Baglantilar

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir.
Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar.
“İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik ve bilim değerleri getirirler.
Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik görüşleri ve ölçüleridir.
Edebiyat ve sanat akımları, milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar.
Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar.
Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler.
Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek ve çığır da denilmektedir.

Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 3

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihte Anadolu’nun birçok şehri işgal altındaydı. Muazzam bir devleti dört yıl gibi kısa bir sürede kaybeden Türk milletinin bağımsızlığı tehlikedeydi.

Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazması kolay olmamıştır. Bu güçlük, şairin sanatçılığı yönünden değildi. Şairi bu marşı yazmaktan alıkoyan sebep, bunun için para mükafatının konmuş olmasıydı. Türk milletinin istiklâl ve vatanseverliğini para için terennüm etmek ona ters geliyordu. Bu yüzden açılan yarışmaya katılmadı. Yarışmaya yüzlerce şiir gelmesine rağmen bunların hiçbiri beğenilmedi. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver istenilen marşın yazılamadığı kanaatindeydi. Ona göre bu marşı ancak M.Âkif yazabilirdi. Para ödülünün kaldırıldığını söyleyerek marşı yazmasını rica etti. 724 eser arasından seçilen 7 şiir Büyük Millet Meclisi’nde okundu ve Âkif’in şiiri arka arkaya üç defa okunarak kabul edildi.

Burada İstiklâl Marşı’nın belirtilmesi gereken bir yönü de gerek söz, gerekse şiir kalitesi bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbiriyle ölçülemeyecek kadar üstün ve zengin mânalı bir şiir olmasıdır. Bu marş, Türk milleti gibi dünyaya hâkim olmuş bir milletin bir gün istiklâlini kurtarmak zorunda kalışındaki çelişkiyi de dile getirmektedir.

Mehmet Âkif, bütün şiirlerinde sosyal konulara yer veren, söylediklerini gerçekten duyan bir şairdir. İstiklâl Savaşı’na katılanların duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için onlara en iyi şekilde tercüman olmuştur.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın

Kim bilir beliki yarın belki yarından da yakın

mısraları gelecekten ümidini kesmediğini ve Allah’ın Türk milletine göstereceği mutlu günlere olan inancını gösterir. Bu mısralarda ifade edilen inanç sayesinde askerin morali yükselmiş ve zaferin kazanılmasında katkısı büyük olmuştur.

İstiklâl Savaşı Türk milletinin ölüm kalım savaşıdır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel değerlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet, bağımsızlık ve din gibi kavramların önemi barış ortamlarında pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile vardır. Milleti ölümle burunu buruna getiren savaşlar bu değerlerin ne m^na ifade ettiğini anlamalarına yol açarlar. Bunlar öyle kuvvetli kavramlar haline gelir ki onlar olmadan yaşanamaz. Bundan dolayıdır ki millet onlar uğruna ölümü göze alır.

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,

O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

Bu kıtada söz konusu olan “al sancak”tır. Al sancak Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi, şairde alevi çağrıştırır. Türk milletinden bir aile yaşamaya devam ettiği müddetçe bu bayrağın alevi bu şafaklarda sönmeyecektir.

Gökteki yıldıza kimsenin elini dokunduramayacağı gibi Türk milletinin yıldızı olan bayrağa da kimse el süremez. Bayrak için “o, benim milletimindir” diyerek onu sahiplenir.

Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

Bu mısralarda Türk bayrağını kendisini kıskanan sevgiliye benzetir. Yurdumuzu işgal eden Yunanlılar’ın, Fransızlar’ın, İngilizleri’in bayraklarının varlığı Türk bayrağını üzmüş ve kaşlarını çatmasına yol açmıştır. Şair bunun askerin moralini bozacağını düşünerek ondan kaşlarını çatmaması gerektiğini, başka bayrakların oluşuna kendi rızasının olmadığını anlatmaya çalışır.

“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” mısraında “Hak” kelimesi birkaç anlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri Allah, diğeri adalettir. Âkif bu sözleriyle istiklâl ve hak kavramı arasında ilgi kurar. Allah’a ve adalete inanan Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşama hakkına sahip olduğunu düşünür.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

mısralarında milletimiz ile düşmanlar karşılaştırılmıştır. Batı maddî silahlarının üstünlüğüne güvenerek Türkiye’ye saldırmıştır. Düşmanların silah üstünlüğüne karşı Türkler’in hiçbir şey ile sarsılmayan “iman”ları vardır. İnsanı üstün kılan şey maddî gücü değil, imanıdır. Manevî değerlere dayanmayan güç insanî bir değer taşımaz. Tarih, inanan insanların buna benzer sayısız zaferleriyle doludur.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

mısraları da çok zaman yanlış anlaşılıyor. Buradaki “ulusun” kelimesinin büyüksün manasından ziyade “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar bırak ulusun dursun” anlamındadır. Fakat Avrupa ile ilişkilerin düzelmesinden sonra büyüksün anlamının olduğu da düşünülmeye başlanmıştır. Ülkemize saldıran, kadın, çoluk çocuk demeden insanımızı öldüren düşmanlara savaş anında “canavar” denmesi aslında garip bir ifade değildir. Canavarların dahi yapmayacağı vahşeti yapanlara, üstelik bunu barbar olduklarını iddia ettikleri Türk milletine medeniyet götürüyoruz iddiasıyla gerçekleştirenlere şair ne demeliydi? Batı, o devirlerde Türkler’i barbarlıkla suçlamıştır, vatanımıza saldırmalarında bu saçma düşüncelerinin payı büyüktür. Maalesef bazı Türk aydınları da barışseverlik adına bu mısralara bakarak bir ara Âkif’i medeniyet düşmanı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu konuda sağ duyu galip gelmiş, bu iddialardan vazgeçilmiştir. Şair medeniyeti değil medeniyet adına yurdumuzu işgal edenleri suçlamaktadır. Maddî kuvvet ne kadar zalim olursa insanlık nazarında o kadar alçalır. Hiçbir kuvvet zulmü ve saldırganlığı meşru kılamaz.

“Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” mısraında şair Türk Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de dile getirdiği “Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsî emelleriyle tevhit edebilirler” sözlerine benzer bir uyarıda bulunuyor. Türk insanına maddî menfaat için vatanını satmamasını öğütlüyor.

İstiklâl kavramı vatan kavramı ile yakından ilgilidir. Her millet için üzerinde yaşadığı toprak onun için hayatî öneme sahiptir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı yerdir. Milletler yüzyıllar boyunca yaşadıkları vatanla öylesine kaynaşırlar ki onları birbirinden ayırmak büyük sıkıntılara sebep olur.

Rûhumun senden, İlâhî şudur ancak emeli:

Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli

Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Sekizinci kıtada “din”in önemi ve yüceliği anlatılmıştır. Âkif’in bir müslüman olarak Allah’tan istediği en büyük şey mabedine yabancıların el dokunmaması ve dinin temeli olan ezanların yurdu üzerinde ebedî olarak inlemesidir.

Şu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-

mısraında “şahadet kelimesi şahitlik mânasına geldiği gibi ezanda geçen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne Muhammeden resulullah” sözleri de kelime-i şehadeti karşılar. Bir kimsenin müslüman olmasının ilk şartı bu sözleri söylemesi ve bunlara inanmasıdır. Ülkemizde beş vakit okunan ezanlar milletimizin müslüman oluşuna şahadet etmektedir.

Başparmaktan sonra gelen parmağa şehadet parmağı denir. Şairane bir ifade ile göklere uzanmış minareler de şehadet parmağına benzer.

Türk tarihinde “din”, “vatan”, “millet” ve “istiklâl” duyguları yüzyıllar boyunca birbirine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Türk milletinin varlığını bugünlere kadar getirmede ve dünyada söz sahibi olmasında bu değerlerin rolü tahminlerin ötesinde çok olmuştur.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;

Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na‘şım

O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Bu dörtlükte konuşan şehittir. Türkler din ve vatan uğrunda canlarını her zaman seve seve vermişlerdir. İnancımıza göre şehitlerin doğrudan cennete gidecek olmaları da bunda etkili olmuştur.

İstiklâl Marşı Türkiye’de almış yıldır hemen hemen her gün söylenilmektedir. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş nesillerin en önemli sosyal bağlarından birini oluşturmaktadır. Okullarda, kışlada, meydanlarda, statlarda herkesin bir ağızdan saygı ve heyecanla söylediği ve dinlediği bir marştır. O, artık bizim millî birliğimizin yaşanan sembolü haline gelmiştir.

Şanlı tarihimiz Kurtuluş Savaşı gibi yüzlerce zaferle doludur. Dünyadaki milletlere baktığımızda esarete hayır diyen, bağımsızlık mücadelesini canı pahasına yapan toplumlar arasında Türk milleti ilk sıralarda yer almaktadır.

Çağımızda ön planda olan soğuk savaşlardır. Teknolojide, düşüncede, sanatta bir yarış söz konusudur. Vatan, millet, bayrak söz konusu olunca inanılmaz bir gayret içine giren Türk insanı bilimde, sanatta, siyasette, sanayide, ekonomide aynı azmi ne yazık ki gösterememektedir. Türk milleti Kıbrıs Barış Harekatı’nı saymazsak yetmiş yıldır savaş yüzü görmediği halde yapması gereken atılımları gerçekleştirememiştir. Tam bağımsızlıktan söz edebilmek için aydınlarımızın, sanatçılarımızın, ilim adamlarımızın, mühendislerimizin, siyasetçilerimizin de bağımsız düşünmeleri, “Avrupa ne der” endişesini bir tarafa bırakmaları gerekir.

İstiklâl Marşı’ndaki manevî duygular bugün için de önemini korumaktadır. Onları korumada gösterilecek ihmalkârlık milletimizin varlığına kastetmek olacaktır. Bu düşüncelerle marşımızı dinlemek, yeniden marş yazılmasına gerek duyulacak şartlarla karşılaşmamak için daima uyanık bulunmalıyız.

Âkif’in ölümünden kısa bir müddet önce şairi ziyaret edenlerden birinin, İstiklâl Marşı için:

– Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demesi üzerine şairin:

-Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın! duasına katılıyor, marşımızın milletimizin bağımsızlığına kavuşmasına olan katkısının varlığının devamına da vesile olmasını temenni ediyorum.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

A)İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

B)GEÇİŞ DÖNEMİ

C)HALK EDEBİYATI

A) İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

Türkler, yerleşik hayata geçmeden önce atlı-göçebe medeniyeti denilen bir medeniyet tarzı içinde yaşamaktaydı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu medeniyet tarzında atın önemli bir yeri vardır. At, ehil hayvanlar içinde en hızlısıdır. Türkler, ehlîleştirdikleri atlarla akıncılık yapmışlar, çiftçilikle uğraşan kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır. Divânü Lûgati’t-Türk’te yer alan “Kuş kanadı ile Türk atı ile.” ata sözü, atın Türklerin hayatında oynadığı rolü çok güzel anlatır.

At, eski Türklerde binek hayvanı olması yanında aynı zamanda yiyecek, içecek ve giyecek kaynağı olmuştur. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için at sürüleri besleyen Türkler, yaylak ve kışlak hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır.

Türkler, geçimlerini sağlamak için akıncılığı bir meslek hâline getirmişlerdir. Akıncılığın en önemli iki silâhı ok ve yaydır. Bunları kullanmakta çok usta olan Türkler, akıncılık dışında avcılık ile bu maharetlerini geliştiriyorlardı. Sonuç olarak atçılık, avcılık ve akıncılık, atlı-göçebe medeniyetinin temelini oluşturuyordu. Bu hayat tarzı, kuvvetli, cesaretli avcı ve akıncı tipini gerekli kılıyordu. Türk destanlarındaki kahramanlar, bu medeniyetin hayat anlayışını ve ideal insan tipini temsil ederler. Destan kahramanlarının hayatlarına hâkim olan ve şahsiyetlerini şekillendiren, bu medeniyet tarzının temel değerleridir. İslâmiyet öncesindeki edebî eserleri değerlendirirken, toplumun bu özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Genel Özellikleri

a) İslâmiyet öncesindeki Türk edebiyatı yabancı etkilerden uzak bir edebiyattır.

b) Dil, saf Türkçe olup, yabancı kelime yok denecek kadar azdır.

c) Edebiyat, atlı göçebe hayatının özelliklerini yansıtır.

d) Eserler, genellikle anonimdir; pek azının sahipleri bilinmektedir.

e) Eserlerin tamamında milletin ortak duygu ve düşünceleri hâkimdir.

f) Nazım birimi genellikle dörtlüktür. Dörtlüklerin kafiye şeması aaab şeklindedir.

g) Şiirde hece vezni ve daha çok yarım kafiye kullanılmıştır.

h) En eski eserlerde bile işlenmiş bir dil ve edebî üslûp görülür. Bu durum, bilinenlerden daha eski metinlerin olduğunu düşündürmektedir.

i) Yiğitlik, yurt ve tabiat sevgisi, büyüklere saygı, işlenen başlıca temalardır.

——————————————————————————–

B) GEÇİŞ DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ

Türkler X. yüzyılda İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk dili ve edebiyatında değişiklikler görülür.

İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünleri XI ve XII. yüzyıllarda ortaya çıkar. Bunlardan ilki, Karahanlı Devleti zamanında Hakaniye Türkçesi ile yazılmış olan Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’idir. Aynı yüzyılda yazılmış bulunan Kâşgarlı Mahmut’un Divânü Lûgati’t-Türk’ü de İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünlerindendir. Bu eserler arasına XIII. yüzyılın başında Yüknekli Edip Ahmet’in kaleme aldığı Atabetü’l-Hakâyık’ı da katmak gerekir.

XII. yüzyılda Orta Asya’da Ahmet Yesevî ve Hakim Süleyman Ata, dinî-tasavvufî halk şiirinin ilk güzel örneklerini vermişlerdir.

İlk İslâmî eserlerin meydana getirildiği bu yüzyıllarda edebiyatın her alanında bir ikilik bulunmaktadır. Bu da, geçiş döneminin bir özelliğidir.

Genel Özellikleri

a) Türk edebiyatı bu yüzyıllarda bir geçiş dönemi yaşar. Bir yandan, eski edebiyat anlayışı sürdürülürken, öbür yandan yeni medeniyetin edebiyat anlayışına uygun eserler verilir.

b) Dilde Arapça ve Farsça kelimeler görülür.

c) Uygur alfabesi yanında, Arap alfabesi de kullanılır.

d) Şiirlerde, hem millî nazım birimi olan dörtlük, hem de yeni şiirin nazım birimi olan beyit kullanılmıştır.

e) Hece vezni ile birlikte aruz veznine yer verilmiştir.

——————————————————————————–

C) HALK EDEBİYATI

a) Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.

b) Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir.

c) Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.

d) Şiirde nazım birimi dörtlüktür.

e) Koşma, semâî gibi nazım şekilleri ile güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama türlerinde şiirler yazılmıştır.

f) Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır.

g) Klâsik edebiyatın etkisiyle, aruz ölçüsü ve beyitlerden oluşan divan, kalenderî gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır.

h) Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler.

ı) Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.

j) Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

Nene Hatun (d. 1857- ö. 22 Mayıs 1955) 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır.
Nene Hatun 1857 yılında Erzurum’da doğdu. 1877 yılında 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra “Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” şeklinde minârelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladılar. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da vardı. Ağabeyi Hasan bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet ediyorum.” diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300’e yakın Rus askeri öldürülüp, Tabya geri alınmıştır. Türk tarafında ise 1000 kadar şehit verilmiştir.
Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:
Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden ‘Moskof Aziziye’ye girdi’ diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, ‘Seni öldüreni öldüreceğim’ diye and içtim. Yavrumu Allah’a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye’ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.
Tabya’nın geri alınmasının ardından, aralarında Nene Hâtun’un da bulunduğu yaralıların tedâvisine başlandı. Fakat bu sırada Nene Hâtun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavisini yapmak için çalışmıştır. Nene Hâtun bu özverisiyle tanınıp, saygı ile sevilmiştir.
Nene Hatun’un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hâtun’un ve onun vatan aşkını paylaşan bütün insanların da payı vardı.
Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO’da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna: “Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım” cevabını vermişti.
98 yıl yaşadığı Erzurum’da 22 Mayıs 1955’da zatürre hastalığından dolayı vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası’na defnedilmiştir. Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden 3 ay önce yılın annesi seçilmiştir.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

1.)TEŞBİH(BENZETME)

Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen
c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
— Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.

—Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı

yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Benzeyen

—Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin

—Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen

—Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen

—Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen
diye bağrıyordu.

2.İSTİARE(EĞRETİLEME)

Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

—Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
—Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
—Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
—Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
—Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
—Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
—Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
—Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
—Kurban olam,kurban olam,
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)

3.)KİNAYE

Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
—Mum dibine ışık vermez.
—Hamama giren terler.
—Taşıma su ile değirmen dönmez.
—Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
—Ateş düştüğü yeri yakar.
—Yaptığı hatayı anlayınca yüzü kızardı.

4.)MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)

Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
—İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
—Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
—Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
—Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
—O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
—Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
—İstanbul’dan kalkan uçak az önce Adana’ya indi.(Havaalanı)

5.)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)

İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
—Güzel gitti diye pınar ağladı.
—Menekşeler külahını kaldırır.
—Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
—Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
—O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
—Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
—Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
—Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle zaman.

6.)İNTAK(KONUŞTURMA)

İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
—Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
—Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
—Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

7.)TECAHÜL-İ ARİF

Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
—Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
—Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
—Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
8.)HÜSN-İ TA’LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
—Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
—Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
—Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
—Benim kaderime ve yalnızlığıma
Irmaklar bile ağladı.
—Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
—Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
—Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
—Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.

9.) MÜBALAĞA (ABARTMA):

Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
—Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
—Alem sele gitti gözüm yaşından.
—Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
—Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
—Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
—Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
—Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

10.)TEZAT (KARŞITLIK)

Aralarında ilgiden dolayı,birbirine zıt kavramları bir arada kullanmaktır.

—Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
—Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
—Sana çirkin dediler,düşmanı oldum güzelin.
—Yükseğinde büyük namlı karın var,
Alçağında mor sümbüllü bağın var.
—Gülmek ol,goncaya münasiptir,
Ağlamak bu,dil-i hazine gerek.
—Karlar etrafı bembeyaz bir karanlığa gömdü.

11.) TEVRİYE (AMACI GİZLEME)

İki değişik anlamı olan bir sözcüğün bir dize ya da beyitte iki anlamının da kullanılmasıdır.
—Tahir Efendi bize kelp demiz (Tahir:özel ad.)
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir.

—Bu kadar letafet çünkü sende var,
Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

—O güzel yüzün benli de,
Göğsün niye bensiz?
—Bak kalan bu kubbede hoş bir sada imiş,
Ben yarime gül demem,yarim bana gülmedi.

—Beyefendi ailenin güneşi,sen de ayısın.

—Sen gittin yaslara büründü cihan,
Soluyor dallarda gül dertli dertli.

—Şu köpek leşi de şurda fuzuli,
O kadar içerlediysen tut kıçından
Vur yere de çıksın içindeki ruhi.

12.)TELMİH (HATIRLATMA)

Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme sanatı.
—Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu.
—Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
—Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
—Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
—Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.
—Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,Msn   Öğretmen  öss  kpss   Gazeteler   Sohbet  hazır mesajlar  ders izle  Belirli Gün ve Haftalar Çanakkale savaşı şiir
Çağırayım Mevlam seni.

13.)TARİZ (TAŞ ATMA)

Bir kişiyi iğneleme,bir konuyla alay etme veya sözün tam tersini kastetmedir.
—Müftü Efendi bize kafir demiş.
—Tutalım ben ona diyem müselman.
—Lakin varıldıktan ruz-ı mahşere,
İkimiz çıkarız orda yalan.
—Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden.
—Tahir Efendi bize kelp demiş,
İltifatı bu sözde zehirdir,
Maliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp Tahirdir.
—Bir nasihatım var zamana uygun,
Tut sözümü yattıkça yat uyuma,
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye,
El için yok yere yanma.
—O kadar zeki ki bütün sınıfları çift dikiş gidiyor.

14.)TEKRİR

Anlatımı güçlendirmek için bir sözü sık sık tekrar etmektir.
—Beni bende demen,ben değilim,
Bir ben vardır,bende benden öte.

—Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola oğlu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz.

—Ben güzele güzel demem,
Güzel benim olmayınca.

—Seni tanımadan önce ben,ben değildim,
Seni tanıdıktan sonra aslında bensizliğin sensizliğin olduğunu anladım.

—Gece midir insanı hüzünlendiren,
Yoksa insan mıdır hüzünlenmek için,
Geceyi bekleyen?
Yoksa ben miyim seni düşünmek için,
Geceyi bekleyen?
Gece midir seni bana düşündüren?

15.)TENASÜP (UYGUNLUK)

Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
—Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece,bu yıldızlar,bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

—Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

—Arım,balım,peteğim,
Gülüm,dalım,çiçeğim,
Bilsem ki öleceğim,
Yine seni seveceğim,

—Güller kızarır o gonca gül gülünce,
Sümbül bükülür kıskancından kalül bükülünce

—Bu akşam ışık olduk,renk olduk,ses olduk,
Yeniden kışla olduk,asker olduk,tüfek olduk.

16.)LEFF ÜNEŞR

Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili açıklama yapmaktır.
—Bakışların fırtına,
Duruşun durgun su,
Biri alabora eder,
Biri boğar.

—Gönlümde ateştin,gözümde yaştın,
Ne diye tutuştun,ne diye taştın.

—Ben bir sedefim,sen nisan bulutu,
Ver damlaları,al yuvarlak inciyi.

17.)İSTİFHAM(SORU SORMA)

Anlatımı daha etkili hale getirmek için cevap alma amacı gütmeden soru sormaktır.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
—Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
—Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

18.)TEDRİC

Birbiriyle ilgili kavramların bir derece gözetilerek sıralanmasıdır.
—İki asker,mızrak mızrağa,kılıç kılıca,hançer hançere vuruşmaya başladı.
—Makbar,makber değil;bir türbe,türbe değil;bir mabet,mabet değil;bir küre,küre değil;bir sonsuz uzay.

19)NİDA (SESLENME)

Şiddetli duyguları,heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmadır.Daha çok ay,ey,hay,ah ünlemleriyle yapılır.
—Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
—Çatma kurban olayım ey nazlı hilal!

20.)CİNAS

Yazılışları aynı,anlamları farklı sözcüklerin bir arada kullanılmasıdır.
—Niçin kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam götürseler asmaya.

—Göl kıyısındaki sazların arasında bir saz sesi geliyordu.

— Kara gözler,
Sürmeli kara gözler,
Gemim deryada kaldı,
Gözlerim kara gözler.

—Kalem böyle çalınmıştır yazıma,
Yazım kışıma uymaz,kışım yazıma.

—Böyle bağlar,
Yar başın böyle bağlar,
Gül açmaz,bülbül ötmez,
Yıkılsın böyle bağlar.

21) ALİTERASYON

Dize ya da mısrada ahenk oluşturacak şekilde,aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasıdır.
—Eylülde melül oldu gönül soldu lale
Bir kaküle meyletti gönül geldi bu hale.
—Seherde seyre koyuldum semayı deryayı.
—Kara toprak içinde kara karıncayı karanlık gecede görür.
—Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

22.) SECİ

Düz yazıda cümle içinde yapılan uyağa denir.
—İlahi,kabul senden,ret senden;şifa senden,dert senden İlahi,iman verdin,daim eyle;ihsan verdin,kaim eyle.
—Ten cübbesi çak gerek,gönül evi pak gerek.
—Ey gönlümün nuru,gönüllerin süruru!
—De gül idim ben sana mail sen ettin aklımı zail.

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Destan: Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir.

Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan manzum edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.

Destanlar üç safhada oluşur:

a) Doğuş safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.

b) Yayılma safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.

c) Derleme (yazıya geçirme) safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.

Destan çeşitleri:

a) Tabiî destan: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır.

b) Yapma destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destanlardır.

Destanların genel özellikleri:

1- Anonimdirler.

2- Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.

3- Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.

4- Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.

5- Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.

Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.

İslâmiyet öncesi Türk destanları:

1. Yaradılış Destanı

2. Saka Türklerinin Destanları

a) Alp Er Tonga Destanı

b) Şu Destanı

3. Hun Türklerinin Destanı

Oğuz Kağan Destanı

4. Gök Türk Destanları

a) Bozkurt Destanı

b) Ergenekon Destanı

5. Siyenpi Destanı

6. Uygur Türklerinin Destanları

a) Türeyiş Destanı

b) Göç Destanı

Kırgızların Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 0

1 küçük ağa
2 robin cook
3 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
4 SİMYACI
5 BİZ İNSANLAR
6 Çatıdaki Rüzgar
7 ERMENİ İDDİALARI VE GERÇEKLER
8 HUZUR
10 ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI
11 VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR
12 KÜÇÜK AĞA
13 ATEŞTEN GÖMLEK
14 AŞK-I MEMNU
15 AKŞAM GÜNEŞİ
16 ÇATIDAKİ NEFES
17 EKSİK PARÇALAR
18 KAŞAĞI
19 THE SUCCESSFUL LIEUTENANT
20 SEMERKANT
21 BİR KADIN DÜŞMANI
22 BUGÜNÜN SARAYLISI
23 ANKARA
24 TOPRAK UYANIRSA
25 ACIMAK
26 MAİ ve SİYAH
27 VAHŞİ BİR KIZ SEVDİM
28 Yaprak Dökümü
29 ADI AYLİN
30 TOPRAK UYANIRSA
32 YILANLARIN ÖCÜ
33 VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR
34 ÜMİT DÜNYASI
35 BOMBA
36 ÇALIKUŞU
37 KİRALIK KONAK
38 YALNIZIZ
39 YABAN
41 KAN VE ONUR
42 ŞİŞHANEYE YAĞMUR YAĞIYORDU
43 FARELER VE İNSANLAR
44 CEZMİ
45 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ
46 OLIVER TWIST
47 Taif’te Ölüm
48 Ankara
49 KURTULUŞ SAVAŞÇILARI
50 YÜKSEK ÖKÇELER
51 GAZİ VE FİKRİYE
52 Gerileme Hipotezlerini Onaylama Testleri
53 CEZMİ
54 EYLÜL
56 SİLAHLARA VEDA
57 SODOM VE GOMORE
58 İKİ GÜZEL GÜNAHKAR
60 HEPSİNDEN ACI
62 ANAHTAR
63 KAYIP ARANIYOR
64 BEYAZ KALE
65 ALDATACAĞIM
67 DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
68 Korkunç Yıllar
69 İHTİYAR DOST
72 AŞK-I MEMNU
73 MUTLU ÖLÜM
74 Simyacı
75 İnce Memed
76 BİZ İNSANLAR
77 Anamın Kitabı
78 HUZUR
79 Benövşeler Üstte Göz Yaşları
81Yezidin Kızı
82 ANAHTAR
83 DAĞLARI BEKLEYEN KIZ
85 ÖLÜM DİYETİ
86 Ankara Ekspresi
88 DAĞA ÇIKAN KURT
89 SODOM VE GOMORE
90 MARTI
92 DAMGA
94 ADI AYLİN
95 KİRALIK KONAK
96 BEYAZ GEMİ
99 KORKUNÇ YILLAR
100 FATİH-HARBİYE
101 Mikinler Tekkesi
102 GÜNEŞ ÜLKESİ
103 YÜZÜKLERİN EFENDİSİ
104 KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ
107 İDEOLOJİK DEVLET FAALİYETİNİN ÖNEM KAZANMASI
108 DAĞLARI BEKLEYEN KIZ
111 Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçinde
112 LÜZUMSUZ ADAM
113 Sessiz Ev
114 YABAN
115 Ankara’da Savaş Rüzgarları
116 DAMGA
118 Güneydoğu’dan Öyküler III Geride Kalanlar
119 DUDAKTAN KALBE
120 Yaprak Dökümü
127 Mikinler Tekkesi
128 Gulyabani
138 SAVAŞÇI
139 AGO PAŞA’NIN HATIRATI
140 NEMİDE
141 GÖDELİ MEHMET
142 Ateş Geçitleri
143 KIRIK HAYATLAR
147 BALTACI MEHMET PAŞA VE KATERİNA
149 The Cyprus Peace Operation:
150 GÖLGELİ BAHÇE
152 SERGÜZEŞT
153 TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI
154 DOĞUNUN LİMANLARI
155 Cemal Paşa’nın karargahı(4. Karargah)
156 ESKİ HASTALIK
157 The Balkan Wars (1911- 1913)
159 HANDAN
160 ÇANAKKALE ASKERİNE RÜTBE GEREKMEZ
163 cengiz aymatov Bütün Eserleri-2
164 Korkunç Yıllar
165 NEHİR TANRISI
166 The Battle of Arnhem (Operation Market Garden)
167 KENTE GİDEN YOL
168 İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
170 Ramses, Kadeş Savaşı
171 U.S. WOMAN IN VIETNAM
173 ATEŞ GEÇİTLERİ
175 PEARL HARBOR(On 7 December 1941)
176 KUSURSUZ KADINLAR
177 YÜREĞİMİ SANA BIRAKTIM
181 HAYVAN ÇİFTLİĞİ
185 ZAMBAKLAR AÇARKEN
187 NESL-İ AHİR
191 FATİH-HARBİYE
193 KORKUNÇ YILLAR
194 NEVA
197 Lider ve Demagog
198 ATAÇAĞ
199 YALNIZIZ
201 Üç İstanbul
202 Sarıkamış Dramı
203 Çanlar Kimin İçin Çalıyor
204 YAPRAK DÖKÜMÜ
205 İçimizdeki Çocuk
207 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
208 SEVDALİNKA
210 DİRİLİŞ
212 ONLAR DA İNSANDI
213 KÖPrÜ
216 SUÇLU
219 Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye
221 MAVİ TÜY
224 KEŞANLI ALİ DESTANI
225 SİLAHLARA VEDA
226 Tek Adam
227 ANADOLU NOTLARI
229 OYUN
230 ZELİŞ
235 BİR ÇİFT YÜREK
238 Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye
239 NAKARAT
241 Kurt İzi
247 ATEŞTEN GÖMLEK
251 KAN DAVASI
252 YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT
253 FÜREYA
254 KENDİ AYAKLARI ÜSTÜNDE
255 İBNİ SİNA’NIN TALEBESİ HEKİM
256 CEMİLE
257 EYLÜL
258 DOĞUNUN LİMANLARI
259 ANA
260 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ
262 AYLAK ADAM
263 ÇALIKUŞU
265 Sınıf Arkadaşım ATATÜRK
267 İNTİBAH
268 MATEMATİĞİN AYDINLIK DÜNYASI
269 NAMUS (ANDY JESSUP)
270 Ankara Ekspresi
273 RAMSES ,KADEŞ SAVAŞI
276 MİLİİ SAVAŞ HİKAYELERİ
277 EYLÜLÜN GOLGESiNDE BiR YAZDI
279 ÖLÜDEN MEKTUP VAR
280 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
281 KUMARBAZ
283 ÇATIDAKİ NEFES
284 MAHŞER
286 GÜN OLUR ASRA BEDEL
287 TOPRAK ANA
288 İZMİR HİKAYELERİ
292 MEMLEKET HİKAYELERİ
295 SARAY VE ÖTESİ
297 ARMAĞAN
298 GURBET HİKAYELERİ
300 Handan
301 Davud
302 Zambaklar Açarken
304 Çölde Bir İstanbul Kızı
306 Bir Kadın Kayboldu
307 Ölü Ozanlar Derneği
308 GELİBOLU
310 MARTI
315 Ümit Dünyası
316 YÜKSEK ÖKÇELER
318 Yemin
320 GÖDELİ MEHMET
321 Gençliğim Eyvah
323 İNTiBAH
326 HAYVAN ÇİFTLİĞİ
327 ERİKLER ÇİCEK AÇTI
329 Saray Ve Ötesi
330 Hıçkırık
331 KARLI DAĞDAKİ ATEŞ
332 TREN
333 BİR DEVRİN ROMANI
334 Zeytindağı
335 Doğu Ekspresinde Cinayet
336 Tek Çarık Yüzbaşı
338 Solan Umut
339 YAPRAK DÖKÜMÜ
345 İBN BATUTA SEYAHATNAMESİ’NDEN SEÇMELER
346 HAREM
347 PANORAMA
348 GÖNÜLÇELEN
349 SİNEKLİ BAKKAL
350 Benim Adım Kırmızı
351 SON SIĞINAK
352 Yağmur Beklerken
353 YALNIZ EFE
355 Eski Hastalık
357 FİLLER DE HATIRLAR
358 SÜRGÜN
360 KİRALIK KONAK
364 GECE UÇUŞU
367 ERİKLER ÇİÇEK AÇTI
368 Ayaşlı İle Kiracıları
369 AŞK BEKLİYOR
371 Bir Devrin Romanı
373 Solan Umut
374 Fırtınaya Karşı
375 Bir Kadın Düşmanı
377 Son Tren
378 İÇİMİZDEKİ BİZ
381 CANAN
387 GELİBOLU, YENİLGİNİN DESTANI
389 ÖLÜ CANLAR
391 İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ
392 DAĞA ÇIKAN KURT
394 CADI
396 DOSTLUĞUN GÜCÜ
399 ATEŞTEN GÖMLEK
400 FERDİ VE ŞÜREKÂSI
403 KIRIK HAYATLAR
404 KÖPrÜ
407 KURTLAR SOFRASI
409 Suç ve Ceza
413 SARI ZEYBEK
417 BEYAZ GECELER
418 Güneydoğu’dan Öyküler 1
422 ATEŞ GECESİ
428 KIZILCIK DALLARI
429 YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI
432 Subay Ve Centilmen
434 AY BATTI
435 DAVA
442 SİNEKLERİN TANRISI
444 Toprak Kurşun Geçirmez
446 Robinson CRUSOE
447 SON YENİÇERİ
448 Zulüm Dağları Aşar ÇANAKKALE İÇİNDE
452 CANBAZ
456 Hayvan Mezarlığı
457 Korkunç Yıllar
462 KUMARBAZ
474 DOĞUNUN LİMANLARI
481 Ölü Canlar
482 MİLLİ SAVAŞ VE HİKAYELERİ
484 Uzun-Beyaz-Bulut GELİBOLU
486 Veronika Ölmek İstiyor
489 Yağmur Beklerken
491 AŞK-I MEMNU
492 Cahit KÜLEBİ Bütün Şiirleri
494 BUDALA
495 Çarpışma
496 MİSKİNLER TEKKESİ
497 KIZIL ELMA
500 İhtiyar DOST
501 Yüzleri Arayan Adam
502 BİR KADIN DÜŞMANI
504 BİR AKŞAMDI
505 GÜNEŞE DÖN YÜZÜNÜ
507 FİGAN
509 YAPRAK DÖKÜMÜ
510 HABABAM SINIFI
511 ALEMDAĞ ’ DA VAR BİR YILAN
512 YEŞİL GECE
513 ŞIPSEVDİ
514 HÜKÜM GECESİ
515 DAVA
516 Safiye Sultan
518 TANRININ KIRBACI ATTİLA
519 NİMETŞİNAS
520 Cezmi
521 Sergüzeşt
522 KİRALIK KONAK
523 ALDATACAĞIM
524 MEZARINDAN KALKAN ŞEHİT
525 RAMSES, KADEŞ SAVAŞI
526 MAVİ-II,GÖRSEL SANATLAR ÜZERİNE DENEMELER VE ELEŞTİRİLER
530 Hayatınızın Amacı
531 BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
532 BEYAZ LALE
533 YEŞİL GECE
534 Vurun Kahpeye
535 SULARI ÜRPERTEN GECE
537 Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini
538 GENÇLİĞİM EYVAH
541 Biz İnsanlar
542 MİLLİ SAVAŞ HİKAYELERİ
545 YÜZÜNCÜ AD
546 PASİFİK DRAMI
548 Dağ yolu
549 Sarıkamış Dramı
552 GELİBOLU – UZUN BEYAZ BULUT
553 GÜNEBAKAN
554 Ak Topraklar
555 Gülen Ada
556 Eğil Dağlar
558 BOŞLUKTA SALANAN ADAM
559 Mustafa Kemal ve Latife
560 Ateş Gecesi
561 DOĞUNUN LİMANLARI
562 SAVAŞ PİLOTU
563 BİR SÜRGÜN
564 KADIN PENÇESİ
565 YEZİD’İN KIZI
566 KALP AĞRISI
568 PANORAMA
569 ATEŞ GECESİ
571 Nehrin Dönemeci
572 ESKİCİ VE OĞULLARI
574 “KAR”
575 “FERDİ VE ŞÜREKASI”
576 SOFİ’NİN DÜNYASI
577 RUHSAR HANIM
580 Kırık Hayatlar
582 Yüzüncü Ad
584 KAMİL VE MERYEM’E DAİR
586 ZAMBAKLAR AÇARKEN
588 Tek Adam 1
589 KOKU
592 MEYYALE
593 BİR YAZIN TARİHİ
596 GÜLNİHAL
597 CANAN
599 Dağa Çıkan Kurt
600 FÜREYA
601 BİR KUCAK ÇİÇEK
604 Geçmişin Geleceği
606 BİR İÇİM SU
607 KANUNSUZLAR
608 YEŞİL GECE
609 BOGAZİÇİ ŞINGIR MINGIR
610 Fazladan Bir Adam
611 KORKUNÇ YILLAR
613 Bir Kadın Düşmanı
615 FARELER VE INSANLAR
616 MEDYUM
617 TARİHİN TANIKLIĞINDA ERMENİLER VE RUMLAR
618 Kosova Balkanları Anlamak İçin
620 BİR DÜĞÜN GECESİ
625 DÖNÜŞÜM
626 KERTENKELENİN UYKUSU
627 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
629 BOMBA
631 Miskinler Tekkesi
635 Zulüm Dağları Aşar- Çanakkale İçinde
637 TANRI DAĞI ZİYARETİ
639 Nehir Tanrısı
640 YÜZBAŞI SELAHATTİN’İN ROMANI
641 HÜKÜM GECESİ
642 FERDİ VE ŞÜREKASI
644 HEPSİNDEN ACI
645 BİR YAZIN TARİHİ
646 YANLIŞ ADRES
647 ESKİ HASTALIK
650 İrtica ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi
651 BEYAZ KALE
652 Benövşeler Üstte Göz Yaşları
654 İNCİ
657 SARAY VE ÖTESİ
659 ATEŞ GECESİ
661 MAHŞER
662 SİNEKLİ BAKKAL
663 KADIN PENÇESİ
664 Yavuz Sultan Selim Ağlıyor
666 DUDAKTAN KALBE
667 KALP AĞRISI
669 Panorama
670 SON TREN
673 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
676 BEYAZ GECELER
681 EUGENİE GRANDET
683 İHTİYAR BALIKÇI
685 YAĞMUR BEKLERKEN
687 STAR
688 KURTLAR SOFRASI
691 Hıçkırık
692 FEDAİLERİN KALESİ ALAMUT
694 GÜNEŞ ÜLKESİ
695 SÜRGÜN
696 VAHŞİ BİR KIZ SEVDİM
698 Ölü Canlar
702 ERİKLER ÇİÇEK AÇTI
703 KAN DAVASI
705 ÇETE
706 Yeşil yol
709 EYLÜL
713 Zeytindağı
717 Acı Kahve
720 Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya’da
721 Ada
726 BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR
728 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
731 AERITH’Lİ MORGAN
733 AGO PAŞA’NIN HATIRALARI
737 Ağaç Kurdu
738 AH BEYOĞLU VAH BEYOĞLU YANDI GİTTİ KÜL OLDU
740 TANRININ KIRBACI ATTİLA
742 Şeytan Dönemeci
745 AJAN
746 AK DAĞLAR
754 HITLER’S PROBABLE BEHAVIOR IN THE FUTURE
756 CEMİLE – SULTAN MURAT
757 Al Midilli
759 Altın Postu Ararken
767 Anamın Kitabı
769 ANIT AĞAÇLAR
772 ARABA SEVDASI
779 Aşk-ı Memnu
781 Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
782 Atatürk’ün Fikir Sofrası
783 ATATÜRK’ün İzinde Bir Arpa Boyu
784 ATATÜRK’ÜN ÜSTÜN KİŞİLİĞİ
785 Atatürk Olmasaydı
786 Atatürk’ün Avrasya Devleti
792 Ayaşlı ve kiracıları
794 GENİŞ ZAMANLAR
795 HUZUR
797 Yaralı Aşklar
798 BABALAR VE OĞULLAR
799 ONLAR DA İNSANDI
804 Satranç
808 BENİM ADIM KIRMIZI
814 BEYAZ DİŞ
817 BEYAZ KALE
821 Uzun Beyaz Bulut Belibolu
824 BİR AVUÇ SAÇMA
825 Bir Bardak Süt
830 BİR DEVRİN ROMANI
832 Bir Dinazorun Anıları
833 BİR DÜĞÜN GECESİ
836 BİR İÇİM SU
837 Bir Kadın Düşmanı
839 BİR KADIN KAYBOLDU
841 Bir Mahzun Büyücü
849 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
851 BİR TÜRK AİLESİNİN ÖYKÜSÜ
854 Akşam Güneşi
855 Harem
858 PRIMO TÜRK ÇOCUĞU NASIL OLDU
863 EKMEK ELDEN SU GÖLDEN
864 Bugünün Saraylısı
867 BİR SÜRGÜN
870 BUYUK ÜMİTLER
872 BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
882 Çatıdaki Rüzgar
891 Yağmur Beklerken
892 Cinayet Nedeni
897 BİR KADIN DÜŞMANI
899 DUDAKTAN KALBE
900 KUMARBAZ
901 ÖLÜDEN MEKTUP VAR
902 BİR TEREDDÜTÜN ROMANI
903 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
904 KAN VE ONUR
905 CUMBA’DAN RUMBA’YA
906 Cüceler
907 Cüzzamlı
908 DAMGA
914 ÇANKAYA
918 ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI
922 Dağların Gözyaşları II. Cilt
923 Dağların Gözyaşları 1
926 Dağ yolu
933 KırkYıl
934 DİRİLİŞ
939 Doğunun Limanları
946 Dördüncü Protokol
948 DUDAKTAN KALBE
951 ATEŞ GECESİ
955 RAMSES BATI AKASYASININ ALTINDA
956 Mefküreci Zabit
957 ÜÇ İSTANBUL
959 Eğil Dağlar
967 YALNIZIZ
969 BİR KUCAK ÇİÇEK
971 DELİKANLI ADAMIN EL KİTABI
977 AŞİNA YÜZLER
979 AY BATTI
985 Nehir Tanrısı
986 OLIVER TWIST
987 Yağmur Beklerken
990 ŞEKER PORTAKALI
991 BUGÜNÜN SARAYLISI
993 Osmanlıların stratejik sorunları
998 Eski Hastalık

   İndirmek İçin:

http://rapidshare.com/files/73932/ingegnere.rar

Zip şifresi:  ingegnere

30 Eylül 2007
Yazar: | Kategori: Genel
Yorum: 1

Hayatı:

Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre’nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir.  Yunus’un  bazı mısralarından,  1273’de Konya’da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus’un 1240’larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır.Yunus Emre’nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh,Geyikli Baba ve Seydi Balum’dan bahsetmektedir.

Yunus Emre Türbesi   Sarıköylü ve Karamanlı  oluşu meselesi hala belli  değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy’de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde  yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu’da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy’de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yunus Emre’nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yunus Emre’nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus’la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
YUNUS ve HACI BEKTAŞ

Hacı Bektaşi Veli
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus’un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş’a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yunus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar.O da: “Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?” diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: “İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!” dedi.Yunus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: “İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim” dedi.Yunus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yunus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre’ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı.

Salihli kazası civarında Emre adlı,yetmiş evlik bir köyde.taştan bir türbenin içinde,Taptuk Emre ve çocukları ile torunları yatmaktadır.Türbenin eşiğinde de,bir başka mezar vardır.Bu,Yunus’un bir çok mezarlarından biridir.Yunus Emre kapı eşiğine kendisinin gömülmesini vasiyet etmiş…Şeyhini ziyaret edecekler,kendi mezarını çiğneyerek geçsinler diye.
YUNUS EMRE  VE TASAVVUF
Yunus EMRE, İslam tarihinin  en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran’ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah’dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez

***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde

Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah’ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu “Efal Alemi” dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da “Şehadet Alemi” olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği  alemdeki çokluk Tek’in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.

Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken.”
“Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.

Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk’dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım.”

“Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım.”
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran’ı Kerimde “Altı günde yaratıldı” ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal’e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,”İnsan benim sırrımdır” sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk’tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak “An” vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) ‘i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen  Keşfül Gıta  kasidesinde ;
“Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada… ”
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zâtına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuştur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuştur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmiştir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamıştır.Biraz daha açarsak; “La ilahe” demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,”illallah” demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmiştir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. “Muhammedün Resulullah” ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemiştir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah’ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah’ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.
“Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü Zatını
Sen seni bil seni
Görünen sıfatındır
Anı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindir
Sen seni bil sen seni ”  ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah’a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüştürmek ise Vahdet’tir.
İnsanı Allah’a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah’ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O “göklerin ve yerlerin nuru” (Kurân-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir.  “O her an yeni bir şe’ndedir.” (Kur’ân-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı… Mânâ, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur’an’da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
“Feeynema tuvellu fesemme vechullah” (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah’ın Vech’i oradadır.) Allah’ın Vech’i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah’ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech’ini görebilmesine vesile olur.
“Hu vel Evvelu vel Ahiru ve’z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O’dur)
“Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd”
(Biz O’na (insana) şah damarıdan daha yakınız) “Ve fiy enfisukim efela tubsirun”(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; “De ki, O Allah Ahâd’dır. Allah Samed’dir. Lem yelid ve lem yuled’dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad’dır.” .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar. Doğmamıştır, herhangi bir varlık O’nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah’ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ’L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid’in diğer yönlerine; Birinci mânâda “la ilahe” “tanrı yoktur “, ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah’ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. “Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!..” demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm”  Hz.Ali(r.a)  ,   “Görmediğim Allaha ibadet etmem”  Hz.Ali(r.a)
“..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife..” (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O’nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna’nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; “Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn” (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma’nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kâmil’dir.
Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh’un, (İnsan-ı Kâmil’in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, “Halife” adını almasına neden olmuştur.
Bayram özüni bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni.  (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yunus Emre tarafından dile getirilmiştir.
“Her kancaru bakar isem O’ldur gözüme görünen “    ve  “Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem.”
“Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi”
***
“Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?
Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
“Hakk cihana doludur, kimseler Hakk’ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz.”
***
“Çün ki gördüm ben Hakk’ımı, Hakk ile olmuşum biliş
Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.
***
“Nereye bakarısam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri?”
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz.Şöyleki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940’lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98’i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960’lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram’a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. Ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde Evren’in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm’un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız “TEK” bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. Üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmıştır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz

Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir

Yukarı
Yazilar iin RSS aboneligi