Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375
Alone In The Dark « Gamez

Alone In The Dark olarak etiketli yazılar

Alone in the Dark

endinizi yanan bir binanın içinde hayal edin. Buradan kurtulmak için can havliyle balkona çıkıyorsunuz. Pervazdan pervaza atlayıp, bir an önce alevlerden kurtulmaya çalışıyorsunuz. Ancak birden bina çökmeye başlıyor. Üzerinize yanan bina parçaları yağmaya başlıyor. Kaçacak hiçbir yeriniz yok, tek çare bir elektrik kablosuna tutunmak. Kabloyla yukarı çıkıp, kaçmaya çalışırken, birden onun da yavaş yavaş bulunduğu yerden koptuğunu görüyorsunuz. Kurtulmak için çabaladıkça, kablo sizi aşağıya doğru atıyor. En sonunda kablo kopuyor, şans eseri bir odaya düşüyorsunuz. Ancak oda alevler içerisinde. Hayatta kalmak için bir başka bulmaca daha. Artık efsane haline gelen Alone in the Dark son oyununda, bu heyecan ve korku ortamını sonuna kadar yaşamanızı sağlıyor. Üstelik bu yanan binadan kaçma bölümü, oyunun sıradan yerlerinden birisi. Korku severler için, hiçbir film ya da kitapta tecrübe edemeyecekleri maceralar bu oyunda. Bu yeni nesil Alone in the Dark, oyuncuları senaryosu kadar, yarattığı gerçekçi ortamlarla da korkutmayı hedefliyor. İlk olarak 1992 de başlayan seri büyük beğeni toplayınca, 16 yıllık macerasına 5 oyun ve bir de sinema filmi sığdırdı. Seri genel olarak doğaüstü olayların içerisinde kalmış insanların, hayata kalma macerasını anlatıyor. Hayatta kalma üzerine korku oyunlarının atalarından birisi olan, Alone in the Dark, aynı zamanda kendine has bulmacalarıyla, oyuncuların zekasını sonun kadar sınıyor.

Serinin tüm bu akılda kalıcı özellikleri, yeni nesil Alone in the Dark oyununda da devam ediyor. Üstelik bu özelliklere dikkat çeken yenilikler de eklenmiş.

Oyun New York’da geçiyor. Oyunun yapımcılarından Hervé Sliwa geceleyin New York’da dolaşırken şehrin korkutuculuk potansiyelini görmüş. Özellikle geceleyin, Central Park’ın adlığı hal Sliwa’yı çok etkilemiş. Bu yüzden projenin burada geçmesine kara verilmiş.Eden Games stüdyoları, şehri en iyi şekilde yansıtmak için, uzun süren bir araştırma içine girmiş. Yapım ekibi şehrin içinde binlerce fotoğraf çekmiş. Film ekibi gibi oyunun içerisinde geçen mekanları özenle seçmişler. Özellikle şehrin tarihi geçmişini araştırıp, yeni Alone in the Dark için kullanabilecekleri gizemli olayların üzerinde durmuşlar. Oyunun senaristlerinden biri ise özellikle Kardeş Gibiydiler (Sleepers) filmiyle tanınan yazar Lorenza Carcaterra. Kısacası oyunun en önemli karakterlerinden biri New York şehri olmuş. Kısacası oyuncular bu şehrin tüm karanlık yönlerini görebilecek. Yapımcı ekip ise, ilk Alone in the Dark’ın büyük hayranları.

Her şey sağ kalmak için

Oyun bir oda içerisinde başlıyor. Karakterimiz yattığı yerden pek de tekin gözükmeyen tipler tarafından kaldırılıyor. Hala şuuru yerinde olmayan karakterimiz, boş gözlerle etrafa bakarken bir yandan da içeride insanlar anlamadığımız bir konu hakkında konuşuyorlar. Taşlar, eski yazıtlar ve onların vereceği güç hakkında diyaloglar geçiyor. Bu sırada yönettiğimiz karakter etrafı tam olarak göremiyor. Böylece oyunun ilk yeniliklerinden birini keşfediyoruz. Alone in the Dark’ın gerçekçilik çizgisi nedeniyle, fazla ışıktan karakterin gözleri kamaşınca, ya da başından akanlar nedeniyle görüş alanı da bulanmaya başlıyor. Bunun için yapımcılar oyuna, göz kırpma özelliği koymuşlar. Görüntü bulanıklaşınca bir süre gözleri kapatmak gerekli. Bir süre şuursuzca dolaştıktan sonra karakterimiz, nihayet bir ayna buluyor ve kendini görüyor. Buradaki kısa videodan karakterin hafızasını kaybettiğini anlıyoruz. Ancak bu sırada garip bir şeyler olmaya başlıyor. Yer sarsılırken, duvarlarda hareket eden canlı çatlaklar oluşuyor. İçinde bulunduğumuz bina artık güvenli değil. Karakterimiz, kim olduğunu ve burada niçin bulunduğunu düşünmeden hayatta kalmak için mücadele vermeli. Bu andan itibaren tüm dünya ona karşı. Bu sayede oyuncular da şimdiye kadar yaşamadıkları bir tecrübeye tanık olacaklar…

Alone in the Dark, Havok oyun motorunu kullanıyor. Bu oyun motorunun özelliği, gerçek hayata en yakın fiziksel tepkileri vermesi. İçine girilen fizik kurallarını en iyi şekilde yansıtıyor. Bu da oyunun, hedeflediği gerçekçi korkuları da mümkün kılıyor. Bunun dışında yavaş yavaş öğrendiğimiz gizemli konusu da oyunun çekici yanlarından birisi.

Oyun boyunca hayata kalmak için hemen her şeyi yapmak gerekli. Binadan kurtulmak için etrafta dolaşırken, bu çatlakların bir amacı olduğunu öğreniyoruz. Bu çatlakların içinde şeytani bir şey var ve içine düşeni kontrol ediyor. Sıradan insanlar bu yüzden düşmanımız haline geliyorlar. Onlardan kurtulmak ve hayatta kalmak için, etrafta bulunan her şeyi silah olarak kullanmamız lazım. Tabancalar bu yaratıkları sadece sersemletiyor. Onları sadece alevler öldürebiliyor. Bir anda karakterimiz için hayatı zehir eden yangınların da bir anlamı oluyor. Etrafta bulduğumuz herhangi bir tahta parçasını alevlerin yanına götürüp tutuşturabiliyoruz. Bize saldıran yaratıklara bu yanan tahtalarla saldırınca daha çabuk ölüyorlar. Ya da onları bayıltıp ateşin içine kadar sürüklemek gerekiyor. Ayrıca, karanlık yerlerde, bu yanan tahta parçalarını meşale yerine kullanmak da mümkün. Bu meşaleler de yaratıkları öldürmek için iş görüyor. Yangın oyunda büyük bir yer kaplıyor. Yapımcılar yangınları mümkün olduğu kadar gerçekçi kılmak için, bu konudaki uzmanlara başvurmuşlar. Ayrıca ufak çapta yangınlar çıkartıp bunların sıcaklığını ve tepkilerini kaydetmişler…

Yeni Alone in the Dark’ta kapalı kapılar da sorun değil. Türevi oyunlardaki gibi etrafta biçare anahtar aramak yerine, ağır bir nesneyi sırtlayıp, kapıları kırabiliyoruz. Oyunda bazen yaptığımız aksiyon hareketleriyle senkronize bazı videolar giriyor. Mesela içi alev dolu bir çukurdan karşıya atlarken, görüntü birden yavaşlıyor ve yaratıcı kamera açılarıyla bu sahneyi gösteriyor. Oyun genelinde bunun gibi benzerlerini daha önce filmlerde gördüğümüz birçok sahne var. Ancak tüm bu artılarına karşın oyunda ciddi bir kontrol sorunu da var. Özellikle konsol versiyonlarında ise bu sorun daha fazla. Her ne kadar alışıldıktan sonra o kadar rahatsız etmese de, başlarda insan kendini afallamış hissediyor. Kamera açısına göre, ileri basınca geri yürüme gibi işler rahatsız edici. Ancak özellikle PC’de FPS görüş açısının daha rahat kontrol edilmesi bu kontrol sorununu yarı yarıya azaltıyor.

Dizi furyasını takip ediyor

Bir süre sonra, yavaş yavaş oyunun konusu hakkında bilgiler öğreniyoruz. Karakterimizin adı Edward Carnby. Kendisi ilk Alone in the Dark’ın da karakteri. Aslında Carnby’in bu olaya karışmasının nedeni yıllar önce yaşanmış bir kazaya dayanıyor. Garip bir ayin sonucu, eski bir şeytan olan Lucifer serbest kalmış. Şimdi ise bu varlığın amacı, insanlıktan intikam almak. Bu olayı durdurup, hem kendini hem insanlığı kurtaracak tek kişi ise, Edward Carnby. Ancak kendisi bir kahraman değil, bu görev ona zoraki yükleniyor. Onun tek istediği hafızasını geri kazanıp, bu işten kurtulmak. Ancak karanlık geçmişindeki bazı sırlar, onu Lucifer’e karşı avantajlı kılıyor.
Edward karanlığın içinde yalnız olduğu için, yaralandığı zaman da kendi başının çaresine bakmak zorunda. Etraftan bulduğumuz sağlık malzemelerini, özel bir menü aracılığıyla kullanıyoruz. Sağlık menüsüne geçince, olaya yine karakterimizin gözünden bakıyoruz. Vücudundaki farklı bölgeleri araştırıp yaralı olan yerleri tedavi ediyoruz. Ancak bu sadece ufak yaralar için geçerli. Edward atar damarını keserse ekranın altında, bir nabız göstergesi çıkıyor. Bu gösterge bitmeden etraftan bir sargı bezi bulup kolunu sarmalı. Nabız düştükçe Edward’ın tepkileri de yavaşlıyor, yavaş yavaş şoka giriyor ve bunu gerçekçi şekilde gözlüyoruz. Oyunun en çok merak edilen özelliklerinden birisi de araç kullanmaktı. Alone in the Dark’ta örneği çok az görülmüş yaratıcılıkta bir araba sahnesi var. Tam yıkılan binadan kurtulduk derken yeni bir kabus başlıyor. Bir anda tüm New York şiddetli depremlerle sarsılıyor ve etraf çöküyor. Biz ise çöken bir yolda sıradan bir taksiyle kaçmaya çalışıyoruz. Havok motorunun, fizik kurallarına ne kadar da çok uyduğu bu kısa bölümde daha iyi anlaşılıyor. Bir yandan korkuyla kaçışan, sürücüler, bir yanda da biz, yanından geçerken birden üzerimize çöken binalar. Çevrenin ve kullandığımız otomobilin tepkileri çok gerçekçi. Bu bölüm oyuncuların panik atak geçirmesi için yapılmış. En ufak hata da her şey tekrar başlıyor. Bu bölümü bitirmek için çok soğukkanlı ve dikkatli olmak lazım. Ancak yine de şansa ihtiyaç var. Çünkü gerçekten böyle bir durum yaşarsanız hayatta kalma şansınız çok düşük, oyun da bunu sonuna kadar yansıtıyor. Hiç hata yapılmasa bile, paniğe kapılan bir sürücü direksiyonu üzerine kırabiliyor. Ya da hiç hesaba katılmayan bir sarsıntı, takla atmanızı sağlıyor. Ancak bu kadar gerçekçilik şimdilik oyuncular için fazla gibi. Bu bölümün değerini bilip tadına çıkartarak oynayacak çok az kişi var. Neyse ki DVD chapter menüsü şeklinde hazırlanmış bir Load sistemi var. Load menüsüne girip, oyunun herhangi bir bölümü seçilebiliyorsunuz. Yani oyunun sonunu hemen oynamanız mümkün. En azından oyuncular bu araba bölümü yüzünden, oyunu bırakmak zorunda değiller. Tüm bu kargaşa içinde amacımız Central Park’a ulaşmak. Burası oyun içerisinde özel bir yere sahip, hatta tüm düğüm bu mekanda çözülüyor. Hikayeye göre, aslında Central Park insanların kullanması için değil çok daha büyük bir gizem için inşa edilmiş…

Central Park oyunun büyük çoğunluğunun geçtiği mekan. Binlerce insanın sağlık için koştuğu ve mutlu mutlu dolaştığı bu park, Alone in the Dark’da tam bir kabus haline gelmiş. Oyunun bu noktasından sonra gelişmiş bir cep telefonuna sahip oluyoruz. Hem telefonu kurcalayıp, oyunun konusu hakkında bir şeyler öğreniyoruz, hem de yeri geldi mi telefonla yardım istiyoruz. Bu koca parkta kaybolmamak için telefonun GPS sistemini kullanabiliyoruz. Oyun bu sıralar süre gelen dizi furyasını da örnek alıyor. Her ana bölüm bittikten sonra, bitiş ekranı başlıyor. Oyuna devam ederken de, oraya kadar yaşanılan olaylar fragman şeklinde özet geçiliyor. Belki de oyunun en etkileyici yanlarından birisi de müzikleri. Olivier Deriviére oyunun müziklerini bestelemiş. Ancak bu müzikleri eşsiz kılan şey Le Mystère des Voix Bulgares tarafından seslendirilmiş olması. Türkçesi Gizemli Bulgar Sesler olan bu koro sadece kadınlardan oluşuyor. Bulgarca söyledikleri şarkılar, bir çok dizi ve filmde kullanıldı. Müzikler oyunun temposuna ve atmosferine çok uyuyor. Bazen müzikler yüzünden, hiçbir şey yokken bile oyuncular heyecanlanabilirler. Müzikler sürekli, ürpertici ve aksiyona uygun şekilde devam ediyor. Kısacası, hataları ve yenilikleriyle birlikte eski bir oyun efsanesi daha yeni nesil özelliklere kavuşmuş oldu. Survival Horror hayranları için mutlaka denenmesi gereken bir tecrübe. Etkileyici ortamı sürükleyici konusuyla birlikte, ilgisini çeken her oyuncu oyunu deneyebilir. Oyunun kolay bir sistemi var böylece türün eski kurtları dışında, yeni başlayanlar da rahat rahat adapte olabilirler. Grafikler yer yer çok gerçekçiyken, bazı yerler de özensiz duruyor. Sesler ise, Alone in the Dark’ın artılarından.

Kısacası, kontrol sorunları yüzünden, oyun biraz can sıkabiliyor. Ancak bunu da yaratığı gerilim ortamı ve gerçekçili anlayışıyla kapatıyor. Şimdiye kadar tecrübe etmediğimiz yeniliklerle birlikte, Alone in the Dark mutlaka denemesi gereken bir oyun.

Karakterimiz etrafta dolaşırken, bazı eşyalar buluyor. Bunlar sınırlı ve her biri çok önemli eşyalar. Ancak karakterimiz onları ceketinin cebinde taşıdığı için, oyuncular hangi eşyayı yanında taşıyacağına dikkat etmeli. Oyunun en çok merak edilen yanlarından birisi olan ceket menüsü çok iyi tasarlanmış. Bu menüye girdiğimiz zaman Edward’ın gözlerinden etrafa bakıyoruz. Ceketin sağ ve sol ceplerinde toplan altı eşya taşıyabiliyoruz. Bu yüzden hayatta kalma stratejisini yanımıza aldığımız eşyalara göre belirlemek lazım. Bir birinden ilgisiz görülen eşyalar bile, hayatta kalmak için büyük önem taşıyor. Bu da oyunun Advanture yanı. Mesela sıradan bir deodorant çakmak sayesinde, alev püskürtücü haline geliyor. Tiner ya da kimyasal maddeler, bez ve bant sayesinde patlayıcı olarak kullanılıyor. Bu yaratıcı silahlarla düşmanları öldürmek kadar kilitli kapıları açmakta mümkün oluyor. Ayrıca bu fırlatma anları yavaş çekim (slow motion) tarzında tasarlanmış. Gayet etkileyici anlar yaşatıyor…

Alone In The Dark

[Resim]

Çıkış Tarihi: 2007

Alone In The Dark (AITD), macera oyunu sevenlerin gönlünde ayrı bir yer tutar. Korku-aksiyon türünün eşsiz örneklerinden biridir. Ayrıca oldukça eski bir geçmişi olması, birçok oyunsever tarafından bilinmesini sağlamaktadır. İlk defa geçtiğimiz E3 fuarında, karşımıza çıkan ve mecara severleri büyük beklentilere taşıyon AITD bakalım beklendiği kadar iyi mi?

Bugüne kadar sır gibi saklanan AITD’ın detayları gün geçtikçe biraz açığa çıkıyor olsa da gizemini daha uzunca bir süre koruyacak gibi görünüyor. Ortaya çıkan kimi ekran görüntüleri ve bazı dergi yazıları dışında hakkında çok fazla bilgi olmayan oyun için en büyük bilgi kaynağımız geçtiğimiz E3 fuarında gösterilen kısa demo idi. Buna rağmen geleceği hakkında yeterli detay verir nitelikte.

Yapımcı Eden Studios’u City of Heroes’dan hatırlıyoruz. Çok başarılı olmasa da kurgusunun sağlamlığı, macera oyunlarında çok önemli olan kurgu faktörünün AITD’da başarılı olacağının şimdiden göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Karanlık ortamlarda korku etkenini sağlamak çok zor olmasa da, yapımcılar tipik korku öğelerinin dışında, bizi etkileyecek çok fazla etmenin oyuna dahil edildiğini belirtiyorlar.

Oyunun en önemli özelliklerinden biri, dizi mantığı ile hazırlanacak olması. Sezonlar ve alt bölümleri olakak piyasaya sunulacak. Bölüm yaklaşık 1 saat kadar sürecek ve her sezon yaklaşık 10-15 bölümdne oluşacak. Yani Half-Life 2 ve Sam and Max’de karşımıza çıkan episode (bölüm) mantığı AITD’da da karşımızda. Çok uzun olmayan ama bir sonraki bölümü heyecanla beklememizi sağlayacak olan bu sistem aynı zamanda ödenen paranın da daha az seviyelerde olmasına katkıda bulunuyor.

Alevli ortamlar

E3 fuarında yapımcı Nour Polloni tarafından yapılan tanıtımında oyunun baş karakteri Edward Carnby üzerinde yoğunlaşılmıştı. Her ne kadar 1920’de geçen ilk oyunun ardından kahramanımız bugüne taşınmış olsa da oyunseverler tarafından pek yadırganacağını sanmıyorum. Central Park’ın karanlık yollarında ilerleyeceğimiz AITD, dünyamız ile öteki dünyanın karışımı mekanları senaryosunda barındırıyor. Bunu ilk duyduğumda aklıma Constatine gelmişti. Daha sonra karşılaştığım ekran görüntüleri ise bunu doğrularcasına bir fikir oluşturdu bende.

Third person bakış açısı, bu tarz oyunların vazgeçilmezleri arasında oldu. AITD’da ise first person bakış açısı ile oyuna başlanıyor ve bu senaryoya bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor. İzletilen demoda çok iyi bir bakış açısı sağlanamasa da zaman içinde yapılacak düzenlemeler ile bu sorunun ortadan kaldırılması mutlak.

Havok denince akla ilk gelen oyunlardan biri Half-Life. AITD’ta da kullanılan olan Havok 3.0 motoru sayesinde çevre ile etkileişimi en üst seviyeye taşınmış. Özellikle kahramanımız Carnby’nin kendi ve çevre birimleri üzerindeki etkileşimi, ileri seviyede kullanılmış. Bir çatı kenarından sarkarak ilerleyebilmeniz, kullandıktan sonra attığınız bir yara bandının artan kısmını tekrar kullanabilmeniz bunlardan sadece bazıları. Ayrıca, çok zaman el feneri, araç farı gibi aydınlatıcı öğeleri kullanarak içinde bulunduğumuz ortamlarda görüş açımızı genişletmemiz gerekiyor. Hatta yaratıkların aracımıza girmemesi için merkezi kilit sistemini aktifleştirmemiz bile gerekebiliyor.

Eden Studios, bugüne kadar sınırlı sayıda yaptığı açıklama, biz oyun severlerin ağzına bir parça bal çalmaktan çok öteye gidemedi. Ama bahsettiklerini gerçekletirebilirlerse Bir RE4 ya da Half-Life kadar bizi etkiletebilecek, ama Lost ya da 4400 kadar ekran başına bağlayabilecek bir oyun ile tanışmamıza kısa bir süre kaldı gibi görünüyor. PC, PS3 ve X360 için hazırlanan oyunun 2007’nin ortalarına doğru çıkması bekleniyor.