Warning: Use of undefined constant wp_cumulus_widget - assumed 'wp_cumulus_widget' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php on line 375

Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hellwor/public_html/gamez/wp-content/plugins/wp-cumulus/wp-cumulus.php:375) in /home/hellwor/public_html/gamez/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
oyun incelemeleri – Gamez https://www.hell-world.org/gamez Oyun Oynamayı Seviyoruz!. Fri, 12 Mar 2010 08:59:43 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.9.9 Damnation 2009 https://www.hell-world.org/gamez/damnation-2009/ https://www.hell-world.org/gamez/damnation-2009/#respond Fri, 12 Mar 2010 08:59:43 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=993

Amerikan İç Savaşı’na alternatif bir kurguyla amerika merkezli Blue Omega Entertainment tarafından geliştirilen Üçüncü şahıs görünümüyle oynanan Damnation’da kullanılan geniş haritalar, uzun yürüyüşlerin habercisi gibi görünse de, ayrıca araç kullanma gibi özellikler de yapımda mevcut. Zira bir hayli büyük olan mesafeler, yürümekle aşılacak gibi değil. Dolayısıyla otomobil ve benzeri taşıtlar oyunda kritik önem taşıyacak.

Vahşi, Vahşi Batı

Amerikan İç Savaşı’na şeytanları ve şeytani askerleri karıştıran Damnation’da, yönettiğimiz Rourke adlı karakterin de bir takım özel güçleri olacak. Ancak ilk etapta üzerinde durulacak özellik, onun akrobatik yeteneklerinden başkası değil

Karakterimiz tıpkı Prens (Prince of Persia) gibi duvardan duvara atlıyor, platformlara tırmanıyor. Ayrıca oyunda bulunan 10 farklı silahı da etkin biçimde kullanan Rourke, zırh delici kurşunlarıyla düşmanlarını ardına saklandıkları tüm kalkanlara rağmen avlamakta zorlanmıyor.

Başarılı bir yapay zeka ile karşılaşacağınız oyunda , sağda solda saklanmış askerler olacak. Neyseki gafil avlanmamamız için bir ısı dedektörüne sahibiz. Taktığımız anda canlı organizmaların nerede olduğunu görebileceğimiz bu cihazı kullandığımızda, düşmanlar duvarların ardında bile olsalar, kırmızı silüet şeklinde görülecekler.
Terra Verte ise bir kıyı şehri. Üzerinde yıllar önce yapılmış bir ticaret limanı bulunan ve bu sayede bir hayli kalkınmış bir kent. Akdeniz ülkelerine yakın bir mimari tarza sahip olan Terra Verte’de, raylı sistemler de mevcut.
]]>
https://www.hell-world.org/gamez/damnation-2009/feed/ 0
2 Days To Vegas https://www.hell-world.org/gamez/2-days-to-vegas/ https://www.hell-world.org/gamez/2-days-to-vegas/#comments Wed, 17 Dec 2008 15:00:06 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=826

Tür:Sinematik Aksiyon
Yapımcı: Steel Monkeys
Dağıtımcı: ?
Platform: PS3,Xbox 360,PC
Çıkış tarihi: 2008 Sonu


İstenen En Düşük Sistem Gereksinimi
3.4 GHZ Penitum 3\ AMD Athlon Class Processor
2 gb RAM
512 MB DirectX 10 compatible AGP graphics card with HW pixel & vertex shaders support
Sound Blaster compatible sound card
12 GB hard drive space
PC DVD-ROM

Maximum Sistem Gereksinimleri:
Pentium 4 3.4 Ghz
2.5 Gb Ram
1204 Mb Ekran Kartı
Sound Blaster compatible sound card
12 GB hard drive space
PC DVD-ROM

Steel Monkeys adındaki bir firma, 2 Days to Vegas isimli GTA benzeri 3. kişi kamerasından oynanan heyecan dolu aksiyon-macera oyununu duyurmuştu. Yapımcının belirttiğine göre araba takip sahneleri, aksiyon dolu anlar ve kurgudaki dönemeçler, sizi bilgisayar koltuğunuzla beraber odanızın duvarlarına vuracak. 48 saatlik bir sürede Amerika’yı birbirine katabileceğimiz oyun, bir gangsterin hayatını bizlere çarpıcı biçimde yansıtacak.

Daha detaylı anlatmak gerekirse;
Oyunda Vinny isimli hapisten yeni çıkmış birisini oynuyoruz. Vinny’nin tek istediği kız arkadaşıyla sakin bir yaşam sürmek iken
kardeşi Tony’nin başını derde sokması yüzünden kendisini çatışmalar, araba takiplerinin ve beklenmedik sürprizlerin arasında buluyor.
Oyun iki günlük bir zaman dilimi içerisinde geçiyor. Oyunda zamana karşı bir yarışa gireceğiz ve Amerika’nın belli başlı şehirlerinden
geçerek 2 gün içerisinde Vegas’a ulaşmaya çalışacağız. Oyunun grafikleri ise tek kelimeyle inanılmaz…


]]>
https://www.hell-world.org/gamez/2-days-to-vegas/feed/ 1
Spore https://www.hell-world.org/gamez/spore-2/ https://www.hell-world.org/gamez/spore-2/#respond Fri, 03 Oct 2008 18:12:54 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=764 http://www.sporerevolution.com/files/spore_1280x1024.gif

Will Wright bizlere The Sims�i sunduğunda kısa süreli gerçek hayattan kopma tepkileri göstermiştik. Gündelik hayattan sıkılıp, vakit geçirmek adına sanal insanların gündelik hayatını yönetebilme tecrübesi ya da isteği bizleri uzun süre bilgisayar başında yaşama sendromuna itmişti. Her ne kadar kapitalist düzen sonucunda sanal insanlarımız ek paketlerle fazlasıyla sömürülse de ortaya koyduğu içerik açısından The Sims bambaşka bir yer edinmiştir oyun dünyasında. Gerek satış rakamları gerekse devreler içerisinde kurulan hayatlar bunun göstergeleri.

Spore ise Will�in başka bir vukuatı olarak gökten gezegenimize düşüyor. Bir meteor içerisinde gelen yaşam tohumları bizleri bu sefer hayal edemeyeceğimiz kadar gerilere götürüyor. Suyun içinde başlayan varolma mücadelesi, toprağa ilk adımını atmaktan uzay çağına ulaşmaya kadar devam ediyor. Mevzu derinliği açısından �Nasıl yani?� sorunuzu duyar gibiyim. Anlatayım o zaman: gökten bir meteor düştü… Ve su varolma anlamını kazandı…

Herşeyin başlangıcı

Spore�a bir galaksideki gezegenlerden herhangi birini seçerek başlıyoruz ve tanrı rolünü üzerimize geçiriyoruz. İlk yaşam tohumu bilinmezlikten kopup gelip suyun içine düşüyor. İsmi de dahil olmak üzere yaratacağımız canlı türünün tüm yaşam hikayesi böylece elimize verilmiş oluyor. Yaratığımız evrimleştikçe oyunun temel aldığı sistem de değişiyor. Suyun içerisinde başlayan Hücre Aşaması�nı herhangi bir oyun türüne benzetmek zor olsa da diğer aşamalar genel olarak bir türü temel almış. Karaya ayak bastığımız Yaratık Aşaması için basit bir RPG demek sanırım yanlış olmaz. Aynı şey Kabile Aşaması�nın basit bir strateji oyununu temel alması için de geçerli. Her aşamanın farklı oynanış özellikleri, verdiği farklı tatlar olduğundan bunları ayrı ayrı ele almak sanırım en doğrusu olacaktır.

Ancak evrim aşamalarına geçmeden genel anlamda oyunun oynanışı üzerine bir eleştiri getirirsek fazlasıyla kolay olduğu yönünde olacaktır. Bu kolaylık oyunun basit olmasından değil, bugüne kadar hiç oyun oynamamış insanların bile rahatlıkla kavrayabileceği kullanıcı dostu yapısından kaynaklanıyor. Maxis�in yarattığı her oyun için aynı şey geçerli. The Sims serisi gibi Spore�u da kısa zamanda kavramak çok kolay. Bu yüzden rahatlıkla her yaştan oyuncuyu kendine çekebilir. İster pazarlama stratejisi deyin ister Will Wright�ın tasarım zekası, sonuçta bu adamın yarattığı oyunlar bir şekilde kolaylıkla insanı ele geçirebiliyor ki bu başarı da bahsettiğim kolaylık mevzusunun çok büyük payı var. The Sims�in bu kadar geniş bir kitleye yayılması bunun bir meyvesi olsa gerek. Örneğin yaratık yaratma ekranının nasıl bu kadar kullanışlı ve nasıl bu kadar detaylı olabildiği ciddi anlamda insanı hayretlere düşürebilir. Spore�a oyun dünyasının Google�ı desem sanırım kimseyi gücendirmemiş olurum

Hücre Aşaması

Gezegenimizi seçtikten sonra yapacağımız ilk seçim minik yaratığımızın etçil mi otçul mu olacağı yönünde. Seçimimizi yaptıktan ve yarattığımız oyuna isim verdikten sonra suyun içerisinde ilk mücadelemiz başlıyor. Basit bir canlıyız ve bir an önce büyümemiz gerekmekte. Yaptığımız seçime göre minicik et ya da bitki parçaları yiyerek büyümek bu aşamanın en önemli unsuru, daha doğrusu bizim tek derdimiz. Yediğimiz her besin hem bize evrimleşebilmek için puanlar kazandırıyor � para diyebiliriz- hem de gelişmemizi sağlıyor. Belli noktalarda yaratığımız bir üst kademeye geçiyor. Artık mikroskobik bir canlı olmaktan çıkıp yavaş yavaş gözle görülebilir boyutlara ulaşıyoruz. Ancak yaşamın doğal bir sonucu olarak ortaya düşmanlarımız, rakiplerimiz çıkıyor. Haliyle oyunun tümüne hakim olan varoluş mücadelesi daha hayatımızın ilk dakikalarında omuzlarımıza yükleniyor. Artık tek derdimiz besin bulmak değil; besinimize, suyumuza, genel olarak hayatımıza ortak olan diğer canlılarla savaşmak, güçlü olup karaya ayak basabilmek

Evrimleşme özellikleri her evrede farklı yerlere saklanmış. Bu özellikleri açarak yaratığımıza hayatta kalabilmesi için yeni donanımlar kazandırmamız gerekiyor. Hücre aşamasında bu donanımlara rakip türleri öldürerek ulaşıyoruz. Örneğin elektrik şoku verebilen bir canlıyı öldürdüğümüzde bu özelliğe sahip olmuş oluyor ve yeterli puana sahipsek yaratığımızı donatıyoruz. Bu kısmi mutasyon işlemini yapmak için yaratık yaratma ekranına geçmemiz gerekiyor. Tahmin edeceğiniz üzere çiftleşip, kalıtsal değişiklik meydana getirmeliyiz, bize uygun bir eş lazım. Çok şükür ki tek buton ile çiftleşmeye müsait türdeş canlıyı bulmak mümkün. Kalp dolu sevgi pıtırcığı şeklindeki kurlaşmadan sonra yaratık yaratma ekranına geçebiliyoruz.

Bu aşama diğerlerine göre en az modifikasyon özelliklerine sahip aşama. Birkaç ağız (hem etçil hem otçul olabilmek mümkün) , savaş donanımı (zehir, elektrik şoku, sivri �spike- uçlar gibi) ve hareket etmemizi kolaylaştıracak (jet, siller, kamçılar gibi) çok sınırlı modifikasyonlara sahibiz. Bu denli küçük bir canlı için fazla bile.

Hücre aşaması bugüne kadar oyun dünyasında görülmüş en basit, en kendini oynatmayı beceren, en sevimli, Spore�dan ayrı, bambaşka bir oyun gibi. O denli nefis. Belki biraz Pac-Man çağrışımı yapabilir. Tek sorun oldukça kısa sürmesi ve kurt oyuncuları tatmin edecek epik öğeler, ulaşılması zor hedefler barındırmaması. Spore�u edinme istediğinizi kışkırtacak en önemli artıyı buraya koyalım.

Yaratık Aşaması

Hücre aşamasında alttaki büyüme barını doldurduğumuz anda karaya ayak basacak şekilde evrimleşiyoruz. Aşamalar arası geçişlerde yaratığımızın kısa hayat hikayesini grafik şeklinde görebilmek mümkün: nereden nereye diyebilmek için. Minik su canlımıza bu aşamada ayak ekleme vaktimiz geldi. Artık omurga üzerinde daha detaylı çeşitlendirmeler yapabiliyoruz ve daha çok modifikasyona sahibiz. Oyun 2-B platform havasından çıkıp tamamen 3-B moda geçiyor.

Yaratık aşaması için çok basit bir WoW türevi demek sanırım yanlış olmaz. Yapmamız gereken görevlerimiz, geliştirmemiz gereken bir karakterimiz (canlımız) ve bunları yapmak için seçmemiz gereken bir yol var. Kanlı ya da barışçıl bir şekilde sahip olunan toprakları genişletmemiz gerekmekte. Bu aşamada artık yuvalandığımız bir alanımız mevcut. Tıpkı diğer türlerin sahip olduğu gibi. Ve amacımız diğer türlerin yuvalarını ele geçirerek ya da onları ittifakımıza katarak topraklara egemen olmak. Karakterimizin de bu iki farklı yol için geliştirilmiş özellikleri mevcut. Önemli olan bizim hangi yolu seçeceğimiz: dans ederek, şirinlik yaparak, şarkı söyleyerek dost mu kazanmak istiyoruz, yoksa pençe vurarak, dişlerimizi geçirerek yok mu etmek istiyoruz, tüm mesele burada.

Hücre aşamasında diğer canlıları öldürerek ulaştığımız donanımlara bu sefer fosilleri kazarak ulaşabiliyoruz. Ancak bu donanımları/özellikleri yaratığımıza eklerken yukarıda bahsettiğim savaşçı ya da barışçı noktalara dikkat etmemiz gerekiyor. Örneğin güzel şarkı söyleyebilen ya da güçlü dişleri olan bir ağız yerleştirmemiz mümkün. Bazen barışla bazen savaşla yuvaları ele geçirmek ve buna uygun bir yaratık yaratmak pek mümkün değil. Oyunun belli dönemlerinde muhakkak bir seçim yapmak zorunda kalacaksınız, o yüzden baştan seçim yapıp yaratığımızı seçim doğrultusunda evrimleştirmek en doğrusu olacaktır. Dans etmeye müsait bir ayağa ve kavga amacı taşıyan sivri tırnakları olan bir ele sahip karma bir yaratık takdir edersiniz ki ne idiği belirsiz olacaktır. Ha ben böyle birşey istiyorum derseniz size kolaylıklar diliyorum.

Diğer türlerin yuvalarını ele geçirebilmek için o yuvaya ait belli sayıdaki üyeyi şarkılarımızla mest etmemiz ya da öldürmemiz lazım. Social ya da Combat moda geçip yuvalara yaklaşıp gerekli özellikleri kullanıp her iki anlamda da �avcılık� yapmamız gerek. Belli sayıdaki yuvaya egemen olduğumuzda beynimiz artık kabile yaşamına uygun düzeye ulaşmış oluyor.

Kabile Aşaması

Yaratık aşamasının sonunda minik canlımız ateşi kontrol etmeyi öğreniyor. Beyninin ulaştığı düzey artık kabile yaşamına geçmeyi tetikliyor ve türdeşlerimiz ile �yuvalanmaktan� yavaş yavaş �yerleşik düzen� konumuna geçiyoruz. Diğer aşamada yaratığımıza eklediğimiz modifikasyonlardan gelen puanlar (combat-social yetenekler) bu aşamada sıfırlanıyor. Yeni eklemeler yapmamız gerekiyor. Artık bir pençeye değil güçlü omuzluklara ya da kafalıklara ihtiyacımız var.

Bu aşamayı basit anlamda Populous�a benzetmek mümkün. Yaratığımız üzerine odaklanmaktan çok kabilemizi güçlendirmeye çalışıyoruz. Evrimleşme özelliklerini diğer kabileleri istila ederek kazanıyoruz. Ve bu özellikler içerisinde kabilemizde yapabileceğimiz değişiklikler de var. Örneğin bir balıkçı evi ekleyebiliriz. Böylece balıkçılar yetiştirip yemek sıkıntımıza çare bulabiliriz. Ya da mızrak atabilen askerler yetiştirebiliriz. Belirli sayıdaki bina dikilebilen alanlara yine bir önceki aşamada olduğu gibi savaşçı ya da barışçı kabiliyetlerimizi geliştirebilecek binalar dikmek mümkün. Yer sıkıntımız olduğundan -yine haliyle- ne yönde egemenlik istediğimize karar vermemiz gerekmekte.

Kabileleri istila ettikçe veya saflarımıza kattıkça maksimum üretebileceğimiz asker sayımızda da artış oluyor. Kaybedilen askerlerin yerine yenilerini türetmek mümkün. Belirli yemek karşılığında küçük yumurtalar içerisinde yeni yeni askerleri yeni yeni ahçıları kadromuza katabiliyoruz.

Maalesef ilk iki aşamanın yanında kabile aşaması oldukça sıradan, kısa ve sıkıcı. Evet kabile aşaması çok daha fazla stratejik roller biçiyor bize. Ancak maalesef bunlar çok yavan kalıyor. Dışarıdan size gelen saldırılar oldukça sınırlı. Üstelik bunlar önceden haber veriliyor. Sonuçta fazla aksiyon olmayan, yaratıcılıktan yoksun kısa bir aşama.



Medeniyet Aşaması

Ateşi kontrol edip kabile düzenine geçen yavrucaklarımız bu sefer çok daha vahimsel gelişmeler gösteriyorlar. Atom bombası, gemi, belediye binası gibi medeniyet sembolü (!) fikirler arasında kabile düzeninden şehirciliğe keskin bir geçiş yaparak başlıyoruz.

Medeniyet aşaması bina ve araç yaratma ekranlarına ulaştığımız ilk aşama. Bu aşamaya başlarken öncelikle belediye binamızı tasarlıyoruz. Yaratık yaratma ekranındaki basit ve derinlik aynı şekilde bina ve araç yaratma ekranları için de geçerli. Belediye binamızı ve kara aracımızı yarattıktan sonra ele geçireceğimiz gayzer kaynaklarından gelen puanlar doğrultusunda ev, eğlence binası ve fabrika tasarlayabiliyoruz. Yine sınırlı sayıdaki boşluklara bunları yerleştirmemiz mümkün. Evler ile üretebileceğimiz maksimum ordu sınırını yükseltiyoruz. Eğlence binaları ile evleri olabildiği kadar yakın dikerek halkımızı mutlu edebiliriz. Fabrikalar ise halkımızın üretkenliğini artırıyor. Ancak eğlence binalarına yakın dikilmemesi gerekmekte.

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/spore-2/feed/ 0
Syberia 2 https://www.hell-world.org/gamez/syberia-2-2/ https://www.hell-world.org/gamez/syberia-2-2/#respond Thu, 25 Sep 2008 18:15:51 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=760 http://www.handango.com/include/pictures/185298/syberia2_cover_h_us.jpg

İlk oyunun üstünden uzun bir süre sonra çıkan Syberia 2, macera hastalarına ilaç gibi geldi. Nedeni; bu kadar güzel grafikleri ve konusu olan macera oyunları pek sık çıkmaması. Konu olarak ilk oyunun bittiği yerden başlıyor ve bu Syberia oyuncuları için artı bir özellik. Aynı zamanda ilk defa bu maceraya katılanlar da konu açısından pek bir şey kaybetmiyor.

Kahramanımız ve yönlendireceğimiz karakter Kate Walker. Bir avukat çalıştığı firmaya haber vermeden yaşlı dostu Hans ile birlikte trene binip kayıp ada Syberia’yı ve orda yaşayan mamutları bulmaya çıkar. Hans bir mekanik uzmanı ve oldukça da hastadır. Çocukken rüyalarında gördüğü Syberia’yı bulmak onun son arzusudur. Kate de bunu kabul eder, Mr. Marson’un bütün ısrarlarına rağmen geri dönmez. Mr. Marson, Kate’in peşinden adam gönderir ve tüm gelişmeleri ofisinden takip etmektedir. Yolculuğa Hans’ın yaptığı özel bir tren ve Oscar adında bir robotla çıkarlar. İlk durakları Sibirya’dır ve maceramız burada başlar. Amacımız kayıp adayı ve mamutları bulmak. Ancak bu pek de kolay olmayacak, çünkü bir sürü sorunla karşılaşıp bunların üstesinden gelmeye çalışacağız. Özellikle hikayesi ve Syberia adlı gizemli şehri bulmak amacıyla katlanacağımız zorluklar bize pek çok güzel şey yaşatacak.

Öncelikle bulmacalardan bahsedelim. Bir macera oyununda olması gerektiği gibi bazen zor bazen de kolay bulmacaları çözüyoruz. Bulmacalar mekanlarla, konuyla uyumlu ve mantıklı hazırlanmış. Saçma ve alakasız şeyler yapmanız istenmiyor. Bazen bulmacalar yüzünden takılıp saatlerce dolandığınız oluyor, biraz kafa yorunca aslında çok kolay olduğunu görüyorsunuz. Bulduğunuz dökümanlarda birçok ipucu ile karşılaşıyorsunuz. Ara demolarda size ipucu veren şeylere rastlamak mümkün. Bunun haricinde oyunun birçok yerinde birbiriyle bağıntılı şeylere rastlamanız hikayeyi güçlendiriyor. Örneğin kış ayındayız ve mamutlar kışın yetişen bir bitkiyi yemek için gelecekler. Bu bitkiyle Syberia’da karşılaşıyoruz ancak farklı bir amaç için kullanıyoruz.

Grafik olarak bir macera oyunundan beklenenden çok daha fazlasını sunuyor. Sistem olarak çok fazla bir şey istemiyor. En düşük sistemlerde bile gayet güzel çalışan oyun, mükemmele yaklaşan grafikleri ile gözlerinizi yaşartacak. Karakterler 3D ve mekanlar 2D tasarlanmış. Ancak mekanların 2D olduğuna inanmak istemiyorsunuz. Çünkü ayrıntılar ve animasyonlarla bezenmiş arka planlar size 3D gibi görünüyor. Etrafta uçan kuşlar, gezinen hayvanlar, hareket eden insanlar ve nesneler, su yüzeyinin dalgalanması, yanan bir meşalenin aydınlattığı duvarlar vs. arka plana çok iyi oturtulmuş. Karda yürürken yerde oluşan ayak izleri, yağan kar, belli belirsiz düşen kar kütleleri adeta yaşayan bir dünyada hissetmenizi sağlıyor. Girdiğiniz mekana göre değişiyor bu animasyonlar. Herşey olması gerektiği gibi. Karakterlerin tasarımı detaylı yapılmış. Değişik karakterlerle karşılaşıyorsunuz ve bunların hareketleri de farklılık gösteriyor. Örneğin topal biri olması gerektiği gibi yavaş yürüyor. Karakter hareketleri de oldukça gerçekçi yapılmış. Konuşurken el kol hareketleri yapıp az da olsa anlatımı vurgulamaya çalışıyorlar. Durduğunuz zaman hareket ediyorsunuz. Açık bir ortama geldiğinizde Kate gözlüklerini takıyor. Bir şey bulduğunuzda bunu alıp mantosunun içine koyuyor ya da bir şey kullanırken buna göre hareket ediyor. Bütün bu hareketler oyuna renk katıyor. Zaten hareketlerin yumuşaklığı da etkileyici düzeyde.

Ara demolar grafiklerden daha güzel yapılmış. Ara demonun pek iyi olmadığı durumlarda oyun içinden alındığını fark edebiliyorsunuz. Demolarla oyun içindeki mekanlar ve hareketler çok güzel uyuşturulmuş. Tam demo başlarken insanların ve nesnelerin durduğu yerlere ve hareketlerine dikkatle bakın, demodaki yerleri ve hareketleri ile karşılaştırdığınızda pek bir fark göremiyorsunuz.

http://handheld.softpedia.com/images/software/screens/Syberia-2-1.jpg

Hikaye gereği hep soğuk ve buzlu mekanları dolaşıyoruz. Birçok değişik yer göreceksiniz. Mekanların mimarisi usta ellerden çıkmış. Etkileyici yerlerde bazen etrafı seyretmeye dalabiliyorsunuz. Mekanlar arasında küçük geçişler yapılmış ve bunlar arasında geçerken yaşanan küçük beklemeler sıkıntı verebiliyor. Uzak bir yere hızla gitmek istediğiniz zaman ya da geride bir şeyi unuttuğunuz zaman bunu daha iyi anlıyorsunuz. Özellikle de bu ara geçişleri birçok parçaya bölmüşler. Fakat normalde de böyle olması gerekir. Mesela bir trenden ineceğiniz zaman kapıya tıkladığınız anda kendinizi dışarıda bulmak pek de mantıklı olmazdı. Önce kapıyı açıp vagon arasına çıkıyor ardından da basamakları kullanıp trenden iniyorsunuz. Bir eşyayı kullanırken ya da alırken de aynı şey söz konusu. Önce eşyaya tıklayıp daha yakından bakıyorsunuz. Sonra da onu kullanıyor ya da alıyorsunuz. Bir de bulduğunuz bir eşya ya da makine arka planda sırıtmıyor.

Oyunda tek kontrol aracımız faremiz. Konuşmak, yürümek, koşmak, almak, kullanmak kısaca herşeyi sol fare tuşu ile yapıyoruz. Envanter ekranı da sağ tuşla karşımıza çıkıyor. Bir eşyayı almamız ya da kullanmamız gerekiyorsa imleç değişiyor. Aynı zamanda mekanlar arası dolaşırken ve biriyle konuşurken de imleç değişiyor. Gideceğiniz yeri ya da bir eşyayı bulmak pek de zor değil. Ama bazen gözden kaçırmanız olası. Bir de yakında kullanacağımız bir şey varsa Kate kafasını o yöne doğru çevirip yardımcı oluyor. Bütün bunlar oynanabilirliği kolaylaştırıyor. Zaten tüm macera oyunlarında olması gereken şeyler bunlar. Bir de klavyede space tuşuna bastığımızda oyunu durdurabiliyoruz ki bu da sıklıkla kullanabileceğiniz bir ayrıntı.

Müzik ve ses bakımından da oldukça başarılı bir oyun Syberia 2. Sadece önemli bir şey yaptığımızda ya da bir bulmacayı çözdüğümüzde başlayan müzikler insanı etkiliyor. Müziklerin pek sık çalmaması oyuna ayrı bir hava katmış. Yani müzik çalmaya başlayınca doğru yolda olduğunuzu anlıyorsunuz. Etraftaki sesler de çok başarılı. Hayvan sesleri, açık havaya çıktığınızda duyduğunuz rüzgar sesi, akarsudan gelen su şırıltıları vs. gibi sesler gerçekçi yapılmış. Hatta mekanik nesnelerin çıkardığı seslere hayran olacaksınız. Karakterlerin konuşmaları da uyum sağlamış. Rus aksanıyla İngilizce konuşmaları biraz komik kaçmış. Bunun haricinde diyalogları alt yazı olarak da görebiliyorsunuz. Yalnız çoğu zaman sıkıcı ve uzun geçtiğinden hemen atlamak istiyorsunuz. Bir de cep telefonumuzun ara sıra çalıp bizi rahatsız etmesi ayrı bir tat katmış.

http://justanothermobilemonday.com/Wordpress/wp-content/uploads/2008/01/syberia2-01-thumb.jpg

Bütün güzel yanlarına rağmen ufak hataları da var oyunumuzun. Bir yerde karşılaştığım bir hata ile, bir konuşmayı tam olarak bitirmeden oradan ayrıldığınızda içinden çıkılması imkansız bir döngüye giriyorsunuz. Örneğin ilk başlarda kışlık kıyafetlerini aldıktan sonra bir şeyi eksik bırakıp kıyafeti giyin, dışarı çıktığınızda birdenbire üstünüzdeki kıyafetlerin yok olduğunu ve çantanıza düştüğünü görebilirsiniz. Çok nadir de olsa bu ve buna benzer hatalara rastlamak mümkün. Bir de yine ilk başlarda gördüğüm açık havada yanan soba beni şaşırttı, gözden kaçırmış olmalılar. Ama bunlar çok küçük şeyler ve oyunun havasını kesinlikle bozmuyor.

İlk oyunu oynamamış bile olsanız kesinlikle tavsiye edilecek bir oyun. Hatta ilk defa macera oynayacak olanlara bile öneririm. Syberia 2, çok zor olmayan bulmacaları, üst seviyede grafikleri ve hikayesiyle büyüleyici bir oyun.

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/syberia-2-2/feed/ 0
Syberia https://www.hell-world.org/gamez/syberia/ https://www.hell-world.org/gamez/syberia/#respond Thu, 25 Sep 2008 18:13:09 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=758 http://ramazzotty.files.wordpress.com/2008/02/syberia1.jpg

Ah nerde o eski günler. Larry, Broken Sword, Monkey Island gibi çok kaliteli adventureları her zaman görebiliyorduk. Gün geldi, adventure oyunları pek çıkmamaya başladı. Yeni oyun duysak ya FPS ya strateji ya FRP ya da spor oyunları. Tabi durum böyle olunca adventure oyunu duyduğumuzda hemen almak geliyor içimizden. Yalnız çıkan adventure oyunlarının hepsi öyle kaliteli yapımlar değil ama bu yazıda incelediğim oyun çok kaliteli bir yapım. Uzun süren adventure açlığımı fazlasıyla giderdi ve adventure sevenlerin mutlaka oynaması gereken bir oyun.

Oyun sizi öyle bir bağlıyor ki saatlerce başından kalkamıyorsunuz. Bu yazıyı yazmadan önce oyunu bitirmek için tam yedi saat başından kalkmadım (O Koreli genç gibi ölecektim Allah korusun). Sözü fazla uzatmadan oyuna geçelim.

Oyunumuzun konusu şöyle. Biz Kate Walker adında bir avukatız (gerçi oyunda avukatlıktan başka herşeyi yapıyorsunuz o ayrı mevzu). Şirketimiz bizi bir firmayla anlaşma yapmak için Valadilene adlı yere yolluyor. Bu firma Automaton adlı robotlar üretiyor. Tabi anlaşmayı imzalatmak kolay ama bu sırada kötü bir olay gerçekleşiyor. Anlaşma yapmak için gittiğimizde firma sahibi Anna Voralberg’in öldüğünü görüyoruz (ilk demo). Bu anlaşmayı Anna Voralberg’in bir mirasçısına imzalatmamız gerekiyor. Valadilene kentinde yaptığımız birkaç araştırmadan sonra Anna Voralberg’in tek mirasçı olduğunu öğreniyoruz. O da erkek kardeşi Hans Voralberg. Hans Voralberg’i bulmamız gerekiyor. Yalnız yine bir sorun var. Hans yıllar önce bu kentten ayrılmış ve yaptığımız araştırmaya göre onun Sibirya’da herhangi bir yerde olduğunu öğreniyoruz. Bundan sonra asıl maceramız başlıyor.

Oyunun bu konusunu öğrendiğimde konu bana çok zayıf gelmişti. “Ya sadece bir anlaşma imzalattıracağız, ne kadar zor olabilir ki, keşke daha iyi bir konu olsaydı” diye düşünüyordum ama oyunda şunu gördüm. Oyun ilerledikçe yeni detaylar çıkıyor. Mesela bir bölümde Oscar adlı dostumuzun (Automaton) kolları çalınıyor, kolları çalan kişiyi bulduğumuzda bize bu kolları bir şartla vereceğini söylüyor eski bir Rus sanatçıyı ona getirmemizi istiyor (Helena Raminski), Helena’yı buluyoruz (zorlu bir araştırmayla) onu gelmeye ikna ediyoruz fakat bizden sesini düzeltmemizi istiyor. İşte konu böyle derinleşiyor ve çok güzel bir hal alıyor.

Oyundaki bulmacalar da gerçekten çok iyi. Hepsi çok kaliteli tasarlanmış. Ayrıca arada geçen esprilerin de kalite düzeyi yüksek (tabi anladığım 2-3 espri var, yarım yamalak İngilizce’yle o kadar oluyor). İyi İngilizce biliyorsanız diyaloglarlarda eğlenceli vakit geçireceksiniz. Zaten oyundaki diyalogları anlarsanız oyundaki bulmacaları ve diğer olayları çözmek çok kolaylaşıyor eğer İngilizce’niz iyi değilse tam çözümlere talim edeceksiniz. Topladığınız ipuçlarını iyi okuyun ve topladığınız kağıtlardaki rakamları mutlaka kullanın, bir işe yarıyordur. Aldığınız kağıtlardaki resimlere de dikkat edin, özellikle tarih öncesi bir hayvan olan mamut resimlerine dikkat edin, onlar sizi Hans Voralberg’e götürecek.

http://www.armchairempire.com/images/Reviews/pc/syberia-2/syberia-2-4.jpg

Oyunu yalnızca mouse kullanarak oynuyoruz. Mouse’un sağ tuşuyla menümüze bakıyoruz, sol tuşla diğer işleri yapıyoruz (obje alma, konuşma…). Oyunda bir not defterimiz ve bir de telefonumuz var. Not defterinde sorulacak sorular var. Bu sorular oluşan olaylar doğrultusunda genişliyor. Telefonumuz da oyunda çok işe yarıyor. Bir bölümde telefonla annemizi arıyoruz ve aradığımız biri hakkında bilgi alıyoruz bu sayede aradığımız insanın nerede olduğunu öğreniyoruz. Daha başka işlere de yarıyor telefonumuz (faks gibi, faksı patrona çekiyoruz ve anlaşmayı falan istiyoruz). Ayrıca telefon gerçek dünyadaki gibi işliyor. Oyun sırasında bizi sürekli yakınlarımız arıyor (Sevgilimiz, annemiz, arkadaşımız, patronumuz). Bize sürekli nerede olduğumuzu, şu an ne yaptığımızı falan soruyorlar (iş başında bizi sürekli rahatsız ediyorlar, hele patronumuz).

Oyunun teknik detaylarını gelelim. Oyun 2 CD’den oluşuyor. Size oyunla ilgili tek tavsiyem var, eğer hard diskinizde yeriniz varsa oyunu full kurun 1.1GB yer kaplıyor. Full kurarsanız oyun sorunsuz oynuyor. Malum hepimiz kopya oyun alıyoruz eğer minimum falan kurarsanız CD ile ilgili sorunlar çıkıyor.

Syberia bence mükemmel grafiklere sahip bir oyun. 3D Studio Max’in bütün nimetleri kullanılmış diyebilirim. Özellikle mekan tasarımları ve animasyonlar çok güzel. Daha ana menüyü açtığınızda çok tatlı bir animasyonla karşılaşıyorsunuz, (Bir Automaton tekerlek çeviriyor) ordan oyunun ne kadar kaliteli grafiklere sahip olduğunu anlayabilirsiniz. Hem bu güzel grafikler öyle yüksek bir sistem de istemiyor, P3-500, 128MB RAM, 16MB 3D hızlandırıcılı grafik kartınız olsa oyunu mükemmel şekilde oynarsınız. Ben 30-70FPS arasında oynadım oyunu (FPS’yi görmek için é (konsol) tuşuna basmanız yeterli). Oyunun böyle rahat oynamasının sebebi de etraftaki herşeyin birer kaplama olması (bir arkadaşım bitmap üzerinde render demişti bu tekniğe). Bu kaplama olayını şöyle anlatayım; oyunda yerde su birikintileri var, bu su birikintilerinde etraftaki herşeyin yansıması var ama siz suyun üstüne çıkarsanız kendi yansımanızı göremezsiniz eğer o yansımayı görebilseydik o zaman FPS düşerdi. Zaten dikkat edin animasyon gördüğünüzde (kuşların uçması, yel değirmenin dönmesi) FPS düşecektir.

http://linia199.files.wordpress.com/2007/12/syberia-ii-2.jpg

Oyunun müzikleri de çok güzel. Özellikle bir müzik vardı, slow bir müzik. Bence mükemmel. Oyunda herhangi bir görevi yaptığınızda da hafif bir müzik çalıyor, bu sayede görevi doğru yaptığınızı anlayabilirsiniz. Oyunun içindeki diğer sesler de çok iyi (su sesleri, kuş sesleri, dalgalar…). Oyunun seslendirmeleri bir sinema filmi kadar kaliteli zaten adventure oyunları genelde diyaloglarla çözüldüğü için seslendirmelerin çok iyi olması lazım (ya da alt yazıya bakarsınız).

Sonuç olarak Syberia çok kaliteli bir oyun.Kanadalı Microids firması turnayı gözüden vurmuş diyebilirim. Bu aralar adventure oyunu çıkmıyor zaten o yüzden bu oyunu mutlaka oynayın. Güzel grafikleri ve sürükleyici konusuyla sizi bambaşka dünyalara götürecek, kendinizi olayların içinde bulacaksınız ve saatlerce oyunun başından kalkmayacaksınız. Bir de oyunun sonunda çok ilginç bir gelişme oluyor. Kate Walker gerçek yaşantısına mı dönecek (New York’taki hayatına) yoksa Hans Voralberg’in esrarengiz yaşantısına eşlik mi edecek (Sibirya’da)? Oyunu bitirirseniz görürsünüz ama şimdilik bu kadar söyleyeyim de oyunun tadı kaçmasın. Bu oyunu mutlaka oynayın…

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/syberia/feed/ 0
Warlords Battlecry https://www.hell-world.org/gamez/warlords-battlecry-2/ https://www.hell-world.org/gamez/warlords-battlecry-2/#respond Thu, 25 Sep 2008 18:10:59 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=756 "http://img263.imageshack.us/img263/6053/imageil3.jpg" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.

Son günlerde oyun yapımcıları artık tek tür bir oyun ile yetinmemeye ve yeni türler çıkarmaya başladılar. Hep aynı giden oyunlardan da sıkılmış olan oyuncular bu yeni türlere balıklama atladılar. Warlords: Battlecry ise Role playing game/Real time strategy karışımına verilebilecek en güzel örnek.

Oyun, artık modası geçmiş olsa da, 2D üzerine kurulmuş. Ben birçok insanın aksine real-time strategy oyunlarına 2D’nin daha çok yakıştığını düşünüyorum.

Oyunda seçebileceğimiz toplam 9 tane ırk bulunuyor. Bunlar; Humans, High Elves, Wood Elves, Dark Elves, Dwarves, Orcs, Minotaurs, Undeads ve Barbarians. Irk çeşitliğinin fazlalığı oynanabilirliği olumlu yönde etkilemiş. Sıkılmadan uzunca bir süre başından kalkmadan oynayabiliyorsunuz.

Campaign görevlerine ise Human ırkı ile başlıyoruz ve ilerde iyi ya da kötü olmak isteğimize göre ırkımızı değiştiriyoruz.

Oyun sadece normal bir RTS (real time strategy) değil. Önce oyundaki 9 ırkın birinden bir Hero yaratıyorsunuz. Bu Hero siz savaş kazandıkça level atlıyor ve belirli özellikler kazanıyor. Hero’nuzun dört temel özelliği var. Bunlar Strength, Dexterity, Charisma ve Intelligence.

Hero’nuz ayrıca bir işçi gibi bina yapabiliyor ve madenleri convert edebiliyor. Convert etmek kendi tarafına geçirmek demek. Ne kadar maden convert ederseniz o kadar çok gelir kazanırsınız, çünkü madenler, içine adam sokmadan da size belirli bir gelir getiriyorlar. Ayrıca her ırk belirli kaynaklara diğerlerinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Mesela Undead’ler kristale ihtiyaç duyarken Dwarf’lar metale daha çok ihtiyaç duyabiliyor. Bu yüzden rakibinizin en önemli kaynağına saldırıp yok ederseniz bir süreliğine duraklamasına yol açabilirsiniz.

Hero’nuza gözünüz gibi bakın derim. Çünkü adamlarınıza combat bonusu veriyor ve daha iyi savaşmalarını sağlıyor. Ayrıca ileri level bir hero ile bir orduyu bile dağıtabilirsiniz. Özellikle Wizard Hero’lar ilerki level’larda durdurulamaz güçler haline geliyor. Necromencer bir wizard tek bir büyü sözcüğü ile gündüzü gece yapabiliyor, yağmur yağdırtmaya başlayabiliyor. Ayrıca çok güçlü bir Undead Lord yaratabiliyor. Ve bu Undead Lord da neredeyse hero’nuz kadar güçlü! Ayrıca ileride ne seçeceğinize bağlı olarak ırkınızı seçin derim. Yani eğer Warrior olmak istiyorsanız Undead hiç iyi bir seçim olmaz. Bunun yerine Minotaur ya da Dwarf seçerseniz çok daha güçlü olabilirsiniz. Aynı zamanda wizard bir hero yaratmak isterseniz de Undead ya da Dark Elf güzel bir seçim olacaktır.

Oyun esnasında da çeşitli quest’ler sizi bekliyor. Oyunun gidişatıyla alakası olmayan bu quest’leri yerine getirdiğinizde çeşitli ödüller kazanıyorsunuz. Mesela eğer 200 altın verirseniz birkaç Dwarf size katılabiliyor ya da büyüsel özelliği olan bir kolye alabiliyorsunuz.

Birlikleriniz experience aldıkça level atlıyorlar ve belirli özellikler kazanıyorlar. Yani bir biriminiz ne kadar savaşa girmişse aldığı tecrübeler sayesinde o kadar iyi combat yapabiliyor. Her birimin 6 özelliği bulunuyor. Bunlar Combat, Speed, Hits, Damage, Range ve View.

http://news.filefront.com/wp-content/uploads/2008/03/warlords-battlecry-iii-2.jpg

Oyunun ses efektleri normal düzeyde. Ne çok güzel ne de çok kötü. Ancak müzikler gerçekten çok kötü. Oyuna atmosfer katmak için konduğu belli ancak bence bütün atmosferi alıp götürüyor. Midi kalitesinde olmaları ise başka bir dezavantaj. Sanki çocuk şarkısı dinliyormuşsunuz gibi geliyor.

Grafiklere gelecek olursak, gerçekten çok güzeller. Gayet anlaşılır olmuşlar ve adamların, binaların boyları falan orantılı olmuş. Bu da gerçekçiliği arttıran önemli etkenlerden. Ancak biraz fazla ‘mükemmel’ olmuşlar. Yani bir kale inşa ediyorsunuz, üzerinde hiçbir pürüz yok, dümdüz bir kale. Ancak web sitesinden aldığım son haberlere göre bunun üzerinde çalışılıyormuş ve yakında bu eksiği kapatan bir patch çıkaracaklarmış. Yani çok daha gerçekçi grafikler bizleri bekliyor.

Şimdi de biraz stratejik bilgilere geçelim…

Bence oyunun en iyi ırkı dwarf’lar. Atlı birlikleri olmasa da bunu yaya birlikleriyle gayet güzel kapatıyorlar. Büyücü üretemiyorlar, bu aslında büyük bir eksi. Fakat 60 damage verebilen (smith’deki upgrade’ler ile toplam 70’e kadar çıkabiliyor) Dwarf Lord’ları gerçekten çok büyük bir avantaj. (Bir dragon’un vuruş gücü bile 55). Birkaç tanesi yan yana gelince durdurulamaz oluyorlar. Yavaş olmaları ise bir dezavantaj. Ayrıca Dwarven Smith’ler herhangi bir madene (altın, kristal vs..) girince 2 adam yerine sayılıyorlar.

Bir diğer güzel ırk ise Undead’ler. Undead’ler birimlerini oluşturmak için önce mutlaka iskelet askerler üretmek zorundalar. Daha sonra bu iskelet askerler diğer birliklere dönüşebiliyorlar. Undead’lerde dikkat etmeniz gereken bir özellik Lynch. Bu büyücülerden mutlaka ama mutlaka üretin. Çok uzun menzilleri ile bir kuleyi hiç zarar almadan dağıtabiliyorlar. Ayrıca çok zor ölüyorlar. Undead ırkını seçerken en büyük yardımcınızın Lynch’ler olacağını unutmayın.

Oyunda farklı birimleri seçerseniz ve hepsine birden yürüme emri verirseniz en yavaş birime ayak uyduracaklardır. Bu da hepsinin yavaşlamasına neden olacaktır. Ancak ‘Ctrl’ tuşuna basarsanız her birim maksimum hızında yürümeye başlayacak. Buna da önem gösterin diyorum.

Oyunu savaş sırasında ‘F12’ tuşu ile durdurabiliyorsunuz. Oyun durmuşken birimlerinize hangi işleri yerine getireceklerini söylüyorsunuz ve oyun tekrar başladığında adamlarınız bu emirleri yerine getiriyorlar. Bu yüzden oyunun bu bölümü biraz turn-base stratejiye benzemiş.

http://a248.e.akamai.net/f/248/5462/2h/images.gamezone.com/screens/22/7/91/s22791_pc_1.jpg

Warlords: Battlecry her ne kadar single player kısmı güzel bir oyun olsa da en büyük zevki kesinlikle multiplayer oynarken alacaksınız. Zaten bence bu tür real-time strateji oyunlarının hepsinin asıl zevki multiplayer’da çıkıyor. (Age of Kings, Majesty,…). Multiplayer sayesinde yılların oyunu Red-Alert’ı bile hala sıkılmadan oynayabiliyorum.

Multiplayer modunda toplam 13 çeşit ayrı oyun türünde oynayabilirsiniz. Bu çeşitlilik gerçekten de oyundan sıkılmanızı engelliyor. Ayrıca karşınızdaki rakiple (2v2 falan yapıyorsanız dostunuzla da olabilir) alış-verişte bulunabiliyorsunuz.

Son olarak, WarlordsIV: Battlecry, real time strateji ve RPG türü oyun severlerin kaçırmaması gereken bir oyun. Majesty oynayıp da tadı damağında kalanlar zaten hemen alacaklardır. En azından Warlords serisine olan saygıdan bile alınır derim.

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/warlords-battlecry-2/feed/ 0
Frontlines Fuel of War https://www.hell-world.org/gamez/frontlines-fuel-of-war/ https://www.hell-world.org/gamez/frontlines-fuel-of-war/#respond Wed, 09 Jul 2008 10:30:40 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=633

Geleceğin senaryosu şimdiden PC’lerimizde işleniyor!
Bugüne kadar su ve petrol için savaş konusu sinemada, yazılarda daha birçok yerde karşımıza çıktı. Kitaplarda yer buldu, hatta bunların üstüne Dünya�nın geleceğine dair farklı senaryolar bile hazırlanıp, çizildi. Kaos firması da boş durmadı ve petrol savaşlarını dijital ortama aktarıp, Frontlines: Fuel of War’ı oyuncuların beğenisine sundu. Frontlines acaba rakiplerinden ayrılıp kendine nasıl bir yer bulacak?

Benzin bitti

FPS kamera açısını kullanan online bazlı oyun, Western Coalition ve Red Star Alliance arasında acımasız petrol savaşını konu alıyor. Her iki tarafta toplamda 6 farklı sınıf bulunuyor. Bunlar; Assault, Heavy Weapon, Sniper, Anti-Vehicle, Special Ops ve Close Combat olarak adlandırılmış. Her sınıfın kendine has yetenekleri ve silahları bulunuyor. Close Combat yakın çatışmalarda oldukça etkili. Anti-Vehicle sayesinde araçları havaya uçurabiliyorsunuz. İki koalisyondaki sınıfların modellemeleri, araçları, silahları; görünüş ve isim olarak farklı. Ancak hepsi eşit güçte ve birbirinden üstün yanları yok. Firma genel olarak dengeyi tutturmaya çalışmış.

Genel olarak amacımız haritada belli olan noktaları (Rafineleri) tek tek ele geçirip, en son olarak rakibin ana üssünü de işgal etmek. Ele geçirdiğimiz yerler kendi tarafımıza geçtiğinde oradaki araçları, uçaksavar vs� kullanabiliyoruz. İki tarafta birbirine saldırıp sürekli olarak noktaları ele geçirmeye çalışıyor ki, burada takım oyunu ve araçlar ağırlığını koyuyor. Tek kişilik ordu modunda takılmaya çalışırsanız, kısa bir süre hayatta kalabiliyorsunuz. Araçları kullanması son derece kolay. Toplamda 16 araç var. Cip, tank, helikopter vs kullanabiliyoruz. Hatta cip ve bir iki ağır zırhlı araca 4-5 oyuncu binebiliyor. Bir tanesi kullanırken, diğerleri silahları kontrol edebiliyor. Ayrıca bir yerden bir yere hızlıca gitmek için araçlara kesinlikle binmek lazım. Zaten çatışmalar yoğun yaşandığından hemen ekstra güç olarak sıcak bölgeye intikal etmemiz gerekiyor.

Frontlines�ta her sınıfın kullanabildiği bazı özellikleri yer alıyor. Bu özelliklere kısaca �Role� yani rol deniliyor. Rol oyunculara; hava saldırısı yapmak, uzaktan kumandalı patlayıcı Drone göndermek gibi belli özel saldırılar yapmasını ve kullanmasını sağlıyor. Rolde dört farklı seçenek sunuluyor. Bunlar; Ground Support, EMP Tech, Drone Tech ve Air Support. Ayrıca bu dördü kendi içinde üç farklı şekle ayrılıyor. Üç özellikten ilki açık, diğerleri ise kapalı durumda bulunuyor. Diğer ikisini bir noktayı ele geçirdiğimizde, adam öldürüp Frag yaptığımızda aldığımız puanlarla açıyoruz. İlk aşama güçsüz oluyor. Ancak diğer ikisi daha etkili. Genel olarak sıkıştığınız anlarda ilk aşamayı kullanmanızı tavsiye ederim. Puanlarınızı biriktirip diğer ikisinden birini çatışma anında kullanmanız daha çok işinize yarayacaktır. Ekranın hemen sağ alt köşesinde rol göstergesi bulunuyor. Puanlar da bu kısımda mavi bir barla gösteriliyor. Rol özelliği her sınıfa göre farklı. Araçların ve takım oyunun ağırlıkta olduğu Frontlinesta rol fonksiyonu da ele alnınca, her bir oyuncunun özellikle bir grup olarak gittiği sıcak çatışmalarda rol özelliklerini kullanarak etkili olduklarını ve savaşı kendi taraflarına bile çevirebildiklerini belirtebiliriz. Özellikle hava saldırısı ve Drone�lar en etkili rol özelliği olarak göze çarpıyor.

Meydan muharebesi

64 kişiye kadar destek sağlanan Multiplayer�da, haritalar genel olarak büyük. Sadece rafinelerin yer aldığı bir çöl, şehir harabesi vs gibi çeşit çeşit haritalar bulunuyor. Bunlarda özellikle kalabalık savaşlar bir hayli zevkli geçiyor.

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/frontlines-fuel-of-war/feed/ 0
God of War Chains of Olympus https://www.hell-world.org/gamez/god-of-war-chains-of-olympus/ https://www.hell-world.org/gamez/god-of-war-chains-of-olympus/#respond Sun, 06 Jul 2008 12:23:40 +0000 http://www.hell-world.org/gamez/?p=632 godofwar.jpg

2005 yılı, bahar aylarının ilk günlerinden biri. Oyuncuların merakla beklediği Splinter Cell Chaos Theory ve şu an zorlamama rağmen adlarını dahi hatırlayamadığım birkaç yeni oyunun piyasada boy gösterdiği günler. Yeni çıkan oyunlar arasında hakkında sahip olduğum az miktarda olmayan bilgiden yola çıkarak Prince of Persia çakması olması kanaatini taşıdığım bir oyun da var, ismi God of War. Ya nasip deyip oyunu edindikten sonra, eve girip PS2�nin sürücüsüne yerleştirmemle kendimi içerisinde bulduğum serüvenin oyun hakkındaki bütün önyargılarımı yerle bir ettiğini hatırlıyorum. Çok fazla reklamı yapılmadan çıkan GoW pek çok oyuncu üzerinde bendeki etkiyi yaparak piyasayı bayağı bir salladı. Bir çok eleştirmenden tam puana yakın notlar aldı. Sonrasında yine PS2 için GoW Divine Retribution yapıldı ve birincisi gibi o da başarılı oldu. Son olarak da serinin yeni oyunu, Kratos�un PSP çıkarması, Sony�nin yayımcılığını, Sony bünyesinde olan Ready At Dawn Studios�un yapımcılığını üstlendiği GoW Chains Olympus biz oyuncuların karşısına çıkıyor.

godofwar2.jpg

PSP için yapılan Silent Hill Origins�de olduğu gibi seride kronolojik olarak bir geriye dönüş söz konusu. Senaryo diğer oyunlarda olduğu gibi Yunan mitolojisinden esinlenerek ve yer yer mantıklı şekilde uydurularak hazırlanmış. Oyuncuya Kratos�un ilk oyunda Ares�i yenip God of War olmasından önceki, Ares�e ruhunu satıp Ghost of Sparta olarak anılmaya başlamasından sonraki on yılından bir kesit sunuluyor. Zeus ve Atina�nın emirleriyle hareket eden Kratos�un ilk bölümlerde Pers ordusuna karşı başlayan savaşı, Zeus ve yandaşlarına karşı baş kaldıran Persephone ve onun yanında yer alanlarla devam ediyor. Yunan mitlerinde Olympianların düşmanları olarak geçen Titanları da oyun içerisinde görüyoruz. Bu arada Kratos�un ailesiyle ilgili hüzünlü hikayesinden yapılan alıntılarla film senaryolarını aratmayacak bir drama da ortak oluyoruz.

Oyunu açtığımızda serinin önceki oyunları gibi sade bir menü bizleri karşılıyor. Başlangıçta �Mortal(Easy), Normal(Hero), Spartan(Hard)� ve oyunu ilk bitirişin ardından eklenen �God(Very Hard)� olmak üzere dört zorluk derecesi var. Genel olarak kolay bir oyun. �Mortal� modu çocuklar için – yalnız ufak bir sorun var oyun ESRB�den 18 yaş sınırı almış, bundan ötürü çocuklara tavsiye etmiyoruz – diyebileceğim zorlukta, �Normal� modu ise oyunlara aşina olan birini rahatsız etmeyecek seviyede. Önceden GoW oynamış bir oyuncu için tatmin edici olması açısından �Spartan� modunda başlamasını tavsiye ederim. Oyunu bitirdikten sonra �God� modunda kasmak zaten meraklısı için ayrı bir zevktir.

Üçüncü şahıs görüş açısından oynuyoruz. Yalnız bu defa diğer oyunlara göre bir fark var; Kamera sabit. Önceki oyunlardaki gibi dilediğimiz gibi yönlendiremiyoruz. Kamera bölümlere göre gayet düzgün açılarla konumlandırılmış, oyun boyunca bununla alakalı bir problemle karşılaşmadım. Yunan mitlerinden esinlenilmiş tasarım harikası mekanlarda ilerliyoruz. Tasarımlar diğer iki oyundaki gibi, senaryoyla tam bir uyum var. Önceki oyunlardan hatırlayabileceğimiz bazı düşmanlara ek olarak az da olsa yeni tasarımlar da bu oyunda yerlerini almışlar. Boss tasarımları yine çok güzel. Oyun düşman çeşitliliği bakımından zayıf görünse de oynanış süresinin kısalığı bu açığı kapatıyor. Oyun içi videolarda da serinin bilinen kalitesinden ödün verilmemiş. Grafiklerin neredeyse PS2�den geri kalır bir tarafı olmadığı açıkça görülüyor. PSP ile neler yapılabileceğini gösteren oyunlardan biri. Umarız bu kalitede oyunların devamı gelir.

]]>
https://www.hell-world.org/gamez/god-of-war-chains-of-olympus/feed/ 0