Alışılmış bir olaydır çok beğenilen bir şeyin devamının gelmesi. Çok satan bir kitap, kapalı gişe oynayan bir film yahut da kısa sürede milyon satan bir oyun. Hepsinin ilk versiyonları çok beğenildikleri için yapımcılar seriye devam etmek zorunda olduklarını sanırlar. Aslına böyle bir mecburiyetleri yoktur ama ticaret sektörü arz talep işidir. Halk ister, yapımcılar yapar. İşte yine yapımcının kendini seriyi devam ettirmek zorunda gördüğü bir oyunla birlikteyiz. Driver 3’ten bahsediyorum tabii ki.

Nereden nereye…

Yapımcıları bu seriye devam etme mecburiyeti altında bırakan olay 2000 yılında Driver serisinin ilk oyununun piyasaya bomba gibi düşmesi ve birçok oyuncunun hayatla bağlantısını uzun süre kesmesiydi. O günün teknolojisine göre mükemmel bir oyundu Driver. Oyun tarzı, oynanış ve konu olarak oyun sektöründe yeni çığır açtığı gibi grafiksel anlamda da büyük yenilikler sunmuştu. Hepimiz uzun süre bu oyunun tadına doyamadık. Zaten çıktığı ilk bir kaç ay çoğumuz şoku atlatmış durumda değildik. O zamanlar GTA bu tarz oyunların atalığını yapmasına rağmen Driver’ın çıkışı ile sarsıldı. Bu sarsıcı oyundaki ana tema, Tanner adındaki sürüş yetenekleriyle sınır tanımayan şoförümüzün ona verilen işleri itina ile yapıp görevden göreve atlamasıydı.

O zamandan bu zamana çok ama çok uzun zaman geçti. Bu zaman dilimi arasına Driver 2 adında sadece adı oyun olan bir oyun karıştı ama onu pas geçiyorum. Tam 5 yıl sonra Tanner tekrar geri döndü. 2 yıl boyunca gündemden pek düşmeyen oyun, gerek barındırdığı şehirlerden birinin İstanbul olması, gerekse 2000 yılındaki efsanenin son oyunu olmasından daha çıkmadan hop oturup hop kalkmamıza neden oldu. Bir de buna ek olarak GTA serisinin son oyununa cevaben çıkacağı tahmin edildiği için sürekli hafızalarımızı yoğun bir şekilde meşgul etti. Neyse ki 18 Mart günü oyun piyasaya çıktı ve tüm merak edilen sorular cevabını buldu.

Heyecan Dorukta

Eminim ki tüm oyun severlere oyunun kurulum süresi 20 dakika değil de 20 ay gelmiştir. O kadar heyecanlı, o kadar mutlu ve umutlu idik ki içimiz içimize sığmıyordu. Oyunun hikaye moduna girdiğimiz de ise başlayan intro ile ağzımızın suları oturduğumuz zemini kaplamaya başlıyor ve işte hayatımızın oyunu bu diyorduk. O intro İstanbul’da geçiyordu. Tanner İstanbul sokaklarında Türk polisiyle omuz omuza Neo’yu aratmayan bir amca ile çarpışırken vurulyordu. Derhal devlet hastahanesinde yoğun bakıma alınan Tanner’i kurtarmak için Türk hekimleri yoğun çaba harcıyordu ama o da nesiydi? Doktorlar Türkçe konuşuyordu! Kurşunun karın bölgesinden girip ağır tahribat yaptığını söylüyorlardı. Ve Tanner kurtarılamıyordu. Ardından 6 ay öncesine dönüş yapılıp oyun start alıyordu.

Hayatımda izlediğim en mükemmel girişlerden biriydi bu. Gerçekten kusursuza yakın bir intro tasarlanmış. Özellikle olayların gerçekliğe uygunluğu (Türk polis arabasındaki dikiz aynasına asılan tespih gibi) muhteşem. Zaten en baştan şunu diyebiliriz ki, oyunun introsu ve bölümler arasındaki demolar kusursuz olmuş. Bir film tadında adeta. Ama gelin görün ki oyun için aynı güzellikten söz etmemiz mümkün değil.

Ve motor

Oyun Amerika’nın Miami şehrinde start alıyor. Öncelikle şunu söylemelim ki şehirler gerçek haritalar ile aynı. Yollar birebir olarak aynı aktarılmış olsa da, tasarlanma ve çevre modellemesi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Miami’de start alan oyun, Nice’den sonra da İstanbul’a uzanıyor. Tanner yine işinde oldukça başarılı ve sürüş yetenekleriyle parmak ısırtan bir polis. Fakat son zamanlarda 40’a yakın üstün performanslı aracın tek bir el tarafından çalınıp koleksiyon haline getirildiğini öğrenince bu işin arkasında kimlerin olduğunu öğrenmek için polislik görevini bir kenara bırakıp bu şebekenin içine sızmaya çalışıyor.

Şebekenin içine sızmak için ise türlü pis işlerde rol oynuyor Tanner ağabeyimiz. Kötü adamların tetikçisi oluyor bir bakıma ve bu yap-bozda parçaları bir bir yerine koymaya çalışıyor. Sonuçta da bu 40 arabayı çaldıran gizli şahsın izini buluyor ve onu yakalamak için uzun soluklu bir mücadeleye giriyor. Oyunun konu itibari ile ana hatları bundan ibaret.

Hızlı sür, iyi nişan al, zamanı iyi kullan

Oyunun dökülmeye başlayan yanlarına yavaş yavaş parmak basalım. Elimizde kalan ilk şey oynanabilirlik. Oyunun bizden istedikleri basit aslında. Yeterince hızlı araç kullanmak, kendi canımızdan olmadan, düşmanları öldürebilmek için keskin bir nişan kabiliyeti ve bu iki özelliği birleştirmemiz gereken zamanlama. Bu üçünü orantılı yaptığımız takdirde her türlü görevin üstesinden geleceğimize şüphe yok. Ama oyun bize bunları orantılı yapmak için gerekli oynanabilirliği sunmuş mu? Sunmamış!!!

Araç görevlerinde nereye gideceğimizi gösteren bir ibre mevcut esasında. Bu bize büyük bir kolaylık sağlıyor. Yaya iken de hedeflerimiz sarı bir kutucuk şeklinde bizlere belirtiliyor, buraya kadar bir sıkıntı yok. Araç görevlerinde özellikle belirli bir zaman içersinde bir yere gidilmesi gerekiyorsa veya bir aracı takip ediyorsak hızlı ve kontrollü araç kullanmamız gerekiyor ki bu genelde kabus oluyor, ama yine de bu tarz oyunlar içinde araç kullanımı en keyifli oyun olarak Driver’dan bahsedebiliriz. Ancak araçtan indikten sonra Tanner adlı karakterimizin her hareketi ofsayt desek yerinde bir tabir kullanmış olacağız. Yürümesi, ateş etmesi, nişan alması gerçekten çok kötü modellenmiş. Araç sürme konusunda kabus yaşatsa bile yaya iken karşılaşacağınız fiziksel olayları görünce siz de benim gibi çoğu düşmanınızı arabadan inmeden yok etmek isteyeceksiniz. Oynanabilirliği kısaca özetleyecek olursak, sürüş genelde kabusa dönmesine rağmen “in”, yaya olarak yapılan faaliyetler “out” diyebiliriz.

Yani demek istediğim şu ki Atari firması oyunun bizden istediklerini uygulamamız için gereken yeterli oynanabilirliği bize sunmamış. Çoğu kişi tarafından Enter The Matrix oyunundaki karakter modellemeleri ve fiziksel hareketleri tarafından eleştiriler alan Atari firması Enter The Matrix’teki karakter modellemesine gösterdiği kadar özeni bile bu oyunda göstermemiş. Bu da efsanenin dönüşüne kocaman bir gölge oluşturmuş.

İstanbul sokakları

Bilindiği üzere oyunda İstanbul’umuz da mevcut. Ve oyun 80’li yıllarda geçtiğinden o günün şartlarına göre tasarlanmış. Açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim ki her ne kadar bazı yerlerde çok büyük hatalar yapılmış olsa da oyun içinde en özenle hazırlanan şehir İstanbul olmuş. Ayrıca Türk insanını da anneannelerine göre modellenmişler. Gerçekten gurur verici bir durum bu. Her ne kadar oyun bir çok maddeden sınıfı geçemese de İstanbul’a verdikleri önem bakımından bizleri fazlasıyla memnun etti.

Sokaklarda asılan Türkçe afişler (esnaflarımıza duyurudur, Eminönü Belediyesi vs gibi), Türkçe dükkan isimleri, Toros marka polis arabalarımız, Sultanahmet, İnönü Stadyumu, kısacası her ayrıntıya dikkat edilmiş. Ayrıca Türkçe konuşan halkı ve polisleri de unutmayalım. Örneğin takibe alındıysanız cesur polislerimiz hemen “Tüm birimlerin dikkatine şüpheli kuzeye gidiyor” diye telkinde bulunuyor. Bu da insanın içini ısıtıyor. Yıllarca kendi dilimizde oyunlar oynama hayali kuran bizlere yapılmış bir jest olarak nitelendiriyorum bunu.

Sokaklarımız ise gerçeğine çok yakın. Trafik işaretleri, levhalar, ışıklar, hepsi çok gerçekçi. Çoğu semtte dar ve ara sokaklar mevcut. Camdan cama asılan çamaşır ipleri ve sarkan çamaşırlar, kısacası hemen herşeye dikkat edilmiş. Mesela bir başka ayrıntı, camilerin yanından geçerken duyulan Kur’an sesi. Bunun gibi bir sürü örnekler mevcut. Şehirde tur atmak da gerçekten çok keyifli. Her zaman gittiğiniz yerlere oyunda gitmenin tadı bambaşka oluyor. Sırf bu yönünden dolayı bana kendisini sevdirdi, fakat yine de bu oyunun iyi bir oyun olduğu anlamına da gelmiyor. 🙂

Ah şu detaylar

Derine inildikçe oyun elimizde kalmaya devam ediyor. Kendimi, şu ara geçişler ve introlar kadar uğraşacağınıza oyun için daha çok uğraşsaydınız keşke demekten alamıyorum bir türlü. Hem introda hem de bölümlerde araya giren demolarda gerek grafik, gerek ses bakımından ortaya çıkan sonuç harika. Ama oyun içinde ise bu performans çok düşük. Ne olursa olsun bu oyun sistem canavarı olmayı hak etmiyor. 256 MB grafik kartına ve iyi bir sisteme sahip olmama rağmen oyunu ancak 800*600 çözünürlüğünde tam detaylar ile oynayabildim. Çok daha yüksek sistemi olan bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan şüphesiz daha iyi performans alıyordur ama ülke genelinin düşük bir sistem düzeyi kullandığını düşünürsek, çoğu kişinin 640×480’e ve en düşük detaylara talim edecek olması dolayısıyla da Tanner yerine Cin Ali’ye hayat verecek olmaları kaçınılmaz olacaktır.

Grafik olarak oyunda inanılmaz hatalar mevcut. Arabaların içinden geçen insanlar, direklerin içinden geçen arabalar bu hatalara birkaç örnek. Ayrıca çizim uzaklığının en son seviyeye alınmasına rağmen az uzaktaki binaların bile iyice dibine girmeden tam detaylı olarak görüntülenmemesi gibi, önünüze aniden bir aracın çıkması da kaçınılmaz oluyor. Yahut da arkamızda kalan bir nesne az ilerleyince aniden yok oluyor. Bu gibi hataların yapılması gerçekten bu oyuna yakışmayacak cinsten.

Seslere gelince, genel olarak sesler kulak tırmalayıcı değil. Özellikle adrenalin durumuna göre değişen müzikler hoş. Karakterlerin sesleri de yeteri kadar iyi. Açıkçası ses konusunda oyunda bir sıkıntı görmüyorum ama ah o grafikler, ah o efektler… Keşke üzerlerine biraz daha çalışsalardı, keşke daha geç çıksaydı ama daha iyi çıksaydı. Driver’ın prestiji bu hatalarla gerçekten çok büyük bir şekilde sarsıldı.

Tanner’a yapılmış bir haksızlık olsa gerek bu..

Bu kadar sağlam imajı ve karizması olan bir oyun böyle zedelenmemeliydi. Reflection gerçekten kendisinden beklenileni veremedi. Herşeyden önemlisi 2 yıl boyunca uykuları kaçan biz oyunculara istediğimizi veremedi. Hayli yüksek sistem istemesinden dolayı baştan kaybediyor zaten bu oyun. Driver 3, Tanner’a karşı yapılmış bir haksızlık olsa gerek diye düşünüyorum.

Herşeyden biraz biraz bahsettiğimi umuyorum. Oyun hakkındaki son sözlerim ise; yüksek sitemi olmayan oyuncuların bu oyundan uzak durmaları, hatta oyunu satan CD-Shop’ların yakınından dahi geçmemeleri. Sistem konusunda sıkıntısı olmayıp oyunu almaya niyetli arkadaşların ise bekledikleri ve hayal ettikleri Driver oyununu bulamayacaklarını söylemeliyim. Ve de şahsi görüşüm, oyuncu arkadaşların sırf İstanbul’da tur atıp Türkçe konuşmaları işitmek adına oyuna sahip olmaları yönündedir. Biraz ironik bir konuşma oldu fakat gerçekler bunlar. Seçim size kalmış.

Herkese bol oyunlu günler..