Warcraft 3: The Reign of Chaos’taki son görevi hala hatırlarım. Ellerim terliyordu, çünkü görevin bitmesine 3 dakika gibi bir süre kalmıştı. Düşmanın tüm gücü ile saldırıya geçtiğini gördüğümde yutkunmuş, titreyen ellerle fareyi kullanıp tüm birimlerimi seçmiş ve saldıran ordunun üstüne göndermiştim. Çarpışma bittiğinde, Kahraman’lar Furion Stormrage ve Yüksek Rahibe Tyrande, bir grup aşırı yaralanmış elf okçusu ve iki Pençe Druid’i ile Undead ve Elf ölülerinin ortasında duruyorlardı. Savaşı kazanmış, Undead’lerin Yaşam Ağacı’nı ele geçirmesini engellemiş, oyunu bitirmiştim!

Yukarıdaki paragraf bazılarınıza (oyunu bitirenlere) büyük bir anlam ifade edebilir, bazılarınıza da kısa bir öykü gibi görünebilir. Bu yüzden, önce Warcraft dünyasının hikayesini anlatacağım. Orc’ların dünyayı ele geçirmek amaçlı yaptığı en büyük saldırıyı (Warcraft 2) geri teptiren insanlar, Orc’ları bu dünyaya getiren boyutkapısından geçerek Orc’ların dünyası Draenor’a varırlar. İnsanlardan kaçmaya çalışan bir Orc şamanı boyutkapısını açmaya çalışır ve bu dünyanın çok büyük bir kısmının patlamasına neden olur (Warcraft 2: Beyond the Dark Portal). Bu savaşta insanların büyük kahramanları büyücü Khadgar, elf okçusu Alleria, Paladin Turalyon ve komutan Danath’ın öldüğü rapor edilmiştir. Orc’ların ise çoğu ölmüş, ölmeyenler Azeroth’ta kalmıştır.

Orc’lar, aslında bir şeytan grubu tarafından yönetilmektedir. Draenor havaya uçunca, bu şeytanlarla olan bağlantıları kesilmiş, bu yüzden pısırık yaratıklara dönmüşlerdir. Tam bu sıralarda, genç Orc şefi Thrall, halkını yönetmesini söyleyen bir mesaj alır. Orc’lar, şeytanlardan önce soylu bir gruptular. Orc’ları tekrar bu soyluluğa eriştirmek isteyen Thrall, esir Savaş Şefi Grom Hellscream’ı kurtarır ve uzaktaki antik topraklara, Draenor’a yola koyulur.

Ateş Lejyonu- yani Şeytanlar- dünyayı ele geçirmenin yeni bir yolunu bulmuşlardır. Efsanevi bir gücü olan Lich Kralı’nı hapsederler ve ona eğer istediklerini yaparlarsa serbest bırakılacağını iletirler. Lich Kralı, besinleri zehirleyen ve bu besinleri yiyen herkesi yaşayan ölülere dönüştüren bir salgın yayar dünyaya. Lich Kralı akıllıdır, Ateş Lejyonu’nun kendisiyle işi bittikten sonra onu yokedeceğini bilir. Bu yüzden sinsice, zihninin bir kısmını dünyaya yayar ve kendisini kurtaracak birini aramaya başlar.

Prens-Paladin Arthas, arkadaşı ve eski sevgilisi Jaina Proudmoore ile salgını durdurmaya çalışmaktadır. Halkına ne yapıldığını ve durdurmanın imkansız olduğunu gördüğünde, Şeytan Lordu Tichondrius tarafından uzaktaki bir kıtaya, Buz Çölü Northrend’e davet edilir. Arthas oraya gittiğinde, Tichondrius’u öldürüp Undead’lerin istilasına son vermenin tek yolunun bir kılıçtan geçtiğini öğrenir. Kılıcı alır -bu, yakın arkadaşı Muradin’in ölümüne sebep olur- ve Tichondrius’u öldürür. Kılıç aslında Lich Kralı’nındır. Lich Kralı’nın kulağına fısıldayıp duran sesi Arthas’ı delirtir. Arthas, yaşadığı yere geri dönüp babasını öldürür. Bu onu hem bir kral, hem de bir Undead -Ölüm Şövalyesi- yapar.

Daha sonra Arthas, Şeytan Lordları için işler yapmaya başlar. Bu sıralarda bir ses duyar. Ses, insanken öldürdüğü bir Ölümbüyücüsü’nün sesidir -Kel’Thuzad. Arthas, Kel’Thuzad’ı diriltmek için Elf topraklarına saldırır. “Taş üstünde taş bırakmaz”, ve Kel’Thuzad’ı diriltir. Kel’Thuzad, Ateş Lejyonu’nun Lordu Archimonde’u dünyaya çağırır. Archimonde, dünyanın eline geçeceğini anlamıştır. İlk hareket olarak Büyücü Ülkesi Dalaran’ı yerle bir eder.

Bu sırada, Orc Grubu Kalimdor’a varır. Burada, çok eski bir ırkla (Tauren) tanışan ve dost olan Orc’lar, Thrall’ın ve Grom’un liderliği altında gelişmeye başlar. İstenmeyen bir şekilde, bu kıtada Tauren ve Orc’lardan başka bir ırk daha olduğunu öğrenirler. Ateş Ordusu Lordu Archimonde, Orc’ları tekrar çılgınlaştırmanın bir yolunu bulur. Grom Hellscream, Thrall tarafından kurtarılır. Grom, kendini feda ederek Orc’ları bu lanetten kurtarır.

Kalimdor’da yaşayan güçlü 3. ırk olan Gece Elf’leri ise yaklaşan tehlikeyi sezmişlerdir. Yüksek Rahibe Tyrande, Druid’leri tekrar uyandırır ve sevgilisi Furion Stormrage ile tekrar buluşur. Furion, tehlikeyi sona erdirmenin tek yolunun, dünyayı neredeyse yokedeceği için hapsedilen kardeşi Illidan’ı kurtarmak olduğunu düşünür. Illidan, Gul’Dan’ın Kurukafası’nı kullanarak bir yarı-şeytan haline dönüşür. Bu halinde, bir Şeytan Lordu ve büyük bir Undead üssünü yok eder. Furion kardeşinin neye dönüştüğünü görür ve onu bu ormanlardan kovar. Furion, daha sonra Yaşam Ağacı’nı ele geçirmeyi isteyen Archimonde’a bir tuzak kurar. Archimonde ölür, ve dünya kurtulur (mu acaba?)…

Frozen Throne, bu savaştan birkaç ay sonra başlıyor. Yarışeytan Illidan, suyun altında yaşayan ve Gece Elf’lerinin uzaktan akrabaları olan Naga’ları yüzeye çıkarır. Bu güç ile, Lich Kralı’nı öldürmeyi planlamaktadır. Bu arada, yokolan ormanlarının öcünü almak isteyen Kan Elfleri, hizmetlerini Illidan’a sunarlar. Arthas ise, krallığında hüküm sürerken, Lich Kralı’ndan telepatik bir mesaj alır. Tehlike! Arthas, topraklarını bırakarak, Lich Kralı’nı kurtarmak için yola koyulur.

Frozen Throne, birçok yenilikle geliyor oyuna. Bir sürü yeni harita ekleniyor ve bu haritalar, kesinlikle sanat eserleri. Her ırka yeni özellikler ekleniyor. Bunlardan -bence- en çok yararlananlar Undead’ler. Starcraft’tan alınma bir özellik verilmiş Undead’lere; dev ve akıllı örümcekler olan Crypt Fiend’lar artık Zerg’ler gibi yere girip bekleyebiliyorlar. Her ırka yeni üniteler eklenmiş. Bunlardan en hoşuma giden Gece Elf’lerine eklenen yaratık -Dağ Devi. Bu yaratıklar, Fantastik Dörtlü’deki Ben Grimm’in gri ve dev kopyaları. Taunt (Dalga Geçme) özellikleri sayesinde bir düşmanı kendilerine çekebiliyorlar. İstediklerinde de en yakın ağacı kökünden söküp silah olarak kullanabiliyorlar.

Her ırka yeni bir bina verilmiş; dükkan. Bu dükkan sayesinde kahramanınıza bir sürü eşya alabiliyorsunuz. Frozen Throne’la beraber birçok yeni eşya da gelmiş ve bu dükkandaki eşyalar ırklara özel. En büyük özellik ise kahraman bakımından olmuş. Artık her ırk üç değil, dört kahramana sahip. İnsanlar, ateşle büyüyü birleştiren Kan Büyücüsü’ne, Orc’lar Troll Avcısı’na, Undead’ler dev bir böceğe, Gece Elf’leri ise büyüleri avlamak üzerine olan Sentinel’lere sahipler. Aynı zamanda, çoğu haritada tavernalar var. Bu tavernalardan, normalde yapamayacağınız Kahraman’lar alabiliyorsunuz. Bu kahramanlar gerçekten çok güçlü olabiliyorlar -iyi kullanılırlarsa tabii. Aynı zamanda ortalıkta dolaşan çok daha çeşitli yaratık var artık. Koboldlar bunlardan bir tanesi.

Grafik bakımından, Warcraft yine göz dolduruyor. Yeni birimlerin görünüşleri mükemmel denilebilir, eskilerinin ise daha bir keskin artık. Müzik bakımından bir değişiklik yok, varsa da ben farketmedim ama Undeadler’in müziği her zamanki gibi güzel. Sesler… Düşündükçe katıla katıla gülüyorum. Warcraft serisini oynayanlar veya WC3’te yeteri kadar dikkatli olanlar, her birime birkaç kere tıklayınca ne olduğunu bilirler. Birimler cıvıtıp komik komik şeyler söylemeye başlarlar. Frozen Throne da bu geleneği devam ettiriyor. Orc’ların yeni birimlerinden biri olan Troll Batrider’a klikleyin bakalım. Hiç abartmıyorum, “Ben Kara Şövalyeyim” deyip Batman’in müziğini söylemeye başladığında gülmekten gözümden yaş gelmişti. Oyun, bu komik/ciddi havada sizi kendine bağlayıp, siz görevi bitirmeden, 3-4 saat oynamadan bıraktırmamayı biliyor.

Frozen Throne, Warcraft 3 serisinin büyüsünü devam ettiriyor, hatta bu kaliteyi tavana vurma derecesine getiriyor. Oyunda ne kadar oynadıysam da hiçbir kusur bulamadım. Bu yüzden de, bence, hakkı olan 93 notunu seve seve veriyorum.