Yıllarca, “Türkler neden oyun piyasasında yok?”, “Hep yabancıların oyunlarını mı oynayacağız. Biraz da bizim insanımızın ürünü olan yapımlarla karşılaşalım.” diye kendi kendimizi yedik durduk. Fakat bir türlü oyun piyasasında yeterli seviyeye gelemedik. Belli bir sektörü olmadığı için sadece amatör düşüncelerle bu yola başkoymuş programcıların çabalarını izlemekten öteye de gidemedik.

Kimi projeler daha başlamadan bitti, kimisi ise yeterli sponsor anlaşmaları sağlayamadığı için bir daha hiç başlamamak üzere askıya alındı. Neredeyse ümidimizi kesmek üzere iken son birkaç senedir oyun piyasasında hatırı sayılır kıpırdanmalar hissetmeye başladık. Son yıllarda pek çok yerli oyun projesi ardı ardına duyurulmaya başlandı. Belki bir çoğu kısa süre sonra çeşitli sebeplerden ötürü iptal edildi belki, ama yinede piyasada belli hareketlenmelerin olacağına dair ilk işaretlerdi bunlar.

FPS mi? TPS mi?

İlk zamanlar tamamıyla amatör ruh ile çalışmalara başlayan birkaç programcının oluşturduğu 3TEGames ve Yoğurt Teknolojileri’nin işbirliği ile yapımına başlanan Pusu’nun duyurulması bundan yaklaşık üç sene öncesine dayanıyor. Başlangıçta kendi gözümüzden gördüğümüz (First Person Shooter) türünde olacağı söylenen, daha sonra ise üçüncül kişi görünümlü aksiyon oyunu halini alan yapım, uzun bekleme süreci içerisinde pek çok olay yaşadı. “Ertelendi”, “Pusu defteri kapandı.” gibi pek çok spekülasyon ortada döndü durdu. Pek çok kişi ümidini kesmeye başlamışken, yayınladıkları teknoloji demosu ile “Biz buradayız!” diyen yapımcılar, geçtiğimiz aylarda Pusu’nun ilk oynanabilir demosunu oyun severlere sundular. Demoyu bizler de incelemiş ve gerçekten gurur duymuştuk. Tamamıyla Türk programcılar tarafından yapılan ilk ve tek üç boyutlu aksiyon oyunu olması sebebiyle farklı bir gözle baktık Pusu’ya ve demodaki hataları görmezden geldik.

Amaçlarının, Türk Oyun Sektörü’nde deyim yerinde ise bazı taşları yerinden oynatmak olduğu açık seçik ortada olan Pusu yapımcıları, çok kısa bir süre sonra, nihayet bitmiş ve oynanmaya hazır versiyonu ile bir kez daha karşımıza çıktılar….

Sadece bir defaya mahsus bir oyun Pusu…

Sade oyun kutusu ve artwork’ler ile süslenmiş, kısa içerikli kitapçığı ile tek CD halinde piyasaya sürülen bir oyun Pusu. Açıkçası geçtiğimiz aylarda beta incelemesini yaptığımız için hemen hemen ne ile karşılaşacağımızı biliyor olsak da yine de heyecanımıza hakim olamadan, çabucak açtık ve kurduk Pusu’yu. Her oyun gibi standart kulurum prosedürlerinin ardından daha önce hiçbir yapımda görmediğimiz değişik bir koruma yöntemi ile şaşırttı bizleri. Çünkü Pusu’yu bilgisayarınıza sadece bir kere kurmanıza imkân sağlayacak bir aktivasyon sistemi mevcut. Sadece bir kereye mahsus İnternet’e bağlanmalı, elinizdeki CD numarasını belirterek, oyununuzu aktif hale getirmelisiniz. Kopya ile mücadele için güzel düşünülmüş bir ayrıntı olsa da, aynı bilgisayara bir kez daha kurulum yapmaya izin vermemesi bakımından bayağı şaşırtıcı.Tüm bunları aşıp nihayet oyunumuzun ikonuna çift tıklayarak Pusu dünyasına adım attığımızda normalden biraz daha uzun süren ilk yükleme ekranını beklememiz gerekiyor. Ardından gayet sade, anlaşılır bir ara menü ile karşılaşıyoruz. Ayarlar bölümünde standart çözünürlür ayarları haricinde, bulanıklık (blur) ayarları ve doku ayarları mevcut. Kontrol ayarlarında istediğimiz tuş kombinasyonlarını belirttikten sonra artık oyunumuzun içine dalış yapabiliriz.

Ön yargılarımızdan kurtulalım

Eğer oyun dünyasını, dolayısıyla Türk Oyunları’nı yakından takip altında tutan bir kişi iseniz, Pusu’nun Türk yapımı olan ilk ve tek 3 boyutlu aksiyon oyunu olduğunu biliyorsunuz demektir. Eğer oyun sektörü henüz gelişmemiş bir ülkede ortaya çıkan yapımların kalitelerinin artmasını istiyorsak, oyunlara ön yargılı değilde biraz daha pembe gözlüklerle bakmamız gerekmekte.

Pusu’nun piyasadaki diğer aksiyon oyunlarından hiç aşağı kalmayacak hatta pek çoğundan bir adım öteye gidecek kadar güzel bir hikayesi var. Belki pek çok defa duydunuz, ancak bilmeyenler için kısaca anlatmak gerekirse; ana karakterimiz, Nato Belçika üssünde görevli Üsteğmen Fatih Yıldırım. Her türlü silah konusunda uzman olan karakterimiz sıradan bir günün ardından evinde duş alırken telefonu çalar ve telesekreter devreye girer. Hattın diğer ucunda Fatih’in arkadaşı Aylin vardır ve oldukça heyecanlı bir halde olduğu ağzından dökülen telaşlı kelimelerden bellidir:

– Fatih ben Aylin. Hemen İstanbul’a gelmen lazım. Burada garip şeyler oluyor. Babana günlerdir ulaşamıyorum. İşyerinde de garip olaylar oluyor. İstanbul’a geldiğinde detaylarını konuşuruz. Kendine dikkat et.

Fatih telefon mesajını dinlediğinde kısa süreli bir şok yaşar ve hemen babasının yolunu tutar. Oyunun ilk bölümü olan Baba Evi’ne geldiğinde ise kendini çok büyük bir sürpriz ile karşı karşıya kalmış olarak bulur. Ev, tanımadığı silahlı insanlar tarafından yağmalanmıştır ve Fatih’in babası da ortalıkta yoktur.

Yıldırım Fatih

Diğer tüm aksiyon oyunlarında olduğu gibi elimizde silah güzel bir çatışma ile başlıyoruz Pusu oyununa. İlk defa oynayanlar için hemen Max Payne’i andıracak olan kontrol ve harita sistemi ile hemen oyunun atmosferine kendimizi kaptırıyoruz. Minik bir giriş videosunun ardından evimizde ilk iş olarak düşmanları temizliyoruz. Karşılaştığımız düşmanların; “Seni öldürücem serseri!”, “Beynini dağıtıcam senin!” gibi sözlerine kulak verince, insanı farklı duygular kaplıyor ve hatalarına rağmen oyunun sonuna kadar ilerlemek istiyor.

Evin içini dolaştığımızda tipik Türk motiflerini görüyoruz. Televizyon ekranında TRT’nin meşhur kapanış logosu, çamaşır makinesinin üstündeki dantel örtü, yerdeki halılar bunlardan sadece bir kaçı. Bahsettiğim bu unsurları bir oyunda görmek hele ki her anı aksiyon dolu bir oyunda görmek gerçekten gurur verici.

Şimdi hareket zamanı

İçerdeki düşmanları alt ettikten sonra, üst kattaki telefona bakınca bir görüşme yapıyor ve kendimizi dünya dışında bir yerde buluyoruz. Bilinç altı ve düşler dünyası içerisinde bir yerlerde var oluyor, bir bayanın direktiflerine uyarak bulunduğumuz yerin anlamını çözmeye çalışıyoruz. Daha sonra telefon görüşmesi yaptığımız eve geri dönerek hikayemize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Evden dışarı çıkıyor ve bu sefer İstanbul sokaklarında çatışmalara devam ediyoruz. Oyunun bundan sonraki kısmı genelde hep aynı temel üzerine kurulu olarak ilerliyor; “Karşına çıkanı öldür, çıkış kapısına ulaş”. Hemen bu noktada belirtelim, Pusu’nun kayıt sistemi Checkpoint üzerine kurulu. Yani siz hiç oyunu kayıt etmiyorsunuz. Belirli noktalara ulaştığınızda ekranın sol üst köşesinde “Oyun Kaydedildi…” uyarısı çıkıyor ve buradan itibaren ölmeniz halinde o noktadan başlıyorsunuz.

Unutmamak gerekir ki oyunumuzu renklendirebilmek için bazı küçük detaylarda içine serpiştirilmiş. Mesela “Sur içi” bölümünde bir yerde takılıp kalıyoruz. Çevredeki tüm düşmanları öldürmemize rağmen surun içinde bir bölümde düşmanlar hiç bitmiyor. Burada Fatih’de kendi kendine “Bunun bir başka yolu olmalı” diyor. Böylece geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz ve daha evvel görmediğimiz bir objeyi fark ediyoruz. Havada asılı duran ve parıldayan bir obje, onu takip etmemiz halinde daha evvelden kutularla kaplı olan bir kapıyı açıyor. Böylece bölümü geçebiliyoruz. Pusu’nun geri kalanında da aynen bunun gibi bazı küçük ayrıntılar ve bulmacalar bulunuyor. Ancak ne yalan söyleyelim hiçbiri oyuncuyu zorlayacak kalitede değil ve kolayca aşmak mümkün.

“Seni geberticem serseri!” – Kaporta Rüstem

Önce evin içinde başlayıp, daha sonra ara sokakta devam eden ve sırasıyla sanayi sitesi, Haydarpaşa garı ve limanı’na ulaşan maceramız, son olarak Ruslar’dan kalma gizli bir askeri üsse kadar ilerliyor. Bugüne kadar yapılmış olan diğer Türk oyunları ile kıyasladığımızda içi en fazla aksiyon dolu olan ve pek çok mekânı bir arada bulunduran ilk ve tek oyun Pusu. Bu nedenle hatalarına mümkün olduğunca göz yummak gerek.

Peki bu eksik yanlar neler mi? İlk olarak oyunumuz fazlasıyla tek düze ilerliyor. Karşımıza çıkan düşmanların görünüşleri farklılaşsa da hareketleri ve düşünceleri hep aynı. Mesela bir ortama girmeden evvel eğer o odanın kapı eşiğinde beklersek düşmanların hepsi oda içinde yerlerinde sabit duruyorlar. Kimisi tavandaki örümcek ağlarına bakıyor kimisi yerinde sayıklıyor. Ne zaman ki eşiğe adımızı atıyoruz, düşmanlar hemen harekete geçiyorlar. Yani hiçbirinin devriye gezme ya da çevreyi kontrol etme gibi düşünceleri yok. Hepsi eşikten birinin geçmesini bekliyor. Bazı bölümler başalamadan hemen evvel düşmanların kendi aralarındaki konuşmalara şahit oluyoruz. Oyuna farklı bir hava katıyor olsa da bu kısımları geçemiyor oluşumuz ve oyunun içinde değil de bir demo havasında bize sunulması az da olsa itici geliyor.

“Öldürün şu serseriyi” – Şanzıman Veli

Düşman yapay zekâları ise kimi zaman ne yazık ki çuvallıyor. Odaya ani bir giriş yaptığımızda, düşmanın etrafında dönerek ateş etmemiz halinde hepsini kolayca öldürmemiz mümkün. Yapımcılarda bunu fark etmiş olacaklar ki hep düşmanları uzak mesafelere koymuşlar. Böylece girdiğimiz ortamda bir iki kişi bize yakın dursa da, yanına ulaşamayacağımız kadar uzak mesafede en az bir düşman bulunuyor. Böyle durumlarda elimizdeki silahın cinsine göre taktik belirlememiz gerekli.

Pusu oyununda toplam 6 adet silah olmasına karşın aynı anda biri tabanca biri de ağır olacak şekilde 2 adet silah taşıyabiliyoruz. CZ75 ve Magnum tabanca sınıfına giriyor. Hikayenin başında çok sık kullanacağımız bu iki silahı, oyunun ilerleyen bölümlerinde uzak mesafedeki düşmanları kafalarından vurmak için yanımızda tutuyoruz. Ağır silahlar ise; Uzi, AK101, M4 ve Baba. Bu silahlardan Uzi’nin ilk karşımıza çıkacak silah olmasına rağmen en kullanışlı silah kesinlikle AK101. Çünkü AK101’i bir kere elinize aldınız mı oyunu bitirene kadar başka silaha ihtiyaç duymayacaksınız. Hem hasar gücü çok yüksek, hem seri ateş edebilme yeteneğine sahip, hem de kurşunları çok rahat bulunuyor.

Silah siteminde eksi olarak görülecek ciddi bir problem ise; kurşunlarınızın bitmesi halinde yapacak hiçbir şeyinizin kalmaması. Mesela elinizdeki silahın kurşunlarını bitirir ve yerde de hiç mermi bulamazsanız artık ölmeyi beklemekten başka çareniz yok. Çünkü ateşli silahlarınız haricinde düşmanlarınızı alt edebileceğiniz herhangi bir alet yok. Kurşununuz bittiyse ve mermi bulamıyorsanız, deyim yerinde ise yeniden başlamanız gerekli.

“Teslim ol ya da öl serseri” – Karbüratör Selim

Eğer Pusu bundan iki-üç sene evvel piyasaya çıkmış olsaydı, grafikleri hakkında gayet iyi sözler sarf edebilirdik. Araya giren minik oyun içi atraksiyonların (Bir kamyonun duvara toslayıp patlaması ya da çatıdan ateş eden düşmanların aşağı düşmesi gibi) çok başarılı olduğunu söyleyebilirdik. Elbette hepsi oyuna sinematik bir hava katmak için eklenmiş, ancak piyasada o kadar örneğini gördük ki artık pek etkilenmemeye başladık diyebilirim.

Pusu’nun grafikleri yeteri kadar kaliteli değil belki, ama Türk oyunları içindeki en iyi grafiklere sahip olduğu da kesin. Söz gelimi benzin dolu varillerin patlamasının ardından etrafa dağılan parçacıkları ya da üzeri parıldayan (biraz fazla da olsa) araçları daha evvel hiçbir Türk oyununda görmediğimizi itiraf edelim. Bunların haricinde ise grafiklerin, özellikle de karakter animasyonlarının zayıf kaldığı açık. Mekân tasarımlarına ve grafiklerine baktığımızda her şey göze hoş görülüyorken, karakterlerin yapısını incelediğimizde ve detaylarına baktığımızda dış tasarıma göre daha baştan savma yapılmış olduğunu hissediyoruz. Ana karakterimiz de dahil olmak üzere hiç bir karaketer detaylı tasarlanmamış ve günümüz oyunları ile kıyaslayacak olursak poligon sayıları az kalmış.

“Beynini dağıtıcam serseri” – Levye Kemal

Yine grafiksel olarak gözümüze çarpan bir iki detay daha var. Pusu’nun demosunu incelediğimizde Baba Evi bölümünün ikinci katında bir hata ile karşılaşmıştık. Eğer evin içinde iken zıplarsanız tavandan dışarı grafikleri gözüküyordu. Demoda bununla karşılaşınca tam sürüm oyunda düzelir diye düşünmüştük, ancak maalesef bu hata aşılamamış. Aynı şekilde oyunun ilerleyen bölümlerinde yine buna benzer görmememiz gereken yerleri açığa çıkaran bazı hatalı objeler mevcut. Ancak oyunun atmosferine kendinizi kaptırıp ilerlemeniz halinde hiçbiri gözünüze çarpmıyor. Ne de olsa bu Türklerin yaptığı ilk aksiyon oyunu. Daha evvel hangi oyunda size Türkçe hakaretler yağdıran bir grup düşman ile savaştınız ki?

Ufak bir not daha eklemek istiyorum. Pusu tahminimizden çok daha kısa sürdü diyebiliriz. Yaklaşık 3 saatlik bir oyunun sonucunda tam atmosferine, hareketliliğine alışmışken ve sonunu merakla beklerden aniden bitiverdi. Elbette yeni gelecek devam oyunlarına açık kapı bırakarak bitti ve tadı damağımızda kaldı, ama standart bir oyuncunun 3 ila 4 saatte bitirebileceği bir oyun olması da şaşırttı bizleri.

Sistem gereksinimi ne durumda?

Bizler genelde oyunları birden fazla sistemle test ediyoruz. Bu sistemlerden biri günün oyunları gayet rahat çalıştıracak güce sahip oluyor. Diğeri ise çalıştırmama sınırına yakın seviyede oluyor. Böylece “Acaba benim sistemimde çalışır mı?” sorularını yöneltenlere mümkün olduğunca cevap bulmaya çalışıyoruz. Ancak Pusu’nun aktivasyon sisteminden ötürü sadece bir bilgisayarda kurmak zorunda kaldık ve bu yüzden Pentium 4 2.8 GHz işlemci, 1 GB RAM ve Radeon 9800 PRO ekran kartına sahip olan sistemde denedik. Bu sistemde tüm ayarlar maksimum düzeyde iken gayet rahat bir şekilde oynamamıza rağmen ara ara minik takılmalar yaşadık. Sistem ayarlarını minimum’a getirdiğimizde de aynı minik takılmalara ve yavaşlamalara rastlayınca bu takılmaların sistem yetersizliğinden değil oyunun içinde yaşanan bazı nedenlerden kaynaklandığını fark ettik.

Daha düşük bir sistemde test edemediğimiz için kesin bir cevap veremesek de Pusu’nun en az Pentium 3 işlemcili, 256 MB RAM’li ve DirectX 9.0c’yi destekleyen bir ekran katına sahip sistem ile rahatça oynanabileceğini düşünüyoruz.

Pusu’nun en başarılı yanı sesleri

Şu ana kadar hep hatalardan ve eksilerden bahsettik belki, ama Pusu’yu diğer Türk oyunlarından ayıran ve günümüz yabancı yapımlarına bile yaklaştıran bazı yönleri var. Bunların başında hiç şüphe yok ki seslendirmeler geliyor. Tamamı profesyonel isimler tarafından yapılmış olan seslendirmeler, Pusu’yu bambaşka bir boyuta taşıyor. Baş kahramanımız olan Fatih’i Ziya Kürküt, tanıdığımız ilk kötü adam olan Turgut’u Bahtiyar Engin ve her türlü kötülüğün arkasında olduğunu anladığımız Fuat Erkaya’yı da Ercan Demirel gibi son derece tanıdık ve işinde usta olan isimler seslendirmiş.

Müzikler de yine sesler kadar başarılı ve özellikle aksiyonun ortasında çalan müzikler oyuna müthiş atmosfer sunuyor. Şahsi görüşüm olarak rahatça söyleyebilirim ki Pusu’nun içinde çalan tamamıyla Türk melodileri ve motifleri ile süslenmiş müzikler, oyun harici olarak da dinlenebilecek kalitede.

“Ben serseri değilim” – Fatih

Nihayet uzun süredir beklediğimiz çıkması için gün saydığımız 3 boyutlu aksiyon türündeki ilk göz bebeği oyunumuz Pusu bizlerle buluştu. Ne kadar hatası ve eksik yanı olsa, ne kadar kısa sürede bitse ve “Kullan – At” mantığını benimseyen aktivasyon sistemi ile sadece bir kerelik heyecan yaşatsa da, Türk Oyun Sektörü’nde bugüne kadar ortaya çıkarılmış en kaliteli yapımlardan biri Pusu. Eğer Türk Oyunları’nın ilerlemesini istiyorsak Pusu ile gururlanmalı ve mümkün olduğunca destek olmalıyız.