: “Internet’in tasarımında ortak bir katılım hiç
olmamışa benziyor. Önceli [Arpa-net] gibi internet, kendiliğinden seçilen bir grup
uzman tarafından, gayri resmi şekilde ve pek gösteriş yapılmadan tasarlandı.”7
İnternet temelinde oluşturulan, küresel hipermetin olan World Wide Web de, bir şirket
ya da bir hükümet kuruluşu değildi. İlk kurucusu, Oxford’da eğitim görmüş bir İngiliz
olan Tim Berners-Lee’ydi. Kendisi 1990’da İsviçre Atom Fiziği Araştırma Merkezi
CERN’de çalışırken, Web’in tasarımını yapmaya başladı. Berners-Lee’nin mütevazı dış
görünüşünün arkasında, Web’in bu dünyayı nasıl iyileştireceğine dair öngörüsü
hakkında dobra dobra konuşan, güçlü bir idealist duruyor:” Web teknik olmaktan çok,
toplumsal bir yaratı. Onu teknik bir oyuncak olarak değil, toplumsal bir etki için
tasarladım; insanların birlikte çalışmalarına yardımcı olması için. Web’in nihai hedefi,
dünyadaki ağsal varoluşumuzu ayakta tutmak ve daha iyiye götürmek.”8
Kitabı Weaving the Web’de anlattığı gibi; diğer hacker’lar, ya-
Sonunda 80’lerin başlarında ARPA, internet’ten resmi olarak emekli oldu.
Bundan sonra, Netin gelişimindeki temel hareket kaynağı giderek hacker’lar olmaya
başladı. INWG’nin halefi Internet Engineering Task Force (IETF), 1986’da
kuruldu. Bu tamamıyla açık bir gruptur. Aslında bu grubun “üyesi” olmanın tek
yolu, herkese açık olan e-posta listesi tartışmalarına veya toplantılarına
katılmak. Internet’in altyapısı üzerine önde gelen uzmanlardan biri olan Scott
Bradner, bu açık grubun rolünü özetliyor: TCP/IP’nin dışında, Internetin tüm
temel teknolojisi, lETF’de geliştirilmiş veya rötuşlanmıştır” (“The Internet
Engineering Task Force” [1999], s. 47; IETF hakkında daha fazlası için, bkz.
Bradner’ın makalesi, internet Engineering Task Force, “The Tao of IETF”; ve
Cerf, “IETF and ISOC”; internet Society üzerine kısa bir açıklama için bkz., “All
About the Internet Society”). Internet’in gelişim modelinin başarısı
düşünüldüğünde, TCP/IP’nin “network’lerin network’ü” önerilerinin arasında,
zamanının tek önerisi olmadığını hatırlamak lazım, iki büyük standartlaştırma
organizasyonu olan CCITT ve OSl’nin, kendi resmi standartları (X.25 ve ISO)
mevcuttu. Abbate’nin araştırmasına göre, bu geleneksel standartlaştırma
organizasyonlarının protokollerinin başarılı olmamasının ana nedenlerinden
biri, bu toplulukların işleyiş tabiatının belirgin şekilde kapalı olmasıdır
(Inventing the Internet [1999], 5. böl.).
7. Abbate, Inventing the Internet, s. 127.
8. Berners-Lee. Weaving the Web(1999), s. 123. Berners-Lee hiçbir suretle, küresel
bir hipermetnin hayalini kuran ilk kişi değildir. Bu idealin en tanınan
hayalcisi, hipermetin terimini icat eden Ted Nelson’dur. Konu hakkındaki en
bilinen eseri Literary Machines’de (1981) Nelson, Amerikan bilgiişlem
teknolojisinin en
vaş yavaş onun çabasına ortak oldular: “İlgilenen insanlar Internet’ten geribildirim,
teşvik, fikirler, kaynak kod katkıları ve manevi destek sağladılar: bunu yerel olarak
bulmak zor olurdu. Web’i Internet insanları, hakiki sıradan insan üslubuyla
oluşturdu.”‘Grup genişledikçe Berners-Lee, Cerf’in Internet Society’sine benzer bir
camia olan World Wide Web Consortium’u, Web’in ticari şekilde ele geçirilmesini
önlemek için bir çaba olarak organize etti. Berners-Lee, tüm ticari teklifleri kararlılıkla,
şahsen reddetti. Arkadaşlarından biri bunu genel bakış açısının tipik bir özelliği olarak
nitelendirmişti: “Teknoloji uzmanları ve girişimciler, Web’i sömürmek için şirketler
kurup birleşirken, bir soruya kitlenmiş görünüyorlardı: ‘Web nasıl benim olur?’ Bu
arada Tim, ‘Web nasıl sizin olur?’ diye soruyordu.”10
güçlü temsilcilerinden Vannevar Bush’a kendi adına teşekkür borçlu olduğunu
kabul ediyor. Bush daha 1940’larda Mernex adını verdiği bir hipermetin yöntemi
fikrini ortaya atmıştı (“As We May Think” [1945]}. Internetin gelişiminde etkin
rol oynayan Douglas Engelbart. 1968’de San Francisco’da yaptığı, insan
Zekâsını Artırma araştırma projesinin ürünü olarak oNLine System’ı sundu.
Bugün Web’de bulunun birçok unsurun aynısını içeriyordu. (Bu gösterim için,
fareyi de [mouse] icat etti; bkz. Ceruzzi, A History of Modern Computing[1998],
s. 260; Engelbart in geniş görüşü için, bkz. “Augmenting Human Intellect; A
Conceptual Framework” [1962] adlı yapıtı.) Beşeri bilimlerde hipermetin fikri,
tabii ki daha da eski bir tarihe sahip (bkz. örneğin. Landow. Hypertext v.2.0
[1997]). Bununla beraber Berners-Lee, fikrini geliştirdiği dönemde bu
öngörülere aşina olmadığını söylüyor {s. 4).
Bu atılımın yapıldığı dönemde, Web’İn toplumsal modeli açısından avantajlı olmakla
fark attığı, kesin rakipleri vardı. 1994’e kadar World Wide Web, Internet’i
yeni Kullanım yolları konusundaki birçok fikirden biriydi ve hangi fikrin evrim
sürecine liderlik edeceği kesinlikle belli değildi (herhangi birinin Internet’i
önemli biçimde etkileyeceği bile kesin değildi). Rekabetteki en sağlam fikir,
Minnesota Üniversitesinin geliştirdiği Gopher bilgi sistemiydi. Gopher, ticari
leştirilmesine karar verildiği 1993 yılında duvara tosladı. Berners-Lee bu olayı
şöyle anlatıyor: “Bu akademi ve internet camiasında ihanet demekti. Üniversite
hiçbir zaman kimseye metelik vermese bile, okulun Gopher protokollerini
kullanmak için insanlardan ücret talep etme hakkını saklı tutacağını ilan etmesi,
çizgiyi aştığına işaretti” (s. 73). Berners-Lee, CERN’in kendisine, Web gelişimini
tamamen açık tutma iznini vermesini sağladı (s. 74).
9.Berners-Lee, Weaving the Web, s. 47.
10.Michael Dertouzos, “Önsöz.” a.g.y., s. x. World Wide Web Consortium’un
(W3C) asıl amaçlarından biri, web sayfalarının Web üzerinden nasıl iletildiğini
ve içeriklerinin sözdizimini tanımlayan, Web’in ana protokollerinin
(HTTP/URL [HyperText Transfer Protocol/Uniform Resource Locator] ve HTML
[HyperText Markup Language]) açıklığını sağlamaktır. Daha fazlası için bkz.
“About the World Wide Web Consortium.”
Web’in yaptığı son atılımın arkasındaki en önemli kişi, Champaign-Urbana’da Illinois
Üniversitesi”nde öğrenci olan Marc Andreessen’di. Yirmi yaşındaki Andreessen ve
diğer birkaç hacker 1993’te, üniversitenin Süper Bilgisayar Uygulamaları Ulusal Merkezi’nde,
PC için kullanıcı dostu bir grafik tarayıcı yarattılar. Açık kaynaklı kodla
dağıtılan bu program, çok geçmeden daha da iyi tanınan ve daha süratli şekilde yayılan,
Netscape Navigator tarayıcısına dönüştü.11
Internet ve Web (ikisine birlikte “Net” diyoruz) şu anda hepimizin ortak hayal gücünde
yer tutuyor olsa da, yaptıkları muazzam atılım, çağımızın diğer fevkalade icadı olan
kişisel bilgisayar olmasaydı, elbette ki mümkün olmazdı. Bunun fikirsel tarihi,
etkileşimli bilgisayar kullanımına öncülük eden ilk MIT hacker ‘larına kadar uzanır.
Onların zamanında, bilgisayar alanında halen, IBM’in top-
11. Web’in gelişiminde Andreessen’in rolü üzerine daha fazla bilgi için, bkz. Robert
H. Reid, Architects of the Web: I.000 Days That Built the Future of
Business (1997), 1. böl.; John Naughton, A Brief History of the Future: The
Origins of the Internet (1999), 15. böl.; Berners-Lee. Weaving the Web, 6 böl.
Andreessen, o zaman en çok Silicon Graphics’in kurucusu olmakla tanınan Jim
Clark’la birlikte Netscape’i kurarak yoluna devam etti (bkz. Clark, Netscape
Time). Netscape Kaynak kodunu kapattı ki bu, Microsoft’un Internet
Explorer’ına karşı verdiği savaşta yenik düşmesinin en vahim nedeni olabilir
(fakat bir de üniversitenin Mosaic’in kaynak kodunun açıklığına, “NCSA Mosaic
Lisansı Vermenin Prosedürleri”yle [1995] getirdiği sınırlamalar vardı) Netscape
1998’de tarayıcısını, açık kaynaklı olarak (Mozilla adıyla) tekrar çıkardı; fakat
artık bunun bir yararı olup olmayacağı belirsiz. Zira tarayıcı zaten öyle devleşti
1
ki, bu noktada başkalarının katılması oldukça zor (bkz. “Mozilla.org: Our
Mission” [2000]; Hamerly, Paquin ve Waton, “Freeing the Source: The Story of
Mozilla” [1999]; Raymond. “The Revenge of the Hackers” [1999]}.
Rob McCool ve başka öğrenciler tarafından geliştirilen NCSA Web sunucusu,
Mosaic’in kullanıcı tarafı üzerindeki şiddetli etkisine benzer bir etkiyi, sunucu
konusunda gösterdi. (Kullanıcının tarayıcısı, sunucu tarafındaki Web sunucusu
programına bağlıdır.) McCool da Netscape’e katıldı. Bununla beraber hacker
mirasının bu kısmı, daha fazla kurtarılmıştı çünkü eski bir Berkeley öğrencisi
olan Brian Behlendorf gibi Apache hacker’ları denen hacker’lar NCSA
sunucusunu daha ilk baştan, açık kaynaklı kod olarak ileri seviyede
geliştirmeye başlamışlardı.
Keith Porterfield, Internet ve Web’in işletilmesinin, genel anlamda hacker’ların
yarattıklarına bağlı oluşunu, hacker programları teknik temelden çıkartıldığında,
gerçekte ne olacağını anlatarak İfade ediyor (parantez içindekiler, sebepleri
hakkındaki benim kısa görüşlerim):
Internet’teki web sitelerinin yarısından fazlası yok olacaktı (çünkü sitelerin
neredeyse üçte ikisi onlar tarafından işletiliyor; bkz. Netcraft, The Netcraft Web
Server Survey [Eylül 2000])
lu işletilen merkezi bilgisayarları hâkimdi; programcıların bilgisayara doğrudan
bağlantısı yoktu; bunun yerine programların özel bir operatöre ulaştırmak için izin
almaları gerekliydi. Sonuç almak günler sürebiliyordu. Bu yöntemin tersine MİT
hacker’ları, programcının programını doğrudan bilgisayara yazabileceği, sonuçları
görebileceği ve istediği düzeltmeleri anında yapabileceği minibilgisayarlarda, etkileşimli
olarak çalışmayı tercih ediyorlardı. Toplumsal organizasyon açısından fark büyüktü.
“Operatörü” aradan çıkaran bir etkileşimde bireyler, teknolojiyi daha serbest bir şekilde
kullanabilir. Bilgisayar dünyasının yüce rahipliği olan operatörlerin aradan
çıkarılması bir tecrübe olarak, telefon tarihinde telefon operatörlerinin aradan
çıkarılmasıyla kıyaslanabilir. Bu, bireyler arasında doğrudan iletişimin özgürleştirilmesi
manasına geliyordu.12
MİT hacker’ları aynı zamanda, tarihte ilk bilgisayar oyununu programladılar; bir
kullanıcı bunun içinde ilk defa grafik kullanıcı arabiriminin olanaklarını tecrübe
edebiliyordu. Steve Russell’ın 1962 tarihli Spacewar’unda, torpil yüklü iki tekne, kulüp
tarafından tasarlanmış denetçiler aracılığıyla uzayda savaşa giriyordu. Peter Samson,
oyuna, amacı yıldızları pencereden dışarıya bakıldığında görülecekleri noktada
göstermek olan, “Pahalı Planeteryum” adını verdiği gezegenlerle bezeli bir arka fon
eklemişti – fakat bilgisayar-
Usenet haber grupları da ortadan kalkacaktı (çünkü hacker ürünü olan INN
programıyla destekleniyorlar)
1
Ama bunun bir önemi olmayacaktı, çünkü e-posta çalışmayacaktı (çünkü epostaların
çoğunun iletimi hacker’ların yarattığı Sendmail programı üzerinden
yapılıyor)
Tarayıcınıza, www.netaction org yerine, “199.201.243.200” yazıyor olacaktınız
(çünkü Internet’in basit dili olan “adres listesi”, yine hacker ürünü olan BIND
programına bağlı).
INN yi (InterNetNews), Rich Salz gibi hacker’lar yarattı (bkz. “INN’yi lnterNet-
News”). Sendmail, ilk olarak 1979’da, bir Berkeley öğrencisi olan Eric Allman
tarafından geliştirildi (bkz. “Sendmail.org”), BIND’in açılımı, Berkeley Internet
Name Domain ve ilk olarak Berkeley öğrencileri Douglas Terry, Mark Painter,
David Riggle ve Songnian Zhou tarafından geliştirildi (diğer kilit isimler için
bkz. “A Brief History of BIND”). Tüm bu hacker projeleri, şu anda Internet
Software Consortium tarafından devam ettiriliyor (sadece Sendmail le olan
alakası, Sendmail Consortium’a verdiği destek aracılığıyla daha dolaylı yoldan
gelişiyor).
12. Detaylar için bkz. Campbell-Kelly ve Aspray, Computer: A History of the Information
Machina (1996), s. 222-26 ve Levy, Hackers, 1. böl.
da kullanıcı zamanı, o zamanlarda çok daha değerli olduğundan, bu çok daha masraflı
bir biçimde olmuştu. Herkesin oyunu kopyalaması serbestti ve kaynak kodu herkese
açıktı.13
Kişisel bilgisayarın son atılımı, bu zihinsel hazırlıklarla mümkün kılındı. Sonraki
kararlı adımı 70’lerin ortasında, Bay Area’da düzenli olarak toplanmaya başlayan
hacker grubu Homebrew Computer Club’ın üyesi olan Steve Wozniak attı. 1976’da
yirmi beş yaşındayken, kulüp içerisinde serbestçe paylaşılan bilgiyi kullanarak,
mühendislik diploması olmayan kişilerin kullanımına yönelik ilk kişisel bilgisayar olan,
Apple’ı yarattı. Bu başarının önemini takdir etmek için, bundan önceki bilgisayarların
çoğunlukla buzdolabı boyutunda ve koşulları denetim altında tutulan özel odalarda
saklanan makineler olduğunu hatırlamalıyız. Dünyanın en büyük bilgisayar
şirketlerinin yöneticileri, kişisel bilgisayarların bir geleceği olacağına inanmıyor ve,
“Bence ancak beş bilgisayarlık bir dünya pazarı mevcut” (IBM başkanı Thomas
Watson, 1943) ve “İnsanların evlerinde bir bilgisayar olmasını istemeleri için hiçbir
nedeni yok” (Digital Equipment Corporation’ın kurucularından ve yönetim kurulu
başkanı Ken Olsen, 1977) gibi fikirler dile getiriyorlardı. Bu tahminler, eğer Woz
bilgisayarı “insanileştirmeyi” başaramasaydı, doğru bile çıkabilirdi.
Woz’un, bilgisayarı herkes için ulaşılabilir hale getirme başarısı, Bay Area’nın genelinde
aykırı kültürel ruhunu ve insanlara türlü şekilde yetki verme kaygısını yansıtmış oldu.
Woz, ilk bilgisayarını yapmadan hemen önce, karizmasından dolayı çılgın bir şaman
gibi görünebilen hayalperest Ted Nelson, kendi yayını olan Computer Lib (1974) adlı
kitabında, kişisel bilgisayarın yolda olduğunu müjdelemişti. Nelson en çok, Web’in
oluşumundan hayli önce, dünya çapında bir hipermetin olacağı öngörüsünü
açıklamasıyla tanımı ve hipermetin teriminin asıl mucidi de odur. Kitabındaki alaycı
haykırış şuydu: “BİLGİSAYAR GÜCÜNÜ İNSANLARA VE13.
Bkz. Brand, “Fanatic Life and Symbolic Death Among the Computer
Bums.”, // Cybernetic Frontiers; Levy, Hackers, s. 56-65. Sonrasında bu oyun,
şu anda Birleşik Devletler’deki satış rakamları film endüstrisiyle aynı olan (bkz.
Interactive Digital Software Association, State of the Industry Report, s. 3),
bilgisayar oyunu endüstrisinin doğuşuna yol açtı (bkz. Herz. Joystic
Nation[1997], 1. böl.).
RİN! KAHROLSUN SİBER ÇÖPLÜK.” (Siber çöplük Nelson’un “bilgisayar kullanan
insanları kandırma” yollarından bahsetmek için icat ettiği bir kelimedir.)14
Sonradan Woz, Nelson’un da ziyaret ettiği Homebrew Computer Club’daki atmosferin,
Apple üzerinde çalışmasını harekete geçirdiğini söylemişti: “Ben, beatnik ya da hippi
denebilecek bir gruptan geliyordum; enformasyon alanında bir devrim hakkında ve
dünyayı nasıl tamamen değiştirip bilgisayarı evlere sokacağımız üzerine radikal
konuşmalar yapan bir sürü teknik uzman arasından.”15 Woz hacker etiğine uyarak,
bilgisayarının projesini başkalarına açık şekilde dağıttı ve programından parçaları
yayımladı.
Onun hacker-yapımı bilgisayarı, neticeleri etrafımızda her yerde mevcut olan. daha
geniş çaplı kişisel bilgisayar devrimine ilham verdi.16
14. Nelson, Computer Lib, 1974 baskısının önsözü, s. 6. bkz. jargon file.
cyberc-rud: kafa bulandırıcı teknik konuşma. Önceli olan People’s Computer
Company [Halkın Bilgisayar Şirketi] aracılığıyla (ki bu İsmine rağmen ticari bir
girişim değil, kâr amacı gütmeyen bir organizasyondu) grubun, 60 ların aykırı
kültürünün başka parçalarıyla da bağlantıları vardı ve insanlara güç verme
prensibini seviyordu. (Bay Area’daki güçlü hareketler, ifade özgürlüğünü,
kadınların ve eşcinsellerin statülerini, çevreyi ve hayvanları öne çıkaran
hareketlerdi.) Homebrew Computer Club’ı başlatan French ve Fred Moore,
PCC’de etkindiler. Bir duyuru panosuna Şu İlanı astılar:
AMATÖR BİLGİSAYAR KULLANICILARI GRUBU HOMEBREW COMPUTER
CLUB …ismini siz koyun
Kendi bilgisayarınızı mı yapıyorsunuz? Terminalinizi? TV daktilosunu? Giriş/Çıkış
cihazı? Ya da başka bir dijital kara büyü kutusu mu? Veya bir zamanpaylaşım
servisinde zaman mı satın alıyorsunuz? Öyleyse benzer ilgi alanlarda
hemfikir olan insanların toplantısına gelmek isteyebilirsiniz; bilgi alışverişi, fikir
değiş tokuşu yapmak; bir proje üzerinde çalışmaya yardım etmek, ya da her ne
ise. (Levy, Hackers, s. 200)
PCC’nin kurucusu Bob Albrecht, mevcut bürokratik güçlere karşı savaşta, bilgisayar
kullanımını teşvik ediyordu. PCC dergisinin ilk sayısının kapağında
{Ekim 1972) şu metin vardı: “Bilgisayarlar çoğunlukla insanlar için Kullanılmak
yerine, insanlara karşı kullanılıyor. İnsanları ÖZGÜRLEŞTİRMEK yerine, onları
denetlemek için kullanılıyor. Tüm bunları değiştirmenin vakti geldi – Halkın
Bilgisayar Şirketi’ne ihtiyacımız var” (a.g.y. s. 172). PCC’nin Çarşamba gecesi
toplantılarına katılanlardan biri, Kaliforniya Berkeley Üniversitesinde öğrenci
olan ve aynı zamanda Özgür İfade Hareketi ile Aralık 1964’te bir üniversite
binasının öğrenci işgaline de katılan Lee Felsenstein dı. Felsenstein’ın hedefi,
insanların her yerde serbest şekilde bilgisayar kullanmasını sağlamaktı. Onun
önerisine göre bu, “insanların birbirleriyle, üçüncü bir kişiye yargılama hakkı
bırakmadan, karşılıklı ilgilendikleri şeyleri ifade edebilecekleri bir temelde,
bağlantı kurabilecekleri bir iletişim sistemi” sağlayacaktı (a.g.y, s. 156). PCC
grubundan hem Albrecht hem de Felsenstein, Homebrew Computer Club’a
geçtiler. Felsenstein sonradan tartışma başkanı [moderator] görevini üstlendi.
15. Kennedy, “Steve Wozniak: Hacker and Humanitarian.”
16. Apple’ın, IBM’in 1981’de çıkardığı PC’siyle içinde bulunduğu rekabette
geride kalmasının nedeni ironik şekilde, PC’si başkalarının katılımını mümkün
kılan açık mimarisi dolayısıyla başarılı olan (hacker’ların eski düşmanı) IBM’in
aksine Apple’ın; anonim şirkete dönüşmesinin sonunda, kapalı bir mimarisi
olmasıydı.
Kaynakça
Abbate, Janet. Inventing the Internet. Cambridge. Mass.: MİT Press, 1999.
Andrew, Ed. Closing the Iron Cage: The Scientific Management of Work and Leisure.
Montreal: Black Rose Books. 1999.
Anthony, Peter. The Ideology of Work. Londra: Tavistock. 1977.
Aristotle. Politics, The Complete Works ofAristotle: The Revised Oxford Translation
içinde. Cilt II, çev. B. JowetL Princeton: Princelon University Press. 1984. [Politika, çev.:
Mete Tuncay, Remzi Kitabevi. Aralık 1993]
Athanasius. Life of Anthony. Nicene and Post-Nicene Fathers içinde. 2d serisi, cilt IV.
Çev.: H. Ellershaw [1892). Peabody, Mass.: Hendrickson, 1999.
Association for Democratic Initiatives. “About the Kosovar Refugee Database”
( w ww.refugjat.org/aboutDbase.hlml ) .
Attrition.org “Clinton and Hackers.” Temmuz 1999 ( w ww.attrition.org/errata/art.01.
O9.html).
Augustine. Confessions. Çev. R. S. Pine-Coffİn. Londra: Penguin Books, 1961. [İtiraflar,
çev.: Dominik Pamir, Kaknüs Yay., 1999)
Augustine. Concerning the City of God Aganist the Pagans. Çev. Henry Bettcnson.
Londra: Penguin Classics, 1972 (tekrar basım 1984).
Augustine. On Genesis Aganist the Manichees. The Fathers of the Church içinde. Cilt 84.
Çev. R. J. Teske. Washington, D.C.: Calholic University of America Press, 1991.
Baltes. Matthias. “Plato’s School, the Academy,” Hermathena 140 (1993).
Barlow, John Peny. “A Not Tenibly Brief History of the Electronic Fronlier Foundation,”
1990 ( www.eff.org/pub/EFF/history.eff ) .
Barlow, John Peny. “A Declaration of the Independence of the Cyberspace.” Davos,
1996 (www.eff.org/bartow/Declaration-Ftnal.html).
Basil. The Long Rules. The Fathers of the Church içinde. Cilt 9. Çev. Rahibe M. Monica
Wagner [1950]. Washington D.C.: Catholic University of America Press, 1970.
Baudrillard. Amirique. Paris: Bernard Grasset, 1986. [Amerika, çev.: Yaşar Avunç, Ayrıntı
Yay., 1996.]
Benedict. The Rule of St. Benedict, Çev. Boniface Atchison Verheyen. KA: St. Bene-dict’s
Abbey. 1949.
Berkeley Internet Name Domain. “A Brief History of BIND” (www.isc.org/products/
BIND/bind-history,html).
Bemers-Lee, Tim. Weaving the Web: The Original Desîgn and Ultimate Destiny of the
World Wide Web by ıts Inventor. New York: Harper-Collins, 1999.
Biflot. M.-F. “Academie.” Dictionnaire des philosophes antiques içinde. Der. R, Goulet.
Paris : Editions du centre naüonal de la recherche scientifıque. 1989.
Borgman, Christine. From Gutenberg to the Global Information Infrasmtcturt.- Access to
Information in the Networked World. Cambridge, Mass.: MİT Press, 2000.
Bradner, Scott. “The Internet Engineering Task Force.” DiBona, Ockham ve Slone,
Open Sources içinde.
Brand, Slewart. II Cybernetic Frontiers. New York and Beıkeley: Random House and
The Bookworks, 1974.
Brand, Stewan. The Media Lab: Inventing the Future at MİT. New York: Vflüng, 1987.
Brand, Stewart. The Clock of the Long Now: Time and Responsibility. New York: Basic
Books, 1999.
Bunnell, David ve Adam Brate. Making the Cisco Comection: The Story behind the Real
internet Superpower. New York: John Wiley and Sons, 2000.
Burton-Jones, Alan. Knowledge Capitalism; Business, Work and Learning in the New
Economv. Oxford University Press. 1999.
Bush, Vannevar. “As We May Think.” Atlantic Monthly, Temmuz 1945.
Cailliau, Robert. “A Little History of the Worid Wide Web.” World Wide Web
Consortium, 1995 ( www.w3.org/History.html ) .
Campbell-Kelly. Martin ve William Aspray. Computer: A History of the Information
Machine. New York: Basic Books, 1996.
Capra. Fritjof. The Web of Life. New Yoık: Random House, 1996.
Camoy, Martin. Sustaining the New Economy: Work, Family and Community in the Information
Age. Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 2000.
Cassian, John. The Twelve Books en the Institutes of the Coenobia. Nicene and Post- Nicene
Fathers içinde. II. Sen, cilt 11. Çev. Edgar Gibson [1894]. Peabody, Mass.:
Hendrickson, 1999.
Castells, Manuel. The Information Age: Economy, Society and Culture. Cilt I: The Rise of
the Network Society. Malden, Mass.: Blackwell, 199.fr tekrar basım 1997; 2. baskı, 2000).
Castells, Manuel. The Information Age: Economy, Society and Culture. Cilt 2: The Power
of Identity. Malden, Mass.: Blackwell, 1997.
Castells. Manuel. The Information Age: Economy, Society and Culture. Cilt 3: End of
Millenium. Malden, Mass.: Blackwell, 1998 (2, baskı, 2000).
Castells, Manuel. “Materials for an Exploratory Theory of the Network Society.”British
Journal of Sociology 51:1 (2000).
Castells, Manuel ve Emma Kiselyova. The Collapse of Soviet Communism: The Vıew
from the Information Society. Berkeley: University of Califomia International and Area
Studies Book Series, 1995.
Cerf, Vinton. “Guidelines for Conduct on and Use of Internet” (draft). Reston, Va: Internet
Society, 1994 ( www.isoc.org/ıntemet/conduct/cerf-Aug-draft.shtml ) .
Cerf, Vinton. “IETF ve 1SOC,” 1995 ( w ww.isoc.ore/internet/htslorv/ielfhts.html ) .
Ceruzzi, Paul. A History of Modern Computing. Cambridge, Mass.: MİT Press, 2000.
Chemiss, H. F. TheRiddle of the EarlyAcademy. Berkeley and Los Angeles: University
of Califomia Press, 1945.
Clark, Jim ve Owen Edwards. Netscape Time: The Making of the Billion-Dollar Start-up
That Took on Microsoft. New York: St. Martin’s Press, 1999.
Committee to Protect Journalists. Attacks on the Press in 1999: A World-wide Survey.
New York, 2000 ( w ww.cpj.org/attact99/framest_att99/frameset_att99.html ) .
Connick. “…And Then There Was Apple,” Call-A.P.PLE., Ekim 1986.
Copley, Frank. Frederick W. Taylor: Father of the Scientifîc Management. New York:
Harper and Brothers, 1923.
Covey, Stephen. The Seven Habits of Highly Effective People: Restoring the Character
Ethic. [1989.] New York: Simon and Schuster, 1999.
Crick, Francis. The Astonıshing Hypothesis, New York: Charles Scribner’s Sons, 1994.
Dante. The Divine Comedy. Çev. Mark Musa. New York: Penguin Books, 1984. {İlahi
Komedya: Cehennem, çev.: RekinTeksoy, Oğlak Yay., 1998]
Davis, Stan ve Chnstopher Meyer. Future Wealth. Boston: Harvard Business School
Press, 2000.
Defoe, Daniel. Robinson Crusoe. Der.Angus Ross. Londra: Penguin Books, 1965 (tekrar
basım 1985). [Robinson Crusoe, çev.: Akşit Göktürk, Yapı Kredi Yay., 1997].
Dell, Michael. Direct from Dell: Strategies thai Revolurionized an Industry. Londra:
Harper Collins Business, 2000.
Dempsey, Ben, Debra Weiss, Paul Jones ve Jane Greenberg. A Quantitative Profile of a
Community of Open Source Linux Developers. Chapel Hill: School of Information
and Libraty Science, University of North Califomia, 1999 (ils.unc.edu/ils/research/
reports/TR-1999-05.pdf).
Dempsey, James ve Daniel Weitzner. Regardless of Frontiers: Protecting the Human
Right to Freedom of Expression on the Global Internet. Global Internet Liberty
Campaign ( w ww.gilc.org/speech/report ) .
Denning, Dorothy. Activism, Hacktivism and Cyberterrorism: The internet as a Tool for
Influencing Foreign Policy. Washington D.C.: Georgetown University, 2000
Dibona, Chris, Sam Ockham ve Mark Stone der. Open Sources: Voices from the Open
Source Revolution. Sebastopol, Calif.: O’Reilly and Associates. 1999
( w ww.oreilly.com/catalog/opensource/book/netrev.html ) .
Diffie, Whitfield ve Susan Landau. Privacy on the Line: The Politics of Wiretapping and
Encryption. Cambridge, Mass.: MİT Press, 1999.
Dillon, John. “What Happened to Plato’s Garden?” Hermathena 134 (1983).
Dusanic,S.”Plato’s Academy and Timotheus’Policy,M.Ö. 365-359″Chiron 10(1980).
Electronic Frontier Foundation. Cracking DES: Secrets of Encryption Research, Wiretrap
Politics and Chip Design. San Francisco: Electronic Frontier Foundation, 1998.
Electronic Frontier Foundation. “About EFF” ( w ww.eff.org/abouteff.html).
Electronic Privacy Information Center. “Workplace Privacy.” Privacy and Human
Rights 2000: An International Survey of Privacy Laws and Developments
( w ww.privacyinternational.org/survev/phr2000/threats.html – Heading 18).
Engelbart, Douglas. “Augmenüng Human Intellect: A Conceptual Framewoık.” Stanford:
Slanford Research Institute, Ekim 1962
(www.histech.rwth-aachen.de/www/quellen/engelbart/AHI62.pdf ) .
Epictetus. Discourses. Çev. W. A. Oldfather. Loeb Classical Library, 131. ve 128. ciltler
[1925, 1928]. Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1998, 1985. [Düşünceler ve
Sohbetler, çev.: Burhan Toprak, Maarif Matbaası, 1942,]
Fischer, Claude. America Calling: A Social History of the Telephone to 1940. Berkeley
and Los Angeles: University of the Califomia Press, 1992.
Flannery Saran ve David Flannery. in Code: A Mathematical Journey. Londra: Profile
Books, 2000.
Franklin, Benjamin. “Advice to a Young Tradesman.” The Writings of Benjamin
Franklin, II. Cilt Der. Albert Henry. New York, Macmillan, 1905.
Franklin, Benjamin. Autobiography and Other Writings. Der. Ormond Seavey. Oxford:
Oxford University Press, 1993 (1998’de tekrar basıldı).
FreeB92. “Keeping the Faith.” l Nisan 1999
( w ww.opennet.org/announcements/O10499.shtlm).
Free 2000. Restrictions on the Broadcast Media. Eylül 1998
(www.free2000.opennet.org./pdf/publications.pdf).
Freiberger, Paul ve Michael Swaine. Fire in the Valley: The Making of the Personal
Computer. 2. baskı New York: McGraw-HiII, 2000.
Gaiser, Konrad. Philodems Academica; Die Bricht über Platon und die Alte Akademie
in zwei herkulanensischen Papyri. Stuttgart: Frommann-Holzboog, 1988.
Gans, David ve Ken Goffman. “Milch Kapor and John Barlow Interview.” Wired, Ağustos
1090 (www.eff.org/pub/Puhlicatiotis/John Perrv Barrow/HTML/barlow
and_kapor_m_wired_tnterview.html).
Gardiner, Eileen, der. Medieval Vısions of Heaven and Hell Before Dante. New York:
Italica Press, 1989.
Gardiner. Eileen. Medieval Visions of Heaven and Hell: A Sourcebook. Garland Medieval
Bibliographies, 11. çili. New York: Garland Publishing, 1993.
Gates, Bill. The Road Ahead. New York: Penguin Books, 1996.
Gauntlett, Andrew, NetSpies: Who’s Watching You on the Web? Berkeley: Frog, 1999.
Gilmore, John. “Privacy. Technology, and the Open Society.” 28 Mart 1991 ‘de ilk kez
düzenlenen. Bilgisayarlar, Özgürlük ve Mahremiyet konulu konferansta yaptığı
konuşma (www.toad.com/anu.cfp.talk.txt).
Global internet Liberty Campaign. “Principles” (www.gilc.org/about/principles/ html).
Glucker. John. Antiochus and the Late Academy. Göttingen: Vandenhoeck und
Ruprecht,1978.
Gold. Rebecca. Steve Wozniak: A Wizard Called Woz. Mirnneapolis: Lemer Publications,
1994.
Greenfield, Richard. Censorship in Serbia. New York: Open Society Institute, 1999
(www. soros.org/censorship/balkans/serbia .html).
Gregory the Great. The Homilies of St. Gregory the Great on the Book of the Prophet
Ezekiel. Çev. T, Gray. Calif.: Etna, 1990.
Hadot, Pierre. “Spiritual Exercises.” Philosophy as a Way of Life: Spritual Exercises
from Socrates to Foucault içinde. Çev. Michael Chase. Oxford: Blackwell, 1995.
Hadot, Pierre. “Ancient Spiritual Exercises and ‘Christian Philosophy’.” Philosophy as
a Way of Life içinde.
Hafner, Katie ve Matthew Lyon. Where Wizards Stay up Late: The Origins of the Internet.
New York: Touchstone, 1998.
Hamerly, Jim ve Tom Paquin ile Susan Walton. “Freeing the Source: The Story of Mozilla.”
DiBona, Ockman ve Stone, Open Source.
Hammer, Michael. “Reengineering: Don’t Automate, Obliterate.”Harvard Business
Review, Temmuz-Ağustos 1990.
Hammer, Michael ve James Champy. Reengineering the Corperation; A Manifesto for
Business Kevolution. New York: HarperBusiness, 1994.
Hankins, J. “The Myth of the Platonic Academy of Florance.” Renaissance Quarterly44
(1991).
Held, David, Anthony McGrew, David Goldblatt ve Jonathan Perraton. Global
Transformations: Politics, Economics and Culture. Stanford: Stanford University Press.
1999.
Helmers, Sabine. “A Brief History of anon.penet.fi, The Legendary Anonymous Remailer.”
Computer-Mediated Communication Dergisi 4:9 (1997) (December.
com/cmc/mag/I997/sep/helmer.shtml).
Herz, J.C. Joystick Nation: How Videogames Gobbled Our Money, Won Our Hearts, and
Rewired Our Mınds. Londra: Abacus, 1997.
Hesiod. Works and Days. Çev. Hugh G. Evelyn-White. Cambridge, Mass.: Loeb Classical
Library. Harvard University Press, 1914.
Hillis. Danny. “The Millennium Clock” Wired. 1995
(www.wired.com/wired/scenarios/clock.html)
Homer. The Odyssey. Çev. A.T. Murray, der. George Dimock. Loeh Classical Library.
104-5. ciltler, Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1995. [Odvsseia, çev.:
Azra Erhat/A. Kadir. Can Yay.. 1998].
Hughes, Eric. “A Cyperpunk’s Manifesto.” 9 Mart 1993
( ftp.csua.berkeley.edu/pub/cyperpunks/rants/.manifesto.html).
Hughes, Thomas. Rescuing Prometheus. New York : Random House, 1998.
Human Rights Watch. Human Rights Watch World Repon 2000. New York, 2000.
Human Rights Watch. “Federal Republic of Yugoslavia.” Human Rights Watch World
Repon 2000.
Human Righls Watch. “Freedom of Expression on the Internet.” Human Rights Watch
World Repon 2000.
Human Rights Watch. “Human Rights Defenders.”/Human Rights Watch World Repon
2000 içinde.
Ignatieff. Michael. Virtual War: Kosova and Beyond. New York: Metropolitan Books,
2000. Interactive Digital Software Association. State of the Industry Repon, 1999
(www.idsa.com/IDSA_SOTI_REPORT.pdf).
Internet Engineering Task Force. “The Tao of IETF.” RFC 1718
( w ww.ietf.cnri.reston.yajis/tao.html ) .
Internet Engineering Task Force. “Netiquette Guidelines.” RFC 1855.
( w ww.,etf.org/rfc/rfcl855.txt).
Internet Society. “All About the Internet Society” ( w ww.isoc.org/isoc/ ) .
Internet Society. “Internet Society Guiding Principles.”
(www.isoc.org/isoc/mission/principles).
Joy, Bill. “Why the Future Doesn’t Need Us.” Wired, Nisan 2000
( w ww.wired.com/wired/archive/8,04, ioy_pr.html ) .
Justin Martyr. Apology. Ante-Nicene Fathers içinde. I. Cilt. [1885.] Peabody. Mass.:
Hendrickson Publishers, 1999.
Kantrowitz, Barbara. “Busy Around the Clock.” Newsweek, 17 Temmuz, 2000.
Kapor, Mitchell ve John Perry Barlow. “Across the Electronic Frontier,” 1990
(www.eff.org/pub/EFF/electronicJrontier.eff).
Kennedy, John. “Steve Wozniak: Hacker and Humanitarian.” Hindsights: The Wisdom
and Breakthroughs of Remarkable People. Der. Guy Kawasaki. Beyond Words,
1994.
Koops. Bert-Jaap. Crypto Law Survey (cwis.kub.nl/~frw/people/koops/lawsurvy. htm).
Kııhn. Thomas. The Structure of Scientific Revolutions. Chicago: University of Chicago
Press. 1962. (Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev.: Nilüfer Kuyas. Alan Yay., 1994]
Landow, George. Hypertext 2.0: The Convergence of Contemporary Critical Theory and
Technology. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1997.
Lavater, Johann Kasper. Aussichten in die Ewigkeit. Hamburg:
Buchhandlergesellschaft,1773.
Lave, J. ve E Wenger. Situated Learning: Legitimate Peripheral Participation. Cambridge:
Cambridge University Press, 1991.
Leamonth, Michael. “Giving It All Away.” MetroActive, 8-14 Mayıs 1997 ( w ww.metroactive.
com/papers/metro/05.08.97/cover/linus-9719.html).
Legion of Doom. “The History of the Legion of Doom.” Phrack 31 (1990) (phrack.infonexus.
com/search.phtml?view&article=p31-5).
Leiner. Bany. Vmton Cerf, David Clark, Robert Kahn, Leonard Kleinrock, Daniel
Lynch, John Postel, Lawrence Roberts ve Slephen Wolff. “A Brief History of the Internet.”
Internet Socieiy, 2000. ( w ww.isoc.org/internet/history/brief.html ) . Lennier.
GospelofTux, 1999 ( w ww.ao.com/~regan/penguins/tux.html ) .
Le Roy Ladurie, Emmanuel. Montaillou: Cathars and Catholics in a French Village,
1294-1324. Çev. Barbara Bray. Londra: Penguin Books, 1978.
Lesnick. Preaching in Medieval Florence. Atina, 1989.
Lessig, Lawrence. Code and Other Laws of Cyberspace. New York: Basic Books, 1999.
Levy, Steven. Hackers: Heroes of the Computer Revolution. New York: Delta, 1994.
Linzmayer, Owen. Apple Confidential: The Real Story of Apple Computer, Inc. San
Francisco: No Starch Press, 1999. Long Now Foundation. “Location”
(www.longnow.org/10klibrary/ClockLibrary_Location.htm).
Lowe, Janel. Bill Gates Speaks: Insight from the World’s Greatesı Entrepreneur. New
York: John Wiley and Sons. 1998.
Lyon. Jeff ve Peter Gorner. Altered Fates: Gene Therapy and the Retooling of Human
Life. New York: W. W. Norton. 1995.
McKusick, Marshall Kirk. “Twenty Years of Berkeley Unix: From AT&T-Owned to
Freely Redistributable.” DiBuna, Ockman ve Stone, Open Sources içinde.
Madsen, Wayne ve David Banisar. Cryptography and Liberty 2000: An International
Survey of Encryption Policy. Washington, D.C.: Electronic Privacy Information Center,
2000 (http://www2.epic.org/reports/crypto2000)
Maslow. Abraham. Motivation and Personality. 3. basım. |1954.] New York: Longnıan,
3. basını. 1987. Maslow, Abraham. Toward a Psychology of Being. 3. basını. (1962.] New
York: John Wiley and Sons, 1999.
Matic, Veran. “Bombing the Baby with the Bathwater.” 30 Mart 1999 (www.opennet.
org/announcement/300399.html).
May, Tim. “The Crypto Anarchist Manifesto.” 1992 (ftp://ftp.csua. berkeley.edu/
pub/cypberpunks/rants/.crypto -anarchy. htm).
Mentor. “The Conscience of a Hacker,” Phrack 7 (1986) (phrack.infonexus.com/search.
phtml?view&article=p7-3).
Merton, Robert. The Sociology of Science: Theoretical and Empirical Investigations.
Der. Nornıan Storer. Chicago: University of Chicago Press, 1973.
Microsoft. “Microsoft Timeline” ( w ww.microsoft.com/billgates/bio ) .
Milton, John. Paradise Lost. Der. Harold Bloom. New York: Chelsea House, 1996.
Mitchell Kapor Foundation. “The Mitchell Kapor Foundation Fnvironmental Health
Program” (www.mkf.org/envhlthmkf.html).
Mokyr, Joel. The Lever of Riches: Technological Creativity and Economic Progress.
New York: Oxford University Press, 1990.
Moore, Gordon. “The Experts Look Ahead,” Electronics 19 Nisan 1965.
Mozilla.org. “Mozilla.org: Our Mission.” 2000 ( w ww.mozilla.org/mission ) . National
Public Radio. “Letters from Kosovo.” 5 Mart-17 Haziran 1999 (npr.org/programs/
moming/kosova~emails.html).
Naughton, John. A Brief History of the Future: The Origins of the internet. Londra: Weidenfeld
and Nicolson, 1999.
Nelson, Ted. Computer Lib/Dream Machines. [1974.] Redmond. Wash.: Microsoft
Press, 1987.
Nelson, Ted. Literary Machines: The Report on and of Project Xanadu Concerning
Word Processing, Electronic Publishing, Hypertext, Thinkertoys, Tomorrow’s Intellectual
Revolution, and Certain Other Topics Including Knowledge, Education and
Freedom. Kendi yayını, 1981.
Netcraft. The Netcraft Web Server Survey. Eylül 2000
( w ww.netcjaft.com/suiveY/Re p orts/0009/).
Nua, Internet Survey: How Many Online, Eylül 2000.
(www.nya.ie/surveys/how_many_online/index.html).
Oikannen. Jarkko. “Early IRC History.” 1993 (www.irc.org/history_docs/jarkko.html).
OneWorld. “Internet to Play Majör Role in Kosovo Refugee Crisis.” 9 Nisan 1999
( w ww.one world.org/about/ppack/releases/refugees_pr-rel.shtml ) .
Opensource.org. “History of the Open Source Initiative”
(www.opensource.org/history.html).
Patterson, Robert. Paradise: The Place and State of Saved Souls, Philadelphia: Presbyterian
Board of Publicalion, 1874.
Penet. “Johan Helsingius Closes His Internet Remailer.” 30 Ağustos 1996
(www.penet.fi/press-english-html).
Perens. Bruce: “The Open Source Definition.” DiBona, Ockman ve Stone, Open Sources
ve w ww.opensource.org/osd .html .
Pine, Joseph, II ve James Gilmore. The Experience Economy: Work Is Theater and
Every Business a Stage, Boston: Harvard Business School Press, 1999.
Platon, Alcibiades. çev. D. S. Hulchinson, Complete Works.
Platon, Apology. Complete Works içinde. Der. John M. Cooper ve D. S. Hutchinson. Çev.
G. M. A. Grube. Indianapolis: Hackelt, 1997 [Savunma, çev.: Deniz Canefe ve Aziz
Yardımlı. Idea Yay. 1997].
Plato. Axiochtu. Complete Works içinde. Çev. Jackson P. Hershbell.
Plato. Clitophon, Complete Works içinde. Çev. Francisco J. Gonzales. (Hipparkhos ve
Kleitophon, çev.: Ziya Taşhklıoğlu, Milli Eğitim Basımevi, 1997].
Plato. Crito. Complete Works içinde. Çev. G. M. A. Grube. [Kriton, çev.: Zafer Taşlıklıoğlu.
Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1997].
Plato. Euthydemus. Complete Works içinde. Çev. Rosamond Kent Sprague. [Euthydemos,
çev.: Halil Vehbi Eralp, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1997].
Plato. Euthyphro. Complete Works içinde. Çev. G. M. A. Grube.
Plato. Gorgias. Complete Works içinde. Çev. Donald Jeyl. [Gorgias, çev,: Reyan Erben,
Milli Eğitim Basunevi, 1997].
Plato. Letters. Complete Works içinde. Çev. Glen R. Morrow.
Plato. Meno. Complete Works içinde. Çev. G. M. A. Grube.
Plato. Minos. Complete Works içinde. Çev. Malcolm Schofield. [Minos, çev.: Hamdi Varoğlu,
2001].
Plato. Phaedrus. Complete Works içinde. Çev. Alexander Nehamas ve Paul Woodruff.
Plato. Protagoras. Complete Works içinde. Çev. Stanley Lombardo ve Karen Bell.
Plato. Republic. Complete Works içinde. Çev. G. M. A. Grube ve C. D. Ç. Reeve.(Devlet,
çev.: Hüseyin Demirhan, Sosyal Yayınlar, 2002)
Plato. Symposium. Complete Works içinde. Çev. Alexander Nehamas ve Paul Woodruff.
[Şölen: Sevgi Üstüne, çev.: Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Türkiye iş Bankası
Yay., 2000].
Plato. Theaetetus. Complete Works içinde. Çev. M. J. Levett ve Myles Bıımyeat.
Plutarch. Platonic Questions, Çev. Harold Chemiss. Moralia 13, 1. kısım. Cambridge,
Mass.: Loeb Classical Library, Harvard University Press, 1976.
Porterfield, Keith W. “Information Wants to be Valuable.” NetAction
( www.netactitwi.or g/anicles/freesoft.html ) .
Quirtner, Joshua. “Anonymously Yours-An Interview with Johan Helsingius.” Wired
2.06 (Haziran 1994)
( w ww.wired.com/wired/2.06/departments/electrosphere/anonymous.1.html).
Raymond. Eric. “A Brief History of Hackerdom.” DiBona, Ockman ve Stone. Open Sources
ve www.tuxedo.org/~esr.writings/cathedral-bazaar/hacker-history/ (ilk versiyonu
1992).
Raymond, Eric. “How to Become a Hacker” Raymond. Cathedral and the Bazaar
( w ww.tuxedo,org/~esr/fags/hacker-howto.html ) (İlk versiyonu 1996).
Raymond, Eric. The Cathedral and the Bazaar: Musings on Linux and Open Source by
an Accidental Revolutionary. Sebastopol, Calif.: O’Reilly and Associates. 1999
( w ww.tuxedo,org/~esr/writings/homesteading/cathedral-bazaar/ ) (ilk versiyonu
1997).
Raymond. Eric. “Homesteading the Noosphere.” Raymond, Cathedral and the Bazaar
(www.tuxedo.org/~esr/writings/homesteading/homesteading) (ilk versiyonu 1998).
Raymond, Eric. “The Revenge of the Hackers,” Raymond, Cathedral and the Bazaar
( w ww.tuxedo.org/~esr/writings/homesteading/hacker-revenge ) (ilk versiyonu 1999).
Raymond, Eric. “The Art of Unix Programming.” 2000. Taslak.
Raymond. Eric. Eter. The Jargon File, 2000 ( w ww.tuxedo.org/~esr/jargon ) .
Raymond. Eric. The New Hacker’s Dictionary. 3. basım. Cambridge, Mass.: MİT Press.
1998.
Reich, Robert. The Work of Nations; Preparing Ourselves for T\venty-first-century Capitalism.
New York: Vinlage Books, 1992 [1991].
Reid, Robert. Architects of the Web: l ,000 Days That Built the Future of Business. New
York: John Weiley and Sons, 1997.
Reporters sans frontieres. Federal Republic of Yugoslavia: A State of Repression. 1999
( w ww.rfs.fr/uk/rapport/yougo/rapportyougu.html ) .
Reporters sans frontieres. 1999 Survey ( w ww.rfs.fr/uk/cp.protest/bilan99,html ) .
Reporters sans frontieres. War in Yugoslavia : Nato’s Media Blunders. 1999
(www.rfs.fr/uk/rapport/nato/nato.html).
Rheingold, Howard. Tools for Thought: The History and Future of Mind-Expanding
Technology. Cambridge, Mass.: MİT Press. 2000.
Rifkin. Jeremy. The End of Work: The Decline of the Global Labour Force and the Dawn
of the Post-Market Era. New York: G. P. Putnam’s Sons. 1995.
Ritchie. Dennis. “The Evolution of the UNIX Time-Sharing System.” A.T&T Bell Laboratories
Technical Journal 63:8 (1984).
Ritchie. Dennis. “Turing Award Lecture: Reflections on Software Research.”Communi
cations of the ACM 27:8 (1984).
Robbins, Anthony. Awaken the Giant Within: How to Take Immediate Control of Your
Mental, Emotional, Physical, and Financial Destiny! New York: Fireside, 1992.
[İçindeki Devi Uyandır: Zihinsel, Duygusal, Fiziksel ve Finansal Kaderinizi Bir Anda Ele
Almanın Yolu, çev.: , inkılâp Kitabevi, 1997].
Roberts. “Multiple Computer Networks and intercomputer Communication.”ACM’nin
işletim Sistemi Prensipleri konulu sempozyumunun raporları, Gatlinburg. Tena,1967.
Rosenberg.Donald. Open Source: The Unauthoritized White Papers. poster City. Calif.:
1DG Books, 2000.
Russell Hochschild, Arlie. The Time Bind: When Work Becomes Home and Home
Becomes Work. New York.: Metropolilan Books, 1997.
Rybczynski, Witold. Waiting for the Weekend. New York: Penguin Books. 1992.
Salus, Peter. A Quarter Century of UNIX. Reading, Mass.: Addison-Wesley, 1994.
Saunders, Joseph. Deepening Authoritarianism in Serbia: The Purge of the Universities.
Human Rights Watch Shon Report II :2 (1999).
Schneider. The Other Life. Der. Herbert Thurston. New Yodc: Wagncr, 1920.
Sendmail.org. “Sendmail.org” ( w ww. sendmail.org )
Smith, Adam. Wealth of Nations. 11776.) Oxford: Oxford University Press. 1993. [Ulusların
Zenginliği, çev.: Ayşe Yunus. Mehmet Bakırcı. Alan Yay., 1997: 2. Cilt. çev.:
Mehmet Tanju Akad, Alan Yay., 2002.]
Solomon. Alan. “A Brief History of PC Viruses.” S&S Intemational. 1990 (www.
bocklabs.wisc.edu/~janda/solomhis.html).
Southwick, Karen. High Noon:The inside Story of Scott McNealy and the Rise of Sun
Microsystems. New York; John Wiley and Sons, 1999.
Spector, Robert. Amazon.com: Get Big Fast (inside the Revolutionary Business Model
That Changed the World). Londra: Random House Business Books, 2000.Stability
Pact for South Eastern Europe.Cologne, 10 haziran 1999
(www.seerecon. org/Key-Documents/KD 1999062401.htm).
Stallman, Richard. “The GNU Manifesto.” 1993 (ilk versiyonu 1985)
( w ww.gnu.org/gnu/manifesto. html).
Stallman, Richard. “What Is Free Software?” 2000 (ilk versiyonu 1996)
(www.gnu.org/philosophy/free-sw.html).
Stallman. Richard. “The GNU Operating System and the Free Software Movement” Di-
Bona, Ockham ve Stone. Open Sources ve w ww.gnu. org/gnu/thegnuproject .
Stallman, Richard. “The Free Software Song” ( w ww.org/music/free-software-song.html).
Sun Microsysiems. “SUN Microsystems Co-Founder Resigns.” 8 Ağustos 1995
( w ww.sun.com/smi/Press/sunflash/9508/sunflash.950810.3737.html ) .
Sussman, Leonard. Censor Dot Gov: The Internet and Press Freedom 2000. Freedom
House, 2000 ( w ww.freedomhouse.otg/pfs2000/pfs2000.pdf ) .
Tanenbaum, Andrew. Operating Systems: Design and Implementation. Englewood
diffs.NJ.: Prentice-Hall, 1987.
Taylor, Frederick Winslow. The Principles of Scientific Management. [1911.] Mineola.
N. Y.: Dover Publications. 1998.
Tech. “An Interview with Steve Wozniak.” 26 Ekim 1998
( w ww.thetech.org/people/ i nterviews/woz.html).
Tertullian. The Prescription Against Heretics. Çev. Peter Holmes. Ante-Nicene Fathers,
3.Cilt 1885.] Peabody. Mass.: Hendrickson Puhlishers, 1999.
Thompson. Edward. The Making of the English Working Class. [1963.] New York: Penguin
Books, 1991. [İngiliz İşç i Sınıfının Oluşumu, çev.: Uygur Kocabaşoğlu, Birikim
Yayınlan, 2004]
Thompson, Edward. “Time, Work-Discipline and Industrial Capitalism.” Past and
Present 38 (1967)
Torvalds. Linus. “What Would You like to See Most in Minix?” comp.os.minix’e 25
Ağustos 1991’de gönderilen mesaj.
Torvalds. Linus. “Free Minix-like Kemel Source for 386-AT.” comp.os.minix’e 5 Ekim
1991 ‘de gönderilen mesaj.
Torvalds. Linus. “Re: Writing an OS.” L inux-activists@ b loom-picayune.mit.edu’ y e 5
Mayıs 1992’de göndenlen mesaj.
Torvalds, Linus. “Birthday.” Unux-activists@bloom-picavune.mit.edu’ ye 31 Temmuz
1992’de gönderilen mesaj.
Torvalds, Linus. “Credits.” ( f tp.kernel.org/pub/linux/kemel/CREDlTS ) .
Toumier, Michel. Friday. |1967.) çev. Norman Denny. Baltimore: Johns Hopkins University
Press, 1997. [Cuma ya da Pasifik Arafı, çev.; Melis Ece, Ayrıntı Yayınları,
1994, 3. baskı, 2000].
Tuomi, IIkka. Corporate Knowledge. Theory and Practice of Intelligent Organizations.
Helsinki; Metaxis, 1999.
Ulyat, William Clarke, The First Years of the Life of the Redeemed After Death. New
York Abbey Press, 1901.
University of Califomia, San Francisco ve The Field Institute. The 1999 California Work
and Health Survey. 1999.
University of Illinois. “Procedures for Licensing NCSA Mosaic.” 19 Temmuz 1995
( w ww.ncsa.uiuc.edu/SDG/Software/Mosaic/License/LicenseInfo.html).
Valloppillil. Vinod. Open Source Software. Microsoft Confidential, 11 Ağustos 1998
(www.opensource.org/halloween/halloween1. html).
Valloppillil. Vinod ve Josh Cohen. Linux OS Competitive Analysis. Microsoft Confidenüal,
II Ağustos 1998 (www.opensource.org/halloween/halloween2. html).van den
Hoven, Birgit. Work in Ancient and Medieval Thought: Ancient Philosophers, Medieval
Monks and Theologians and Their Concept of Work, Occupations and Technology.
Leiden, 1996.
Vygotsky, L. S. Mind in Society: The Development of Higher Psychological Processes.
Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1978.
Ward, Benedicta. der. The Sayings of the Desert Fathers. 1975.
Watts, Duncan. Small World: The Dynamics of Networks Between Order and Randomness
Princeton: Princeton University Press, 1999.
Wayner, Peter. Free for Ali: How Linux and the Free Software Movement Undercut the
High-Tech Titans. New Yoık: HatperBusiness, 2000.
Weber, Max. The Protestant Ethic and the Spirit ofCapitalism. (1904-1905; çev. 1930.]
Londra: Routledge, 1992. [Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev.: Zeynep
Gürata, Ayraç Yay., 2002]
Weeks, Linton. “Sandy Lemer, Network of One.” The Washington Post. 25 Man 1998
( www. washingtonpost.com/wp- s rv/frompost/march98/lerner25.htm ) .
Wells. Joe. “Virus Timeline.” IBM Antivirus Online, 1996 ( w ww.bock-abs.wisc.edu/ ) .
Witness. Witnfss Report 1998-1999 (witness.oı^/about/report9899.hinı).
Witness. “About Witness” (witness.org/about.htm).
Wolfson, Jill ve John Leyba. “Humble Hero.” San Jose Mercuıy Center (www.
mercury-center.com/archives/revolutionaries/wozniak.htm).
World Wide Web Consortium. “About the World Wide Web Consortium”
(www.w3org/Consortium)
Xenophon. Symposium. Çev. O. J. Todd. 11923,) Loeb Oassical Library. 168. cilt.
Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1997.
XS4ALL. “The History of XS4ALL”
( w ww.xs4all.net/uk/absoluut/histiory/index_e.html).
Young , Robert ve Wendy Goldman Rohm. Under the Radar: How Red Hat Changed the
Software Business-and Took Microsoft by Surprise. Scottsdale, Ariz..: Coriolis,
1999.
Yutang, Lin. The importance of Living. [1938.] Stockholm: Zephyr Books. 1944.

- Bu yazı şu ana kadar 1.376 kez görüntülendi..
Sizin Yorumunuz



Yazilar iin RSS aboneligi